ÖZEL: Etan Kohlberg’in “Râfıza” Teriminin Kavramsal ve Tarihsel Analizine İlişkin Görüşünün Kritiği

ÖZEL: Etan Kohlberg’in “Râfıza” Teriminin Kavramsal ve Tarihsel Analizine İlişkin Görüşünün Kritiği
Etan Kohlberg, çağdaş bir oryantalist ve Şiilik araştırmalarında aktif, Siyonist bir uzmandır. O, “Râfıza” terimi hakkında yazmış olduğu iki makalede, mezkûr terimin anlamını ve tarihsel arka planını açıklamayı amaçlamış; ilk Şiî ve Sünnî kaynaklardan yararlanarak, yüklendiği mânâları incelemiştir. Kohlberg, bu terimin başlangıçta olumsuz bir anlama sahip olduğu, ancak Şia İmamları tarafından müspet ve iftihar verici bir anlama dönüştürüldüğü konusunda ısrarcıdır.

 

Etan Kohlberg’in “Râfıza” Teriminin Kavramsal ve Tarihsel Analizine İlişkin Görüşünün Kritiği

 

 

Târîh-i İslâm der Âyine-i Pejûheş; Vol. 17, No. 2, Fall & Winter, 2020-21

 

 

Hasan Ahmediyân Delâvîz[1]

 

 

Masûme İsmâîlî[2]

 

 

Çeviri: Aliye Söğüt

 

 

Özet

 

 

Etan Kohlberg, çağdaş bir oryantalist ve Şiilik araştırmalarında aktif, Siyonist bir uzmandır. O, “Râfıza” terimi hakkında yazmış olduğu iki makalede, mezkûr terimin anlamını ve tarihsel arka planını açıklamayı amaçlamış; ilk Şiî ve Sünnî kaynaklardan yararlanarak, yüklendiği mânâları incelemiştir. Kohlberg, bu terimin başlangıçta olumsuz bir anlama sahip olduğu, ancak Şia İmamları tarafından müspet ve iftihar verici bir anlama dönüştürüldüğü konusunda ısrarcıdır. Aynı zamanda o, Hz. İdrîs’ten ve sonrasında Hz. Musa’dan İslâm tarihine dek “Râfıza” teriminin tarihçesinin izini sürer. Kohlberg’in görüşü eleştirilirken, onun bakış açısı nitel içerik analizi yöntemine başvurularak yorumlanmaya çalışılmış, [Kohlberg tarafından] sözü geçen terime dair sunulan tarihsel arka plandaki boşluklara değinilmiştir. Bu araştırmanın bulguları; Kohlberg’in ilk olarak mezkûr terimin sözlük anlamıyla terim anlamı arasında bir ayrım gözetmediğini ve sözlük anlamını ihmal ettiğini göstermektedir. Bu sebeple sözcüğün tarihçesinde iki anlam birbirine karıştırılmıştır. İkinci olarak; nihayetinde o, “Râfıza” terimine olumlu bir anlam yüklendiği yönündeki iddiasını ispata kavuşturabilmiş ve bu konuda sağlam bir delil sunmuştur. Ancak tarihsel ve hadîslere dayalı delillerin büyük bir bölümü bu iddianın aksini haber vermektedir. Yine o, makalelerinde net bir sonuca ulaşamamış, yalnızca ihtimalleri açıklamıştır. Önermeleri ve olasılıkları sınıflandırırken de açık bir tutarlılık ve mantıksal bir düzen gözetmemiştir. 

 

 

Anahtar Kelimeler: Râfıza, rafz, Şîa, Etan Kohlberg, eleştiri (kritik).

 

 

 

Mukaddime

 

 

Etan Kohlberg, çağdaş dönem oryantalistlerinden ve Şiîlik araştırmaları uzmanlarından biridir. 1943 yılında İşgal Edilmiş Filistin topraklarındaki Tel Aviv’de doğmuştur. Lisans ve yüksek lisans diplomalarını 1966 ve 1968 yıllarında Kudüs İbranî Üniversitesi’nden [The Hebrew University of Jerusalem] almış, 1971’de de Oxford Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. Onun doktora tezinin konusu, “İmâmiyye Şiîliği’nin Peygamber’in (s.a.a.) Sahabesine Bakışı” idi.  1972 yılında, öğretim üyesi unvanıyla Kudüs İbranî Üniversitesi’nde ilmî faaliyetlerle meşgul olmuştur.

 

Kohlberg’in araştırma alanları Şiî tarihi, bilhassa İmâmiyye Şiîliği’dir.[3] Onun en önemli eserlerinden bazıları şunlardır:

 

  1. “İbn Tâvûs’un Kütüphânesi, Biyografisi ve Eserleri” [A Medieval Muslim Scholar at Work: İbn Tawus and His Library]; Farsçaya tercüme edilmiştir.
  2. 1948 yılında Tel Aviv Üniversitesi tarafından yayımlanan “Şiîlik, Direniş, Devrim” konulu konferans bildirilerinin bir özeti olan “Batı’nın Şiîlik Hakkındaki Araştırmaları” adlı makalesi.
  3. “İmâmiyye Şiîliği’nin Peygamber’in (s.a.a) Sahâbîleri Hakkındaki Görüşleri” adlı doktora tezi.
  4. “İmâmiyye’den İsnâ Aşeriyye’ye” adlı makalesi.
  5. “Şia’nın İslâm Peygamberi’nin Vefatı Hakkındaki Düşünceleri” adlı makalesi.

 

Eserlerinden bazıları Farsçaya çevrilmiş[4], makalelerinin bir kısmı da kritik edilmiştir.[5] Kohlberg’in, “Râfıza” ve “Râfıza Teriminin İmâmiyye Şiası’ndaki Kullanımı” adlı iki makalesi, Heft Âsimân adlı dergide Haydar Dabbâğî ve Muhammed Hasan Muhammedîmuzaffer tarafından tercüme ve kritik edilmiştir (76. Sayı, Yaz, 1398). Elbette bu makalenin yöntemi, eserin ve bibliyografyasının tercümesidir. Makaleye yönelik eleştiriler, “Açık Eleştiri” başlığıyla on iki satır halinde kaleme alınmış olup, mezkûr satırlarda aşağıdaki başlıklar halinde sadece üç yöntemsel eleştiriye işaret edilmiştir: 1 – “Râfıza”nın sözlük anlamına değinmemek, 2 – Zeyd ve Muğîre’nin kıyamlarında “Râfıza” sözcüğünün kullanıldığını söylerken bunun tarihsel kanıtlarına yer vermemek, 3 – İmâmiyye’nin, bu terimi temel bir mısdak olarak alması. 

 

Ancak hâlihazırdaki makalenin yaklaşımının, Kohlberg’in görüşlerinin bir eleştirisi olduğu göz önüne alındığından, onun amacına yeterince dikkat çekebilmek adına makaleleri yeniden tercüme edilmiştir. Kohlberg, İmâmiyye Şiası’nın kaynaklarına hatırı sayılır ölçüde hâkimdir; görüşlerini dikkatli bir şekilde ifade etmiş, kadim kaynaklardan da faydalanmıştır. Ancak tüm bu müspet noktalar, Kohlberg’in sunduğu içeriğe dikkat etmemize engel teşkil etmez. [Bu] makalenin yazarları, onun çalışmalarından elde ettiği sonuçlara ciddi eleştiriler yapılabileceğine inanmaktadır.

 

Kohlberg iki makalesinde Râfıza ve rafz sözcüklerinin terminolojisi, Râfıza teriminin olumlu veya olumsuz niteliği/doğası [anlamları], terimin tarihteki kullanımının arka planı, Râfızî inançlar ve gruplar gibi konulara değinmiştir. O yukarıdaki konuları incelerken muteber ve kadim kelâmî ve hadîsî kaynaklara, bazen de tarihsel belgelere müracaat etmiş, böylece kendi delillerini güçlendirmiştir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Kohlberg’in “Râfıza” sözcüğüne ilişkin görüşünün her iki makaleden de elde edilebildiği/çıkarsanabildiği ve bu görüşlerin birbirini tamamladığıdır. Makalenin temel meselesi, Kohlberg’in, “Râfıza” teriminin kavramsal ve tarihsel arka plan analizine yönelik görüşünün eleştirisidir. “İçerik analizi”, araştırmalarda yaygın ve bilinen yöntemlerden biri olup, farklı türlere sahiptir. Bu makalede eleştiri ve değerlendirmeden kasıt; “Râfıza” teriminin olumlu ya da olumsuz [bir anlama sahip] olup olmadığı ve yüklendiği anlamın değişip değişmediğidir.

