Birden fazla cepheden kara saldırısı: Kudüs’ün kurtuluşu yakındır

Birden fazla cepheden kara saldırısı: Kudüs’ün kurtuluşu yakındır
"O dönemde konuştuğum tüm askeri bağlantılar İran'ın toparlanmasının 2-5 gün alacağı tahmininde bulunmuştu. Herkesi şaşırtan bir şekilde İran 15 saat içinde komuta kademesini yeniden inşa etti, hava savunmasını yeniden devreye soktu ve yıkıcı füzeleriyle ilk saldırı dalgasını başlattı."

 

 

El-Meyadin

 

Robert Inlakesh

 

 

İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı sebepsiz yere başlatılan saldırı savaşı, uzun süredir “son kurtuluş savaşı” olarak anılan bir dizi gelişmeyi tetiklemiş olabilir. Bu ifade abartılı görünebilir; ancak savaş yakın zamanda sona ermezse, ortaya çıkacak iki olasılık var: ya İran’da bir rejim değişikliği ya da işgal altındaki Filistin’de bir rejim değişikliği.

 

Siyonist varlık, kendi propagandasına kapılmış ve İran'a yönelik saldırısında çok ileri gitmiş görünüyor. İran'ın hızlı bir şekilde sağlam bir yanıt verebilme yeteneğini felce uğratacağını ve bunun da bir şekilde sınırlı bir çatışmaya yol açacağını düşünerek hareket etti. Bu bir hesap hatası oldu ve onun felaketiyle sonuçlandı.

 

Gazze halkına karşı 20 ay boyunca sürdürülen soykırım boyunca, Siyonist rejim zafer imajını yakalayamadı. Terörist taktikler kullanan suikastlar ve istihbarat operasyonları yoluyla Filistin Direnişi'ne, İran'ın Devrim Muhafızları’na ve özellikle Hizbullah'a zaman zaman taktiksel yenilgiler yaşatmasına rağmen, Siyonistler stratejik olarak karşısında duranların hiçbirini yenemedi.

 

Hamas ve diğer tüm Filistinli silahlı gruplar hala hayatta ve iyi durumda. Hizbullah hayatta ve iyi. Partiye yönelik varoluşsal tehdide rağmen, en kötü koşullarda bile İsrail'in Lübnan'ın güneyine yaptığı kara işgalini yenmeyi başardılar. Öte yandan Yemen, ABD ordusunu geri çekilmeye zorladı ve Gazze'yi desteklemek için her gün Siyonist rejime ateş açmaya devam etti.

 

Hiçbir cephede zafer kazanamasa da özellikle Gazze'de, ama aynı zamanda Lübnan, Suriye ve Yemen'de de masum insanlara yönelik iğrenç katliamlar, küresel kamuoyunun çoğunu İsrail rejimine karşı çevirdi. Bu, Siyonist projenin on binlerce işletmenin kapanmasına, yatırımların kaybına, yaklaşık bir milyon yerleşimcinin kaçmasına ve keskin bir ekonomik düşüşe tanık olmasına neden oldu.

 

Tüm bunların yanı sıra, Başbakan Benjamin Netanyahu kendisini eleştiren herkesi görevden almaya ve üst düzey yetkilileri sadık destekçileriyle değiştirmeye başladı. Aynı zamanda İsrail toplumu içindeki bölünmeler derinleşerek zaman zaman huzursuzlukların patlak vermesine yol açtı.

 

İsrail ordusu, Gazze'deki Hamas ve Filistin Direnişi'nin peşine hiç düşmedi. Bugüne kadar, İsraillilerin yakın mesafeli saldırı görevleri gerçekleştirdiği ve Filistinli savaşçılarla doğrudan çatıştığı gösteren neredeyse hiçbir görüntü yok. Bunun yerine, zırhlı askeri araçlarında korkakça saklandılar, güvenli pozisyonlar kurmak için bölgelere koştular ve Hava Kuvvetlerini koruma olarak kullandılar, sadece ara sıra özel kuvvet operasyonları düzenlediler. Öte yandan, Filistinli silahlı gruplar, işgalci güçlere karşı cesur pusular düzenledi çünkü İsrailliler “operasyonlarını” neredeyse her zaman büyük bir hastaneyi işgal ederek ve onu askeri üs olarak kullanarak sonlandırıyordu.

