İran reformistlerinin ve Yeşil Hareket’in ipliği tekrar pazara çıktı!

İran reformistlerinin ve Yeşil Hareket’in ipliği tekrar pazara çıktı!
Hüseyin Şeriatmedari,, Mir Hüseyin Musevi’nin son bildirisini ele aldı: "Toplantıda konuşan Sovyetler uzmanı Gil Lapidus, dikkat çeken bir benzetmeyle şunu söylemişti: Şaşırmış olabilirsiniz; çünkü uzmanlık alanım Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci. Ancak İran için de artık şunu gördük: Bize bir Gorbaçov değil, bir Yeltsin lazım.” Bu cümleyle anlatılmak istenen açıktı: Hatemi, Gorbaçov’du. Görevi ise, Musevi’nin önünü açmaktı.

İran reformistlerinin ve Yeşil Hareket’in ipliği tekrar pazara çıktı!

 

Hüseyin Şeriatmedari, Keyhan gazetesinde kaleme aldığı makalede, Mir Hüseyin Musevi’nin son bildirisini ele aldı:

 

1. İran İslam Cumhuriyeti'nin kutsal nizamının devrilmesi, Amerika Birleşik Devletleri'nin temel stratejik hedefidir ve bu hedef, ABD'deki yönetimler değişse bile geçerliliğini korumaktadır. Yaptırımlar, sekiz yıllık savaş, suikastlar, darbeler ve İran’ın bilimsel ve ekonomik ilerlemesini engellemeye yönelik girişimler, bu uzun vadeli hedefin parçası olan düşmanca adımlar arasında yer almaktadır.

 

2. Son 12 günlük savaşın başlamasından önce ve başladıktan birkaç gün sonra hem ABD Başkanı Donald Trump hem de işgal başbakanı Benyamin Netanyahu, "rejim değişikliğini” (regime change) stratejik ve nihai hedef olarak vurguladılar. Düşmanın bu arzusu, İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinin şiddetli ve “ezici” tepkisi ile halkın örnek birliği ve bütünlüğü sayesinde yenilgiye uğratıldı. Yönetimi devirme naraları atan düşman, nihayetinde “ateşkes” için yalvarmaya başladı.

 

3. Düşmanın yenilgisi ve daha önce ilan ettiği hedeflerine ulaşamaması üzerine, geçmişte vatana ihanet etmiş ve düşmanla işbirliği içinde nizamı devirmeye çalışmış bir siyasi hareket [Yeşil Hareket; Hatemi ve Mir Hüseyin Musevi önderliğindeki İran reformistleri, MŞ], bu kez aldatıcı bir söylemle sahneye çıktı ve Devrim adına konuşmaya kalkıştı. Söz konusu hareket, çelişkili bir tutum sergileyerek bir yandan 12 günlük savaştaki zaferi kutladı, diğer yandan ise düşmanın geriye kalan asıl hedefi olan İran İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesini çözüm olarak önerdi!

 

4. Bu girişimin arkasında, geçmişte ABD ve Siyonist rejimle aynı safta yer almış Mir Hüseyin Musevi bulunuyor. Musevi, bahsi geçen “vatan satıcılığı hareketi” adına yayımladığı açıklamada rejim değişikliğini açıkça savundu. Açıklamada, “On iki günlük savaşın tecrübesi, ülkenin kurtuluşunun halkın kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmesiyle mümkün olduğunu ve mevcut rejimin tüm İran halkını temsil etmediğini ortaya koydu,” dendi. Ayrıca, anayasanın yeniden yazılması amacıyla kurucu bir meclisin teşkili için bir referandum yapılması gerektiği ve bu adımın, halkın iradesini ortaya koymasının yanı sıra, ülkenin düşmanlarının müdahalesini engelleyeceği iddia edildi.

 

5. "Kurucu Meclis", bir ülkenin anayasasını yazmak ya da köklü biçimde revize etmek için kurulan organa işaret eden bir kavramdır. Temel amacı, mevcut yönetim yapısını değiştirmektir. Bu çerçevede, Mir Hüseyin Musevi’nin “kurucu meclisin tesisi” yönündeki çağrısı, yalnızca anayasal bir reform talebi değil; doğrudan rejim değişikliği hedefinin ifadesidir. Musevi, bu söylemiyle, Amerika ve İsrail’in İran’a yönelik uzun süredir uyguladığı stratejik hedefleriyle birebir örtüşen bir pozisyon almıştır. Özellikle 12 Günlük Savaş’ta açık biçimde ilan edilen “rejim değişikliği” arzusu, Musevi’nin açıklamalarında neredeyse aynen yankılanmaktadır.

