Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (1)

Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (1)
Şöyle bir itiraz gelebilir: ‘‘Bu çıkarım doğru mudur? Muaviye’nin hilafete Ömer b. Hattab’dan daha layık olduğunu söyleyen Emevî yönelimli birisi gerçekten de mevcut mudur?’’ Buna cevabımız evettir, çünkü bu sözü ilk defa söyleyen Muaviye’dir. Hilafete Ömer b. Hattab’dan daha layık olduğunu ilk iddia eden Muaviye’nin kendisidir.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir konusuyla birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Önceki programlarda Muaviye'nin Nebevî Sünnet'e aykırı birtakım uygulamalarının olduğunu görmüştük. Emevîci din anlayışının özelde Muaviye'ye nasıl baktığına özet olarak değinebilmeniz mümkün mü?

 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Sorunuza cevap vermeden önce şu hususa işaret etmek istiyorum. Ortaya koyduğumuz delillerle Emevî din anlayışı nezdinde Nebevî Sünnet'in herhangi bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını ortaya koymaya çalışacağız. Emevî yanlısı metodun kurucusu ve kendi döneminin münafıklarının başı olan Muaviye b. Ebî Süfyan tarafından gerçekleştirilen bütün muhalefetlere rağmen bu din anlayışına bağlı şahısların bunlardan etkilenmediklerini görmekteyiz. Dahası bütün bu aykırı davranışlara kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Önceki programlarda bu uğursuz ve meşum yorumlara işaret ettiğimizi değerli izleyiciler hatırlayacaklardır.

 

Hatta iş öyle bir raddeye varmıştır ki kimileri Muaviye'nin saygınlığını koruyabilmek adına Resûlullah'ın saygınlığını çiğnemeyi dahi göze alabilmişlerdir. Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan kesin hadise aykırı olarak, Ziyad'ın Emevî nesebine ilhak edilmesi olayında bunu açıkça görmüştük. Sahihu Müslim'de geçen ‘‘Allah onun karnını doyurmasın'' hadisinde de aynı manzara ile karşılaşıyoruz. Onlar Resûlullah'ın (s.a.a.) beddua ettiği kimselere haksızca beddua edildiğini söylemeye çalışıyorlar. Söz konusu bu kişiler aslında bedduaya müstahak değilmişler! Yegâne endişeleri Muaviye'nin saygınlığını korumaktır. Buraya kadar yaptığımız açıklamalar bir mukaddime ve giriş olarak kabul edilebilir.

 

İşaret etmek istediğim ikinci husus da sizin sorunuzun cevabıdır. Özelde Muaviye'yi genelde de Ümeyyeoğullarını savunma amaçlı telif edilen eserlere müracaat ettiğimizde Muaviye için özel bir kutsiyet oluşturmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Oluşturulan bu kutsiyeti ilk dört halife hakkında göremediğimiz gibi Resûlullah (s.a.a.) hakkında da göremiyoruz. Bu takdisin gerekçesi onun Emevî ve Süfyanî devletin kurucusu olmasıdır. O, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) getirdiği Öz Muhammedî İslam'ın hakikatini ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı. Ona Ebû Bekir, Ömer ve Osman gibi halifelerde dahi bulunmayan birtakım faziletler ve menkıbeler atfediyorlar. Bu menkıbe ve faziletler bunları ihdas edenlerin Muaviye'yi hilafete diğerlerinden daha çok hak sahibi gördüklerine işaret ediyor.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: ‘‘Bu çıkarım doğru mudur? Muaviye'nin hilafete Ömer b. Hattab'dan daha layık olduğunu söyleyen Emevî yönelimli birisi gerçekten de mevcut mudur?''

 

Buna cevabımız evettir, çünkü bu sözü ilk defa söyleyen Muaviye'dir. Hilafete Ömer b. Hattab'dan daha layık olduğunu ilk iddia eden Muaviye'nin kendisidir. Vakıa bu olduğuna göre ondan sonrakilerin durumunu varın siz düşünün...

 

Muaviye kendisinin hilafete Ömer'den daha layık olduğunu söylüyordu. Ancak şartlar Ömer'in halife oluşu sonucunu doğurdu. Muaviye, onun bağlıları, o yapıda olanlar ve ‘‘sahâbî, müminlerin dayısı ve vahiy kâtibi'' adı altında onu savunanlar bu iddiada iddia bulunmuşlardır. Muaviye için kullanılan bu unvanlar benim açımdan çok da önemli değildir. Bizim için önemli olan bu kültüre baktığımızda uzaktan yakından Muaviye'yi eleştiren hiçbir veriye rastlayamamamızdır.

 

Bu hakikate delalet eden nassa geçelim. Bu iddiamız garipsenebilir, buna şaşırmayınız. Bu naslar bu tür kaynaklarda geçmektedir. Rivayet Sahihü'l-Buharî'de ‘‘Hendek Gazvesi'' bölümünde geçmektedir. Rivayet şöyledir:

 

Bize İbrahim b. Musa rivayet etti. Dedi ki bize Hişam, Mamer'den, o Zührî'den, o Salim'den, o da İbn Ömer'den rivayet etmiştir. O, şöyle demiştir: ‘‘Sıffîn vakası sırasında Hafsa'nın yanı­na girdim, saç örgülerinden su damlıyordu. ‘‘İnsanların (Hz. Ali ile Muaviye'nin) durumu­nu görüyorsun, bana (emirlik) görevi verilmedi'' dedim.  Şöyle dedi: ‘‘Haydi onlara yetiş! İnsanlar seni bekliyorlar. Senin geri durman, bölünmeye sebep olur ve sen gitmedikçe bu ihtilaftan geri durmazlar. Hemen git!''