 

 

1 – “Râfıza” Teriminin Kavramsal Analizi

 

 

Bir terimin kavramsal analizi, onun sözlük ve terim anlamının bilinmesine bağlıdır. Dolayısıyla Kohlberg’in, “Râfıza” terimi hakkındaki görüşünün ne olduğuna ve bu terimin olumlu ya da olumsuz anlamını nasıl değerlendirdiğine bakmak gerekir. Araştırmanın yönteminin kavramsal-türsel analizi, içerik analizi türündendir. İçerik analizi nitel ve nicel olmak üzere iki kısma ayrılır: Nitel analiz, metin gizli bir anlama sahip olduğunda ve verilerin içeriğinin yorumlanması gerektiğinde uygulanır.[6] Bu çalışmada, yazarın amacının keşfedilip yorumlanması için “içeriğin nicel analizi” türü uygulanmıştır.

 

 

1 – 1 Kohlberg’in Görüşü

 

 

Kohlberg’e göre, “Râfıza” terimi, şerri terk etmesi bakımından Şia’ya nispet edilmiştir.[7] O, bu görüşü açıklarken bazı Şiî kitaplarına istinat etmiş ve iddiasını ispatlamak için İmam Sâdık’tan (a.s.) bir hadîs nakletmiştir: “Peygamber’in vefatından sonra ilk Müslümanların büyük bir bölümü hak yoldan ciddi bir şekilde sapmış, yalnızca Şiîler, şerri terk etmiş ve ‘Râfıza’ olarak adlandırılmışlardır.” [8] 

 

O, “Râfıza” ya da “Ravâfiz”in birkaç mısdaka işaret edebileceğine inanmaktadır:

  1. İlk iki halifeyi[9] terk etmeleri sebebiyle İmâmiyye’nin[10] tamamı,
  2. Sonraları On İki İmam Şiîsi olarak adlandırılacak olan ilk İmâmîler.[11]

 

Dolayısıyla genel bağlamda “Râfıza” tabiri İmâmiyye hakkında kullanılmaktadır. O, ardından bu terimin Şia için yüklendiği anlamın ne olduğu sorusuna yönelmiştir. Kohlberg, tarihsel olayları incelemek ve bazı Şiî rivayetlere istinat etmek suretiyle şu sonuca ulaşmaktadır: “Râfıza” lakabı başlarda her ne kadar tahkir edici bir tabir olarak görülse de, zamanla İmâmiyye Şiası tarafından saygın ve onur verici bir ıstılaha dönüştürülmüştür. O, şöyle yazmıştır: “Râfıza terimi aslında olumsuz bir lakap olarak kullanılmıştır. Ancak İmâmiyye nezdindeki en eski kullanımında, ‘şerri defeden kimseler’ şeklindeki onurlandırıcı bir anlama yorulmuştur.”[12]

 

O bu yorumun, Şia ile “İlk Râfizîler” arasındaki bir mukayeseye dayandığına inanmaktadır. Nitekim Firavunî suretteki bir şerri reddetmiş, bunun yerine Musa’ya katılmışlardır. “Râfıza” terimi, sonraki nesillerde muhtelif anlamsal değişikliklerin seyrine bağlı olarak İmâmiyye’nin tamamı için olumsuz bir lakaba dönüşmüş; Zeydiyye’ye göre Zeyd’i terk etmenin, Ehl-i Sünnet’e göre ise ilk iki halifeyi terk etmenin günahı olmak üzere iki önemli günahın hatırlatılmasında kullanılmıştır.[13]

 

O, daha sonra Israel Friedlander adlı bir araştırmacının “Râfıza” terimi hakkındaki tahkikini naklederek şu hususa işaret etmiştir: Friedlander’a göre açık bir şekilde “Râfıza” sözcüğü, Şiîlerin kendilerine hiçbir surette takmadıkları olumsuz bir lakaptır.[14] Ancak Kohlberg nihayetinde Friedlander’ın sözünü kat‘î kabul etmemiştir.[15] Çünkü “Râfıza” sözcüğünün, zamanla olumsuz anlamını yitirdiğine ve İmâmiyye tarafından müspet bir anlamda kullanıldığına inanmaktadır. Kohlberg, İmam Sâdık’tan bir rivayet naklederek şu hususu hatırlatmaktadır: Bu lakap, ilk kullanımında her ne kadar olumsuz ve Şia muhaliflerinin İmâmiyye’ye zıt olarak kullandıkları bir anlama sahip idiyse de, gerçekte, Allah’ın Ahd-i Atîk’te ve Yeni Ahit’te Şia’ya verdiği onur verici bir lakaptır. Mezkûr lakap, Allah’ın verdiği bir lakaptır ve O, Şia’yı “Râfıza” olarak adlandırmıştır. Kohlberg bu görüşü analiz ederken, pratikte bu yorumun tamamen doğal bir durum olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Zira Şiî önderler kendilerini bu lakaptan soyutlayamadıklarından, onu kendileri için bir imtiyaza dönüştürmüşlerdir.[16]

 

 

1 – 2  Kohlberg’in Görüşünün Eleştirisi

 

Kohlberg’in iddiası; “Râfıza” teriminin terminolojisi ve [bu terimin] yüklendiği anlamların belirlenmesi olmak üzere iki bölümden müteşekkil olup, bunların incelenip kritik edilmesi gerekmektedir.

 

Kohlberg’in görüşünü analiz ederken ilk olarak “Râfıza” tabirinin terminolojisine yönelmek gerekir. “Rafz”, sözlükte, “bırakmak ve terk etmek” anlamına gelir.[17] “Râfızî” ise kendi önderlerini terk edip onlardan vazgeçen kimselere denir.[18] Ayrıca “Râfıza” sözcüğü, kendi komutanını terk eden orduya da ıtlak edilmiştir.[19]

 

“Rafz” için ıstılahî olarak birkaç anlam zikredilmiştir: Bazıları bu ıstılahın Şia’nın içindeki bir gruba söylendiğini ifade etmiş,[20] ancak bunun hangi grup olduğunu belirleyememiştir. Bazıları da bu tabirin tam olarak [Şia’nın içindeki hangi topluluk için] kullanıldığını belirlemeye çalışmış ve Zeyd ibn Ali’yi terk eden bir Şiî topluluğuna “Râfıza” denildiğini iddia etmiştir.[21] İbn Teymiyye gibi kimseler de “Râfıza” olarak adlandırılmanın sebebine işaretle Şeyheyn’i (ilk iki halifeyi) terk etmeyi, bu ıstılahın ıtlakında bir ölçü kabul etmiştir.[22]

 

Ancak genel itibariyle, “Râfıza” sözcüğü, Ehl-i Sünnet’in İmâmiyye Şiası için seçtiği bir tabirdir. Ayrıca bu sözcüğün kökeni/tarihçesi daha çok Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer almıştır. Ehl-i Sünnet, bu sözcüğü Şia’ya, onun Hz. Ali’nin hilâfeti konusunda nassın varlığına inanmasından ve ilk üç halifeyi kabul etmemesinden dolayı ıtlak etmiştir.[23] Şu halde, “Râfıza” sözcüğünün niçin İmâmiyye Şiası için özel bir terime dönüştüğü ve Ehl-i Sünnet’in bu ıstılahı hangi ölçütü esas alarak Şia’ya has kıldığı sorusuna cevap verilmesi gerekir. Bu soruya cevap verebilmek için Ehl-i Sünnet’in bu sözcüğü ıtlak etmedeki kıstaslarının ne olduğuna bakmak gerekir. Ehl-i Sünnet metinleri mütâlaa edildiğinde, onların “Râfıza” sözcüğünün ıtlakında dört kıstası dikkate aldığı görülmektedir:

 

1 – 2 – 1  Emîru’l-Mü’minîn Ali’nin (a.s.) İmâmetinin Nassla Belirlenmiş Olduğuna İnanmak

 

Ehl-i Sünnet, bazen Şia’yı Hz. Ali’nin imâmetinin nassla tayin edilmiş olduğuna inanması sebebiyle “Râfızî” olarak adlandırmaktadır. Buna göre Şia, Hz. Ali’nin hilafetinin nass sebebiyle hak olduğuna, bu konu hakkında kesin bir nassın var olduğuna inanmaktadır. Ancak bazıları bu nassı gizlemiştir.[24] Hz. Ali’nin hilafeti konusunda açık ya da gizli nasslar mevcuttur.[25] Sübkî kendi eserinde “Râfızî” unvanını kullanarak şöyle yazmıştır: “Hz. Ali’nin hilafeti hakkındaki nassın gizlenmesi ve sahabenin ona [Hz. Ali’ye] zulmetmesi, Râfıza’nın iddiasının temelidir.”[26]

 

 

1 – 2 – 2  Halifelerin Hilâfetini İnkâr Etmek

 

Ehl-i Sünnet’ten bazıları, “Râfızî” sözcüğünün ıtlakında Ebûbekir’in hilâfetinin inkârını ölçüt kabul etmişlerdir.[27] Çünkü Şia Ebubekir ve Ömer’in hilâfetini inkâr etmektedir.[28] Onlar Râfızîlerin, Şeyheyn’in hilâfetini inkâr etmekle kalmayıp aynı zamanda bunlara düşmanlık ettiğine de inanmaktadır.[29] Hatta Ehl-i Sünnet’in bir kısmı tam olarak bu sebeple Râfızîleri kâfir bilmektedir.[30]

 

1 – 2 – 3  Sahabeye Hakaret ve Onları Tekfir Etmek

 

Ehl-i Sünnet, Râfıza’yı sahabeye ve mü’minlerin geneline hakaret eden kimseler olarak tanımlamakta; aynı zamanda Râfızîlerin, kendilerini sahabeden berî kıldıklarına inanmaktadır.[31] Elbette bu delili, Râfızîlerin fıskına[32] ya da küfrüne hükmetmek için yeterli görmektedirler.[33] Örneğin Semerkandî, Râfızîleri, Yahudiler ve Hıristiyanlarla mukayese etmek suretiyle kâfir ilân etmektedir.[34]

 

 

1 – 2 – 4 Ehlibeyt’e Muhabbet

 

 

Râfıza sözcüğünün ıtlakındaki ölçütlerden biri de Ehlibeyt’e (a.s.) muhabbet duymaktır. Bundan dolayı, İbn İdrîs Şâfiî gibi bazı Ehl-i Sünnet büyükleri dahi rafz ile itham edilmişlerdir. Şâfiî’ye nispet edilen ve içinde iftiharla, “Eğer Âl-i Muhammed’e muhabbet rafz ise, ins ve cin şahitlik etsin ki ben Râfızî’yim”  ibareleri geçen bir şiir de mevcuttur.[35]

 

Bu bağlamda İbn Hanbel’in oğlu da babasından Râfızîliğe dair net bir tarif nakletmiş, söz konusu tarif elden ele Ehl-i Sünnet kitaplarında dolaşmıştır. O şöyle yazmıştır: “Babama Râfızîlerin kim olduğunu sordum. O da: ‘Râfızî, Ebubekir ve Ömer’e hakaret eden kimsedir.’ dedi.” [36]

 

Genel itibariyle; Şia’nın Ehlibeyt’e muhabbet duyması, İmam Ali’nin (a.s) imâmetinin ispatında nassın var olduğuna inanması, halifeleri reddetmesi ve onlardan berî olduğunu ilân etmesi sebebiyle Râfızî olarak adlandırıldığı söylenebilir. Zira hilâfetin gaspını, vuku bulmaması gereken bir şer olarak görmekte ve bu eylemin fâillerini terk etmektedirler. Dolayısıyla Müslümanlar arasında Râfızî sözcüğünün ıtlakının lügavî ve tarihî bir kökeni söz konusudur. Oysa Kohlberg, “Râfıza”nın terminolojisinde tarihsel kaynaklardaki bilgileri her ne kadar göz önünde bulundurduysa da bu sözcüğün sözlük anlamını kesinlikle dikkate almamış, yalnızca terminolojik anlambilimi ve tarihsel arka planıyla ilgilenmiştir. Eğer o, [mezkûr ifadenin] sözlük anlamına yönelseydi, bu terimin tarihsel kökeni daha çok açıklığa kavuşmuş olacaktı. Zira “Râfıza” sözcüğü, daha çok sözlük anlamıyla kullanılmış olup, lügavî anlambilim esaslarına göre de analiz edilebilir bir yapıdadır. “Râfıza” - ister bir şerrin terk edilmesi ister bir önderin terk edilmesi olsun - sözlükte “terk etmek” anlamına gelir. Bu terim Şia hakkında kullanıldığında, Ehl-i Sünnet’in [Şia hakkındaki] bakış açısını yansıtmaktadır. Zira onlara göre, ümmet tarafından tayin edilen halifeler, Müslümanların önderi sayılmaktadır; Şiiler ise bu önderleri terk etmişlerdir. “Râfıza” lakabı bu sebeple Şia’ya ıtlak edilmiştir. Görüleceği üzere, terminolojik bağlamda ilk olarak lügavî, [ikinci olarak] ıstılahî kaynaklar[a başvurulması] ve bunun ardından tarihsel kaynaklardaki birtakım delillerin araştırılması, bir ıstılahın kat ettiği sürecin [ortaya konulmasında] en iyi yoldur. Ancak Kohlberg, tarihsel göstergebilime odaklanmış, [söz konusu terimi] edebî ve lügavî kapsamıyla ele almamıştır.

 

Kohlberg, iddiasını ispatlamak için bu ıstılahın olumlu anlamını takviye edip pekiştirirken, mezkûr konuda bir Şiî tarafından nakledilen bir rivayete işaret etmektedir: “Allah’a and olsun ki, sözümüze uyduğunuz ve bize yalan isnat etmediğiniz sürece [“Râfıza” ismi] Allah’ın sizi kendisiyle övdüğü en iyi isimdir.” İmam Sâdık (a.s.), bu sözü, bir adamın Râfızî olmaktan sakınmam gerektiğini söylediğini kendisine [yani İmam’a] haber verdiğim zaman buyurmuştur.” [37]

 

O, yukarıdaki rivayette şu hususa dikkat çekmektedir: İmam, Uyeyne’nin şikâyetine cevaben, bu ismi Allah’ın verdiğini söylemektedir. Kohlberg buradan, “Râfıza” ıstılahının, İmam Sâdık’a (a.s.) göre Şia için güzel bir isim/vasıf olduğu sonucuna ulaşmaktadır.[38] Oysa Kohlberg, rivayetin açıklamasına ve İmam’ın sözlerindeki anlama yeterince dikkat etmemiştir. Mezkûr rivayetin açıklamasında, bu sözün – Râfızîliğin – İmam Sâdık’a haber verildiği, onun da cevabında bu ismi methettiği bildirilmiştir. Dolayısıyla Uyeyne’nin kastettiği, insanların Şiî olmaktan sakındırılması gerektiği, İmam’ın kastettiği de Şiiliğin övülmesidir. Ayrıca “Râfıza” sözcüğü bu rivayette, bilinen anlamıyla değil; Şiîliğe işaret edilmesi cihetiyle kullanılmıştır. Bu sebeple mezkûr rivayetten, bu özel ıstılahın müspet anlam taşıdığı sonucu çıkarılamaz.

 

Aynı şekilde Kohlberg, İmam Sâdık’ın (a.s), kendine işaretle “Ben Râfızîlerdenim” şeklindeki rivayetine de yer vermiştir. Bir kimse İmam Sâdık’a (a.s.) gelerek, filan kimsenin kendisini bir isimle andığını haber vermiş, İmam da ona bu ismin ne olduğunu sormuştur. Mezkûr şahıs da İmam’a, kendisinin “Râfıza” olarak adlandırıldığını söylemiştir. Bunun üzerine İmam kendi sinesine işaretle, kendisinin de Râfızîlerden olduğunu buyurmuştur.[39] Kohlberg’in istinat ettiği bu rivayet, ilgili ıstılahın olumlu anlam taşıdığını ispatlayacak bir kaynak olamaz. Zira bu rivayetin içeriği, mezkûr ıstılahın Şia’nın incinme sebebi olduğu ve bundan dolayı olumsuz bir anlam taşıdığı yönündedir. Çünkü İmam, Şiîlerinin gönlünü almak ve bu hadiseyi müspet bir şekilde yorumlamak [iyiye yormak] için kendisini Râfızî olarak adlandırmıştır. Dolayısıyla söz konusu rivayet, ilgili ıstılahın mahiyetinin değiştiğini açıklamaz.

