ÖZEL: Kitap kritiği: "Hain İttifak - İsrail, İran ve ABD'nin Gizli Anlaşmaları" (Trita Parsi )

ÖZEL: Kitap kritiği: "Hain İttifak - İsrail, İran ve ABD'nin Gizli Anlaşmaları" (Trita Parsi )
Yakın tarihin en sofistike “tekfir teşvik kitabı” olduğunu düşündüğümüz metni ele alarak çağdaş İslam dünyasındaki tekfir konusuna odaklanalım: Hain İttifak - İsrail, İran ve ABD'nin Gizli Anlaşmaları, Trita Parsi ( Yale Üniversitesi Yayınları, 2007). Treacherous Alliance — The Secret Dealings of Israel, Iran and the US by Trita Parsi (Yale University Press, 2007).

 

 

Crescent International

 

Çağdaş Müslüman dünyasında tekfir siyaseti, bu olgunun dış güçler tarafından incelikli ve sofistike bir şekilde teşvik edilmesi nedeniyle zirvede. Bu durum İslam tarihinde tekfir fenomenine hiç rastlanmadığı anlamına gelmiyor; tüm büyük dinlerde mevcuttu ve varlığını hâlâ sürdürüyor.

 

Yakın tarihin en sofistike “tekfir teşvik kitabı” olduğunu düşündüğümüz metni ele alarak çağdaş İslam dünyasındaki tekfir konusuna odaklanalım: Hain İttifak - İsrail, İran ve ABD'nin Gizli Anlaşmaları, Trita Parsi ( Yale Üniversitesi Yayınları, 2007). Treacherous AllianceThe Secret Dealings of Israel, Iran and the US by Trita Parsi (Yale University Press, 2007). Sıradan bir gözlemciye, Parsi'nin kitabının tekfirle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünebilir. Bunu, onun en önemli “başarılarından” biri sayabiliriz: insanların algılarını kurnazca değiştirmek.

 

Kitabı analiz etmeden önce, iki ilkenin akılda tutulması gerekir. Birincisi, NATO rejimleri ve onların vekilleri tarafından tekfirin teşvik edilmesinin, biri kavramsal diğeri de pratik olmak üzere iki bileşeni vardır. Kavramsal faktör, İslami İran ve Şiilerin genel olarak “Batı yanlısı” oldukları ve Yahudilerle tarihsel bir “ittifak”ı sürdürdükleri fikri etrafında dönmektedir. Şirket medyası düzenli olarak İran ve ABD'nin “doğal” müttefikler olduğunu, ancak Tahran'daki İslami hükümetin bu ilişkiyi bozduğunu iddia eder. Yerine başka bir rejim gelecek olursa, ilişkiler “normale” dönecektir. Diğer bir önemli husus da, NATO'nun İbn Sebe mitini (diğer tekfirci mitolojilerle birlikte) İslami bir kisve altında yayan despotik Beni Suud monarşisiyle ittifakıdır.

 

Pratik düzeyde bu, İslami İran ve müttefiklerinin (Şii veya Sünni olmaları da fark etmez;  Selefiler genellikle Hamas'ı İsrail piyonu olmakla suçlarlar) emperyalist güçlerle herhangi bir etkileşimini ihanet olarak yansıtan bilinçli veya bilinçaltı yarı gerçek propaganda yoluyla kendini gösterir. Bu bileşenlerin her ikisi de birbirini tamamlıyor ve NATO'nun yumuşak ve sert güç kurumları; stratejik, jeopolitik ve ekonomik hedeflerine ulaşmak için tekfir fenomenini kullanma tekniğinde ustalaşmış durumdalar.

 

Ayrıca, tarihteki olayları analiz ederken materyalist/sinik ve gayri İslami hukuki ve felsefi mefhumlara dayalı dünya görüşlerine sahip insanların yaptıkları araştırmalara atıf yaptığımızda, aşağıdaki Kur'an ayetlerini akılda tutmak elzemdir. Al-i İmran Suresi'nde (7. ayet) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

 

Yüce Allah, Câsiye Suresi'nde (23) de şöyle buyurmaktadır:

 

Arzularını tanrı yerine koyan, Allah’ın -bilgisine rağmen (sapmayı tercih ettiği için)- kendini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü! Allah’tan sonra onu kim yola getirecek? Düşünmüyor musunuz?

 

Bu âyetlerin her ikisinin de maddi ve manevi yönü vardır. Burada kısaca dünyevi yönlerine odaklanacağız.