 

İnsanlar dağılınca Muaviye konuştu ve dedi ki: ‘‘Bu hilâfet hususunda kim söz söylemek istiyorsa başını kaldırsın. Biz buna ondan da -İbn Ömer'i kastediyor- babasından da daha layığız.'' Habib b. Mesleme dedi ki: ‘‘Ona (Muaviye'ye) cevap vermedin mi?'' Abdullah şöy­le dedi: ‘‘Belimi çözdüm ve şöyle demek istedim: Bu işe senden daha fazla layık olan kişi, İslam üzere senin ve baban Ebû Süfyan'ın karşısında savaşan kişidir (yani Ali a.s.).” Fakat ağzımdan bir kelime çıkar da insanlar bölünüp birbirlerine düşerler, yeni­den kan akar diye korktum ve vazgeçtim. O anda Allah'ın cennetleri Müslümanlara ha­zırladığını hatırladım.'' Habib şöyle dedi: ‘‘Al­lah tarafından bu fitneden korunup, muhafa­za olundun.''[1]

 

Şârihler İbn Ömer ile Hafsa arasındaki bu görüşmenin Sıffîn Savaşı hakkında olduğuna işaret etmektedirler. Sıffîn vakasından sonra tahkim olayı gerçekleşmiştir.

 

Bu nakle göre İbn Ömer yüksek makamlı biri değildir.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: ‘‘Biz buna ondan da -İbn Ömer'i kastediyor- babasından da layığız'' cümlesinde geçen ‘‘ondan'' sözcüğünün İbn Ömer'i gösterdiğini neye dayanarak söylüyorsunuz? Belki başka birisidir. Kastın İbn Ömer olduğuna dair kanıtlar nelerdir?

 

Değerli izleyiciler hadisle ilgili olarak değinmek istediğim bazı şerhler bulunmaktadır.

 

İlk şerh Bedrüddin Aynî'nin (h. 855) Umdetü'l-Kârî adlı eseridir. O, hadise şu şerhleri düşer:

 

‘‘Fe lem yuc'el li emrün.'' Emr bana verilmedi. İbn Ömer, “emr” sözcüğü ile yönetim ve melikliği / halifeliği kastetmektedir.

 

Hadisin ‘‘insanlar dağılınca'' şeklindeki bölümü Hz. Ali (a.s.) ile Muaviye'nin hakemleri olan Ebû Musa el-Eşarî ile Amr b. el-As'ın ihtilafa düştükten sonraki dağılmaları hakkındadır. Tahkim kıssası oldukça uzundur. Biz bunu Tarihü'l-Kebir adlı eserimizde etraflıca açıklamıştık. Özeti şöyledir:

 

İnsanlar Amr ve Ebû Musa'nın hakem oluşu konusunda anlaştılar. Ebû Musa, Amr'dan yaşça büyük olduğundan Amr ilk olarak onun konuşmasını istedi. Amr İbn el-As, Ebû Musa'ya şöyle dedi: ‘‘Ey Ebû Musa, kalk da üzerinde anlaşmaya vardığımız şeyi insan­lara duyur.'' Ebû Musa kalkıp insanlara konuşma yaptı ve şöyle dedi: ‘‘Ey insanlar! Bizler, ümmetin hilafet işini gözden geçirdik. Ve bu ümmetin işlerinin salaha ermesi ve başlarına gelen her türlü felaketin savuşturulabilmesi için bir konuda anlaştık ve fikir birliğine vardık. Kararımız şudur: Ali'yi ve Muaviye'yi bu görevden uzaklaştırarak işi Müslümanların şûrasına havale edelim. Onlar, arzu ettikleri birini başa geçirsinler. Ben şu anda Ali'yi ve Muaviye'yi görevden azlediyorum. Siz kendi işinize yüklenin. Ve kendi aranızda ehil gördüğünüz birisini bu işe seçin.'' Böyle dedikten sonra Ebû Musa kenara çekildi. Arka­sından Amr b. As, ayağa kalkarak Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: ‘‘Bu adamın söylediklerini işittiniz. O, temsilcisi olduğu kişiyi (Hz. Ali'yi) görevinden azletmiştir. Ben de aynı şekilde onun adamını bu görevden azlediyor ve temsilcisi olduğum Muaviye'yi yerinde bı­rakıyorum. Çünkü o, Osman b. Affan'ın dostu ve velisidir. O, Osman'ın makamına geçmeye daha layık ve onun kanını talep etmede hak sahibi bir kimsedir.''

 

Durum bu şekilde sonlandıktan sonra Muaviye minbere çıkarak halka hitap etti…

 

‘‘Biz buna ondan da -İbn Ömer'i kastediyor- babasından da daha layığız.'' Metinden geçen buna ifadesinden kasıt hilafettir. Ondan kasıt İbn Ömer'dir. Babasından kasıt da Ömer b. Hattab'dır… Hz. Ali (a.s.) Uhud ve Hendek'te Muaviye ve babası Ebû Süfyan karşısında savaşmıştır.[2]

 

Yani Ali'ye muhalefet ettik ve O'na biat etmedik. Belki bize bir şeyler düşer diye de O'ndan ayrıldık. Ancak bize hiçbir şey ulaşmadı…

 

Pasajdan anlaşıldığına göre Ebû Musa, Amr ile görüş birliğine vardıklarını söylemektedir. Ancak Amr böyle bir görüş birliğinin olmadığını söylüyor.

 

Soru: İşte Allah Resûlünün iki sahâbîsi; Amr b. el-As ile Ebû Musa el-Eşarî. Neticede ikisinin de doğruyu söylemiş olmaları mümkün değildir. Biri yalan söylemektedir ki o da bir sahâbîdir.