 

Bu sözü teyit etmek amacıyla bir başka rivayete daha işaret etmek mümkündür. Örneğin bir rivayette Ebû Basîr, İmam Sâdık’a (a.s.), Şia’ya ıtlak edilen ve uğruna Şia’nın kanının mübah sayılıp mallarının müsadere edildiği ve Şiîlerin incitildiği “Râfıza” ismini [suçlamasını] şikâyet etmektedir. Ebû Basîr, İmam’a şöyle arz etmiştir: “Canım sana feda olsun. Bizleri bir isimle anıp, bu isim sebebiyle kanımızı ve mallarımızı mübah görmekte ve bizlere eziyet etmeyi caiz bilmektedirler.”  Bunun üzerine İmam, “O söz nedir?” diye sordu. Ebû Basîr, “Râfızadır.” dedi. İmam ise “Firavun’un ordusundan yetmiş kişi onu terk edip Hz. Musa’ya katıldı… Musa’nın kavmi de onları “Râfıza” olarak adlandırdı. Ardından Musa’ya bu ismi Tevrat’a kaydetmesi vahyedildi.”  buyurdu.[40]

 

Bu rivayetteki ifadeler, mezkûr ıstılahın onur kırıcı boyutlarını ve Şia için olumsuz bir anlam taşıdığını gözler önüne sermektedir. Yine rivayetin içeriği incelendiğinde, İmam’ın bu ifadelerle, söz konusu ıstılahın mahiyetini değiştirmeyi değil, Şiîleri teskin etmek ve onlara olumlu bir bakış açısı kazandırmayı amaçladığı sonucuna ulaşılır.

 

Aynı konu bir başka rivayette bu kez Süleyman A‘maş kanalıyla İmâm Sâdık’tan nakledilmiştir. Süleyman, İmâm Sâdık’a şikâyette bulunmuş ve “İnsanlar beni “Râfıza” olarak adlandırıyor, Râfıza kimlerdir?”  diye sormuştur. Hazret de, “Allah’a and olsun ki onlar değil, bilakis Allah Tevrat ve İncil’de Hz. Musa ve Hz. İsa’nın diliyle sizleri [Râfızî olarak] adlandırmaktadır. Olay şöyle cereyan etmiştir: Firavun’un kavminden yetmiş kişi onu terk (rafz) etmiş ve Musa’nın dinine katılmışlardır. Allah da onları ‘Râfıza’ olarak adlandırmış ve Musa’ya bunu Tevrat’a kaydetmesini… vahyetmiştir. [Ehl-i Sünnet] pek çok fırkaya ayrılıp hayrı terk etti, sizler ise şerri terk (rafz) ettiniz ve Ehlibeyt’te sabit kalıp Peygamber’in yolunda ilerlediniz. Allah ve Resûlü’nün seçtiği şeyi seçtiniz. Sizler hayırları kabul edilen, günahları bağışlanan rahmet olunmuş kimselersiniz. Ey Süleyman! Acaba seni razı ettim mi?” diye sordu. Süleyman, “Daha çok söyle.” dedi. İmam, “Melekler günahlarınızın silinmesi için sizin adınıza istiğfar etmektedir. Yine Yüce Allah’ın, ‘Arş’ı yüklenenler ve onun çevresinde bulunanlar Rabblerini hamd ile tesbih ederler… ve iman edenler için mağfiret talebinde bulunurlar.’ âyetiyle kastettiği, bizim Şiîlerimizdir.” buyurdu.[41]

 

Yukarıdaki rivayet birçok noktaya işaret etmektedir: Birincisi; Süleyman, İmam’a bu terimin olumsuz anlamını şikâyet etmektedir. İkincisi; İmam, bu terimin sözlüksel/lügavî arka planını açıklayarak onun endişelerini gidermeye çalışmaktadır. Bu iddianın bir delili de İmam’ın, mezkûr terimin tarihçesini açıkladıktan sonra, Süleyman’ı razı edip etmediğini sormasıdır. Bu ifade İmam’ın amacının, mezkûr ıstılahın psikolojik yükünü hafifletmek olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda İmam’ın, âyetteki murâdın Şia olduğunu bildirdiği bu rivayetin açıklamasında, sözü geçen vasıflar ilk olarak ve bizzat Şia’nın vasfı olarak zikredilmiştir. İkinci ve arazî olarak ‘Râfızî’ ıstılahı yorumlanmış ve onda psikolojik müspet bir anlam meydana getirilmiştir.

 

İmam Sâdık’ın (a.s.), Râfıza terimini müspet anlamda yorumladığı bazı rivayetler – senetleri dikkate alınmadığı takdirde – her ne kadar Şiîler için bir özgüven oluşturup Râfıza sözcüğünün onlar üzerindeki psikolojik baskısını kırmaya bir vesile ise de, mesele, pratikte Şiîlerin kendileri hakkında Şiî unvanının yanı sıra Râfızî unvanını da kullanacakları bir dereceye varmamıştır. Aynı şekilde, Kohlberg’in, kendi iddiasının ispatında, Şiîlerin bu kelimeyi ilgi ve rağbetle karşılayıp, Şiî unvanıyla yan yana kullandıklarına dair muteber ve tarihsel hiçbir delil sunamadığını da vurgulamak gerekir.

 

Diğer bir deyişle, Ehlibeyt’ten zikredilen rivayetlere binaen; Râfıza sözcüğünün yüklendiği mânânın olumsuzdan olumluya evrilen bir anlamsal kapasiteye sahip olduğunu kabul etmek mümkündür. Ancak bu kapasitenin fiiliyyet kazanarak pratikte dönüştüğüne ve Şiîlerin, normal şartlarda bu unvanı müspet anlamda kullandıklarına dair hiçbir kanıt yoktur.

 

Dolayısıyla yukarıdaki analize göre Kohlberg’in görüşü tamamen eleştiriye açıktır. Zira Şia’nın bu ıstılaha olan bakışını inceleyerek, onun olumsuz anlamdaki kullanımı göz ardı edilemez ve anlamının değiştiği ileri sürülemez. Gerçekte Râfızî sözcüğü, Şia için daima olumsuz anlamda kullanılmıştır. Nakledildiği üzere Ebû Hanîfe, Âişe ve Hafsa’ya nispetle Fedek’i Hz. Zehrâ’nın hak edip etmediğini soran bir kimseye, “Ey ahâli, bunu benden uzaklaştırın, çünkü o, Râfızî ve habistir.” demiştir.[42]

 

Bir diğer örnekte de Ali ibn Yaktîn, Hârûn Reşîd’e şikâyet edilmiş,  bunun ardından ona, bir itham unvanıyla Râfızî denmiştir.[43] Dolayısıyla bu sözcüğün, Şia’yı itham etmek amacıyla Ehl-i Sünnet tarafından kullanıldığı gerçeği inkâr edilemez.

 

“Râfıza” teriminin olumsuz bir anlam taşıdığı konusunda başka örnekler de zikretmek mümkündür: Örneğin, İmam Sâdık’ın (a.s.) ashâbından Ammâr Dühnî, bir gün Kûfe kadısının yanında şahitlik etmek istemiş, ancak kadı ona, “Kalk, ey Ammâr! Seni tanıyoruz. Senin şahitliğin kabul edilmez; çünkü sen Râfızîsin.” demiştir.[44] Yine Zehebî, Mîzânü’l-İ‘tidâl’de Abdülgaffâr ibn el-Kâsım Ebî Meryem el-Ensârî’nin Râfızî olduğunu ve sika (güvenilir) kabul edilemeyeceğini söylemiştir.[45] Yani Ehl-i Sünnet’in nezdinde Râfızî olmak, şahitliğin kabul edilmemesi ve bir râvînin güvenilirliğinin reddedilmesi demek olup, hakaretle eşdeğerdir.

