İslam ve Çin’in yükselişi

İslam ve Çin’in yükselişi
Çin'in ekonomik ve teknolojik başarısı, çökmekte olan Batılı neoliberal hiper-bireyciliğin körü körüne taklit edilmesinden çok, Komünist Parti ve onun hükmedip yönlendirdiği devlet aygıtı tarafından yukarıdan dayatılan kolektivizm ve ahlaktan kaynaklanmaktadır. Bu kolektivist ahlakın dikkate değer bir örneği, Çin'in hararetli ve bitmez tükenmez yolsuzlukla mücadele kampanyasıdır.

 

 

Kevin Barrett

 

Crescent International

 

 

1 Mayıs 2019

 

 

"Batı’nın Çin'in Yükselişi Hilesi" başlıklı son Crescent makalesinde Tahir Mahmoud, popüler Çin yükselişi imajında ​​göründüğünden daha az şey olduğunu savunuyor. Yazar, Çinli turistlerin Malezya'ya giderken Yuan yerine ABD doları almayı tercih etmesinin Çin'in hâlâ Batı'ya boyun eğdiğini gösterdiğini belirtiyor. Çin'in Amerikan dolarına olan sevgisinin, Batılı neoliberal kapitalist küresel düzene teslimiyetini simgelediğini öne sürüyor. Ve taklidin en içten iltifat şekli olduğunu bilen Batı, korkup direniyor gibi gözükse de aslında Çin'in güçlenmesinden gizliden gizliye mutluluk duyuyor.

 

Bu analizde bir dereceye kadar doğruluk payı var. Batı, açıkçası Çin'in yükselen bir düşman mı yoksa yaltaklanan bir yardımcı mı, ya da bunların bir bileşimi mi olduğuna karar verebilmiş değil. Tahir Mahmud Çin'in yumuşak güç alanında zayıf ve beceriksiz olduğu iddiasında da haklı. Pekin'in Uygurlara şedit kötü muamelesi ve Russia Today, PressTV, Telesur ve El-Cezire ayarında bir küresel medya platformunu işler kılmadaki başarısızlığı, “yumuşak güç”teki büyük başarısızlıklarının sadece iki örneğidir. Mahmoud'un dediği gibi, bu başarısızlık kısmen Çin'in herhangi bir yerli ve etkili dini-ideolojik weltanschauung'dan (dünya görüşü) yoksun olmasından kaynaklanmaktadır. Taoizm, Konfüçyüsçülük ve Budizm, derin Çin köklerine sahip zengin geleneklerdir; ancak bu saygıdeğer (muhtemelen nebevî kökenli) öğretiler köklerinden söküldü ve Batı’nın emperyalist (post) modernitesinin kavurucu güneşi altında çürümeye ve ölmeye terk edildi. Çin'in bugünkü baskın dini, Deng Xiaoping'in başlattığı kapitalist açılımlarla hoşnutsuzca da olsa birlikte yürüyen sulandırılmış Marksizm’dir. Marksizm’in resmi dinine olan inancın ve bunun uygulanmasının, günümüz Çini'nde çok derin olduğu söylenemez.

 

Tahir Mahmoud'un analizi büyük ölçüde doğru olsa da, bazı önemli veri noktalarını gözden kaçırıyor. Bunların ilki ve en bariz olanı, Çin liderliğinin uzun bir oyun oynaması, Batılı liderlerin ise sadece bir sonraki çeyreğin bilançosunu düşünmesidir. Evet, bugünün Çinli turistleri yurtdışına çıkarken yanlarına dolar alıyor ama yarın ne olacak? Çin'in ekonomisi 2030 civarında ABD'yi geride bırakacak. Bu arada ABD dolarının altı, sürdürülemez borçlar ve tek kutuplu imparatorluk döneminin bitişi yüzünden yavaş yavaş oyuluyor. Dolayısıyla, bugünün Çinli turistlerinin cüzdanlarındaki bu dolarların yerini bir nesil içinde Yuan alabilir.

 

İkincisi, Çin'in neoliberal kapitalizmi kısmen benimsemesi, onu Batı’nın düşmanlığına karşı bağışık hale getirmez. René Girard'ın ikna edici bir şekilde savunduğu gibi, insanlar farklı oldukları için değil, aynı oldukları için savaşırlar. Rekabeti ve şiddeti üreten farklılık değil taklittir. Çin'in Batı kapitalizminin bazı yönlerini taklit etmesi Batı'yı pohpohlaması şeklinde okunabilir, ancak bu Batı’yı yatıştırmayacaktır.

 

Üçüncüsü ve en önemlisi, Çin'in ekonomik ve teknolojik başarısı, çökmekte olan Batılı neoliberal hiper-bireyciliğin körü körüne taklit edilmesinden çok, Komünist Parti ve onun hükmedip yönlendirdiği devlet aygıtı tarafından yukarıdan dayatılan kolektivizm ve ahlaktan kaynaklanmaktadır. Bu kolektivist ahlakın dikkate değer bir örneği, Çin'in hararetli ve bitmez tükenmez yolsuzlukla mücadele kampanyasıdır. Batı'nın yaşayan en büyük filozof-teoloğu John Cobb'un geçenlerde radyo programımda belirttiği gibi (buradan dinleyin) Çinliler sadece yolsuzluktan nefret eden bir kültüre sahip değiller, aynı zamanda birçok yaygın Batı uygulamasını yozlaşmış olarak görüyorlar. Cobb'un verdiği örnekler arasında, yabancı bir şehri konferans vermek için ziyaret ederken turistik faaliyetlerde bulunmayı reddeden ve bunu “yolsuzluk” sayan Çinli akademisyenler sayılabilir. Batılı akademisyenler ve profesyoneller ise tam tersine, tatillerini üniversitelerine veya şirketlerine ödetebilmek için düzenli olarak turistik yerlerde konferanslar düzenlerler.