 

Değerli izleyiciler acaba her ikisinin de doğru sözlü olmaları mümkün müdür?

 

El-cevap: Asla! Ya ‘‘görüş birliğine vardık'' diyen Ebû Musa el-Eşarî doğru sözlüdür ve bu durumda Amr b. el-As yalancıdır, ya da Amr b. As doğru söyleyen taraftır ve yalancı, hain ve şerir olan kişi de Ebû Musa el-Eşarî'dir. Vârid olan rivayetin açık ifadesi bunu gerektirmektedir.

 

Şimdilerde kimileri ‘‘bu rivayet sahih değildir'' demeye çalışıyorlar. Eğer bu kaynaklarda geçenler sahih değil ise bu kaynakları yakıp denize atınız! Niçin dilediğinizi alıp dilediğinizi terk ediyorsunuz?

 

Muaviye'nin imamete hile ve dalavere ile geldiğini anlayabiliyoruz.

 

İşte İmam Aynî, Muaviye'nin minbere çıktığını ve kendisinin hilafete İbn Ömer'den ve babasından daha layık olduğunu dile getirdiğini söylüyor.

 

Pasajın son bölümünde geçen ifadelere işaret etmek istiyorum. Çünkü İbn Ömer kendi içinden şöyle geçirmektedir:

 

‘‘Belimi çözdüm ve bu işe senden daha fazla layık olan kişi, İslam üzere sana ve baban Ebû Süfyan'a karşı savaşan kişidir (yani Hz. Ali), diye­cek oldum…'' Bu ifadeler Buharî'de geçmektedir.

 

Abdullah b. Ömer, Hz. Ali'yi hilafete Muaviye'den daha layık görmektedir. Burada Abdullah b. Ömer'e şöyle bir soru yöneltebiliriz: Madem öyle niçin Ali'ye (a.s.) biat etmedin de Muaviye ve Yezid gibilerine biat ettin? Senin dünyadan nasibin budur! Senin buna cevap vermen gerekir. Bu ilk kaynaktır.

 

İkinci kaynak İmam Kastallânî'nin (h. 923) İrşâdü's-Sârî adlı eseridir. O, burada şöyle der:

 

Biz buna -yani hilafete- ondan -Abdullah b. Ömer'den- ve babasından -Hz. Ömer'den- daha layığız… Öyle anlaşılıyor ki Muaviye hilafet konusunda ve kuvvet, bilgi ve görüş konularında üstün olan birisinin dinde ve Müslümanlıkta öncülüğü bulunan kimseden daha öncelikli olduğunu düşünüyordu. Muaviye olaya bu açıdan baktığından dolayı kendisini hilafete daha layık görmüştür.[3]

 

Kastallânî'nin Muaviye için ortaya koyduğu bu görüş de sonuçta bir yorumdur. Yani Ömer'in Müslüman oluşta bir önceliği bulunmaktadır. Ancak bu programda bu konuyu uzun uzadıya ele almak istemiyorum. Varmak istediğim husus başkadır.

 

Onlar kitaplarında yalan ve iftira ile Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini nakletmektedirler:

 

Kim beni Ebû Bekir ve Ömer'den üstün tutacak olursa ona iftira haddini uygularım.

 

İşte Muaviye kendisinin Ebû Bekir ve Ömer'den üstün olduğunu bizzat iddia etmektedir. Buna göre Muaviye'ye iftira haddinin uygulanması gerekmektedir. Niçin susuyor ve sessiz kalıyorsunuz? Ölüm sessizliğine bürünüyorsunuz! Bunların sessizlikleri cevap bulamamalarından ileri gelmektedir. Eğer sözleri olsaydı kuşkusuz yanıt verirlerdi. Özetle Emevî din anlayışının Muaviye'ye bir kutsiyet atfetmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Bu tarihsel gerçeğin Muaviye'nin kendi sözlerinde de izinin sürülebileceğini görmekteyiz. Konuyla ilgili olarak Emevî din anlayışına sahip, Muaviye'nin menkıbe ve faziletlerine inanan mütekaddimûn dönemi âlimlerine geçelim. Vaktimiz sınırlı olduğundan konuyu etraflıca ele alamayacağım.

 

Hatib el-Bağdadî'nin (h. 463) Tarihu Medineti's-Selâm adlı eserine bakalım.

 

Rivayet sened açısından tamdır. Rebi İbn en-Nâfi'in şöyle dediğini işittim: Muaviye Allah Resûlünün sahâbîlerinin perdesidir. Kişi bu perdeyi araladığı zaman onun arkasındakilere / diğer sahâbîlere sataşmaya cüret eder.[4]

 

Yani ilk savunma hattı Muaviye'dir. Aklım almıyor! Herhangi bir ayette veya sahih bir hadiste sahâbenin perdesinin Muaviye olduğuna dair bir veri bulunmakta mıdır? Bu hadisin anlamını doğrusu kavrayamıyorum! Bu durum Emevî din anlayışının dayandığı nazariyeyi bize açıklıyor. Bundan dolayı bazı kişilerin internet sitelerinde, kaynaklarda ve minberlerde nifakın ve fısku fücûrun başı Muaviye ve Amr b. el-As ile Ebû Musa el-Eşarî gibi Muaviye tıynetlileri savunduklarını görmekteyiz. İnşallah ilerleyen zamanlarda Sıffîn Vakasını da ele alma olanağı buluruz.

 

Emevî yönelimli din anlayışının, kendi döneminin fısku fücûrunun başı olan Muaviye b. Ebî Süfyan'a verdiği unvanlar nelerdir?