 

Bu ıstılahın [Şia’ya] ıtlakı, Şiîlerin incinme sebebiydi. Yûnus ibn Ammâr, ismini ifşa eden ve kendisiyle her yüz yüze geldiğinde, “Bu Râfızî’dir, malları Ca‘fer ibn Muhammed’e götürmektedir” diyen bir komşusunu İmam Sâdık’a (a.s.) şikâyet etmiş, Hazret de Yûnus’a cevaben, “Gece namazlarında ona beddua et.” buyurmuştur.[46]

 

 

2 -  “Râfıza” Istılahının Tarihsel Arka Planı

 

 

Kohlberg, yaptığı detaylı araştırmada, bu ıstılahın oluşumundaki muhtelif köklere işaret etmiştir ki, bunların bir kısmı İslâm tarihine, bir kısmı ise İslâm tarihini de aşarak diğer dönemlere ve dinlere uzanmaktadır. O, tarihsel sıraya göre [kronolojik olarak], bu terimin Hz. İdris ve Hz. Musa zamanındaki kullanımlarını incelemiştir. Kohlberg, bu terimi şu iki durumda Yahudilere döndürür: Birinci durumda; Mısırlılara ya da Firavun’dan ayrılan Benî İsraillilere “Râfıza” denmiştir. İkinci durumda ise; Hz. Musa’nın kardeşi Hârûn’un buzağıya tapan yârenlerine “Râfıza” denmiştir. O, daha sonra İslâm tarihine işaret etmekte ve “Râfıza” teriminin kökenini, Zeyd’i terk edenlere döndürmektedir. Yine, işaret ettiği bir nakle göre; Muğîre ibn Saîd (h. 119), “Râfıza” sözcüğünü, İmâm Sâdık’ı (a.s.) terk eden takipçilerine nispet etmiştir. O, makalesinin devamında Râfızîlerin ikamet ettiği mıntıkalara, Râfızî gruplara ve onların inançlarına değinmiştir.[47]

 

 

2 – 1  Kohlberg’in Görüşü

 

Kohlberg, “Râfıza” teriminin kökeninin ihtilaf konusu olduğuna inanır. Nitekim onun tarihsel arka planı hususunda farklı ihtimalleri göz önünde bulundurur. Elbette o, iki makalesinde herhangi bir tarihsel sıra gözetmeksizin düzensiz bir şekilde bu hususa işaret etmektedir. Kohlberg’in her iki makaledeki tarihsel arka plan sınıflandırmasının şu şekilde olması mümkündür:

 

[1] O, İmâmiyye Şiası’nın belgelerine/senetlerine dayanarak, “Râfıza” sözcüğünün anlamının ve belki de ilk kez [kullanımının] daha kadim zamanlara, İdris Peygamber’e uzandığına inanmaktadır.”[48]

 

[2] Ayrıca bu sözcüğün ilk kökeni/kullanımı Hz. Musa dönemine dayanmaktadır.[49] Çünkü “Râfıza” sözcüğü, Kitâb-i Mukaddes’te zikredilmiş olup Yahudiler arasında bilinmekteydi.[50] Kohlberg bu konuyu Şiî rivayetlerden birine dayandırmıştır. İmâm Bâkır (a.s) bu rivayette şöyle buyurmaktadır: “Firavun’un kavminden yetmiş kişi onu terk etmiş ( :رفضواrafadû) ve Musa’ya katılmıştır.”[51]

 

Kohlberg ayrıca, bir nakle göre ilk Râfızîlerin, hakikati bulduklarında Firavun’u büyük bir cesaretle terk eden Mısırlılar olduklarını, ancak başka bir rivayete göre de bu kişilerin Mısırlı değil, bilakis Firavun’un dinine yönelmiş İsrailliler olduklarını da eklemektedir.[52] Aynı zamanda o, bazı nakillere göre rafz sözünün Süleyman ibn Cerîr ve diğerleri tarafından yayıldığına işaret etmektedir. Râfızîlere muhalif olanlar, rafzın kökeninin Yahudilikte olduğunu iddia etmektedirler.[53]

 

Kohlberg, ardından mezkûr bahsin İslâm tarihindeki geçmişini açıklamaya devam etmektedir. O, İmâmiyye’nin ilk firak yazarlarından; bu adın ilk defa Muğîre ibn Saîd (h. 119/737) tarafından İmam Ca‘fer-i Sâdık’a (a.s.) ıtlak edildiği bilgisini nakletmektedir.[54] Ardından, her iki makalede de bu sözcüğün tarihçesinin Zeyd ibn Ali’nin kıyamına uzandığı iddiasını ortaya atmaktadır. O, daha fazla ayrıntıya girmek suretiyle, bu sözcüğü Zeyd ibn Ali’nin, - ilk kaynaklarda da zikredildiği üzere, -  h. 122/740’ta Emevîlere karşı gerçekleştirdiği başarısız kıyamla ilişkilendirmektedir.[55] Kohlberg bu bağlamda şöyle yazmıştır: “Zâhir itibariyle, Râfıza ıstılahı Zeyd ibn Ali’nin Emevîlere karşı gerçekleştirdiği başarısız kıyama dönmektedir… Bu kıyam Şiî saflarında ciddî bir yarılmaya sebep olmuş, Zeyd’in davetine icabet edenler (İlk Zeydîler) ile silahlı kıyamın işlevselliğine inanmayanlar (İlk İmâmîler) arasında ayrılığa yol açmıştır. İkinci grubu, düşmanları rafz ile ve Zeyd’i reddetmekle suçladılar. Onların [ikinci grubun], Zeyd’i terk etmeden (rafz) ve [Zeyd, kıyamında] başarısız olmadan önce, ondan, kendisini Ebû Bekir ve Ömer’den açıkça ayırmasını ve bu ikisinin mücrim birer gâsıp olduğunu ilân etmesini istedikleri söylenir.”[56]

 

Ancak makalenin sonunda bizzat kendisi bu tarihçeyi eleştirir: “Eğer bu [tarihçenin] muhtemel olduğu ve bu unvanın da Zeyd’in kıyamıyla meydana geldiği düşünülürse, İmâm Bâkır’ın bu unvanı bilmemesi/ondan haberdar olmaması (ki mezkûr kıyamdan beş ya da sekiz yıl önce vefat etmiştir) ve “Râfıza” hakkında ona nispet edilen sözlerin daha ileriki dönemlere ait olması gerekirdi. Tam da bu sebeple, amcası Zeyd’den yirmi beş yıl sonra vefat eden Ca‘fer-i Sâdık’ın (a.s.), bu ıstılaha daha önceden âşinâ olduğu gayet açıktır.”[57]

 

 

2 – 2 Kohlberg’in Görüşünün Eleştirisi

 

 

Kohlberg, bu ıstılahın kökenini araştırmak için temel tarihî kaynaklara yönelmiştir. Ancak bu kaynaklardan faydalanmasına rağmen elde ettiği sonuç eleştirilebilir niteliktedir. O bu sözcüğün tarihsel arka planı hakkında birtakım ihtimallerden bahsetmişse de ilk olarak, kendi tarihsel arka planını belli bir tarihsel sıraya göre düzenlememiştir; zira onun nakillerinde bir insicama rastlanmamaktadır. İkinci olarak, net bir sonuca da ulaşamamıştır. Kohlberg’in tarihsel arka planını eleştirirken, onun “Râfıza’nın sözlük anlamı ile terim anlamını birbiriyle karıştırdığı ve sunduğu tarihsel arka planın da bu karışıklığın eseri olduğu unutulmamalıdır. Kohlberg “Râfıza” sözcüğünün sözlük anlamına değinmeyip, onu yalnızca ıstılahî olarak incelediğinden, ortaya koyduğu tarihsel arka planda da bir karışıklık söz konusu olmuştur.

 

O, [sunmuş olduğu kendi] tarihsel arka planda, İdris Peygamber ile Hz. Musa’nın dönemleri arasında bir bağlantı kurmuştur. Oysa belirtilen dönemlerde “Râfıza” sözcüğü, kendi sözlük anlamıyla kullanılırken, İslâm sonrası dönemdeki ıstılahî kullanımında Şiîler ya da onların içindeki bir grup için kullanılmıştır. Nitekim Şiî kitaplarda da zikredildiği üzere, Râfızî olarak adlandırılan ilk grup, İdris Peygamber’in zamanına rastlamaktadır. Buna göre o dönemin hükümdarı, kâfir olmayan kimseler için “Râfızî” ıstılahını kullanmaktaydı.[58] Ancak bu nakilde “Râfıza” sözcüğü, kendi sözlük anlamıyla, yani “dini, önderi ve hükümdarı terk eden” mânâsında kullanılmıştır. Yine, bu sözcük ilk kez, Firavun’un sihirbazlarının Hz. Musa’ya iman ettikleri sırada Râfızî olarak adlandırılmalarıyla kullanılmıştır.[59] Burada da “Râfıza”nın sözlük anlamı kullanılmıştır.

