ÖZEL: İran'ın deniz yoluyla Gazze'ye ulaştırdığı silahların unutulmuş tarihi: İran, Hizbullah, Hamas ve Yaser Arafat arasındaki bir işbirliği

ÖZEL: İran'ın deniz yoluyla Gazze'ye ulaştırdığı silahların unutulmuş tarihi: İran, Hizbullah, Hamas ve Yaser Arafat arasındaki bir işbirliği
Arafat bunun üzerine radikal bir soru sordu: “Ya Filistin güçleri füze sahibi olsaydı?” Arafat’ın hesaplaması basit ve stratejikti: Gazze yakınlarındaki büyük bir İsrail kentine —örneğin Aşkelon— İran yapımı Katyuşa füzeleri atılabilseydi, Tel Aviv’den gelecekteki sınırlar ve tavizler konusunda yeni, sert bir pazarlık gücü elde edilebilirdi.

 

Ebu Zer el-Bosni

 

A.E.P.

 

Kudüs Gücü operasyonunu hatırlamak

 

5 Ağustos 2025 tarihli konuşmasında Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, Haziran 2025’te Siyonist rejimle yaşanan savaşta şehit düşen İslam Devrimi Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Filistin Kolu Komutanı Tuğgeneral Hac Muhammed Said İzedi’yi (nam-ı diğer Hac Ramazan) andı. Şeyh Kasım, Hac Ramazan’ın Güney Lübnan’ın kurtuluşu ve İkinci El-Aksa İntifadası’nın ardından Kasım Süleymani tarafından Filistin Kolu görevine atandığını vurguladı.

Bu görev, Hac Ramazan’ı yalnızca Filistin direniş örgütlerine eğitim, lojistik, askeri ve ekonomik destek sağlamakla sınırlı bırakmadı; aynı zamanda taşlarla direnen bir hareketi, füzeler, roketler, tanksavar silahları, termobarik roketatarlar ve el yapımı patlayıcılardan oluşan kendi kendine yeten bir cephaneliğe dönüştürme sorumluluğunu da beraberinde getirdi.

Bu cephanelik, Ekim 2023’te gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu’nun temelini oluşturdu; gerilla savaşı tarihindeki en büyük baskınlardan biri olarak Siyonist orduyu küçük düşürdü ve yerleşimciler arasındaki tüm güvenlik illüzyonunu yok etti. Hac Ramazan’ın stratejisi, sonraki savaşta da etkisini gösterdi; Siyonist düşman Gazze’ye yedi Hiroşima’ya eşdeğer bomba yağdırmasına rağmen direnişin teslim olmasını engelledi ve esir askerlerin kurtarılmasını mümkün kıldı. Direniş, iki yıl boyunca Siyonist saldırılara karşı direnç gösterdi.

Hamas’ın Tahran temsilcisi Halid Kaddumi, Hac Ramazan’ın şehadetinin ardından Kasım Süleymani’nin, “Hac Ramazan orada olduğu sürece Filistin için endişelenmiyorum” sözlerini aktardı. Bu ifade, Kudüs Gücü’nün iş bölümünü net biçimde ortaya koyuyor: Birkaç tuğgeneral, bölgedeki direniş hareketlerini desteklemek, savaşçıların arasına katılmak ve bu hareketlerin ayrılmaz bir parçası olmakla görevlendirilmişti.

Bu çerçevede Hac Ramazan, Filistin İslami Cihad örgütü lideri Ziyad el-Nehhale’nin sözleriyle “Filistinlilerden daha Filistinli” olarak tanımlanıyordu. Benzer biçimde, Şehit Tümgeneral Muhammed Rıza Zahidi, Şehit Seyyid Hasan Nasrullah’a göre “Lübnanlılardan daha Lübnanlı”; Şehit Hamid Tağavi “Iraklılardan daha Iraklı”; Şehit Seyyid Razi Musavi ise “Suriyelilerden daha Suriyeli”ydi.

İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’nin 1990’da Kudüs Gücü’nü kurarken verdiği rol, Uluslararası İslam Devriminin seçkin öncü kuvvetini inşa etmekti: Dünyanın dört bir yanından mücahitleri eğitmek ve gerektiğinde onlarla birlikte kurtuluş savaşına katılmak. Bu özel kuvvetler komutanlığı, 1990’larda Bosna, Sudan ve Somali’den, 21. yüzyılda Irak, Suriye ve Lübnan savaş alanlarına uzanan bir sürekliliğe sahipti.

Kasım Süleymani, 1997’de Kudüs Gücü’nün liderliğine yükseldi; Hac Ramazan ise 2000 yılında Filistin İşlerinden Sorumlu Yardımcı olarak atandı. Peki, Filistinlilerin işgale karşı direnmesine yardım etmek amacıyla gerçekleştirdikleri ilk operasyon neydi? Bu makale, söz konusu operasyonun detaylarını ele alıyor.

 

Siyasi bağlam: Eylül 2000 ve İkinci İntifada

Eylül 2000’di. İsrailliler ve Filistinliler, barışı sağlamak ve bağımsız bir Filistin devleti kurmak amacıyla Camp David’de müzakerelerde bulunuyordu; ancak Filistinlilerin öfkelenmek için sayısız nedeni vardı. 1993’te İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin lideri Yaser Arafat arasında imzalanan Oslo Anlaşmaları, Filistin topraklarını İsrail işgalinden kurtarmada başarısız olmuş ve Rabin’in hayatına mal olmuştu (aşırı sağcı bir Yahudi yerleşimci tarafından 1995’te suikaste uğramıştı). 1996’da seçimleri kazanan saldırgan sağcı Netanyahu hükümeti, Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimleri Filistinlilerin aleyhine artırdı.

1982’den beri İsrail’in Güney Lübnan işgaline karşı kesintisiz silahlı direniş sürdüren Hizbullah, Mayıs 2000’de İsrail’i Lübnan’ı terk etmeye zorlayarak, birçok Filistinliye silahlı mücadelenin müzakerelerden daha etkili olabileceğini gösterdi.

İsrail seçim kampanyası, Ehud Barak’ın merkezci hükümetiyle gerginlik yaratan sağcı muhalefet lideri Ariel Şaron’un kışkırtıcı söylemleriyle şekillendi. Şaron’un işgal altındaki Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya (Mekke ve Medine’den sonra Müslümanlar için en kutsal üçüncü yer) yaptığı provokatif giriş ve birkaç gün sonra Batı Şeria’daki Ramallah’ta küçük bir Filistinli çocuğun İsrail kurşunlarıyla hayatını kaybetmesi, bardağı taşıran son damla oldu: İkinci İntifada böylece patlak verdi.

 

Arafat'ın hesabı: Füzeler kaldıraç oluyor

Yaser Arafat, uzun yılların gerilimi ve barış umutları arasında hem endişeli hem de bir ölçüde özgür hissediyordu. Oslo süreci ona Batı Şeria ve Gazze'nin bazı kesimleri üzerinde sınırlı siyasi denetim ve belli başlı silahlar kazandırmıştı; daha fazlası da elde edilebilirdi. Ne var ki, hemen her barış töreninde bir zamanlar elinde silah taşıyan bir isyancı olarak geçtiği günleri anımsıyor ve huzursuz oluyordu. Konvansiyonel silahlar ve polis mühimmatı, İsrail'in açık askeri üstünlüğüne karşı yetersizdi. Arafat bunun üzerine radikal bir soru sordu: “Ya Filistin güçleri füze sahibi olsaydı?”

Arafat’ın hesaplaması basit ve stratejikti: Gazze yakınlarındaki büyük bir İsrail kentine —örneğin Aşkelon— İran yapımı Katyuşa füzeleri atılabilseydi, Tel Aviv’den gelecekteki sınırlar ve tavizler konusunda yeni, sert bir pazarlık gücü elde edilebilirdi. Müzakerelere farklı bir baskı dengesiyle dönülebilir; gerekirse tırmanışa geçilerek daha büyük araçlarla pazarlık zorlanabilirdi. Bu hedef doğrultusunda Arafat, 2001’in başlarında, cephaneliğin yönetiminden sorumlu kilit FKÖ yetkilileriyle toplantı düzenledi.