 

İlk olarak sahâbenin perdesi olması.

 

İkinci unvana gelince; Ömer b. Abdülaziz'e özel bir önem verdiklerini bilmektesiniz. Şu kadarına işaret etmek kâfî gelecektir. İbn İmad el-Hanbelî'nin Şezerâtü'z-Zeheb adlı eserine talik düşenlerden biri (Abdülkadir Arnavut ya da Mahmud el-Arnavut) şöyle diyor:

 

Ömer b. Abdülaziz pek çok Müslüman âlimin nazarında Hulefâ-i Râşidîn makamına sahiptir. İbn Abdülaziz'in sayılamayacak kadar çok faziletleri ve kerametleri vardır. En önemli saygınlıklarından ve kerametlerinden biri Şam'daki Ümeyyeoğulları halifelerinin önceki dönemlerde uyguladıkları bidatleri ortadan kaldırması ve onlara engel olmaya çalışmasıdır. Hiçbir fazileti olmasa dahi hadis-i nebeviyi tedvin etmesi övünç kaynağı olarak kendisine yeterlidir. Nasıl olmasın ki! Ayrıca onun dönemi, bütün Müslümanların güven, huzur ve sükûnet içinde yaşadıkları bir dönemdir.[5]

 

Ümeyyeoğulları döneminde bidatler mevcut ise bunların on iki halife arasına nasıl dâhil edilmek istendiklerini aklım almıyor! Bunlara bir öğüt vermek istiyorum. Eğer konuları değerlendirmek istiyorsanız sözlerinizde çelişkiye düşmemeniz gerekmektedir.

 

Soru: Birçok Müslüman âlimin nazarında Muaviye, Hulefâ-i Râşidîn -Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali b. Ebî Tâlib (a.s.)- makamında olan Ömer İbn Abdülaziz gibi bir şahıstan üstündür. Hem de 600 kat! Öyleyse Muaviye, Hulefâ-i Râşidîn'den de üstündür! Ancak bu sözü söyleyenlerin ne dediğini bilmeyen cahil kimseler olduğunu söylerseniz başka...

 

İmam Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed'in (ö. h. 311) es-Sünne adlı eserinde şu ifadeler geçmektedir. Rivayet sened açısından sahih olup şöyledir:

 

Bişr b. el-Haris'in şöyle dediğini işittim: Muafî'ye -Ehl-i Sünnet nezdinde yüce bir konuma sahiptir- soruldu: Ömer b. Abdülaziz mi daha faziletlidir yoksa Muaviye mi?

 

Muafî bu soruya şu cevabı verdi: Muaviye, Ömer b. Abdülaziz'den 600 kat üstündür.[6]

 

Ömer b. Abdülaziz, Hulefâ-i Râşidîn'in beşincisi olarak kabul edilir. Büyük muhakkiklerin birçoğunun nezdinde Hulefâ-i Râşidîn makamındadır. Burada ise Muaviye'nin Hulefâ-i Râşidîn'den 600 kat daha üstün olduğu söyleniyor. Bundan sonra İbn Teymiyye'nin bu anlamı desteklediği açığa çıkacaktır. İbareyi okuyacağım.

 

Bu insana verilen özelliklerden biri de Şezeratü'z-Zeheb adlı eserde geçmektedir. Yazar şöyle demektedir:

 

Muaviye vahiy kâtiplerindendir, (tabii bu bir iftira ve yalandır), sahâbeyi sevmenin ölçütüdür. Sahâbenin anahtarıdır. [7] 

 

Muaviye'yi seven sahâbeyi sever, ona buğzeden sahâbeye buğzeder. Muaviye'ye düşmanlık eden kimse kâfir olur. Zira onlar sahâbeden beri olduğunu iddia eden kimsenin kâfir olduğuna inanmaktadırlar. Muaviye'yi kimlerin sevmediği konusu birazdan gelecektir. Hâkim en-Nisaburî, Nesâî, Ebu'l-Ferec el-İsfahanî, Zehebî bunlardandır. Bunların tümü Muaviye aleyhinde konuşup onu eleştiren kimselerdir. ‘‘Anahtarıdır'' demekle sahâbeye hangi kapıdan varılacağını belirtmek istiyor.

 

Yazar, Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Ali (a.s.) ilim şehrinin kapısıdır'' şeklindeki hadisinin içeriğini Muaviye'ye vermeye çalışıyor. Buna göre sahâbe evine girmek istiyorsak Muaviye'den girmeliyiz. Eğer bu evin anahtarı Muaviye ise bu ev ne kadar da kötüdür! Bu evin anahtarı içki satan, oyun ve sefahate dalan, faiz alan, fısku fücûr içinde yaşayan birisi ise… Saygın bir akıl ‘‘bidatler ihdas eden, bazı şeyleri haram kılan, Allah Resûlünün sahâbîlerinin seçkinlerini şehid eden, Ali b. Ebî Tâlib'e hakaret ve sövgülerde bulunan'' bir şahsın sahâbenin anahtarı olmasını hiç kabul edebilir mi? İşte Emevî din anlayışının nazariyesi budur. Bundan dolayı ben bütün dünya Müslümanlarına bir çağrıda bulunmak istiyorum. Eğer bir kişiyi değerlendirmek istiyorsanız onun Muaviye yanındaki konumunu tanımaya çalışınız. Eğer Muaviye'yi övüyorsa ‘‘Emevî din anlayışının görüşünü benimsemiş'' demektir. Eğer Muaviye'den ve onun fiillerinden beriyse minbere çıkıp ‘‘ben Muaviye'den, fiillerinden ve konumundan uzağım'' demelidir. Konuşmak ve değerlendirmek istiyorsa değerlendirsin. Ama Muaviye'yi savunmak istiyorsa onunla haşrolacaktır. Muaviye'nin hattı budur. Ben konunun son derece açık olduğunu düşünüyorum.