 

Hâlbuki Râfıza’nın ıstılahî kullanımının başka bir tarihsel arka planla ele alınması ve bu kelimenin hangi dönemde özel ıstılahî anlamıyla kullanıldığının açıklanması gerekir. Kohlberg’in de aktardığı bir görüşe göre, bu ıstılah, hicrî 121 ya da 122’de Zeyd’in kıyamıyla birlikte oluşmuş, bazılarının Râfıza olarak adlandırılmalarının nedeni de Zeyd’i terk etme konusunda mezheplerinde aşırılıkçı bir tutum izlemeleri olmuştur.[60] Şehristânî’ye göre, Zeyd’i terk edenlerin “Râfıza” olarak adlandırılmalarının sebebi; Zeyd’in, daha üstün olanın (efdâlin) varlığına rağmen, kendisine üstün olunanın (mefdûlün) imâmetinin câiz olduğu yönündeki görüşünü kabul etmemeleridir. Onlar Zeyd’in Şeyheyn’den teberrî etmediğini duymuş ve bu ihtilâf üzere onu terk etmişlerdir.[61] Bağdâdî de el-Farku Beyne’l-Firak’ta, Zeyd ibn Ali’nin biatından çıkan muhalifleri “Râfıza” olarak adlandırmıştır.[62]

 

Bu görüşün karşısında yer alan Eş‘arî de, ilk iki halifenin hilâfetini reddedip, Hz. Ali’nin (a.s) hilâfeti hakkında nassın var olduğuna inanmayı rafz olarak nitelendirmiştir.[63] Bu görüşe göre mezkûr ıstılahın, Ebûbekir’in hilâfeti dönemindeki kullanımını incelemek gerekir. Zira ümmet tarafından tayin edilen bir halifeyi terk etmek (rafz), o dönemde vuku bulmuştur. Nitekim Bağdâdî de el-Farku Beyne’l-Firak’ta rafz kelimesinin kökenini Hz. Ali’nin (a.s) döneminde aramakta ve bazılarının, bu dönemde Hz. Ali’nin (a.s.) uluhiyyet makamının olduğuna inandığını iddia etmektedir.

 

O, İmâmiyye’de toplamda on beş fırkanın olduğunu, ancak Râfıza’nın yirmi fırkayı kapsadığını söylemiştir. Çünkü, “Râfızî”nin Şia’nın tüm fırkaları ile gâliler [aşırı gidenler] arasında kapsamlı bir unvan olduğuna inanmaktadır.[64] Dolayısıyla doğru görüşün, Şia’nın [tamamının] “Râfıza” olarak adlandırılması olduğu anlaşılmaktadır.[65]

 

Âyetullah Sübhânî Milel ve Nihel’de, bu sözcüğün Zeyd ibn Ali’nin doğumundan önce de var olduğu ve zamanının hükümetini kabul etmeyen her gruba ıtlak edildiği sonucuna dikkat çekmektedir. “Râfıza” ıstılahı, özellikle Zeyd ibn Ali’den ve onun kıyamından altı yıl önce vefat eden İmam Bâkır’ın dilinde de câri olmuştur.[66] Zira bir rivayete göre Câbir ibn Yezîd el-Cu‘fî, Benî Ümeyye hükümetinden, onların Şiilere olan zulmünden, Şiîleri öldürmesinden ve İmam Ali’ye (a.s.) minberlerde, sokaklarda ve pazarlarda lanet etmelerinden şikâyet etmiş ve şunları söylemiştir: “Onlar, bunun aksine hareket ettiğimizde bizleri ‘Râfızî’ ve ‘Ebû Turâbî’ olarak adlandırıyorlardı.”

 

Bu rivayet, “Râfıza” ıstılahının Zeyd’in kıyamından önce de özellikle Şia hakkında kullanıldığına ve bunun tamamen normal bir durum olarak görüldüğüne işaret etmektedir.

 

Tarihsel olaylar incelendiğinde, bu siyasî ıstılahın, Zeyd’in kıyamından önce de hükümete muhalif olan herkes için kullanıldığı görülecektir. Bu hükümetin hak ya da bâtıl olduğu konusunda bir fark da gözetilmemiştir. Örneğin Muaviye, İmam Ali’nin (a.s.) hükümetine tâbi olmayan Osman taraftarlarına da “Râfızî” lakabını takmış ve Amr ibn Âs’a yazdığı bir mektupta Mervân ibn Hakem’in beraberindekileri de “Râfızî” olarak adlandırmıştır.[67]

 

Dolayısıyla bu sözcük, sözlük anlamı dikkate alındığında, Şia’nın özelliklerinden biri değildir; bilakis herhangi bir hükümetten yüz çeviren herkes için kullanılmış genel bir sözcüktür. Şia, Peygamber’den (s.a.a.) sonraki hükümetlere itaat etmediği için “Râfıza” olarak adlandırılmıştır. Bu lakap zamanla İmâmiyye Şiası hakkında kullanılmaya başlanmış ve onlar için bir ıstılah halini almıştır.

 

Sonuç

 

Kohlberg, iki makalede “Râfıza” sözcüğünün, terminolojisini ele almış; yüklenmiş olduğu olumlu ya da olumsuz anlamları belirlemeye çalışmıştır. Tarihsel arka planda, kadim kaynaklardan, bu ıstılahın hangi durumlarda kullanıldığını araştırmıştır. O, “Râfıza” ıstılahının bazen İmâmiyye’nin tamamı bazen de İlk İmâmîler için kullanıldığına inanmaktadır. Bu ıstılah başlangıçta her ne kadar aşağılayıcı bir lakap sayılsa da, zamanla olumsuz anlamını yitirmiş ve İmâmiyye Şiası tarafından şeref verici bir vasfa dönüştürülmüştür.

 

Onun görüşünün eleştirisinde şunları söylemek mümkündür: Kaynaklar dikkatli bir şekilde incelendiğinde, “Râfıza” sözcüğünün, Ehl-i Sünnet’in İmâmiyye Şiası için seçtiği bir lakap olduğu ve kökeninin de Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer aldığı sonucuna ulaşılacaktır. Ehl-i Sünnet; Emîru’l-Mü’minîn Ali’nin (a.s.) imâmetinin nassla belirlendiğine inanmasından, halifelerin hilâfetlerini reddetmesinden, bazı sahabîlere hakaret ve onları tekfir etmesinden ve Ehlibeyt’e muhabbet duymasından dolayı Şia’ya “Râfıza” lakabını takmıştır.

 

İçeriksel analizde de; Kohlberg’in hatasının, bu ıstılahın sözlük anlamını göz ardı etmesi olduğu söylenebilir. Çünkü “rafz”, sözlükte, terk etmek anlamında olup Şia’ya, halifeleri terk etmesi sebebiyle nispet edilmektedir. Yine rivayetler incelendiği takdirde, Kohlberg’in iddiasının aksine, rivayetlerdeki ifadelerin Râfıza’nın yüklendiği anlamın aşağılayıcı bir lakaptan müspet ve onur verici bir lakaba dönüştüğü anlamına gelmediği görülecektir. Bilakis Şiîler, bu ıstılahın, kendilerini aşağılayıcı bir unvan olarak kullanılmasından rahatsızlık duymakta ve bunu İmamlara şikâyet etmektedirler.

 

Kohlberg bu ıstılahın tarihsel arka planındaki muhtelif ihtimalleri gündeme getirmiş ve [söz konusu ıstılahın] tarihinin İdris Peygamber’in dönemiyle başladığını ileri sürmüştür. Hz. Musa’nın dönemini de geçtikten sonra bu ıstılahın İslâm tarihindeki izini, Zeyd’in kıyamında ve sonrasında da İmam Sâdık’ın (a.s.) takipçilerinde sürmüş ve nihayetinde belli bir görüşü benimsememiştir. Kohlberg’in sunduğu tarihsel arka planın temel problemi, onun “Râfıza” sözcüğünün sözlük ve terim anlamını birbiriyle karıştırmış olmasıdır. Çünkü bu ıstılahtan tarih boyunca kendi sözlük anlamında yararlanılmış, ıstılâhî olarak ise İslâm’dan sonra Şiîler ya da Şia’dan bir grup için kullanılmıştır.