 

FKÖ silah ağı harekete geçiyor

Toplantıdaki isimler stratejinin ciddiyetini gösteriyordu: Sağ kolu ve aracı Fuad Şubaki, Arafat’ın eski koruması Fethi Gazim, silah tedarik ağının operasyon şefi Adil Muğrebi ve FKÖ deniz subayı Ahmed Haris. Son ikisi, Hizbullah ve İran ile temasların yürütülmesinden sorumlu olacaktı. Muğrebi, Arafat’a yakın biriydi ve direniş operasyonlarında deneyimli bir aktördü. FKÖ’nün kıdemli gemi kaptanı Ömer Akavi’ye operasyon için bir gemi komuta etme görevi verildi; Gazim ise deniz ve dalış operasyonlarının teknik kısımlarını üstlenecekti.

Arafat için operasyon, İsrail’in iki kalıcı hasmı olan İran ve Hizbullah’tan hem ağır silah hem de mali ve lojistik destek sağlama fırsatıydı. Plan şu şekildeydi: İran ve Hizbullah silahları finanse edip temin edecek, bunlar Filistin Yönetimi’ne ait bir gemiyle taşınacaktı. Siyonist istihbaratın, planın fikrî kaynağının Hizbullah’ın askeri lideri İmad Muğniye mi yoksa Devrim Muhafızları’nda üst düzey bir komutan olan Kasım Süleymani mi olduğu konusunda net bir kanaati yok; ancak sahadaki uygulamaya bakıldığında Hizbullah’ın askeri kanadının kilit rol oynadığı anlaşılıyor.

Operasyon başlamadan önce, Hizbullah ve Devrim Muhafızları İsrail donanmasının dikkatini dağıtmak üzere sinsi bir taktik planladı: Silah taşımak için özel tasarlanmış yüzen tüpler sipariş edilecek, FKÖ personeli ise İran’da bu tüplü dalış ve tüplerin kullanımı konusunda eğitilecekti. Filistin Yönetimi’nin görevi, bir gemi satın almak ve İran’dan gelen yükü teslim alacak bir mürettebat temin etmekti. Karşılığında Arafat, İran yanlısı bazı Filistin direniş örgütlerinin —Hamas ve İslami Cihad gibi— Filistin Yönetimi bölgelerinde faaliyet göstermesine göz yumulmasını sağlayacaktı. Arafat bu düzenlemeyi gerektiğinde sonlandırabileceğini hesaplayarak, onu stratejik bir pazarlık aracı olarak görüyordu.

 

Eksen unsurları: Toplantılar ve hazırlıklar

Filistin Yönetimi, Lübnan İslami Direnişi – Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları arasındaki silah tedarik iş birliği bir gecede oluşmadı. Bu yeni eksenin temeli, Nisan 2000’de Rusya, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde Filistinli ve İranlı yetkililerin Arafat’ın özel onayıyla gerçekleştirdiği bir dizi toplantıyla atıldı. İranlılar, silahların taşınması için yüzen konteynerler hazırladı. Dalgıçlık becerileri nedeniyle operasyona seçilen Salim el-Sankari, Lübnan’a giderek bu özel yüzen konteynerlerin kullanımı konusunda eğitim aldı.

Arafat, İran’ın Filistin Yönetimi topraklarında sınırlı faaliyet göstermesine izin vererek, oyunun kurallarını değiştirecek silahlara kavuşmayı hedefliyordu. Seçenekleri sınırlıydı; Aralık 2000’de Mısır’ın Tampa kentinde İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın barış planını reddetmişti. Plan, Doğu Kudüs’ü bölüyor ve Yahudi yerleşimlerinin Arap mahallelerinden geçmesine izin veriyordu. Arafat, “Kudüs topraklarının bir karışını bile satacak Filistin lideri doğmadı” diyerek, bu tavizi kabul edemezdi. Şimdi karşısında 1982’den beri düşmanı olan Ariel Şaron duruyordu.