 

6. Musevi’nin kimliğini ve bu çizgiye nasıl yerleştiğini anlamak için 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerine uzanmak gerekir. Bu seçim sürecinde Musevi’nin adaylığının, dönemin ABD yönetimiyle eşgüdüm içinde şekillendiği artık sır değildir. Hatırlanacağı üzere, 10 Şubat 2008’de dönemin eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, 2009 seçimlerine aday olduğunu ilan etti ve tüm reformcu çevreler bu adaylık etrafında birleşti. Ancak 16 Mart 2008’de sürpriz bir kararla adaylıktan çekildi ve Musevi’yi destekledi. Bu ani değişikliğin arkasındaki neden uzun süre sorgulandı.

 

7. O dönem Keyhan gazetesinde, Hatemi'nin aslında reformcuların asıl adayı olmadığını ve gerçek adayın henüz ortaya çıkmadığını yazmıştık. Nitekim 10 Mart’ta Musevi adaylığını ilan etti ve çok kısa süre içinde reformist grupların desteğini aldı. Hemen ardından Hatemi, Musevi lehine çekildi. Bu gelişmelerin perde arkası, 2009’daki ayaklanmalar bastırıldıktan sonra New Yorker dergisinden bir muhabirin Kayhan’ı ziyareti sırasında bir kez daha gündeme geldi. Muhabirin sorusu netti: “Hatemi’nin gerçek aday olmadığını o kadar erken nasıl anladınız?”

 

Yanıt şuydu: Hatemi ve Musevi’nin siyasi programı, ABD tarafından organize edilen ve yönlendirilen bir senaryonun parçasıydı. Bu değerlendirme, birkaç ay önce ABD’nin Stanford Üniversitesi’nde düzenlenen “İran’ın Geleceği” başlıklı kapalı bir toplantıya dayanıyordu. Toplantıda konuşan Sovyetler uzmanı Gil Lapidus, dikkat çeken bir benzetmeyle şunu söylemişti: “Şaşırmış olabilirsiniz; çünkü uzmanlık alanım Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci. Ancak İran için de artık şunu gördük: Bize bir Gorbaçov değil, bir Yeltsin lazım.” Bu cümleyle anlatılmak istenen açıktı: Hatemi, Gorbaçov’du. Görevi ise, Musevi’nin önünü açmaktı.

 

Hatemi’nin ABD’nin talimatlarına karşı çıkmayacağını baştan bildiğim için onun gerçek aday olmadığını kesin bir dille ifade etmiştim. Stanford Üniversitesi’ndeki toplantıda kimin “Yeltsin” rolünü üstleneceği açıkça söylenmemişti; bu yüzden o aşamada Musevi’nin bu rolü oynayacağını bilmiyorduk. Ancak gelişmeler, hem Hatemi’nin hem de Musevi’nin dış güçlerin belirlediği senaryoya harfiyen uyduğunu ortaya koydu.

 

8. Bu tespitler yalnızca varsayıma değil, açık belgelere dayanıyor. Aşağıdaki iki örnek, bu dış yönlendirmeli yapının karakterini anlamak için yeterli:

Birincisi, 11 Haziran 2009’da, yani İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yalnızca bir gün önce, George Soros CNN televizyonuna verdiği röportajda şunları söyledi:

“Yarın İran’da seçim yok! Bu bir renkli devrimdir. Ukrayna ve Gürcistan’da yaptığımız gibi. Yarın İran’ın, sonra da Suriye’nin sırası!”

Bu açıklama, seçimlerin değil, daha önceden planlanmış bir rejim müdahalesinin gündemde olduğunu açıkça gösteriyordu.

İkincisi, eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Ledeen’in 28 Ocak 2010’da FDD (Demokrasileri Savunma Vakfı) toplantısında yaptığı konuşma:

“Bir gün oturup Yeşil Hareket’in gizli tarihini konuşacağız. Herkes bu hareketin 2009’da başladığını söyleyecek, ama ben şunu açıkça belirteyim: Bu hareketin kökleri 1980’lerin ortalarına dayanır. Adım adım gelişti, farklı evrelerden geçti. Tüm bunları belgeleriyle ispatlayabiliriz. Ama şimdi burada duracağım.”

Bu ifadeler, “Yeşil Hareket”in spontane bir halk hareketi değil, uzun vadeli ve planlı bir dış müdahale projesi olduğunu ortaya koyuyor.

 

9. Sonuç olarak, Musevi ve Hatemi’nin pozisyonu, dış güçlerin -özellikle ABD ve onun ideolojik-finansal aparatlarının- İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik rejim değişikliği stratejisiyle tam uyum içindedir.

Allah Teâlâ, Yüce Peygamber’e (s.a.a.) hitaben şöyle buyurmaktadır:

“Ve dileseydik onları sana gösterirdik de yüzlerinden tanırdın elbet ve elbette sözlerinden tanırsın, anlarsın onları ve Allah, yaptıklarınızı bilmektedir.” (Muhammed Suresi, 30. ayet)

 

 

Çeviri: Medya Şafak