 

 

 

 

Medya Şafak

 

 

 

Kaynakça

 

  1. İbn Teymiyye, Ahmed ibn Abdilhalîm; el-Fetâva’l-Kübrâ, Hüseyin Muhammed Mahlûf tahkiki, Beyrut: Dâru’n-Neşr, ty.
  2. İbn Hanbel, Abdullah ibn Ahmed; Mesâilu Ahmed ibn Hanbel Rivâyetu İbnihi Abdillah, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1401).
  3. İbn Âbidîn, Muhammed Emîn; Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr Alâ Dürri’l-Muhtâr, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1421).
  4. İbn Fâris, Ahmed; Mucemu Mekâyîsi’l-Luğa, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1420).
  5. İbn Manzûr, Muhammed ibn Mükerrem, Lisânu’l-Arab, Kum: Edebu’l-Havza, (h. 1405).
  6. İbn Nüceym, Zeynüddîn ibn İbrahim; el-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, Beyrut: Dâru’n-Neşr, ty.
  7. Ebû Hâtim Râzî, Ahmed ibn Hamdân; ez-Zînetü fi’l-Kelimâti’l-İslâmiyyeti’l-Arabiyye, Kâhire: yy., 1957.
  8. Eş‘arî Kumî, Sa‘d ibn Abdillah; el-Makâlatu ve’l-Firak, Muhammed Cevâd Meşkûr tashihi, Tahran: Müessese-i Matbûâtî-i Atâî, 1963.
  9. Îmân, Muhammed Takî ve Mahmûdrızâ Noşâdî, “Tahlîl-i Muhtevâ-i Keyfî”, Pejûheş, 1390, 3. Yıl, 2. Sayı, s. 15-44.
  10. Alvîrî, Muhsin; “Nakd-i Nazariyeî der Peydâyeş-i Şîa-i İsnâ Aşerî”, Faslnâme-i Pejûheşi-i Dâneşgâh-i İmâm Sâdık (a.s.), 1374, 2. Sayı, s. 51-86.
  11. Büceyremî, Süleyman; Hâşiyatü’l-Büceyremî Alâ Şerhi Minheci’t-Tullâb, Beyrut: Dâru’n-Neşr, ty.
  12. Berkî, Ahmed ibn Muhammed; el-Mehâsin, Muhammed Sâdık Bahrululûm tahkiki, Necef: yy., 1964.
  13. Bağdâdî, Abdülkâhir ibn Tâhir; el-Farku Beyne’l-Firak ve Beyânu’l-Fırkati’n-Nâciye, Beyrut: Dâru’n-Neşr, 1977.
  14. Sa‘lebî, Ahmed ibn Muhammed; Kısasu’l-Enbiyâ, Beyrut: yy., ty.
  15. Zehebî, Şemsüddîn; Mîzânu’l-İ‘tidâl fî-Nakdi’r-Ricâl, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rifeti li’t-Tıbâ‘ati ve’n-Neşr, (h. 1382).
  16. Râzî, Abdurrahman; el-Cerhu ve’t-Ta‘dîl, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1271).
  17. Rahmetî, Muhammed Kâzım; “Şeyh Sadûk ve Nazariye-i Tahrîf-i Kur’ân”, Kitâb-i Mâh-i Dîn, 1380, s. 45-46 ve s. 34-61.
  18. Sübhânî, Cafer; el-Milel ve’n-Nihel, Kum: Merkez-i Müdîriyyet-i Havza-i İlmiye, 1366.
  19. Sübkî, Ali ibn Abdilkâfî, Fetâva’s-Sübkî, Beyrut: Dâru’n-Neşr, ty.
  20. Semerkandî, Nasr ibn Muhammed; Tefsîrü’s-Semerkandi’l-Müsemmâ Bi-Bahri’l-Ulûm, Mahmûd Matarcî tahkiki, Beyrut: Dâru’n-Neşr, ty.
  21. Şehristânî, Muhammed ibn Abdilkerîm, el-Milel ve’n-Nihel, 3. Baskı, Kum: Şerîf er-Razî, 1364.
  22. Saffâr, Muhammed ibn Hasan; Basâiru’d-Derecât fî-Fadâil-i Âl-i Muhammed, 2. Baskı, Kum: Kitâbhâne-i Âyetullah Mer‘aşî Necefî, (h. 1404).
  23. Tabersî, Ebû Mansûr; el-İhticâc, Meşhed: Murtazâ, (h. 1403).
  24. Alevî, Muhammed ibn Ali ibn Hüseyin; el-Menâkıb, Hüseyin Mûsevî Borûcerdî tashihi, Kum: Delîl-i Mâ.
  25. Ferâhîdî, Halîl ibn Ahmed; el-Ayn, Mehdî Mahzûmî ve İbrahim Sâmerâî tahkiki, Kum: Dâru’l-Hicre, (h. 1405).
  26. Kelîbûlî, Abdurrahman ibn Muhammed; Mecma‘u’l-Enhur fî-Şerhi Multeka’l-Ebhur, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1419).
  27. Kuleynî, Muhammed ibn Ya‘kûb; el-Kâfî, Ali Ekber Gaffârî tahkiki, Tahran: yy., 1375.
  28. Kûfî, Furât; Tefsîr, Necef: yy., (h. 1354).
  29. Kohlberg, Etan; “Nohostîn Kârbordhâ-i Istılâh-i İsnâ Aşeriyye”, Muhammed Kâzım Rahmetî tercümesi, Kitâb-i Mâh-i Dîn, 47.-48. Sayılar, s. 64-75.
  30. Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, (h. 1404).
  31. Murtazâ Zübeydî, Muhammed ibn Muhammed; Tâcü’l-Arûs Min Cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut: Dâru’l-Fikr, (h. 1414).
  32. Mes‘ûdî, Ebu’l-Hasan; İsbâtu’l-Vasiyyeti li’l-İmâmi Ali ibn Ebî Tâlib, Muhammed Cevâd Necefî tercümesi, Tahran: İslâmiyye, 1362.
  33. Müfîd, Muhammed ibn Muhammed ibn Nu‘mân; el-İhtisâs, Necef: yy., 1971.
  34. _________________________________________; el-İrşâd fî-Ma‘rifeti Hüceci’l-lâh Ala’l-İbâd, Kum: Kongre-i Beynelmileli-i Şeyh Müfîd, (h. 1413).
  35. Mukaddesî, Muhammed ibn Müflih; el-Furû‘ ve Tashîhu’l-Furû‘, Ebu’z-Zehrâ Hâzımi’l-Kâdî tahkiki, Beyrut: Dâru’n-Neşr, (h. 1418).
  36. Muntezirîmukaddem, Hâmid; “Bâzhânî ve Nakd-i Dîdgâhhâ-i Kohlberg ve Müderrisî Tabâtabâî Derbâre-i Peydâyeş-i Teşeyyü‘-i İsnâ Aşerî”, Târîh-i İslâm der Âyine-i Pejûheş, 1399, 48. Sayı, s. 103-124.
  37. Minkarî, Nasr ibn Muzâhim; Vaka‘atu Sıffîn, Hârûn Abdusselâm Muhammed, 2. Baskı, Kum: Kitâbhâne-i Âyetullah Mer‘aşî Necefî, (h. 1404).
  38. Nâşî el-Ekber; el-Evsatu fi’l-Makâlât, Kum: Merkez-i Mütâlaât-i Edyân ve Mezâhib, 1386.
  39. Nesâî, Ahmed ibn Şuayb; Hasâisu Emîri’l-Mü’minîn Ali ibn Ebî Tâlib, Tahran: Dâru’s-Sekaleyn, (h. 1377).
  40. Nevbahtî, Hasan ibn Mûsâ; Firaku’ş-Şî‘a, Beyrut: Dâru’l-Advâ, (h. 1404).
  41. Israel Friedlander; “The Heterodoxies of the Shiites" in the Presentation of Ibn Ḥazm, JAOS, N. 29, p. 137-159, 1908.
  42. Kohlberg, Etan; "The Term “Rāfiḍa”, in Imāmī Shīa Usage", in the Journal of the American Oriental Society, N. 99 (4), p. 677-679, 1979.
  43. _____________________________________________; "Al-Rāfiḍa" in The Encyclopedia of Islam, vol. VIII, p. 386-389, Leiden, Brill, 1998.


[1] Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi, İslâm Tarihi doktoru, delaviz59@yahoo.com

 

[2] Kum Hüdâ Üniversitesi Şiilik Araştırmaları bölümü doçenti, masomehesmaeeli@yahoo.com

[3] https://huji.ac.il/dataj/controller/ihoker/MOP-STAFF_LINK?sno=247311  

[4] “İmâmiyye’nin Kur’ân Hakkındaki Bakışı Üzerine Notlar” adlı makalenin, Muhammed Kâzım Rahmetî tarafından “Şeyh Sadûk ve Kur’ân’ın Tahrifi Nazariyesi” başlığıyla çevrilip, Kitâb-i Mâh-i Dîn (45-46. Sayılar, 1380) adlı dergide yayımlanmasının yanı sıra, “İsnâ Aşeriyye Teriminin İlk Kullanımları” adlı makale de yine Muhammed Kâzım Rahmetî tarafından çevrilmiş ve Kitâb-ı Mâh-i Dîn dergisinde yayımlanmıştır (47-48. Sayılar, 1380).

[5] Tıpkı “İmâmiyye’den İsnâ Aşeriyye’ye” makalesinde olduğu gibi; Târîh der Gozergâh-i Nakd, Yaz.: Tarihçiler Derneği, Kum, 1388, s. 145-204. Ayrıca Muhsin Alvîrî’nin “On İki İmâm Şiîliğinin Oluşumuna Dair Teorik Bir Eleştiri”si ve Hâmid Muntezirîmukaddem’in “Kohlberg ve Müderrisî Tabâtabâî’nin On İki İmam Şiîliği’nin Kökeni Hakkındaki Görüşlerini Yeniden Okumak ve Eleştirmek” adlı eseri de bunlar arasındadır.