 

İbn Receb el-Hanbelî, Muaviye'nin ‘‘sahâbe sevgisinin ölçütü'' olduğunu söylüyor. Hz. Ali (a.s.) için sahih delille sabit olan şeyleri O'ndan alıp Muaviye'ye vermeye çalışıyorlar. ‘‘Ey Ali seni ancak mümin sever, sana ancak münafık hınç duyar.'' Bu faziletler Hz. Ali'ye ait olunca tartışmaya açıp senedinin zayıf olduğunu, kabul edilemeyeceğini iddia ederler. Yahut da bu sevginin uhrevî şeylere ait olmasının mümkün olmadığını, dünyevî şeylere müteallik olduğunu söylerler. Ancak bu faziletler Muaviye için söz konusu olduğunda hemen kabul ederler. Bunların kalplerine Muaviye sevgisi içirilmiştir.

 

İmam Ahmed b. Hanbel'e ‘‘Muaviye ve Ömer b. Abdülaziz'den hangisi daha faziletlidir'' diye soruldu. Cevaben şöyle dedi: Muaviye'nin Resûlullah'ın (s.a.a.) huzurundayken bindiği atın burnuna giren toz, Ömer b. Abdülaziz'den daha değerlidir. Allah ondan razı olsun, bizi onun sevgisi üzere vefat ettirsin.[8]

 

Değerli izleyicilerden ‘‘âmin'' demelerini istirham ediyorum. Allah'ım onları Muaviye, Yezid, Ümeyyeoğulları ve onları sevenlerle birlikte haşret! Bu da Muaviye'ye verilen diğer bir payedir.

 

Sunucu: Belirtmiş olduğunuz bu payeyi İbn Teymiyye de kabul ediyor mu?

 

Seyyid Kemal Haydarî: ‘‘600 katlık fazilet'' meselesinde de Emevî din anlayışının reisinin önemli bir rolü bulunmaktadır. Ona ‘‘Emevîci din anlayışının Şeyhülislamı'' dememizin nedeni budur. Diğerleri bu sözü söylemiş ve kenara çekilmişlerdir. Ancak bakın İbn Teymiyye nasıl bir yorum yapıyor. Onun eserinin adı Minhâcu's-Sünneti'n-Nebeviyye'dir. Aslında bu esere yaraşan isim ‘‘Minhâcü's-Sünneti'l-Emeviyye''dir. Çünkü bu eser Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Sünnet'iyle savaşan kimseyi savunmaya yönelik çabalarla doludur. Allah-u Teâlâ onu onlarla haşretsin! O bu eserinde ‘‘Nesillerin en hayırlısı benim neslimdir, sonra onların ardından gelenlerdir, sonra da onlardan sonra gelenlerdir'' rivayetini naklettikten sonra şöyle der:

 

Bazı râvîler O'nun neslinden sonra iki veya üç neslin zikredilip edilmediği hususunda kuşkuya düşmüşlerdir. Kastedilen amellerin fazileti ve sevabıdır. Yoksa amellerin zahirî sureti değildir. Onların kalplerdeki hakikatleridir. İnsanlarda bu konuda büyük farklılık görülür. Bu husus sahâbeden birisinin kendilerinden sonra gelenlere tercih edilmesini gerektiren gerekçelerdendir.[9]

 

Amellerin faziletine ilişkin açıklamaları yerindedir ve açıktır. Zira amelin zahiri tam olarak o şeyin hakikatini haber vermez. Amelin bâtını, o şeyin hakikatini ortaya koyar.

 

Onlar her hangi bir sahâbînin kendisinden sonra gelen bütün herkesten üstün olduğunu söylüyorlar. Yani fâsık ve fâcir bir sahâbî, sonraki dönemlerde yaşayan âlim, veli ve muttaki birinden daha üstündür. Bu anlayış Emevî din anlayışının nazariyesidir. Bu nazariye mealen şöyle der: Bir sahâbî; fâsık ve fâcir, içki içen, kendisine had cezası uygulanmış bir yalancı ve hain de olsa diğer tüm insanlardan üstündür! Amr b. As ile Muaviye bütün tâbiûndan üstündür! Bu tâbiî, İmam Cafer b. Muhammed es-Sâdık ve İmam Muhammed el-Bâkır (a.s.) dahi olsa!

 

Yani genellik ve kuşatıcılık ifade etmektedir. İfade ‘‘sahâbe topluluğu tâbiûn topluluğundan daha üstündür'' anlamına gelmiyor. Yazarın kullandığı ifade ‘‘sahâbenin her bir ferdi tüm tâbiûn topluluğundan üstündür'' anlamına gelmektedir.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Âlimler sahâbenin tüm fertlerinin tâbiûnun her birinden daha üstün olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Acaba sahâbenin her biri kendisinden sonrakilerden üstün müdür? Acaba Muaviye, Ömer b. Abdülaziz'den üstün müdür? [10]

 

Değerli izleyiciler sizlere bir soru yöneltmek istiyorum. İnsan bütün sahâbîlerin kendilerinden sonrakilerden üstün olduğunu açıklamak için bir örnek vermek istediğinde sahâbenin en faziletlilerini örnek verir. Sizler veya sahâbe ekolü ve Emevî din anlayışı, Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki sahâbenin en faziletlisinin Ebû Bekir olduğuna inanıyorsunuz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'den sonra Aşere-i Mübeşşerenin sahâbenin en üstün kişileri olduğuna inanıyorsunuz. Bir örnek vermek istiyorsanız ilk Muhacirler ile Ensar'ın öncü grubunu örnek vermemiz gerekmektedir. Ancak kalbi Ümeyyeoğulları ve Muaviye sevgisi ile dolu olan bu şahıs örnek vermek istediğinde aklına hemen Muaviye geliyor.