 

Çin'in Batı'dan daha az yolsuzluğa sahip olduğu en önemli alan ise bankacılıktır. Çin bankalarının yüzde 80'inden fazlası devlete ait. Bu, paranın yaratılması ve dolaşımı ile ilgili kritik kararların, kendi çıkarları tarafından yönlendirilen süper zengin bir özel finansörler grubu tarafından değil, ana ahlakı ulusal hizmet olan teknokratik bir elit tarafından verildiği anlamına gelir. Batı, (tamamen açgözlülük nedeniyle) katrilyon dolarlık türev baloncukları pompalayan, Siyonistlerin hâkimiyetindeki bankacılara para yaratma gücünü vererek kumarhane-kapitalizmi felaketini yönetirken Çin, yararlı ve üretken bir altyapı oluşturmak için para yaratıyor. Yüksek hızlı tren, 5G ve Cobb ile Andre Vltchek'in yeni kitapları China and Ecological Civilization'da [Çin ve Ekolojik Uygarlık] tartıştıkları bir dizi çevresel sürdürülebilirlik projesi bunlar arasındadır.

 

Müslümanlar Çin örneğinden ne öğrenebilirler? Kuran-ı Kerim bizi yeryüzünde seyahat etmeye ve geçmiş uygarlıkların yükselişi ve düşüşü üzerinde tefekkür etmeye teşvik eder. Ve medeniyet çöküşlerinin kökünün ahlakta olduğunu söyler! Jared Diamond gibi seküler yazarların bize söylediği gibi, bir zamanların büyük medeniyetlerinin düşüş ve çöküşlerine yalnızca Malthusçu nüfus patlamaları, toprakların tükenmesi ve diğer ekolojik faktörler neden olmuyor. Bu çöküşler ayrıca ahlaki yozlaşmalardan kaynaklanırlar. Dünyanın ilk ve bazılarına göre en büyük sosyal bilimcisi olan İbn Haldun, medeniyet döngüsünde “asabiyet” olarak adlandırdığı belirli bir tür moralin önemine dikkat çekti. Bugün Çinliler Batı'yı geride bırakıyorlar çünkü gayretle çalışıyorlar, yolsuzluktan kaçınıyorlar, ortak yarar için fedakârlıkta bulunuyor ve uzun vadeli kolektif refahı kısa vadeli bireysel çıkarların önüne koyuyorlar.

 

Peki Çin’in yükselişi daha ne kadar devam edecek? Batı'nın Çin yüzünden paniğe kapılmamasının bir nedeni, 2030'dan sonra Çin'in büyümesinin, bazılarının yaklaşmakta olan “acımasız demografik çöküş” dediği şey nedeniyle önemli ölçüde yavaşlamasının öngörülmesidir. Mahmoud'un makalesinin öne sürdüğü gibi, Çin'in sağlam ve sürdürülebilir bir dini-felsefi gelenekten yoksun olması bu yavaşlamayı yoğunlaştırabilir. Bugünün yolsuzlukla mücadele kampanyaları ve kolektif gelecek için özverili fedakârlıklarla dolu Çin'i, demografik patlamanın ortasında yarının hedonizm ve dar görüşlü kişisel çıkar Çini'ne dönüşebilir.

 

Çinli “Marksist kapitalistlerin” aksine biz Müslümanlar, yolsuzluktan kaçınmak ve ortak yarar için fedakârlık yapmak için ikna edici metafizik nedenler sunan bir dini geleneğe sahibiz. Ve kutsal “aile değerlerimiz” göz önüne alındığında, yakın zamanda demografik çöküşle karşılaşmamız pek olası değil. Dini geleneğimizi ciddiye alsaydık, Müslüman ülkeler ve topluluklar yeryüzündeki en az yozlaşmış yerler, Müslümanlar ise dünyanın en çalışkan ve güvenilir insanları olurdu. Böyle bir dünyada İslam medeniyeti rakiplerini kolaylıkla geride bırakabilirdi. Maalesef günümüz Müslüman ümmeti kendisini ve önderlerini yeterince zorlamıyor. Kutsal Mekânlarımızın, “şimdiye kadar yaşamış en yozlaşmış insanlar” olmak için rekabet edebilecek ismen Müslümanların elinde olması da Ahir Zaman işaretidir.

 

Sonuç olarak Ümmet, Çin'den bazı dersler alabilir. Spesifik olarak, Çin'in 1949'da (ve İran'ın 1979'da) yaptığı gibi Batı emperyalizmi-sömürgeciliğinden bağımsızlığımızı kazanmalıyız. Ahlakı canlandırmalı ve yolsuzluğu keskin bir şekilde azaltmalıyız. Faize dayalı para yaratma ve özel bankacılığın kokuşmuş saltanatına son vermek ve mevcut dünya sistemi içinde “barışçıl bir şekilde yükselmenin” yollarını bulmak zorundayız. Geleceğin yükselen İslam medeniyeti, hem günümüzün post-Konfüçyüsçü post-Marksist Çin'inden hem de onun başlıca rakibi, düşüşte olan post-Hıristiyan post-modern Batı'dan daha sağlam bir temele sahip olacak ve daha fazla dayanıklılık gösterecektir.

 

 

Çeviri: Medya Şafak