 

Tarihin ve güncel olayların dikkatli bir şekilde incelenmesi, tarihçilerin veya uzmanların dünya görüşlerine ve arzularına uyacak enformasyonu seçtiklerinin bolca örneğini sunar. Örneğin İslam dünyasındaki çağdaş rejimler, Filistin halkı pahasına Siyonist İsrail Devleti ile yaptıkları kendi anlaşmalarını (itaatlerini) haklı çıkarmak için Hz. Peygamber’in Medine Yahudileri ile yaptığı anlaşmaya atıf yaparlar. Batılı İslamofobik/Oryantalist tarihçiler de genellikle Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Mekke'nin kurtuluşundan hemen sonra zekât, humus ve sadaka kullanmasına, dünyeviliğinin ve maddi güç kazanma arzusunun “kanıtı” olarak odaklanırlar. Sosyo-politik faktörleri kavrayışı relativist, materyalist ve sinik bir dünya görüşüyle ​​sınırlı olan herhangi bir analist veya yazar, başkalarının eylemlerini yalnızca bu çerçeve içinde değerlendirecektir. Parsi ve benzerleri için, İslami İran'ın veya herhangi birinin ideolojik, manevi ve idealist değer ve görüşleri, yalnızca dünyevi gücün elde edilmesi için vardır. Baskıcı Emevi yönetim tarzını "reel-politik" olarak niteleyen Batılı bilginler, Hz. Peygamber’in davranışlarını açıklarken, O’nun duruşunu tezyif etmek ve kendi seviyelerine indirmek için bu türden aşağılayıcı muhakemeleri sıklıkla kullanırlar.

 

Şimdi Parsi'nin kitabında öne sürdüğü bazı temel argümanları inceleyelim. İlk olarak, Parsi, İslami İran'ın İsrail karşıtı söyleminin gerçek olmadığı ve sadece Araplar arasında liderlik konumu kazanmak için kullanıldığı iddiasını (s. 84) inşayla işe başlar. Bu, İbn Sebe mitine mükemmel bir şekilde uyuyor. Burada bir soru doğuyor, İslami İran neden perde arkasında beraber iş çevirirken kamuoyu önünde İsrail'e düşmanlık yaparak ABD ve küresel Siyonist lobi gibi güçlü düşmanlar edinmek istesin? Eğer İslami İran sadece güç peşindeyse, neden çoğu Arap rejiminin yaptığı gibi Siyonistlerle bir anlaşma imzalayarak köleliğin “avantajlarından” faydalanmıyor? BAE, Ürdün ve bir dizi başka Arap hükümdarı tam da bunu yaptı. Elbette İslami İran'ın içinde İslami ilkeleri unutarak dünya menfaatleri için, değil Siyonistlerle Şeytan’la bile anlaşma yapmak isteyen bazı gruplar vardır. Münafıkların varlığı, İslami bir devlet sisteminin Peygamberimiz (s.a.a.) döneminden beri değişmeyen olgusudur. Ancak İslami İran'da bu gruplar karar verici konumlarda veya bunun yakınında değiller. Bunun kanıtı, Filistinlilerin İslam Cumhuriyeti'nden hem maddi hem de mali yardım almaya devam etmesi gerçeğinde bulunabilir. Filistinliler ayrıca askeri eğitim almayı da sürdürüyorlar.

 

İkincisi, Parsi, İran'ın İsrail veya ABD ile her temasını bir işbirliği veya oportünizm eylemi olarak resmetmeye çalışıyor. Bu akıl yürütmeye göre, Soğuk Savaş sırasında ABD ile SSCB arasındaki her temas, ikisi arasında bir işbirliği eylemi olarak kabul edilecektir. 10 yıl boyunca Mekkeli müşriklerle sürekli mücadele ve çekişme içinde olan Hz. Peygamber de onlarla düzenli temasta idi. Hatta Mekkeli zâlimlerle akraba olan kadınlarla evlenmişti. Peygamber (s.a.a.) müşriklerle işbirliği mi yapıyordu? Birinci Dünya Savaşı sırasında, birçok Avrupa hükümdarının birbiriyle akrabalığı vardı. Rusya Çarı II. Nikolai, Almanya Kralı II. Wilhelm'in ilk kuzeniydi ve savaşın başlangıcında birbirleriyle düzenli temas halindeydiler. Çar II. Nikolai, Alman Kayzeri ile birlikte kendisine karşı komplo mu kuruyordu?

