2003 Irak işgali Batı hegemonyasını aşındırmayı nasıl sürdürüyor?

2003 Irak işgali Batı hegemonyasını aşındırmayı nasıl sürdürüyor?
Suudiler Batı Asya’da eski düzenin jeopolitik ayağı ve sembolüdür, ancak bu düzen artık geçerliliğini yitirmiştir. Bu nedenle, çürüyen Batı merkezli dünya düzeninin bir sonraki “Ukrayna”sının Arap Yarımadası'nda ortaya çıkması muhtemeldir ve hiç kimse bunu Suudi Arabistan'ın megaloman veliaht prensi Muhammed bin Salman kadar gerçekçi bir olasılık olarak görmüyor.

 

 

Ayman Ahmed

 

Crescent International

 

 

ABD'nin Irak'ı yasadışı işgalinden yirmi yıl sonra, bunun yansımaları, 1945'ten sonra kurulan, Batı'nın dayattığı uluslararası ilişkiler sisteminin temellerini ifşa etmeye ve yıkmaya devam ediyor. Bu durum, yeni çok kutuplu düzen sağlam bir şekilde yerleşene kadar devam edecek. Irak işgalinin sonuçları küresel bağlamda incelenmelidir.

Bu işgalin yansımaları, Müslümanların Uhud'da aldıkları darbe ile Mekkeli müşriklerin Bedir'deki yenilgisini karşılaştıran Kuran-ı Kerim’in tarihsel paradigmasına uyuyor:

“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.” (Âl-i İmran, 140)

Bu âyetlerdeki varoluşsal bakış açısı, bugün Irak savaşının ardından, daha önce olduğundan çok daha apaçık bir şekilde ortadadır.

Irak savaşı ve sonrası İslam dünyası için önemli sorunlar yaratırken, ülkeye saldıran güçlerin gerilemesini de harekete geçirdi. Bu tarihsel süreç, insanın bu dünyadaki yaşam döngüsüne ilişkin varoluşsal Kur'anî paradigmaya kadar izlenebilir:

Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara, 216)

Irak'ın işgalinin ilk yılında, NATO rejimleri sert güç ve jeopolitik açıdan öne çıkıyor gibiydi. Ancak, bu ilk dönemden sonra, tablo oldukça dramatik bir şekilde değişmeye başladı.

Savaş, 1945'ten beri dayatılan Batı merkezli uluslararası düzenin iki temel ayağını teşhir etti ve yerle bir etti. Batı hegemonyasına karşı direnişi tüm boyutlarıyla normalleştirdi ve devlet egemenliği kavramının kutsallığını büyük ölçüde zedeledi.

2003'ten sonra Batılı siyasi kavramlar, ekonomik araçlar ve askeri güçler dokunulmazlık havalarından sıyrıldılar. Kendilerine oldukça başarılı bir şekilde meydan okundu. Bu, Venezüella'dan Yemen'e küresel siyasetin normal bir özelliği haline geldi. Bu durum, iç cephede bile, yani Batılı ülkelerde emperyalizme radikal bir şekilde karşı çıkan ve neredeyse yürütme makamına kadar ulaşan sosyo-politik güçlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Batı medyası ve siyasi seçkinler, Irak direnişinin her biçimini 'terörizm' olarak gayri meşrulaştırmaya çalışırken, Batılı güçlere ve onların vekillerine karşı direnişin sürekliliği, Batı propagandasının Müslüman dünyasının ve ötesinin eylemlerini şekillendirmede başarısız olduğunu gösteriyor. Irak'ın yabancı işgaline karşı direnişi hızla meşru kabul edildi. Bu gelişme, geniş kapsamlı sonuçları olan diğer bölgesel süreçleri harekete geçirdi.

ABD ve vekilleri Irak'ın egemenliğini açıkça ihlal eder ve kendi oluşturdukları uluslararası ilişkiler kurallarını bariz bir şekilde hiçe sayarken, diğerleri de aynısını yapmak için yasal ve siyasi bir örnek bulmuş oldu.

Ukrayna'daki savaş, Irak'ın egemenliğinin ihlalinin Batı jeopolitik sahasına nasıl bumerang gibi döndüğünün en açık tezahürüdür. Bu savaşın ön yasal emsali, Irak'ta Batı tarafından uygulandı. Unutulmamalıdır ki, uluslararası hukukla ilgili yüzyıllardır süren tartışma, bunun hukuk mu yoksa bir gelenek mi olduğu fikri etrafında dönmektedir. Uluslararası hukukun gelenek özelliği, onu kötü emsallere karşı özellikle savunmasız hale getirir.