 

Gerçek bir ordu gibi göğüs göğüse savaşmak yerine, 19 yaşındaki gençlere çavuş rütbesi veren İsrail katılım birliği bir soykırım gerçekleştirdi. Amaçları neydi? Gazze sorununu çözmek. Sivil halkı sürüp yok ederek ve Gazze'yi yaşanmaz hale getirerek, aptalca bir şekilde bunun sonunda Direniş'in çöküşüne yol açacağına inandılar. Onları şaşırtacak şekilde, Direniş sadece daha fazla kişiyi saflarına kattı ve sınırlı imkânlarla direnmeye devam etti.

 

Siyonistler soykırımlarına kısa bir süre ara verdiler ancak kısa süre sonra üzerinde anlaştıkları ateşkesi ihlal ederek sivillere yönelik günlük katliamlarını tırmandırdılar. “Gideon'un Arabaları Operasyonu” İsrail halkına Gazze'ye karşı savaşın “2. aşaması” olarak sunuldu ancak kısa sürede bunun aynı şeyin devamı olduğu anlaşıldı. Aradaki fark, büyük ölçüde zayıflamış İsrail ordusunun artık sözde “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nı yeni bir yerinden etme ve açlık gündemine yardımcı olmak için kullanmaya çalışırken, kirli işlerini yapmak için IŞİD bağlantılı çetelerle anlaşmasıydı.

 

Suriye'de Siyonist varlık, güneydeki yeni toprakları işgal etmeye devam etti ve ülke genelinde sık sık bombalama kampanyaları düzenledi. O sırada, Heyet Tahrir eş-Şam örgütünün lideri Colani, İsraillilerle güvenlik koordinasyonu konusunda işbirliği yapıyor ve hatta ilişkileri normalleştirme niyetini belirtiyordu.

 

Lübnan'da Siyonist rejim güneyden çekilmeyi reddetti ve 27 Kasım 2024'ten bu yana ateşkes ihlallerinin sayısı 3 bini aştı. Lübnanlı sivilleri kaçırmaya, suikastlar düzenlemeye, güneyi ve Bekaa Vadisi'ni bombalamaya ve hatta zaman zaman Beyrut'taki sivil binalara saldırmaya devam etti. İsrail insansız hava araçları ve savaş uçakları her gün Lübnan semalarında dolaşıyordu ve Lübnan Ordusu onlara tek bir kurşun bile ateş etmedi.

 

Dengesiz yerleşimci-sömürgeci varlık, yayılmacı çabalarını açıkça ortaya koydu ve Netanyahu, “yedi cepheli savaşta” “mutlak zafer”den sürekli bahsetti. Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri ve çoğu Batı Avrupa lideri, tüm bunları seyirci kalarak izledi, kınamaya bile tenezzül etmedi, ticaretin durdurulması veya yaptırımların uygulanması ise söz konusu bile olmadı. İsrailliler, Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırımla suçlandı ve Başbakanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) tarafından aranan bir savaş suçlusu haline geldi. B'Tselem dahil olmak üzere tüm büyük hak grupları, Siyonist varlığı Gazze'de soykırımla suçladı. Dünya çapında milyonlarca insan haftalarca sokaklara dökülerek hükümetlerinden harekete geçmelerini istedi. Kuzey Amerika ve Avrupa'nın farklı ülkelerindeki öğrenciler ayağa kalktı, çoğu diploma ve gelecekteki iş fırsatlarını feda etti. Gelgelelim, Siyonist varlık, ara sıra yapılan açıklamalar ve sınırlı önlemler alan birkaç cesur liderlik dışında, sözde “uluslararası toplum”dan gerçek bir ceza almadı.

 

Son 20 ayda yaşananlar, uluslararası hukuk ve insan haklarının ölümüdür. Bu kavramlar, henüz bulunamayan binlerce çocuğun cesetleriyle birlikte Gazze'nin enkazı altında gömülüdür.