 

Üçüncü olarak, Parsi İslami İran'ın Hizbullah'ı silahsızlandırmayı teklif ettiğini de iddia ediyor (s. 244). Eski bir askeri istihbarat subayı olan Ronen Cohen, Ağustos 2015'te İsrail'in Yedioth Ahronoth gazetesine “Hizbullah, İsrail'in en zorlu düşmanı ve yaklaşık 30 yıldır ana referans noktamız” demişti. Müslüman Doğu siyaseti hakkında temel bir anlayışa sahip olan herkes, Hizbullah'ın İran'ın en güvenilir dış ortağı ve en büyük caydırıcı güçlerinden biri olduğunu bilir.

 

Parsi ayrıca, ABD Irak'ı işgal ettiğinde İran'ın çok korktuğunu ve İsviçre'nin Tahran'daki büyükelçisi Tim Guldimann aracılığıyla Washington'un reddettiği teslimiyetçi teklifler gönderdiğini iddia ediyor (s. 243-44). Bu iddia, Savunma Bakanlığı ofisinin İran ve Irak konusundaki eski bir danışmanı ve Washington'un etkili neoconu Michael Rubin tarafından reddedilmişti. Ayrıca, Bush rejimi 2003'te, İran'ın Irak'taki varlıklarından “korktuğunu” biliyorsa, neden agresif bir şekilde rejim değişikliği için harekete geçmedi ve hatta İran'ı işgal etmedi? Parsi'nin argümanına göre bu, ABD'nin atması gereken doğal bir adım olurdu. General Wesley Clark aracılığıyla (Democracy Now röportajı, 7 Mart 2007) 11 Eylül'den hemen sonra Pentagon'un yedi ülkeye saldırmak için planlar hazırladığını biliyoruz. Irak'tan sonra Suriye ve İran listedeki üst sıralarda yer alıyordu. Peki ABD neden geri adım attı?

 

Dördüncüsü, Obama rejimi İran'ın stratejik noktalarda taviz vermek zorunda kalacağını biliyor idiyse, 14 Temmuz 2015'te karşılıklı yarar sağlayan P5+1 anlaşmasını niçin imzaladı? İslami İran, Hizbullah'a yardım ve destek için büyük zorluklar çekti ve Hizbullah'ı küresel bir komplodan korumak için Suriye'de zor bir pozisyon aldı. Bunu yapmak için gerçek bir neden yokken, neden en etkili bölgesel caydırıcı gücünü etkisiz hale getirmeyi teklif etsin ki? İslami İran, 1980'lerde Hizbullah'ın kurulmasına yardım etti. Saddam Hüseyin, ABD, SSCB ve bir dizi Arap rejiminin yardımıyla İran'a saldırdı. ABD'nin Saddam'a verdiği desteği baltalamak ve küresel Siyonist lobinin desteğini kazanmak için 1980'lerde İran'ın Hizbullah'ı silahsızlandırması kuşkusuz daha mantıklı olurdu. Parsi'nin sinik dünya görüşü, İran'daki gerçekliği kavrayışından çok uluslararası ilişkileri anlama konusundaki eksikliğini ortaya koyuyor.

 

Çelişkili yönler

 

Parsi'nin kitabında, onun İslami İran'a olan sinizmini ifşa eden bazı noktalar var. Bunlar, bilinçaltında da olsa, İslam Cumhuriyeti'nin tekfirciler tarafından çizilen portresine uyuyor. İlk olarak, İran'ın Saddam'ın saldırganlığına karşı kendini savunmak için, İsrail'in sahip olduğu ve kendisinin aşırı ihtiyaç duyduğu silahları karaborsa yoluyla elde etme girişimini anlatan Parsi, İranlıların İslam Devrimi'nden önce İsrail'in İran'daki son askeri ataşesi olan Yitzhak Segev ile temasa geçtiğini iddia ediyor. Parsi'ye göre, adı bilinmeyen Ayetullah İskenderi diye biri, Hizbullah tarafından Lübnan'da ele geçirilen İsrail askerlerinin serbest bırakılması karşılığında silah almak için temas başlatmış. Parsi, bu hikâyenin tek kaynağı gibi görünen Segev'den alıntı yapıyor ve şöyle yazıyor: “Segev kısa süre sonra İranlıların İsrail ile ilişki kurmakla ilgilenmediğini anladı. Segev, ‘Aksine, ABD yapımı silahları ve yedek parçaları almak için İsrail'in yardımına ihtiyaçları vardı. Benimle oyun oynadılar’ diyor”. Daha sonra öğrendiği üzere, “Onlarla üç görüşmeden hiçbir şey çıkmadı çünkü esir askerler zaten ölmüştü.” Bu bölümde, kitabının diğer bölümlerinde olduğu gibi, Parsi kasıtlı veya kasıtsız olarak istihbarat manevrasını işbirliği ile karıştırıyor. Parsi'nin İsrail-İran "işbirliğini açığa çıkardığına" dair sözde "en güçlü" kanıt, 1960'larda ve 1970'lerde İran ve Irak'taki Mossad başkanı Eliezer Tsafrir'den alıntı yaptığı 129. sayfada yer alıyor. Tsafrir açıkça taraflı bir kaynaktır ve Arap sokaklarını İslami İran'a karşı kışkırtmak için bu ülkeyi karalamak isteyecek biridir. Mossad, böl ve yönet taktiklerinde ustadır.

 

İkinci olarak, İran-Kontra meselesinden bahsederken (s. 119) Parsi şöyle yazıyor: “Anahtar yönetim üyeleri anlaşmaya karşı çıktı, ancak rehinelerin serbest bırakılması puanını kazanma ihtimali [Başkan Ronald] Reagan için çok cazipti. 6 Ağustos 1985'te başkan plana yeşil ışık yaktı ve füzeler gönderildi. Füzeler, Ghorbanifar'ın vaat ettiği gibi ılımlılara değil, hükümetin radikal kanadına gitse de, rehineler karşılığındaki silah operasyonları hız kesmeden devam etti.” İran-Kontra meselesi, sinizm taraftarlarının İran'ı itibarsızlaştırmak için kullandıkları favori araçlardan biridir. Bununla birlikte, yukarıda bahsedilen bölüm, Tahran'ın Washington ile işbirliğinden ziyade, meselenin güvenlik-istihbari niteliğini açıkça vurgulamaktadır.

 

Bedir Savaşı'ndan sonra Hz. Muhammed (s.a.a.), Mekke'deki savaş esirlerini, Medine'deki Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri fidyesi karşılığında serbest bıraktı. Al ve ver, temel ilkelerin ihlal edilmemesi koşuluyla genel olarak Nebevi Sünnet ve siyasetin bir parçasıdır. Hudeybiye Antlaşması hazırlanırken Süheyl bin Amr, Peygamberimiz’den (s.a.a.) besmeleyi belgeden çıkarmasını istedi. O (s.a.a.) da buna uydu. Süheyl, belgenin “Lat” ve “Menat” isimleriyle başlamasını isteseydi, Peygamberimiz (s.a.a.) böyle bir öneriyi elbette reddederdi.

 

Sofistike çalışma

 

Parsi'nin kitabının ayrıntılı bir incelemesine niyetlenmediğimizi belirtmekle birlikte, bu oldukça karmaşık yarı gerçek propaganda parçasının Batı’nın Müslüman dünyasındaki tekfir promosyonuyla uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Bunu bir komplo teorisi olarak düşünmeye meyilli olanlar, delil olarak sunulan gerçekleri göz önünde bulundurmalıdır. Neocon düşünce kuruluşu Hudson Enstitüsü, doğru bir şekilde buna işaret etmişti: “… bazı kanıtlar, IŞİD'in Rakka ve Cerablus'taki okullarda, içerikleri ve kapakları doğrudan Suudi Eğitim Bakanlığı'ndan alınmış ders kitaplarını kullandığını gösteriyor. Tevhid ile ilgili ders kitabı bunun en dikkate değer örneğidir.” Azıcık anlayışa sahip hiç kimse Suudi rejiminin Washington'un Müslüman Doğu'daki hizmetkârı olduğunu inkâr edemez; Suudi işgali altındaki Arap Yarımadası'nda vuku bulan hemen her politik şey, ABD'nin doğrudan veya dolaylı izniyledir.

 

Müslüman akademisyenler, aydın ve araştırmacılar, Parsi'nin kitabını detaylı olarak incelemelidir. Bu türden sofistike propagandaları cevapsız bırakmak, daha fazla kafa karışıklığı yaratır ve zaten sorunlu Müslüman Doğu'da fitneye yol açar.

 

 

Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

 

Medya Şafak