 

Arafat ve Şaron: Uzun bir rekabet

Sabra ve Şatilla katliamının sorumlularından ve İsrailli gazeteci Ronen Bergman tarafından “ateş düşkünü terörist” olarak nitelendirilen Şaron, Arafat’ı iyi tanıyordu. Lübnan’da Arafat, mağlup olmuş muhaliflerin ailelerine çiçek göndererek incelik gösterirken, Şaron acımasızlığıyla tanınıyordu.

Arafat için, İsrail’in aşırı sağcı Başbakanı ile müzakere yoluyla Filistin devleti kurma olasılığı düşüktü; bu yüzden tek geçerli seçeneğin silahlı çatışma olabileceği sonucuna vardı. Şaron’u utandırmanın yolu, İsrail’in hazırlıksız olduğu yüksek kaliteli silahlarla, özellikle de İran’dan gelen roketlerle onu şaşırtmaktan geçiyordu.

Arafat’ın üst düzey yetkilileri, silah tedarik planının her yönünü raporlaştırıp sundular. Riskler vardı, ama maliyet ve silahların çoğu İran tarafından sağlanacaktı. Silahları taşıyan gemi İsrail kıyılarına ulaştığında, plan silahların gizlice boşaltılıp alınmasını öngörüyordu.

Arafat, Fuad Subaki’ye gemi satın almak ve mürettebatı istihdam etmek için fonları yönetme, Adil Muğrebi’ye ise Akawi dahil kilit mürettebatı işe alma görevlerini verdi. Muğrebi ve Ahmed Haris’e ise operasyonun ilerlemesi için Hizbullah ve İran ile koordinasyon sağlama talimatı verildi.

 

İmad Muğniye’nin yükselişi

Tunus’taki sürgün yılları, Arafat’ı Levant’tan uzak tutmuştu; bu dönem, onun için acı bir hatıra ve intikam isteğiyle doluydu. Yine de seçilmiş Filistin lideri olarak siyasette etkisini sürdürdü. Lübnan’dan sınır dışı edilmesinin önemli sonuçlarından biri, genç ve yetenekli bir Lübnanlı Şii savaşçının, Fetih’in seçkin 17. Kuvveti saflarında hızla yükselmesi ve Arafat’ın koruması ile üst düzey Fetih yetkililerinin güvenliğini sağlama görevini üstlenmesiydi.

Bu genç, Mossad operasyonlarından kaçınma konusunda uzmanlaşacak ve yaklaşık yirmi beş yıl boyunca CIA ve Mossad’ın önde gelen hedeflerinden biri haline gelecek olan İmad Muğniye’den başkası değildi.

1962 doğumlu Muğniye, FKÖ’nün Lübnan’daki döneminde on altı yaşında Arafat’la yakın bir bağ kurdu. Bu bağ, on sekiz yıl sonra FKÖ ve Arafat’a silah tedarik planının geliştirilmesinde kritik rol oynayacaktı. 1982’ye gelindiğinde Muğniye, Ayn el-Hilve kampını savunarak İsrail’in Beyrut’a ilerleyişini on gün geciktirdi ve Temmuz 1982’de İslami Cihad’ın Maruni Falanjistler tarafından tutulan dört İranlı diplomatı kurtarma girişiminde kilit rol oynadı.

Muğniye, FKÖ-Hizbullah-İran üçgenini birbirine bağlayan stratejik figür haline geldi. Arafat’ın koruması olarak üst düzey görevlerde çalışırken, ayrıntılara dikkat etmeyi ve suikastlardan kaçınmayı öğrendi.

Bu beceriler, Muğniye’yi Hizbullah’ın askeri komutanı ve dünya çapında cüretkâr direniş operasyonlarının mimarı olarak yükseltirken, Mossad ve CIA’in birçok suikast girişimini boşa çıkarmasını sağladı.