 

İran artık sabrını kaybetti

 

Bu süre zarfında İran, arka arkaya darbeler aldı. Şam'daki büyükelçiliği bombalandı, Hamas lideri İsmail Heniyye Tahran'da suikasta kurban gitti ve Devrim Muhafızları’nın üst düzey yetkilileri defalarca hedef alındı.

 

Ardından Lübnan'da aralarında çok sayıda sivilin de bulunduğu binlerce kişinin yaralandığı, kadın ve çocukların öldüğü çağrı cihazı saldırıları geldi. Peki Batı'nın sözde “özgür basını” -bize gazeteciliğin en iyisini temsil ettiği söylenenler- nasıl tepki verdi? Eski CIA Direktörü Leon Panetta terörizm olarak nitelendirmesine rağmen saldırıyı övdüler.

 

Donald Trump göreve geldi, kampanyası Miriam Adelson gibi Siyonist milyarderler tarafından finanse edildi, ardından Gazze'yi ele geçirip onu sefil bir yönetici sınıf kumarhanesine dönüştürmekle tehdit etti. Savaş makinesinin lakayt ve geri zekâlı öncüsü, İsrail'in militarist maceracılığını daha da teşvik etti.

Bir süre için Gazze'nin acımasızca ezileceği ve Yemen dışında kimsenin bunu durdurmak için adım atmayacağı düşünüldü. Sınırlı kaynaklarına ve uzaklığına rağmen Yemen, adalet adına anlamlı bir askeri eylemde bulunmaya istekli tek ülke olarak öne çıktı. Zaman geçtikçe, özellikle de Hizbullah'ın savaştan çekilmesinden sonra yorgunluk ve umutsuzluk tüm bölgeye yayıldı.

 

Ancak her şey kaybedilmiş gibi göründüğünde, müttefiki ABD ağzı sulanarak kararlı Filistin halkından geriye kalanları avlamak için beklerken, kana susamış Siyonist rejimin planlarının önünde tek bir güç durmaya devam etti: İran.

 

Siyonist Varlık için nihai hedef, İran halkına kademeli bir rejim değişikliğine yol açabilecek bir darbe vurmaktı. Ancak İsrail rejimi çok ileri gitti ve İranlılar kimsenin beklemediği yanıtlar verdi.  Artık bu kadarı yeterdi.

 

İsrail'in yanlış hesaplaması

 

Siyonist rejim İran'a ilk saldırısını başlattığında bir dizi hata yaptı. İlki, yoğun nüfuslu sivil bölgeleri hedef almaktı, bu da İran halkının zihninden asla silinmeyecek korkunç sahnelere neden oldu: sokakta yatan ölü bir bebek ve enkaz altında sıkışmış bir anne, apartman komplekslerinde katledilen sayısız sivil.

 

İkinci büyük hata ise Devrim Muhafızları'nın kilit liderlerine yönelik suikastların İran'ı bir karmaşaya sürükleyeceği ve geçici olarak etkisiz hale getireceği varsayımıydı. O dönemde konuştuğum tüm askeri bağlantılar İran'ın toparlanmasının 2-5 gün alacağı tahmininde bulunmuştu. Herkesi şaşırtan bir şekilde İran 15 saat içinde komuta kademesini yeniden inşa etti, hava savunmasını yeniden devreye soktu ve yıkıcı füzeleriyle ilk saldırı dalgasını başlattı. Bir başka yanlış hesaplama da İslam Cumhuriyeti'nin sınırlı ve ölçülü bir şekilde karşılık vereceğine dair bariz inançtı. Şu ana kadar görünen o ki, yaşananlar karşısında tek olasılık, mümkün olan en kısa sürede rejim değişikliğine gitmeye çalışmak ve bunun peşinden umutsuzca koşmaktı.

 

İran Devrim Muhafızları Ordusu, maksimum etki yaratan saldırılarıyla tüm dünyayı sarstı, ardından Siyonist varlığı koruyan İsrail-Batı-Arap hava savunma sistemlerini zayıflatma stratejisi izledi. İran'ın saldırıları o kadar yıkıcı oldu ki İslam Cumhuriyeti’nin en ateşli destekçilerini bile şok etti.

 

İsraillilerin şu anda karşı karşıya olduğu sorun, yarın ateşkes imzalanmış olsa bile, yerleşimcilerin kaçmaya başlayacağı ve “güvenlik” mitlerinin çökeceği gerçeğidir. Bu, İsrail yerleşimci toplumuna verilecek genel mesaj oldu: Etrafınız, yenemeyeceğiniz düşmanlarla çevrili ve onlar hala etnik üstünlükçü rejiminizi sona erdirmeye kararlılar.

 

Bu nedenle Netanyahu çaresizce ikinci seçeneğe yöneldi: ne pahasına olursa olsun rejim değişikliği. İsrailliler, İran'ın devrik Şahının oğlu olan zavallı sinsi kuklalarını bile devreye soktular. Siyonistlerin kontrolündeki bu işbirlikçi, Siyonist rejimin kendi ulusunu yok etmesine yardımcı olmak için umutsuzca iç savaş çıkarmaya çalışarak İslam Cumhuriyeti'nin parçalandığını iddia eden videoları defalarca yayınladı. Ancak bugüne kadar yaptığı konuşmaların hiçbiri İran içinde kayda alınmış tek bir protestoya bile yol açmadı. Aslında, İsrail'in İran'ın sivil bölgelerine yönelik saldırısının acımasız doğası nedeniyle, normalde hükümetinden tutkuyla nefret eden birçok İranlı, saldırının kendilerini yok etmeyi amaçladığını anlayarak Siyonist rejimin vahşetine karşı İran’ın yanında yer aldı.

 

İsrail'in saldırılarını başlatırkenki bakış açısını anlamaya çalışacak olursak, mantığının önde gelen İsrail ve Amerikan savaş yanlısı düşünce kuruluşlarında dolaşan benzer konuşma noktaları etrafında döndüğünü göreceğiz. Trump yönetimi üzerindeki en etkili düşünce kuruluşu olan The Heritage Foundation, 6 sayfalık bir özette, İsraillilerin İran'ın nükleer tesislerine saldırması ve kontrol altına alınabilir bir çatışmayı tetiklemesi gerektiğini savunmuştu.

 

Tüm sözde dış politika uzmanları, İran'ın nükleer programını ortadan kaldırmanın topyekûn bir savaş başlatmadan başarılabileceğine inandıkları yönünde aynı görüşleri dile getiriyorlardı. Siyonistleri Tahran'daki sivil bölgelere böylesine yıkıcı bir saldırı başlatmaya cesaretlendiren şey, İran'ın ölçülü bir şekilde yanıt vereceği ve on yıllardır uyguladığı “stratejik sabır” politikasını sürdüreceği inancıydı.

 

Bu düşünce kuruluşları eğer “Hizbullah'ı yok etme” saçmalığına inanıyorlarsa, daha büyük bir şoka kendilerini hazırlasınlar.

 

İran liderliğindeki Direniş Ekseni'nin bir süredir devam eden çok cepheli savaşın varoluşsal olduğu ya da “nihai savaş” olarak görülmesi gerektiği görüşünü benimsemediği doğru olsa da Siyonist rejimin saldırganlığı, akıl almaz vahşeti ve pervasızlığı artık hepsinin savaşı bu şekilde görmesine neden oldu. Neden mi? Çünkü Siyonistler 7 Ekim 2023'te yenildiler ve asla toparlanamadılar, çıldırdılar ve tek bir taktiksel yenilgiyi rejimin bekası için varoluşsal bir savaşa dönüştürdüler.

 

Kudüs'ün fethi?