[6] Muhammedtakî Îmân ve Mahmûd Rızâ Noşâdî, Tahlîl-i Muhtevâ-i Keyfî, s. 15-44.

[7]  Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p. 677.

[8] Furât Kûfî, Tefsîr, s. 139; Muhammed Bâkır Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 15, s. 127.

[9] Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p. 677.

[10] Kohlberg, Al-Rāfida in The Encyclopedia of Islam, p. 386.

Sa‘d ibn Abdillah Eş‘arî Kumî’den nakille; el-Makâlâtu ve’l-Firak, c. 1, s. 166; Muhammed ibn Müflih Mukaddesî, el-Furû ve Tashîhu’l-Furû , s. 38

[11] Kolberg, Al-Rāfida, in The Encyclopedia of Islam, p. 386.

[12] Ibid

[13] Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p. 677.

[14] Israel Friedlander, The Heterodoxies of the Shiites in the Presentation of Ibn azm, p. 137-159.

[15] Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p.  677.

[16] Ibid

[17] Abdurrahman Râzî, el-Cerhu ve’t-Tadîl, c. 3, s. 46.

[18] Murtazâ Zübeydî, Tâcü’l-Arûs Min Cevâhiri’l-Kâmûs, c. 10, s. 62.

[19] Halîl ibn Ahmed Ferâhîdî, el-Ayn, c. 7, s. 29; Muhammed ibn Mükerrem ibn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. 7, s. 156.

[20] Murtazâ Zübeydî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, c. 10, s. 62.

[21] Muhammed ibn Mükerrem ibn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. 7, s. 157; Ahmed ibn Fâris, Mu‘cemu Mekâyîsi’l-Luğa, c. 2, s. 422; Nâşî el-Ekber, el-Evsatu fi’l-Makâlât, c. 1, s. 87.

[22] İbn Teymiyye, Ahmed ibn Abdilhalîm, el-Fetâva’l-Kübrâ, c. 5, s. 48.

[23] Sa‘d İbn Abdillah Eş‘arî Kumî, el-Makâlâtu ve’l-Firak, c. 1, s. 16.

[24] İbn Teymiyye, Ahmed ibn Abdilhalîm, el-Fetâva’l-Kübrâ, c. 3, s. 356.

[25] a.g.e., c. 5, s. 48.

[26] Ali ibn Abdilkâfî Sübkî, Fetâva’s-Sübkî, c. 2, s. 567.

[27] a.g.e., s. 566.

[28] Süleyman Büceyremî, Hâşiyetü’l-Büceyremî Alâ Şerhi Minheci’t-Tullâb, c. 2, s. 3.

[29] İbn Teymiyye Ahmed ibn Abdilhalîm, el-Fetâva’l-Kübrâ, c. 5, s. 48.

[30] Abdurrahman Kelîbûlî, Mecma‘u’l-Enhur fî-Şerhi’l-Multeka’l-Ebhur, c. 1, s. 163.

[31] İbn Teymiyye Ahmed ibn Abdilhalîm, el-Fetâva’l-Kübrâ, c. 28, s. 493.

[32] Muhammed ibn Müflih Mukaddesî, el-Furû‘ ve Tashîhu’l-Furû‘, c. 10, s. 168.

[33] a.g.e., Zeynüddîn ibn Nüceym, el-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, c. 5, s. 136; Muhammed Emîn ibn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr Alâ Dürri’l-Muhtâr, c. 7, s .162.

[34] Nasr ibn Muhammed Semerkandî, Tefsîrü’s-Semerkandi’l-Müsemmâ Bi-Bahri’l-Ulûm, c. 2, s. 53.

[35] Murtazâ Zübeydî, Tâcü’l-Arûs Min Cevâhiri’l-Kâmûs, c. 18, s. 354.

[36] Abdullah ibn Ahmed ibn Hanbel, Rivâyetü İbnihi Abdillah, c. 1, s. 99.

[37] Ahmed ibn Muhammed Berkî, el-Mehâsin, c. 1, s. 157.

[38] Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p. 677.

[39] Ahmed ibn Muhammed Berkî, el-Mehâsin, c. 1, s. 157.

[40] a.g.e.

[41] Furât Kûfî, et-Tefsîr, s. 139.

[42] Ebû Mansûr Tabersî, el-İhticâc, c. 2, s. 382; Muhammed Bâkır Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 31, s. 94.

[43] Muhammed ibn Muhammed ibn Nu‘mân Müfîd, el-İrşâd, c. 2, s. 228.

[44] et-Tefsîru’l-Mensûbu İla’l-İmâmi’l-Hasani’l-Askerî (a.s), s. 310.

[45] Şemsüddîn Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl fî-Nakdi’r-Ricâl, c. 2, s. 640.

[46] Muhammed ibn Hasan Saffâr, Basâiru’d-Derecât, c. 1, s. 334.

[47] Kohlberg, "The Term Rāfiḍa” in Imāmī Shīa Usage, p.  677; Kohlberg, Al-Rāfia, in The Encyclopedia of Islam, p. 386.

[48] Ibid

[49] Ibid

[50] Ahmed ibn Muhammed Sa‘lebî, Kısasu’l-Enbiyâ, s. 165.

[51] Ahmed ibn Muhammed Berkî, el-Mehâsin, s. 119; Muhammed Bâkır Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 15, s. 127.

[52] Muhammed ibn Ya‘kûb Kuleynî, el-Kâfî, c. 8, s. 34; Muhammed Bâkır Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 15, s. 115; Muhammed ibn Muhammed ibn Nu‘mân Müfîd, el-İhtisâs, s. 101

[53] Kohlberg, Al-Rāfia, in The Encyclopedia of Islam, p. 386 Hasan ibn Musa Nevbahtî’den naklen, Firaku’ş-Şîa, s. 55-57

[54] Nâşî el-Ekber, el-Evsatu fi’l-Makâlât, s. 46; Ahmed ibn Hamdân Ebû Hâtim Râzî, ez-Zînetü fi’l-Kelimâti’l-İslâmiyyeti’l-Arabiyye, c. 1, s. 502.

[55] Kohlberg, The Term “Rāfia” in Imāmī Shīa Usage, p. 677.

[56] Ibid.

[57] Ibid.

[58] Ebu’l-Hasan Mes‘ûdî, İsbâtu’l-Vasiyyeti li’l-İmâmi Ali ibn Ebî Tâlib, s. 27

[59] “İmam Sâdık (a.s) bana şöyle haber verdi: “Râfızî olarak adlandırılan ilk kimseler, Musa’nın asâsıyla gerçekleştirdiği mucizeye şahit olan, ona iman edip tâbi olan, Firavun’u terk eden (rafz) ve kendilerine indirilen tüm şeylere teslim olan sihirbazlardır. Firavun, kendi dinini terk etmeleri sebebiyle onları “Râfıza” olarak adlandırmıştır. O halde ‘Râfızî’, Allah’ın hoşlanmadığı her şeyi terk eden (rafz) ve emrettiklerini de yapan kimsedir.” (Ahmed ibn Muhammed Berkî, el-Mehâsin, c. 1, s. 157; Muhammed Bâkır Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 65, s. 157).

[60] Abdurrahman Râzî, el-Cerhu ve’t-Ta‘dîl, c. 3, s. 46; Sa‘d ibn Abdillah Eş‘arî Kumî, el-Makâlâtu ve’l-Firak, c. 1, s. 16

[61] Muhammed ibn Abdilkerîm Şehristânî, Milel ve Nihel, c. 1, s. 155.

[62] Abdülkâhir ibn Tâhir Bağdâdî, el-Farku Beyne’l-Firak ve Beyânu’l-Fırkati’n-Nâciye, s. 21; Cafer Sübhânî, el-Milelü ve’n-Nihel, c. 1, s. 121.

[63] Sa‘d ibn Abdillah Eş‘arî Kumî, el-Makâlâtu ve’l-Firak, c. 1, s. 16.

[64] Abdülkâhir ibn Tâhir Bağdâdî, el-Farku Beyne’l-Firak, c. 1, s. 15-19.

[65] Cafer Sübhânî, el-Milel ve’n-Nihel, c. 1, s. 121.

[66] a.g.e., c. 1, s. 116-117.

[67] Nasr ibn Muzâhim Minkarî, Vaka‘atu Sıffîn, s. 34.