Muğniye ve Kasım Süleymani, durdurulamaz bir operasyonel ikili oluşturdu. Ancak Muğniye gizli operasyonları yürütürken, Arafat bir süre farklı bir yol izleyerek İsrail ile tarihi barış müzakerelerine yöneldi.

 

Oslo, coğrafya ve operasyonel kapasite

1993’te Oslo Anlaşmalarıyla savaşçıdan politikacıya dönüşen Yaser Arafat’ın itibarı yükseldi; aynı dönemde Ariel Şaron ise 1990’ların sonlarına dek siyasi bir olgunluğa erişememişti. Barış süreci sahada yeni maddî gerçeklikler yarattı: Batı Şeria ve Gazze’de Filistin Yönetimi’nin oluşması, Arafat’ın İkinci İntifada’yı destekleme kapasitesini Tunus sürgünü dönemiyle kıyaslanamayacak ölçüde artırdı.

Artık coğrafi yakınlık sayesinde Filistin Yönetimi, güvenlik güçlerine silah ve işgale karşı direnen unsurlara operasyonel destek sağlama imkânına sahipti. Bu zeminde, Şaron’la uzayan rekabet Arafat’ı İran’dan roket talep etmeye itti; askeri zayıflığını bilen Arafat, Muğniye, Hizbullah ve Devrim Muhafızları ile cephaneliği genişletmeyi göze aldı.

Eski koruması Muğniye aracılığıyla kurduğu yeni ittifakın, Şaron’a karşı güç dengesini lehine çevirebileceğine inanıyordu.

 

Gizlilik ve yenilik: Yüzen tüpler

2001 yazında İsrail istihbaratı, Muğniye veya yardımcısı Hac Besim’in BAE ve diğer noktalarda Muhafızlar ile FKÖ temsilcileriyle gizli görüşmeler yaptığını bildirdi. Nisan 2000’de Moskova ve Umman’da başlayan önceki temaslara rağmen, Siyonist istihbarat zamanlama ve elçi detaylarında netlik sağlayamadı.

Muğniye önemli mesajları sıklıkla şahsen ilettiği için, kendisi ya da Besim’in 2000–2001 döneminde İran’a gidip daha ileri görüşmeler yürütmüş olabileceği değerlendirildi. Hamaney, muhtemelen ofisinde brifingleri bekleyecekti; doğrudan bir görüşme beklenmiyordu fakat Muğniye’nin Kudüs Gücü lideri Kasım Süleymani ve Devrim Muhafızları komutanı Rahim Safevi ile temas kurması öngörülüyordu.

İkinci İntifada başlayınca Muğniye ile Süleymani, Ayetullah Hamenei’yi Arafat’la yeni bir ittifaka ikna etti; Safevi ve Süleymani, Muğniye ile görüştükten sonra operasyonun kayda değer zaman, para ve kaynak gerektireceğini kabul etti. İran-Irak Savaşı sonrası yerleşik generaller riskten kaçınırken, Muğniye, Süleymani, İzadi ve Safevi kişisel riskler almayı göze aldı; bu cesaret Ayetullah Hamenei’nin onayını kolaylaştırdı.

Risk gerçekti: İsrail Donanması yeteneklerini geliştirmişti; Mayıs 2001’de Santorini’nin ele geçirilmesi deniz kaçakçılığına karşı yükselen teyakkuzu gösterdi. Buna rağmen Muğniye, İsrail ve Amerikan istihbaratını defalarca şaşırtan nadir komutanlardandı. Onun cesur taktiği şuydu: Silahları, özel tasarlanmış yüzen tüplerde mühürleyip Mısır kıyılarına bırakmak —böylece kaçakçılık gemilerinin açıkça yakalanması riski minimize edilecekti. Muğniye ve Süleymani, bir geminin adını, bayrağını, varış noktasını ve seyir geçmişini gizlemek için ayrıntılı planlar sundu.

