Tüm âlemin Muhammed Mustafa (s.a.a.) için yaratılmış olması ne demektir?
- Medyasafak.net
- EHL-İ BEYT OKULU
- 04.09.2025

Birçok rivayette, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Nur’dan yaratıldığı ifade edilmiştir. Ancak bu rivayetlerle kastedilenin, Hz. Peygamber'in maddî varlığı değil, nuranî hakikati olduğu açıktır. Dolayısıyla Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a.) iki hakikati vardır diyebiliriz. Birincisi nurdan olan nuranî hakikati ve ikincisi de diğer insanlara benzer maddî varlığı.
İlahi (müteellih) felsefecilerinin aklını kurcalayan bir soru vardır: Yüce İslam Peygamberi (s.a.a.) âlemlere (mahlûkata) hizmet etmek için mi gelmiştir, yoksa Allahu Teâlâ âlemi O’na hizmet etsin diye mi yaratmıştır? Elbette, bu ifadenin ilk kısmı da doğrudur ve Resûl-i Ekrem en büyük hizmeti insanlara ve hatta tüm mahlûkata yapmıştır. Ancak bu sorunun doğru cevabı, söz konusu ifadenin ikinci kısmında, yani âlemin İslam’ın Yüce Peygamberine (s.a.a.) hizmet etmek için yaratıldığında gizlidir. Mahlûkatın Hakk’a ibadeti, Resûlullah’ın (s.a.a.) makamını her an yükseltir ve herkes O’nun hizmetindedir. Bu cevabı destekleyen felsefi kural da şudur: Alt mertebedeki varlık her zaman daha üstteki varlığın hizmetindedir, tersi değil.
Seküler ilim (bilim) ile dinî ilim arasındaki sınırın buradan başladığı söylenebilir. Seküler insan kendini varlıkların en asili (eşrefü’l-mevcudat) olarak görür ve dünyanın kanunlarını herkesin kendisine hizmet edeceği şekilde tanımlar. Dindar insan da kendisini eşref-i mahlûkat görmekle birlikte, yaratılmışlık kisvesine bürünmüş olması nedeniyle, dünyadaki diğer yaratıklara elinden geldiğince hizmet eder. "Başkalarına hizmet etmek" ile "başkalarına hizmet ettirmek" arasındaki mesafe, iki tür bilginin amacı arasındaki sınırdır. Bunlardan biri zuhur aşamasına gelmiş, diğeri ise gecikmeli de olsa telaş içindedir.
Bir tohum-nutfe vücuda getiriliyor ve tekvin âlemi, kendi derinliklerinin bağrından (butûnunun derûnundan), hükmetmek istediği dünyadan ayrı olmayan bir insan var ediyor. Bu âlem insana varlık bahşediyorsa, insan da varlığını dünyanın amaç ve hedeflerine adamalıdır. Herkes Aziz Peygamber’in (s.a.a.) varlığı sayesinde varoluş çemberine girmişse eğer, kemâle ve ölümsüzlüğe de bu varlığa tevessül ederek ve O’nun bereketiyle ulaşacaktır.
Dinî bilgi, yalnızca hayatın maddi boyutunda var olan gerçeklikleri tasvir etmek için ortaya çıkmaz; elbette, gerçekliği algılamak da bu bilginin görevinin bir parçasıdır. Asıl, mevcut gerçekliği bu Yüce Varlığın hedefleriyle uyumlu hale getirmek için ortaya çıkar. Dinî ilim, gerçek sermayesini Resûl-i Ekrem’in (s.a.a.) varlığından alır. Sonra âlemi bu büyük sermayeye doğru yönlendirmeye çalışır. Böyle bir varoluştan faydalanabileceği ölçüde âlemin derinliklerini-bâtınını anlar.
Büyükler şöyle demişlerdir: Peygamber'in (s.a.a.) yaratılış amacı iki ayrı kısımdan müteşekkildir:
İlk olarak: Birçok rivayette, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Nur’dan yaratıldığı ifade edilmiştir. Ancak bu rivayetlerle kastedilenin, Hz. Peygamber'in maddî varlığı değil, nuranî hakikati olduğu açıktır. Dolayısıyla Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a.) iki hakikati vardır diyebiliriz. Birincisi nurdan olan nuranî hakikati ve ikincisi de diğer insanlara benzer maddî varlığı.
İkincisi: Tüm mevcudat, rivayetlerin de işaret ettiği üzere Peygamber Efendimizin (s.a.a.) varlığının bereketiyle yaratılmıştır ve diğer taraftan Hz. Rasûlullah da insanlığı hidayete ve kemâle erdirmek için peygamberlik mertebesine erişmiştir. Dolayısıyla beşeriyet, vücûdî-varlıksal olarak Hz. Peygamber için yaratılmıştır; hidayet ve yol göstericilik boyutunda ise Hz. Peygamber diğer varlıkları kemâle erdirmek için yaratılmıştır.
Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu
Medya Şafak