 

Anlayamıyorum, konunun bu bölümünün Muaviye ile Ömer b. Abdülaziz ile ne gibi bir bağlantısı var. Ebû Bekir ile Ömer b. Abdülaziz'i karşılaştır. Ömer ile Ömer b. Abdülaziz'i karşılaştır. Hadi, Hz. Ali'den vazgeçtik, Ali'ye karşı bir hıncın var ve senin düşünce dünyanda Hz. Ali'ye yer yoktur. Osman'ı, Aşere-i Mübeşşereyi söz konusu et. Sahâbe içerisinde Muaviye'den daha faziletli birisi yok mu? Niçin sahâbe söz konusu olduğunda hemen Muaviye zikrediliyor! Az önce söyledim, bunlar Muaviye'nin en faziletli sahâbî olduğunu söylemeye çalışıyorlar!

 

Soru: Sahâbe ekolü bu görüşü paylaşıyor mu?

 

Devamında İbn Teymiyye şöyle diyor:

 

Kadı İyâz ve diğerleri bu konuda iki görüşün olduğunu belirtmektedirler. Çoğunluk sahâbenin her bir ferdinin Ömer b. Abdülaziz'den daha üstün olduğu görüşündedir. Bu görüş İbn Mübarek, Ahmed b. Hanbel ve başkalarından nakledilmiştir.[11]

 

Bunların delillerinden birisi şudur:

 

Tâbiûnun amelleri ne kadar çok ve Ömer b. Abdülaziz'in adaleti Muaviye'nin adaletinden daha zâhir ve o Muaviye'den daha zâhid olsa da Allah katındaki faziletler, kalplerdeki imanın hakikatine göredir.[12] 

 

İbn Teymiyye, “allâmü'l-ğuyûb”dur! İmanın hakikatlerini o biliyor!

 

Bundan dolayıdır ki seleften birisi şöyle demiştir:

 

Resûlullah ile bulunan Muaviye'nin burnundaki toz Ömer b. Abdülaziz'den daha faziletlidir.[13]

 

Allah-u Teâlâ muttakilerin amelini kabul eder. Sen önce temeli sağlam kur, sonra yapıyı tartış. Muaviye'nin müminliğini, münafık olmadığını ve hatta onların lideri olmadığını ispatla sonra onun Resûlullah ile gerçekleştirdiği amellerinin Ömer b. Abdülaziz'den daha üstün olduğunu söyle. Onun mümin olduğunu nereden bildin? Onun zahiri nifak ve bidat ehli olduğunu ispatlıyor. Sünnet-i Nebevîye açıkça muhalefet etmiştir. Demagoji yapıyor, ancak bu konuya girmek istemiyorum.

 

‘‘Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e and olsun (sizden) biri Uhud Dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir hatta yarım müdde bedel olmaz'' hadisiyle görüşünü kanıtlamaya çalışıyor.

 

Bu hadis sahâbeyle ilintilidir. Bu hadisin Muaviye'ye uyarlanmaya çalışılması yerinde değildir. Çünkü bu rivayet sahih olduğunun kabul edilmesi halinde dahi ilk Muhacirlerle ve Ensar ile bağlantılıdır. Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olan “tulekâ” ile ilgisi yoktur. Her ne kadar bu şahıs, Muaviye'nin hicretin yedinci senesinde Müslüman olduğunu ispatlamaya çalışarak onu tulekâdan olma utancından kurtarmak istiyorsa da... İbn Teymiyye'nin zihninde Muaviye'den başka bir sahâbînin olmadığı anlaşılıyor.

 

Muaviye'ye verilen bir diğer paye de “fakihlik”tir.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin ‘‘Belki de hükümlerin birçoğu ona / Muaviye'ye ulaşmamıştı'' şeklindeki sözünü hatırlayacaksınız. Ancak burada onun fakih olduğunu söylüyor. Çelişki ve tutarsızlık! Allah-u Teâlâ ağızlarından çıkan şeyleri kulakları duymayan bu kimselerin gözlerini kör eder!

 

‘‘Muaviye'nin fakih olduğunu söyleyen herhangi bir kimse var mıdır'' şeklinde bir soruyu bana yöneltebilirsiniz. Cevabımız; evet, vardır.

 

Hadis Sahihu'l-Buhârî'de geçmektedir:

 

Muaviye yatsıdan sonra tek bir rekât ile vitir kıldı. Yanında İbn Abbas'ın bir azatlısı vardı. İbn Abbas'a geldi ve gördüğünü anlattı. İbn Abbas da: ‘‘Bırak onu. Çünkü o, Resûlullah'ın (s.a.a.) sohbetinde bulunmuş biridir'' dedi.[14]

 

Yani onun yaptığı şey hüccettir! Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbîsi olduğu için dilediğini yapabilir.

 

Bize İbn Ebî Meryem rivayet etti ve dedi ki; bize Nafi b. Ömer rivayet etti ve dedi ki; bana İbn Ebî Müleyke rivayet etti ve şöyle dedi: İbn Abbas'a ‘‘Müminlerin emiri Muaviye hakkında ne dersin? Çünkü o, tek bir rekât ile vitir kıldı'' denildi. O da ‘‘İsabet etmiştir, çünkü o, fakihtir'' dedi.[15]

 

Bu şahıs içki ticareti yapan, put satan, faizli muamelede bulunan, Ziyad'ı nesline katan kimsedir! Onun Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kat´î sünnetine muhalefetini gösteren bir başka örneğe işaret etmek istiyorum. Böylece onun fakihliği sabitleşsin!