 

İsrailliler tarafından stratejik yenilginin kabulü anlamına gelecek bir ateşkes olmazsa, savaş tırmanmaya devam edecektir. ABD'nin müdahalesi bile bu durumu değiştirmez, hatta süreci hızlandırır. Siyonist varlığın elinde, büyük olasılıkla Mossad operasyonları, suikastlar ve terörist saldırıları içeren başka numaralar var. Ayrıca hibrit savaş saldırıları başlatabilir ve iç huzursuzluğu körükleyebilir. Ancak kesin olan bir şey var ki, bu, İsrail tarafından haksızlığa uğramış herkesin tarihin beklenen şafağına ayaklanması için bir fırsattır. Kıvılcımı İran’ın füzesi ateşleyecek olsa da, İsrail’in kesin olarak yenilmesi sadece sahadaki kararlı ve fiili mücadeleyle mümkün olacaktır.

 

İsrail'in hava savunması tükendiğinde ve hava sahaları yok edildiğinde, hava kuvvetlerinin etkinliği büyük ölçüde engellendiğinde, birden fazla cepheden yapılacak bir kara saldırısı başarıya ulaşacaktır. Ancak böyle bir kara saldırısı, işgal altındaki Kudüs'ü ele geçirme hedefiyle topyekûn yapılmalıdır. Hamas ve Hizbullah bu kara savaşının ana aktörleri olmalıdır.

 

Alternatif olarak, eğer gruplar böyle bir saldırı için her şeyi riske atmak istemezlerse, o zaman Hizbullah'ın Güney Lübnan'ı kurtarması ve Seyyid Hasan Nasrallah'ın ve ülkenin tüm şehit evlatlarının intikamını alması için bir fırsat var. Öte yandan Filistin direnişi Gazze'de bir harekât başlatarak İsrail ordusunu geri çekilmeye zorlayabilir. Her iki durumda da seçeneklerin hepsi maliyetli olacaktır.

 

İşgalci varlık gerçekten her ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak isteseydi, ateşkes için yalvarırdı, hatta İran'a yasadışı bir saldırı düzenlemezdi. Ancak kibir galip geldi.

 

Gerçek şu ki, bu suçlu yerleşimci-sömürgeci varlığın son 20 ayda işlediği suçlar asla ortadan kalkmayacak ve bölge halkı onun zulmüne direnmekten asla vazgeçmeyecektir. Saldırdığı her yeni ulusla, katlettiği her çocukla sonunu daha da yaklaştırmıştır.

 

Hizbullah'ın şehit Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlamasının ardından yaptığı ilk konuşmada, Siyonist varlıkla savaş için bir boks benzetmesi yapmıştı:

 

‘’Şimdiye kadar düşmana karşı puanlar kazanılıyordu, ancak nakavt darbesi henüz indirilmedi.’’

 

İsrailli rakibi birçok raunt boyunca yorduktan sonra, büyük darbeler inmeye başladı ve şimdi o yalpalıyor. Final darbesinin indiği ve İsraillilerin ringin dışına gönderildiği anı bekliyoruz.

 

Bu soykırım sırasında İsraillilere karşı verdikleri mücadelede Filistinlilerin sloganı ‘’Bu bir cihattır, şehadetin zaferidir’’ oldu. Bir süre için savaş bitmiş gibi göründü ama İran şimdi Gazzelilerin ruhlarına yeni bir hayat üfledi.

 

Bunların hiçbiri böyle olmak zorunda değildi ancak İsrailliler soykırım yapmayı ve ABD de onları desteklemeyi seçti. Ana akım medya ve çoğu Batılı hükümet de tamamen suç ortağıydı; artık İsraillilerin yasadışı saldırılarına o kadar kapıldılar ki bu kez çok ileri gittiler. İran ve Lübnan yerle bir olacaksa Siyonist rejim de yerle bir olacak. Nükleer silahları bile onu kurtaramayacak.

 

Soykırımcı ve yayılmacı terörist şeytani rejimler uzun ömürlü değildir. Sonunda paramparça olurlar, çünkü Allah’tan daha güçlü olduklarını zannederler, kendi hayatlarının başkalarının hayatlarından daha değerli olduğunu düşünme hatasına düşerler. Tüm faşistler eninde sonunda yenilirler, çünkü insanlık eninde sonunda öyle ya da böyle galip gelir.

 

 

Çeviri: Medya Şafak