Plan yüksek risk taşıyordu, ama sürpriz etkisiyle makul bir başarı olasılığı sunuyordu. Siyonist istihbarat, Ayetullah Hamenei’nin alıcı gemilerde İranlı bulunmaması gerektiğini belirttiği değerlendirmesine vardı; eğer gemide tanımlanabilir İranlılar yoksa, olası bir müdahale İran’ın sevkiyatlarla doğrudan ilişkilendirilmesini sağlamayacaktı. Ayetullah Hamanei, Safevi ve Süleymani’ye yeşil ışık yaktı; onlar da bu kararı İzedi ile Muğniye’ye ilettiler.

İzadi, Muğniye ve proje yöneticisi Bassem, FKÖ kaçakçılık ağının başı Adil Muğrebi ile birlikte Süleymani ile Birleşik Arap Emirlikleri’nde gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Haziran 2001’de, Arafat’ın Muğrebi üzerinden verdiği talimatla Ömer Akavi, Mısır’dan bir balıkçı teknesi satın aldı.

Önceden alınmış bir başka tekneyle birlikte Akavi, Muğrebi ve planlayıcılar, bu tekneleri İran’dan Gazze’ye silah taşıma aracı olarak kullanmaya karar verdiler. Temmuz 2001’de Hizbullah ve İranlı ajanlar, balıkçı tekneleri gelene dek su yüzeyinin hemen altına yerleştirilip saklanabilecek kapalı yüzen konteynerler inşa ettiler; aynı zamanda kurtarma ve geri alma görevleri için dalgıçlar arandı ve eğitildi.

Siyonist istihbaratın, İranlıların su altı ekipmanları üzerinde deneyler yaptığına dair belirsiz işaretleri vardı; ancak bu testleri kesin şekilde Filistinli alıcılarla ilişkilendiremedi—malzeme Hizbullah’a yönlendirilmiş olabilirdi.

 

RIM K ve Dağıtım stratejisi

Ağustos 2001’de FKÖ tedarik ağı daha büyük bir kargo gemisi arayışına girdi. 31 Ağustos’ta, bildirildiğine göre, Lübnanlı bir şirketten RIM K satın alındı; işlem Muğrebi adına hareket eden bir Iraklı aracı vasıtasıyla yürütüldü.

Muğniye, Siyonist istihbaratın FKÖ çevrelerine sızdığının farkındaydı; stratejik karşılığı, her şeyi tek bir gemiye yüklemek yerine çok sayıda gemi üzerinden düzenli bir silah akışı sağlamaktı. En üst düzey yardımcısı Bassem’i, teslimatı bizzat yönetmesi için FKÖ kaptanı Akavi’ye teslim görevi verdi.

Siyonist deniz istihbaratı tedirgin ve belirsizlik içindeydi: Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ı kapsayan büyük bir gizli tedarik ağının varlığını sezmişler, fakat bu çevrelere güvenilir bir sızma ağını yerleştiremedikleri için operasyona nüfuz edememenin felaket sonuçlar doğuracağından korkmuşlardı.

 

Ele geçirme ve hak talepleri: Karine A ve on gemi

Sonuç: Ocak 2002’de İsrail güçleri, üzerinde İran silahları olduğu iddia edilen on gemi arasında en büyüğü olan Karine A’yı tespit edip ele geçirdi. İsrail bu olayı büyük bir zafer olarak sundu.

Operasyonun destekçileri ise geride kalan dokuz küçük geminin Gazze’ye ulaştığını ve hem Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) hem de Hamas’ın cephaneliklerini güçlendirdiğini ileri sürdü.

Onlarca aktöre göre operasyonun iki ayrı ekseni vardı: Birincisi, Muğniye ve Kasım Süleymani’nin koordine ettiği, İran ve Mısır üzerinden yürütülen hat; ikincisi ise Lübnan üzerinden gerçekleşen ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi–Genel Komutanlık (FHKC-GK) lideri Ahmed Cibril’in oğlu Cihad Cibril’in sorumluluğunda olduğu iddia edilen hat.