 

Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'den bir rivayet aktaracağım. Rivayet şöyledir:

 

İbâd b. Abdullah b. Zubeyr kanalıyla şöyle nakletmiştir: Muaviye hacca gelince onunla Mekke'ye girdik. O öğle namazı için imamlık yaparak öğleyi iki rekât olarak kıldırdı. Daha sonra Dâru'n-Nedve'ye doğru hareket etti. Hâlbuki Osman Mekke'ye girdiği zaman öğle, ikindi ve yatsı namazını dört rekât olarak kılıyordu. Sonra, Mina ve Arafat'a gittikten sonra namazı iki rekât olarak yerine getirdi… Öğle namazını iki rekât kıldırdıktan sonra Mervan b. Hakem ve Amr b. Osman, Muaviye'nin yanına giderek, ‘‘Amcaoğluna karşı hiç kimse böyle bir ayıp bulmamıştı'' dediler. Muaviye, ‘‘Niye, ne oldu ki?'' diye sorunca, ‘‘Onun Mekke'de namazı dört rekât kıldığını bilmiyor musun?'' dediler. Bunun üzerine Muaviye, ‘‘Yazıklar olsun size! Doğrusu benim yaptığım değil midir?'' dedi; ‘‘Ben Resûlullah, Ebû Bekir ve Ömer ile namazı iki rekât olarak kıldım.'' Onlar, ‘‘Doğru söylüyorsun'' dediler, ‘‘Ama amcaoğlun onu dört rekât olarak kılıyor ve senin ona aykırı hareket etmen ona karşı bir eleştiri ve kusur sayılır!'' Ondan sonra Muaviye ikindi namazını dört rekât kıldı![16]

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine muhalefetin hangi noktalara vardığına bir bakınız! Nifakın lideri Muaviye, Sünnet'e tahammül edemiyor. Seferde namazın kısaltılarak (kasr ile) kılınması Hz. Peygamber'in sünnetidir.

 

Yukarıdaki hadise Allâme Şuayb el-Arnavut şu dipnotu düşer:

 

Sindi dedi ki; yani dinde veya Sünnet'te kılmış olduğum kasr namazından başka bir namaz mı var ki! [17]

 

Yani Sünnet'teki uygulama bu şekildeki namazın kasredileceği yönündedir. Ancak Osman namazı dört rekât olarak yani kasretmeksizin kılmaktadır. Yani Osman Sünnet'e muhalefet etmektedir. Muaviye daha sonrasında yaptığı doğru davranıştan vazgeçerek namazı tekrar dört rekât halinde kıldı.

 

Allâme Arnavut hadisin sıhhati hakkında şöyle der:

 

Hadisin isnadı hasendir. Taberânî el-Kebir'inde tahric etmiştir. Heysemî, Ahmed ve Taberânî rivayeti tahric etmişlerdir. İmam Ahmed'in rivayetinin ricâli sikadır.[18]

 

Müsned'in bir diğer basımının tahkikini yapan Hamza Ahmed ez-Zeyn hadise şu notu düşer:

 

 Hadisin isnadı sahihtir.[19]

 

Müsned'in tahkikini yapan iki büyük muhakkik (Allâme Şuayb el-Arnavut ile Ahmed Zeyn) sırasıyla hadisin hasen ve sahih olduğunu söylemektedirler. Heysemî ise hadisi rivayet eden râvîlerin sika olduğunu belirtmektedir.

 

Değerli izleyicilerin dikkatlerini bir noktaya çekmek istiyorum. Bu zat-ı fakih şöyle demektedir: Ben Resûlullah (s.a.a.) ile namazı kısaltarak kıldım. Buna göre Muaviye Sünnet-i Nebeviyyeye bile bile muhalefet etmektedir. İbn Teymiyye namazı kısaltarak kılma hükmünün Muaviye'ye ulaşmadığını söyleyebilir mi? Asla! Bizzat Muaviye bile bile Sünnet'e muhalefet ettiğini, bidat işlediğini dile getirmektedir. Böyle biri hakkında ‘‘bu insan fakihtir'' diyebilir misiniz?

 

Sözlerimi İbn Kesir'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eseriyle bitirmek istiyorum. Evet, bunların Muaviye'ye verdikleri bazı payeleri görmeniz için bu rivayetleri okuyacağım. Evet, içki ticareti yapan, fâsık bir münafık hakkında ne cümleler kuruyorlar!

 

O, şöyle diyor:

 

İbn Vehb, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Said b. Müseyyeb'e Resûlullah'ın (s.a.a.) ashâbını sordum. O bana dedi ki: Dinle ey Zührî! Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi severek bunların sevgisi üzerine vefat eden ve Aşere-i Mübeşşerenin cennetlik olduğuna şehadet eden, ay­rıca Muaviye'ye de rahmet okuyan bir kimseyi hesaba çekmemesi Allah üzerine bir haktır.[20]

 

Pasaja göre insanın kurtuluşu ancak bu fâsık ve fâcir, bidatçı ve münafık şahsa rahmet okumakla mümkün olabiliyor! Allah aşkına biz bu ifadeleri imamlarımız hakkında söyleseydik bize ‘‘guluvva (aşırılığa) bakınız'' derlerdi. Eğer bu rivayetler sahih değildir, diyecek olursanız peki kitaplarımızda geçen her şeyden dolayı niçin bizi sigaya çekmeye çalışıyorsunuz? Bu tür şeyler Allah-u Teâlâ'nın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeylerdir.

 

Bir diğer rivayet şöyledir:

 

Başka bir rivayete göre İbn Mübarek, Muaviye'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: ‘‘Bizde mihnet vardır, kimin o mihnete öfke ile baktığını görürsek, onu sahâbîlere kötü söz söylemiş olmakla itham ederiz.''… Seleften biri dedi ki: Bir ara ben Şam'da bir dağ başında iken görünmez âlemden bir ses şöyle dedi: Ebû Bekir es-Sıddık'a öfke duyan kimse zındıktır. Ömer'e öfke du­yan kimse cehenneme defolup gitsin, Osman'a öfke duyan kimsenin hasmı Rahman olan yüce Allah'tır. Ali'ye öfke duyan kimsenin hasmı Hz. Peygamber'dir. Muaviye'ye öfke duyan kimseyi zebaniler kızgın ce­hennem ateşine sürüklerler. Onu cehennemin uçurumuna fırlatırlar.[21]

 

Yani bu pasajlara göre hiç kimsenin Muaviye'nin amellerini eleştirme hakkı yoktur.

 

Metne göre Osman'ın makamı Ali'nin (a.s.) makamından daha üstündür. Onlar Hz. Ali'yi Osman'dan daha düşük makamda görüyorlar. Muaviye'ye kin ve hınç duyma ile ilgili olarak daha çok olumsuz şeyler zikredilmiştir. İşte bunlar Emevî din anlayışının mütekaddim âlimlerinin zikrettikleri şeylerdir. Muaviye'nin çehresinde bir kutsiyet hâlesi oluşturdular. Geriye Muaviye için çağdaş yazarların dile getirdikleri şeyler kalıyor.

 

Sunucu: Sudan'dan Haydar kardeş hatta, buyurun.

 

Haydar: Es-selâmu aleykum. Saygıdeğer Seyyidim sizlere bir sorum var. Acaba bu Muaviye'yi savunanlar gönülden mi savunuyorlar? Diğer bir ifadeyle gerçekten kalben öyle olduğuna inandıklarından dolayı mı savunuyorlar yoksa onu insanlara yönetici olarak atayan kimseye söz söylenmesi korkusundan dolayı mı böyle yapıyorlar?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet kardeşim, bizzat böyle inanıyorlar. Mütekellimlerden bir grup Muaviye'nin hükümetinin ve Ümeyyeoğulları devletinin yıkılmasından sonra bu açıklamalarda bulunuyorlar. İbn Teymiyye, hicretin yedinci ve sekizinci asrında yaşayan bir kişidir ve Muaviye'nin dönemiyle bir bağlantısı bulunmamaktadır. Bunlar gerçek anlamdaki Sünnet-i Nebeviyyeye inanmamaktadırlar. Bunlar anahtarı Muaviye olan Sünnet-i Nebeviyyeye inanıyorlar. Bizler ise anahtarı Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) olan Sünnet-i Nebeviyyeye inanmaktayız. Bunlar Muaviye ve Emevîlerin anlayışları ve okumalarıyla tasvir edilen bir peygambere inanıyorlar. Gerçi dediğiniz endişeyle hareket edenler de vardır.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[1] Sahihü'l-Buhârî, c. 3, s. 117, 29. bâb, hadis no: 4108, Mektebetü's-Selefiyye.

[2] Allâme Bedrüddin Ebû Mahmud İbn Ahmed el-Aynî, Umdetü'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, c. 17, s. 248, zabt ve tashih: Abdullah Mahmud Muhammed Ömer, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[3] Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el- İrşâdü's-Sârî li-Şerhi Sahihi'l-Buhârî, c. 9, s. 151, zabt ve tashih: Muhammed Abdülaziz el-Halidî, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[4] Hatib el-Bağdâdî, Tarihu Medineti's-Selam, c. 1, s. 151, tahkik, zabt ve talik: Doktor Beşşar Avvad Maruf, Darü'l-Ğarbi'l-İslâmî.

[5] İbn İmad el-Hanbelî ed-Dımeşkî, Şezerâtü'z-Zeheb fi Ahbâri Men Zeheb c. 1, s. 270, tahkik: Abdülkadir el-Arnavut ve Mahmut el-Arnavut, Dârü İbn Kesir.

[6] İmam Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed el-Hallal, es-Sünne, c. 3, s. 435, thk: Atiyye b. Atiyk ez-Zehrani, Dârü'r-Raye.

[7] Şezerâtü'z-Zeheb, c. 1, s. 270.

[8] A.g.e., a.g.y.

[9] Minhâcu's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 3, s. 151.

[10] A.g.e., a.g.y.

[11] A.g.e., a.g.y.

[12] A.g.e., agy.

[13] A.g.e., a.g.y.

[14] Sahihu'l-Buhârî, c. 3, s. 35, Bâbu Fezâili's-Sahâbe, 28. Bâb, Bâbu Zikri Muaviye, hadis no: 3765.

[15] A.g.e., a.g.y.

[16] Müsnedu Ahmed b. Hanbel, c. 28, s. 71, hadis no:16857, thk: Şuayb el-Arnavut.

[17] A.g.e., a.g.y.

[18] Age, agy.

[19] el-Müsned, c. 13, s. 183, hadis no: 6800, thk: Hamza Ahmed Zeyn.

[20] Hafız İmadüddin Ebu'1-Fida İsmail b. Ömer b. Kesir, el-Bidâyetu ve'n-Nihâye, c. 11, s. 449-451, thk: Doktor Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Dârü'l-Alemi'l-Kütüb.

[21] A.g.e., a.g.y.