Irak'ın işgali, Batı Asya'daki direniş güçlerinin Batılı uluslararası ilişkiler sisteminin dışında faaliyet göstermesi için yasal ve siyasi bir örnek sağladı. Bu olgudan ilk yararlanan da İslami İran oldu.

Tahran; Irak, Afganistan ve daha sonra Yemen ve Suriye'deki Amerikan işgaline karşı direnişi açıkça destekledi. Tahran'daki İslami Önderlik, artık kendisini siyasi ve hatta hukuki anlamda “devlet egemenliği” kavramıyla sınırlamıyordu.

Batılı güçler, uluslararası ilişkilerde devlet egemenliği kavramını kutsallık kaidesinden kendileri indirdiği için, Batı hegemonyasına karşı pandora kutusu da açılmış oldu.

Irak savaşı, 1945 sonrası uluslararası ilişkiler sisteminin dışında siyasi, toplumsal ve ekonomik mekanizmaların kurulması için bir siyasi ekosistem kurdu. Bu, DAEŞ'in ortaya çıkışının gösterdiği gibi her zaman olumlu bir şekilde tezahür etmedi, ancak bölge yine de Batılı rejimlerin kontrolü dışında kalan yerli siyasi mekanizmalar kazandı.

Merceiyyet’in bugüne kadarki en etkili Iraklı sosyo-politik kurum olarak sağlam bir şekilde ortaya çıkması, Batı'nın Irak'ı ve daha geniş bir bölgeyi siyasi olarak kendisine tabi kılma planlarının stratejik, ideolojik ve siyasi düzeylerde nasıl başarısızlığa uğradığının en önemli işaretlerinden biridir.

Daha somut bir anlamda, İslami İran'ın Irak'taki sağlam zemini, işgalin Batı kontrolü dışında nasıl benzersiz bir jeopolitik gerçeklik yarattığının bir başka önemli tezahürüdür. Bu yeni gerçekliğin meyveleri 2006'da Hizbullah'ın siyonist saldırganlığa karşı direnişi sırasında ve 2011'den itibaren Suriye'de toplandı.

Batı’nın, Arap dünyasının tek anti-siyonist devleti olan Suriye yönetimini devirmeyi başaramaması, Batı Asya'da Batı’nın yenilmezliği mitini yerle bir etti. Tüm mali, siyasi ve askeri gücüne rağmen, ABD liderliğindeki kolektif Batı Şam yönetimini deviremiyorsa; Moskova, Pekin, Karakas veya Tahran neden Washington'un tehditlerini ciddiye alsın?

Ukrayna'daki savaş, Batı'nın dayattığı uluslararası ilişkiler sisteminin parçalandığını açıkça gösteriyor. Orijinal mimarları bile artık onu kapılarının önünde tutacak güce sahip değil.

Pek çok uzman, Ukrayna'daki savaşın oldukça uzun süreceğine inanıyor. Üstelik başka jeopolitik sürtüşme alanları da üreteceğe benziyor.

1945 sonrası uluslararası ilişkiler mimarisinin süregelen çöküşü ve çok kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkışı, tek bir güç merkezinin hâkim olmadığı süreçleri harekete geçiriyor. Bu yeni gerçeklikte, Batı hâkimiyetinin dışındaki bölgesel bir Batı Asya siyasi, askeri ve ekonomik mimarisinin kurulması belirgin bir olasılık haline geliyor. Ancak, Suudi rejimi ve bölgedeki yıkıcı etkisi önemli ölçüde durdurulmadan bunu başarmak zor olacaktır.

Suudiler Batı Asya’da eski düzenin jeopolitik ayağı ve sembolüdür, ancak bu düzen artık geçerliliğini yitirmiştir. Bu nedenle, çürüyen Batı merkezli dünya düzeninin bir sonraki “Ukrayna”sının Arap Yarımadası'nda ortaya çıkması muhtemeldir ve hiç kimse bunu Suudi Arabistan'ın megaloman veliaht prensi Muhammed bin Salman kadar gerçekçi bir olasılık olarak görmüyor.

Irak'ın Batılı rejimler tarafından işgali bir domino etkisi yarattı ve 1945 sonrası düzeni baltalamaya devam ediyor. Oluşumunun ilk aşamalarında olan yeni bir küresel düzenin kurulması için de siyasi ve hukuki emsal oluşturuyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak