ÖZEL: Ali Ekber Velayeti, merhum Ahmed Cibril’i anlattı / 1996 savaşında füzeleri Hizbullah’a o göndermişti

ÖZEL: Ali Ekber Velayeti, merhum Ahmed Cibril’i anlattı / 1996 savaşında füzeleri Hizbullah’a o göndermişti
Merhum Ahmed Cibril başlangıçta komünist eğilimliydi ve Filistinliler arasında komünizm eğitmeniydi, ancak İran Devrimi ile onun içinde de bir devrim baş gösterdi ve İslam'a döndü. Ben onun bir Şii olduğuna inanıyorum. Arafat'a yakın olduğu anlaşılan bir grup âlime, "Ben Müslüman oldum ama sizin İslam’ınızla değil, İmam Humeyni'nin İslam'ı ile" demişti.

 

 

ÖZEL: Ali Ekber Velayeti, merhum Ahmed Cibril’i anlattı / 1996 savaşında füzeleri Hizbullah’a o göndermişti  

 

 

Tasnimnews

 

 

 

 

"Ahmed Cibril" haklı olarak Filistin halkının Siyonist işgalcilere karşı 70 yıllık mücadelesinin parlak zirvelerinden biri olarak kabul edilmelidir. Marksizm'den yola çıkıp İslam'a varan bu şahıs, mücadelesi sırasında Kudüs'ün işgalini sona erdirmek yüce idealinden asla geri adım atmadı.

 

Oğlu "Cihad", Mossad suikast timleri tarafından şehid edildi ve kendisini eski müttefiklerinden (dünün savaşçıları ve bugünün uzlaşmacıları) ayırarak, savaşım yolunda kimsenin hatırını gözetmediğini gösterdi.

 

Uzun yıllar boyunca İran İslam Cumhuriyeti'nin en yakın dostlarından biri olageldi ve en fazla yardımı Lübnan Hizbullahı'na yaptı.

 

Yılmaz savaşçı Ahmed Cibril ile uzun bir dostluk geçmişi olan, İran İslam Cumhuriyeti eski Dışişleri Bakanı ve İslam İnkılabı Rehberi'nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti ile bir söyleşi gerçekleştirdik ve merhumun şahsiyetini ele aldık:

 

 

- Filistin direnişinin liderleri arasındaki en önde gelen isimlerden biri olan ve yakın zamanda vefat eden merhum Ahmed Cibril hakkında konuşmak için bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Cibril, anti Siyonist cephenin en etkili figürlerinden biriydi ve ömrünün sonuna kadar idealine bağlı kaldı ve bu yoldan hiç ayrılmadı.

 

Devrim’in ilk yirmi yılındaki sorumluluğunuzdan dolayı, özellikle başlangıcından günümüze dek doğal olarak bu insanlarla, özellikle de rahmetli Ahmed Cibril ile pek çok temasınız oldu.

 

Bu on yıllar boyunca temasta olduğunuz çok sayıda Filistinli lider arasında Ahmed Cibril'i hangi konumda görüyorsunuz?

 

Aslında Filistin direnişinin sembollerinden biri olan Ahmed Cibril gibi devrimci ve etkili bir şahsiyetten bahsetmek istiyorsak, önce geçmişe bakmak ve biraz Filistin'den söz etmek iyi olur.

 

19. yüzyılda bazı Siyonistler, Filistin topraklarını ondan satın almak için Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid'e geldiler. O, "Hiçbir canlı insanın parçalara ayrıldığını görmedik" diye cevap verdi.

 

O dönemde Osmanlılar “Avrupa'nın hasta adamı” olarak adlandırılıyordu ve kendileri de bu yorumu kabul etmekle birlikte "Hasta olsak da hâlâ hayattayız" diyorlardı.

 

1916'da, yani I. Dünya Savaşı'nın ortasında, İngiltere ve Fransa arasında Sykes-Picot adlı bir anlaşma imzalandı ve buna göre iki ülke, bölgenin topraklarını paylaştı. Fransa; Lübnan, Suriye, Ürdün’e ve İngiltere de Filistin, Irak ve Mısır gibi ülkelere de el koydu.

 

İşte bu sırada Britanya’daki varlıklı Yahudi ailesi Rothschild'ler, savaş sırasında İngiliz hükümetine yardım ettiler ve İngiliz hükümeti onlara Filistin topraklarını vermeyi vaat etti. Daha sonra Balfour Deklarasyonu macerası gerçekleşti ve ihtilaf ve kavgalar böyle başladı.

 

Aynı zamanda İran'dan Rıza Şah, Yahudilerin Filistin topraklarını satın almaları için Müslümanlar ve Yahudiler arasında aracılık yapmak üzere Seyyid Ziyauddin Tabatabai'yi Filistin'e gönderdi.

 

Bu sorunlar, 1948'de ilk savaşın patlak vermesine ve ardından Birleşmiş Milletler'in Filistin'i Filistinliler ve Siyonistler arasında taksim etmesine kadar devam etti. O andan itibaren Batılıların tüm çabaları bir mücadele oluşmasın diyeydi ve bir mücadelenin baş göstermesi durumunda bunu siyasallaştıracak ve Arap liderlerini satın alarak direnişe yardım etmelerini engelleyeceklerdi. Bu arada, hayatının sonuna kadar ideallerine sadık kalan Ahmed Cibril gibi parlak figürlerimiz de vardı.

 

Filistin'de farklı dönemlerle karşı karşıyayız. Bir zamanlar Filistin davası İslam ekseni etrafında dönüyordu ve İslami siyasi arenada Hacı Emin el-Hüseyni ve silahlı ayaklanmada İzzeddin el-Kassam yer almaktaydı.

 

Yasir Arafat anılarında, merhum Nevvab Safevi'nin Kahire'ye gelip Ayn el-Şems Üniversitesi'nde ders verdiğinde ondan etkilendiğini ve o zamanlar Müslüman Kardeşler hareketinin bir kolu sayılan el-Fetih hareketini kurduğunu söylüyor.

 

 

Dünün savaşçıları ve bugünün uzlaşmacılarından ayrılma

 

Fetih hareketi oldukça etkiliydi. 1970'de, yani 67 Haziran Savaşı’ndan üç yıl sonra, bunlardan 500'ü 12.000 İsrail askeriyle Ürdün Nehri kıyısında savaştılar ve Karamah Çatışması olarak bilinen bu mücadeleyi kazandılar.

 

Bundan sonra Ürdün Kralı Hüseyin, Filistinlileri kovmaya çalıştı ve "Kara Eylül" olarak bilinen olayda birçoğunu katletti. Bazıları Cemal Abdülnasır'ın Filistinlilerin katledilmesinin üzüntüsünden kalp krizi geçirdiğine inanıyor. Bugün de Ürdün sakinlerinin yaklaşık yarısını Filistinliler teşkil etmektedir.

 

O dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üç partiden oluşuyordu: Liderliğini Arafat'ın yaptığı "Fetih", bir Hıristiyan ve komünist olan Nayef Hawatmeh'in önderlik ettiği "Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi" ve yine bir Hıristiyan ve komünist olan George Habaş liderliğindeki "Filistin Halk Kurtuluş Cephesi”.

 

Ahmed Cibril, Habaş uzlaşma kokan bir yöne gidene dek George Habaş'ın müttefikiydi. Cibril bu yüzden onu terk etti ve "Filistin Halk Kurtuluş Cephesi – Genel Komutanlık" adı altında hareket etmeye başladı.

 

Daha sonra, Camp David anlaşmasına ve Arafat’ın Oslo ve Madrid’deki zeytin dallarına muhalif olan, Albay Abu Musa liderliğindeki Fetih İntifadası ve Zuheyr Mohsen önderlikli es-Saika gibi gruplar Şam'da toplandılar. Şam, Filistinliler için en iyi yerdi ve birçoğu orada toplanmıştı.

 

Suriye, Libya, Güney Yemen, Cezayir ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) içeren Yükseliş ve Ayağa Kalkış Cephesi olarak bilinen bir cephe kuruldu. Devrim’den sonra biz de onlarla temas kurduk. Madrid ve Oslo zirvelerinden sonra, yavaş yavaş el-Fetih de bir uzlaşma yönüne gitti ve Camp David'i izlemeye başladı.

 

Ondan sonra Cezayir ve FKÖ ittifaktan çekildiler ve geriye sadece 3 ülke kaldı: İran, Libya ve Suriye. Tahran, Trablus ve Şam'da toplantılar yapıyorduk, bazen de İran'a geldiklerinde dostluk ve samimiyeti artırmak için, onları evde yemeğe davet ediyordum.

 

- Bu iki ülkeden kimler geldi?

 

Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ve Libya Dışişleri Bakanı Ali Türki.

 

Bu kendi içinde bir samimiyet yarattı. İmam Hamenei bana her zaman “ülkeler arası ilişki, insanlar arasındaki ilişkidir” derdi ve biz de onlarla dostane bir ilişki kurmaya çalışırdık. Pérez de Cuéllar (Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri) ile de aynı dostluk ve samimiyetle çalışmalarımızı yürüttük.

 

Suriye, Yükseliş ve Ayağa Kalkış Cephesi'nde sımsıkı duran ve Camp David'e karşı çıkan ülkelerden biriydi. Merhum Hafız Esad'dan Allah razı olsun, durum öyleydi ki en önemli Filistinli savaşçılar da Suriye'de konuşlanmıştı.

 

Cibril: “Ben Müslüman oldum ama İmam Humeyni’nin (r.a.) İslam’ıyla!”

 

- Ahmet Cibril Bey'de diğerlerinden daha belirgin olan hangi özelliği gördünüz?

 

Çok muhlisti, merhum Ahmed Cibril başlangıçta komünist eğilimliydi ve Filistinliler arasında komünizm eğitmeniydi, ancak İran Devrimi ile onun içinde de bir devrim baş gösterdi ve İslam'a döndü. Ben onun bir Şii olduğuna inanıyorum. Arafat'a yakın olduğu anlaşılan bir grup âlime, "Ben Müslüman oldum ama sizin İslam’ınızla değil, İmam Humeyni'nin İslam'ı ile" demişti.

 

Aynı zamanda net bir insandı ve İslam Cumhuriyeti'nin daimi destekçilerinden biriydi. Daha sonra Hizbullah kurulduğunda da onları destekledi. Temelde bölgede teşkil edilen her İslami hareket Ahmed Cibril tarafından desteklendi.

 

Libya ile de iyi ilişkileri vardı ve Kaddafi'den iyi imkânlar aldı. Bu aldıklarını alıp depolamıyordu, bunları özellikle Hizbullah-İsrail arasındaki 16 günlük savaşta (1996) en iyi şekilde kullandı.

 

16 günlük savaşta füzelerin Hizbullah'a transferinin hikâyesi

 

- Yani, Güney Lübnan'dan çekilmeden önce?

 

 

Evet. İsrail 1982'de bir savaş başlattı ve Beyrut'a kadar da ulaştı. Önce İmam Musa Sadr tarafından kurulan ve üyeleri Şii ve muhlis güçlerden oluşan Emel örgütü Siyonistlerle karşı karşıya geldi ve ardından daha devrimci güçler ayrılarak Hizbullah'ı kurdular. Merhum Sayın Muhteşemipur, merhum Şeyhülislam, eski Suriye büyükelçimiz sayın Akhtari gibiler ve diğerleriyle, ilk günden itibaren Hizbullah'ı kurma sürecinde beraberdik ve bu arkadaşlar çok zahmetler çektiler.

 

Tüm Batılı dışişleri bakanlarının Hizbullah'ı ortadan kaldırmak için İsrail'i destekleme yolunda büyük çaba sarf ettiklerini gördük. Şam'a yerleşip elimden gelen ne varsa yapmakla görevlendirildim. 9 gün orada kaldım ve bir gün de Fas'a gidip Kral Hasan ile görüştüm ve ondan bir şey yapmasını istedim. O sırada bir şeyler yapmak isteyen herkes bizi görmeye geliyordu.

 

O zamanlar Siyonistler casusları aracılığıyla Hizbullah'ın elinde 1000 Katyuşa füzesi olduğu ve günde 100 füze ateşleyebileceği bilgisini edinmişlerdi. 10 gün sonra Hizbullah’ın füzelerinin bitmesini bekliyorlardı. Ancak Hizbullah on birinci, on ikinci ve on altıncı güne kadar her gün 100 füze daha ateşledi ve İsrail nihayet teslim bayrağını kaldırdı.

 

Bu füzelerin nereden geldiği bilinmeyebilir. Hepsini Hizbullah’a Ahmed Cibril vermişti. Tüm depolarını Hizbullah'a açtı ve "İstediğin kadar al" dedi.

 

Ahmed Cibril, Filistin mücadelesinin yaşayan kaydıydı

 

- Muhtemelen Ahmed Cibril'in oğlu, yani Cihad da bu nedenle öldürüldü. Hizbullah'a başta roketler olmak üzere teçhizat transferinde kilit rol oynadığı söyleniyordu.

 

Evet. İran ve Hizbullah tarafından kendilerine çok saygı duyulan, savaşımcı ve muhlis bir aileydiler.

 

İran'daki her toplantı ve törene katılırdı ve Arap büyüklerinin önünde en ön sırada otururdu. O, Filistin mücadelesinin canlı dosyasıydı.

 

Kendisiyle sık sık görüştüm, Filistin mücadelesinde bir an olsun tereddüt etmedi, asla taviz vermedi ve herkese yol gösterdi, kendisi de büyük bir adam olan Albay Ebu Musa gibi biri bile ona tabi olmuştu.

 

Ayrıca Hamas'a da inanıyordu ve söz ve eylemiyle Filistin sahnesinin ateşle sınanmış bir analisti sayılmadaydı.

 

Ahmed Cibril’in Devrim Lideri nezdindeki özel itibarı

 

- Operasyonlar açısından İran ile ne kadar koordineli idi?

 

Direniş hareketinin tam bir yoldaşı olmasının yanı sıra, hem İmam Humeyni hem de İmam Hamanei döneminde Önderliğe tam bir itaat içerisindeydi ve İslam Cumhuriyeti nizamının bir karar aldığını düşündüğünde şüphe duymaksızın itaat eder ve bunu savunurdu.

 

- İmam Humeyni (r.a.) ile görüştü mü?

 

Özel bir görüşmesi olduğunu sanmıyorum ama İmam Hamenei ile sık sık görüşürdü ve tüm Filistinliler arasında Ahmed Cibril, Rehber için özel bir itibara sahipti.

 

Ahmed Cibril gittiği yola inanıyor ve ne yaptığını biliyordu ve Filistin'in kurtuluş yolunun Velayet’e tabi olmada yattığını görmüştü.

 

İran'ın Direniş’i desteklemedeki rolü de özeldir. Haniye Bey gibi önde gelen bir şahsın son 12 günlük savaştan sonra açıkça "Bize gelen yardımın tamamı İran İslam Cumhuriyeti yoluylaydı, başka şekilde değil" dediğini gördünüz. “Mısır ve Katar gibi ülkeler sadece ateşkes için arabuluculuk yapmak için öne çıktı ama bize yardım eden İran oldu” dedi.

 

İster Batı Şeria'da, ister Gazze'de, isterse kamplarda olsun, birçok Filistinli savaşçı grubu kendilerini bir şekilde İslam Cumhuriyeti'ne bağlı saymaktadır ve bunun önemli bir kısmı da Ahmed Cibril'den kaynaklanıyor.

 

İran konusunda çok hassastı ve İslam Cumhuriyeti düşmanları İran'la ilgili olumsuz bir konuyu ne zaman gündeme getirseler, emin olmak için hemen bizi arardı.

 

- Sanırım burada bazılarının "ne Gazze, ne Lübnan" sloganları attığı dönem, İran'ın yurtdışındaki dostlarını endişelendiren zamanlardan biriydi.

 

Evet, bu insanlar ya aldatılmış ya da ne dediklerini bilmeyen bir azınlıktır.

 

- Filistinli gruplar arasındaki iç çatışmalara da fazla karışmıyordu.

 

Konumu ve itibarı bu ihtilafların üstündeydi, ancak sözleri etkiliydi ve herkes onu kabul ediyor ve takip ediyordu.

 

Cibril ile Arafat arasındaki fark, mücadeleye olan inançta idi

 

- Sizce Ahmed Cibril ve Yasir Arafat arasındaki fark neydi?

 

Yasir Arafat büyük bir hata yaptı, Batı'nın vaatlerine ve ona yardım etmek istediklerine inandı. Ama sonunda ne olduğunu gördük. Ahmed Cibril asla yolundan ve hedefinden şüphe etmedi.

 

- Onu en son ne zaman gördünüz?

 

Ne zaman Suriye'ye gitsem onu ​​görürdüm. En son yanılmıyorsam 3 yıl önce görüştük, aynı ruha sahipti ve hiç değişmemişti.

 

 

Çeviri: Medya Şafak