Yirmi yıl sonra FHKC–GK’nin yeni Genel Sekreteri Telal el‑Naci, sürecin mantığını şöyle özetledi:

“İslam Cumhuriyeti, Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkının askeri kapasitesini geliştirmek için silah, roket üretimi, eğitim ve teknoloji aktarımlarında büyük emek verdi. Silahların işgal altındaki Filistin’e deniz yoluyla taşınması zorlu bir meseleydi; bugün ise mühimmatı orada üretme imkânı doğdu. Buna rağmen başlangıçta denizyolu kritik bir rol oynadı. General Kasım Süleymani bana: ‘Silah dolu on gemi gönderdik’ demişti. Çoğu insan bu gemilerden haberdar olmadı; Kızıldeniz’de İsrail tarafından ele geçirilen Karine A hariç. Bu gemi Fetih’e, Arafat’a gidiyordu; Hamas’a, İslami Cihad’a, FHKC’ye değil. Bunlar, silah sevkiyatının ilk adımlarıydı.”

Telal el‑Naci, operasyonel ayrıntıları açıklarken Cihad Cibril’in rolüne dikkat çekti: 20 Mayıs 2002’de Beyrut’ta arabası havaya uçurularak öldürülen Cihad Cibril’in, Lübnan’dan Gazze’ye silah sevkiyatlarını organize etmekle görevli olduğu belirtildi. Ona göre Cibril, denizde bırakılan varilleri dalgıçlar ve küçük teknelerle toplamayı ve kıyıya çıkarmayı planlamıştı. Silahlar paylaşılıyordu; Hamas, miktar ve sorumluluk bakımından çoğunu alıyordu; Fetih ve diğerleri de paylarını alıyordu.

Daha sonra, Süleymani gözetiminde Gazze’de silah üretimi ve roket geliştirme çalışmaları başlatıldı. İlk üretilen mühimmat küçük menzilliydi—yaklaşık iki kilometre civarı—ancak zamanla hem menzil hem de etki arttı. Süleymani, Suriye’deki partnerlerle koordineli geliştirme programlarını denetledi; eğitimler İran’da, Suriye’de ve Lübnan’da Hizbullah ile birlikte verildi.

Süleymani ayrıca Rus yapımı güdümlü tanksavar füzesi Kornetlerin Gazze’ye sevkini planladı. Kornetlerin Merkava gibi zırhlı araçları hedef aldığı ve 2009’daki Gazze–İsrail çatışmalarında çok sayıda Merkava’nın imhasında rol oynadığı rapor edildi; bu, Süleymani’nin çabalarının pratik bir sonucuydu.

Enis Nakkaş’ın anıları lojistik hattın başka bir yüzünü gösteriyor. 1970’lerde Marksist‑Leninist militan olarak başlayan, 1979 Devrimi sonrası Şii İslam’ı benimseyen ve Muğniye ile Süleymani’ye yakınlaşan Nakkaş, Karine A vakasını şöyle hatırlıyordu:

“Karine A, Hamas veya İslami Cihad için değil, Yaser Arafat’a gönderilmişti. Arafat, sık sık işgal bölgelerinden arabasıyla veya muhafızlarıyla birlikte birkaç silah getirirdi; ama bu koruma için yetmezdi. Ardından İran’a bir gemi gönderildi; gece yükleme yapılırken Kasım Süleymani ile İmad Muğniye limanda sevkiyatı denetliyordu. O olaydan sonra silah transfer süreçleri geliştirilip kamufle edildi; düşman artık bu sevkiyatları kolay kolay tespit edemedi.”

Nakkaş, sonraki lojistik akışı şöyle anlatıyor:

‘’Silahlar El‑Arîş ve Sina bölgesinde biriktirildi; oradan tüneller aracılığıyla Gazze’ye taşınmaları zaman alıyordu ve Gazze savaşçıları yakın bir İsrail saldırısından endişeliydi.’’

Nakkaş, Ocak 2008’de yaşanan ve Gazzelilerin insani yardım amacıyla Mısır sınırını aşması örneğini hatırlatıp kimi konvoyların hem insani yardım hem de roket ve mühimmat taşıdığını iddia etti. Bu anlatılar, sevkiyatların hem deniz hem de kara hattıyla, esnek ve çok katmanlı bir lojistik ağ üzerinden yürütüldüğünü gösteriyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak