Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (11) (SON)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (11) (SON)
Resûlullah (s.a.a.) O’na şöyle dedi: ‘‘Sen, benim yanımda Musa nezdinde Harun’un sahip olduğu bir konuma sahip olmaya razı olmaz mısın? Şu var ki sen bir peygamber değilsin. Ama ben mutlaka gideceğim ve sen de benim halifem olacaksın." (Ahmed b. Hanbel; Müsned)

 

 

Sunucu: Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Ayetullah Seyyid Kemâl Haydarî'ye hoş geldiniz, diyorum. Önceki programlarda “Ey Ali benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisi çerçevesinde konuşmuştuk. Şu ana kadar ulaştığımız sonuçları özetleyebilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Şu ana kadar birkaç temel sonuca ulaştık.

 

a- Allah'a hamdüsenalar olsun ki bu hadis bize şunu gösterdi:

 

Ali (a.s.) Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra -hadisin de ifade ettiği gibi- bütün müminlerin velisidir. Zira hadis “Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” buyurmaktadır. Bu nebevî hadisin iki sahih kanalı vardır.  Önceki programlarda da detaylı bir şekilde ele aldığımız gibi bu hadis sened açısından sahihtir. İbn Teymiyye ve onun takipçileri ‘‘bu hadis ilim ehlinin ittifakı ile uydurmadır'' demişlerdi. Ama bu hadis, ilim ehlinin ittifakıyla ne yalandır ne de uydurma. Bu hadisin isnâd zinciri ile ilgili ulaştığımız sonuç, hadisin sahih bir senede sahip oluşudur.

 

b- Hadisin delaleti ile ilgili değerlendirme:   

                                                                            

Bu nebevî nas diğer hadislerde bulunmayan büyük bir hususiyet ve anlam barındırmaktadır. Şöyle ki Hz. Peygamber (s.a.a.) bu velayet ve veliliği “benden sonra” ifadesiyle sınırlandırmıştır. Biz de Hz. Peygamber'in dilinden dökülen hadisin bu bölümünün, siyasî yönetim ve imamete delalet ettiğini belirtmiş ve ispatlamıştık. Yoksa sözcük sadece ‘‘sevgi ve yardımcı olma'' anlamına gelmiş olsaydı hadisteki bu ifadelerinin bir anlam ve söyleniş gerekçesi olmazdı.

 

c-Temel sonuçlardan bir diğeri ise şudur:   

                                                                              

Bu hadis, siyasî imamet ve yönetimin Resûlullah'tan (s.a.a.) hemen sonra -araya fasıla girmeksizin- İmam Ali'ye (a.s.) ait olduğunu ispat etmektedir.

 

Biz önceki programda bu hakikate delalet eden birtakım karinelere de işaret ettik. Ben şimdi bu saha ile ilgili bir-iki karineye daha işaret edeceğim.

 

Birinci karine: İmam İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî adlı eserinde “Benden sonra halifelerim on iki kişidir” hadisini açıklarken şöyle diyor:

 

Bana öyle geliyor ki bu hadisin anlamı hakkında… en uygun düşen bu sonralığın -‘‘benden sonra”- hakikî anlamda ele alınmasıdır.[i]

 

Yani “ba'dî / benden sonra” ifadesi doğrudan ‘‘benden hemen sonra'' anlamına gelmektedir.  Bir diğer ifadeyle “sonra” kelimesi cümlede başka bir anlama yorumlanacak herhangi bir karine yoksa hemen sonrasına yorumlanır, araya fasıla girmesinin ardındaki sonralığa değil.

 

İkinci karine İbn Receb'in (h. 795) Câmiü'l-Ulûm ve'l-Hikem adlı eserindedir. O, şöyle diyor:

 

İmam Ahmed'in Müsned'inde ve Tirmizî'nin Sünen'inde Huzeyfe'den şöyle rivayet edilmektedir: Peygamber'in (s.a.v.) yanında oturmakta idik, O ‘‘Aranızda ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Benden sonra şu ikisine uyun'' dedi ve Ebû Bekir ve Ömer'e işaret etti

 

Sefine'nin hadisinde ise Resûlullah (s.a.v.) ‘‘Hilafet benden sonra otuz yıldır. Sonra melikler gelecektir'' buyurmaktadır.

 

Açıktır ki burada söz konusu edilen sonralıktan kasıt araya fasıla girmeden hemen sonrasıdır.[ii]

 

Her ne kadar konunun dışına çıksak da bir noktanın üzerinde biraz durmak istiyorum. Şu veya bu kanalda yahut çeşitli sitelerde veya kitaplarda sanki ‘‘kesin bir hakikatmiş gibi'' birtakım rivayetler aktarılmaktadır.

 

Dillerde dolaşan hadislerden biri de “Benden sonra şu ikisine uyun, buyurdu ve Ebû Bekir ve Ömer'e işaret etti” şeklindeki rivayettir.

 

Bu hadis İmam Ahmed'in Müsned'inde geçmektedir. Rivayet şöyledir:

 

Huzeyfe'den şöyle rivayet edilmiştir: Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'e uyun.[iii]

 

Bu hadis İbn Receb'in yukarıda aktardığı hadisin aynısıdır. Eserin muhakkiki rivayet hakkında şöyle diyor:

 

Bu hadis çeşitli kanalları ve şevahidi bulunan hasen bir hadistir. Hadisin isnâd zincirindeki ricâl ise Buhârî ile Müslim'in ricâlidir.

 

Önceki pek çok programda dile getirdiğimiz bir hususa burada tekrar işaret etmek istiyorum. Bunlar diğer sahâbe ile bağlantılı olan hadisleri kesin birer hakikatmiş gibi sunmakta ve isnâd zinciri üzerinde herhangi bir tahkikata girişmemektedirler. Ama ne zaman ki bir rivayet Hz. Ali ve Ehl-i Beyt ile bağlantılı olur yine bu kişiler, hadise sened veya metin açısından onlarca kulp bulmaya çalışırlar.

 

Şuayb el-Arnavut da Hz. Ali ve Ehl-i Beyt ile bağlantılı olan birçok rivayetin kanıt olma özelliğini kazanmaması için elinden gelen çabayı gösterenlerdendir. Ancak o bu hadise gelince hadisin şevahidi ile hasen olduğunu söylemektedir. Biz bu programımızda Allâme Şuayb el-Arnavut'un bu sözlerini değerlendirecek değiliz. O, bu tür hadisleri sahih görmek ve göstermek istiyorsa bu ve benzeri hadisteki tutumunu göstermek yerine daha çok tahkik ve tetkike başvurması gerekir. Ben şimdi bu hadisin durumu hakkında başka bir esere atıf yapmak istiyorum.

 

Eserin adı Ehâdîsü Mualleh Zâhiruha es-Sıhhah'tır. Yani bu eser sened açısından görüntü itibariyle sahih olan fakat aslında bir veya birden çok illete sahip hadisleri içermektedir.

 

Bu eserde müellif şöyle diyor:

 

Hasan b. Sabbâh el-Bezzâr bize rivayet etti ve dedi ki: Süfyân b. Uyeyne, Zâide'den, o da Abdülmelik b. Umeyr'den, o Ribî'den -ki bu şahıs İbn Hirâş'tır- o da Huzeyfe'den bize şöyle nakletmiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: ‘‘Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'e uyun.''

 

Tirmizî: Bu hadis hasendir.

 

Tirmizî sonraları bu hadisi araştırınca hadisin munkatı´ (senedinin sahâbîden sonra gelen kısmında bir veya daha çok râvisi atlanarak rivayet edilen hadis) olduğunu görmüştür. Çünkü Abdülmelik b. Umeyr, Ribî'den hadis dinlememiş, sadece Ribî'nin mevlası Hilâl'den hadis dinlemiştir.[iv]

 

Bu tür âlimlerin diğer sahâbîlerin menkıbe ve faziletleriyle bağlantılı olan hadisleri hemen nasıl sahih göstermeye çalıştıklarını görmeniz için bu örneği vermek istedim. Birazdan da Ali b. Ebî Tâlib ile bağlantılı bir hadisi örnek verecek ve hemen nasıl zayıf sayma uğraşı içine girdiklerini göstermeye çalışacağız.

 

İlk problem: Görüldüğü gibi söz konusu hadisin isnâd zinciri munkatı´dır. Abdülmelik, Ribî'den değil onun mevlâsı Hilâl'den hadis dinlemiştir. “Bunda ne tür bir sakınca var?'' denebilir.

 

El-cevap: Eserin müellifinin değerlendirmesini aktaralım. Allâme Vâdıî şöyle diyor:

 

Ebû Abdurrahmân (Seyyid Kemal Haydarî bu kişinin Allâme Vâdıî olduğunu söylüyor) şöyle der: Hilâl, meçhuldür. Abdülmelik b. Umeyr dışında hiç kimse ondan rivayette bulunmamıştır. Muteber olarak kabul edilen bilginlerden hiçbiri de onu sika kabul etmemektedir. El-Münâvî Feyzü'l-Kadîr adlı eserinde bir diğer illeti ekler: Şöyle ki İbn Hacer, Ebû Hatem'in “Ribî b. Hirâş da Huzeyfe'den hadis işitmiş değildir.” dediğini aktarır. İbn Mesûd ve Enes'in hadislerinin bu hadise şahid oldukları söylenecek olursa bu da doğru değildir. Çünkü bu iki rivayet munkatı´dır (senedleri kopuktur) ve oldukça zayıftır. Allah en iyisini bilir.[v]

 

Eserin müellifi Allâme Vâdıî Yemen'in büyük âlimlerindendir ve Selefî düşünceye mensuptur.

 

Hadisle ilgili problemler şöyledir:

 

- Hadis munkatı´dır.

 

- Hadisin gizli râvisi olan Hilâl ‘‘mechûlü'l-hâl''dir. (Mechûlü'l-hâl: Kendisinden iki veya daha fazla güvenilir râvî rivayette bulunduğu halde hadisçiler arasında tanınmayan ve hakkında herhangi bir cerh ve ta'dil hükmü olmadığından durumu bilinmeyen râvîdir. Adâleti bilinmeyen râvî. Çev.)

 

- Esasında Abdülmelik de Huzeyfe'den hadis dinlemiş değildir. (Yani hadisin isnâdında bir değil iki kopukluk söz konusudur. Çev.)

 

- Hadisin içeriğine tanık olarak gösterilen İbn Mesûd ve Enes hadisleri de şiddetli zayıf olmalarından ötürü şahit olabilecek yapıda değildir.

 

Bütün bunca kusura rağmen Allâme Arnavut yukarıda geçen hadis hakkında ‘‘Hadis hasendir, isnâd zincirindeki şahıslar sika kişilerdir, dahası Buhârî ve Müslim'in ricâlidirler.'' diyebilmektedir!

 

Bu hadis Hz. Ali'den bahsetmediğine göre o kadar incelemeye gerek yok. Ama konu Ali (a.s.) olunca onlarca kusur bulunur!

 

Allah'a hamdolsun ki buraya kadar yapılan açıklamalarla “Ali benden sonra bütün müminlerin velisidir” şeklindeki hadisin hem isnâd hem de delalet açısından tamlığı anlaşılmış oldu.

 

Sunucu: Acaba bu nebevî hadisin bir başka kanalı da var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, bu hadisin üçüncü bir kanalı daha vardır. İzleyiciler böylece bu hadisin tek bir kanaldan gelmediğini anlayacaklar. Bu hadisin çeşitli tarikleri mevcuttur. Bu da bize Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu hadisi yalnızca tek bir sahâbînin huzurunda söylemediğini ortaya koymaktadır. Resûlullah (s.a.a.) bu hadisi çeşitli koşullarda ve farklı sahâbe topluluğunun huzurunda söylemiştir.  Bunca zorluklara, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'i dışlamalarına, Resûlullah (s.a.a.) sonrası hadis yazımı yasağına, Benî Ümeyye'nin Hz. Ali'nin faziletleri karşısında uydurdukları hadislere rağmen O'nunla ilgili bu hadisin birden çok geliş kanalı vardır. Geliniz, bu hadisin bir başka ifadesinin bulunup bulunmadığına bir bakalım.

 

İlk kaynak İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'idir. İmam Ahmed şöyle rivayet etmektedir:

 

Büreyde der ki: Ben şöyle dedim: Ey Allah'ın Resûlü, ben Yemen'den dönen bir adamım. Sen beni bir komutanla Yemen'e göndermiş ve ona itaat etmemi emretmiştin. Şimdi ben onun sana gönderdiği mesajı tebliğ ettim.

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ali'nin aleyhinde konuşma. O, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur. O, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur.

 

Hadisin isnâdı sahihtir. İsnâd zincirinde Eclah el-Kindî vardır. Bu şahıs muvassaktır. Sünenlerde ve Buhârî'nin Edebü'l-Müfred'inde hadisleri mevcuttur.[vi]

 

Bu hadisi önceki programda da okuyup incelemiştik. Ancak şimdi sadece hatırlama cihetiyle okuyoruz.

 

Resûlullah (s.a.a.) “veliyyukum / sizin veliniz” ibaresini kullanmaktadır. Yani ‘‘Ali siz sahâbenin hepsinin velisidir''. Nasıl ki Resûlullah (s.a.a.) müminlerin velisi ise İmam Ali (a.s.) de müminlerin velisidir. Allah-u Teâlâ “İnnemâ veliyyukumullâhu ve Rasûlühu… / Sizin veliniz Allah ve Resûlüdür.” (Mâide, 55) buyurmaktadır. Varsayalım ki ayetin “vellezine yu'tune'z-zekâte ve hum râkiûn / rükû halindeyken zekâtı veren…”  bölümü Ali (a.s.) hakkında olmasın. Yine de bu rivayet, “Veliyyukum ba'dî / O, benden sonra sizin velinizdir” buyurmaktadır.

 

Bu hadisi eleştirmek isteyenler hep Eclah el-Kindî üzerinde dönüp dolaşmaktadırlar. Birazdan bu şahsın durumunu ele alacağız.

 

Müsned'in muhakkiki Hamza Ahmed ez-Zeyn hadisin sahih olduğunu belirtmektedir.

 

İkinci kaynak Hafız el-Heysemî'nin Mecmeü'z-Zevâid adlı eseridir. Heysemî şöyle diyor:

 

O, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur. O, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur.

 

Ben derim ki: Bu hadisi Tirmizî ihtisaren rivayet etmiştir. Ahmed ve Bezzâr da muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Hadisin isnâd zincirinde el-Kindî vardır. İbn Main ve diğerleri onu sika saymaktadır. Gerçi cerh ve ta'dil sahasından bir grup bilgin onu zayıf saymıştır. Ahmed'in isnâd zincirindeki geriye kalan isimler ise sahih hadisin ricâlidir. [vii]

 

İbn Main cerh ve ta'dil sahasının büyük âlimlerindendir.

 

Üçüncü kaynak Allâme Munâvî'nin Feyzü'l-Kadîr adlı eseridir. O şöyle der:

 

Büreyde der ki ben şöyle dedim: Ey Allah'ın Resûlü, ben Yemen'den dönen bir adamım. Sen beni bir komutanla Yemen'e göndermiş ve ona itaat etmemi emretmiştin. Şimdi ben onun sana gönderdiği mesajı tebliğ ettim.

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ali'nin aleyhinde konuşma. O, bendendir, ben de Ondanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur.

 

Eclah el-Kindî'ye gelince cumhur (çoğunluk) onu sika saymıştır.  Hadisin isnâd zincirindeki geriye kalan şahıslar ise sahih hadisin ricâlidir.”[viii]

 

Öyleyse Eclah el-Kindî'yi sika sayan sadece İbn Maîn değildir. Aksine cerh ve ta'dil sahasının bilginlerinin büyük bir bölümü onu sika saymıştır.

 

Hadisin isnâd zincirinde sadece Eclah el-Kindî'de problem bulunmaktadır fakat çoğu bilgin onu sika olarak kabul etmektedir.

 

Sunucu: Eclah el-Kindî meselesi çözülecek olursa sorun da çözülmüş olur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Onu sika sayanlardan birisi de Allâme Albânî'dir.

 

Dördüncü kaynağımız: İbn Ebî Âsım'ın (h. 287) es-Sünne adlı eseri. Esere talikler düşen Allâme Muhammed Nâsırüddîn Albânî'dir.

 

Allâme Albânî hadisi naklettikten sonra şöyle diyor:

 

“İmam Ahmed bu hadisi Ecleh el-Kindî kanalıyla Abdullah b. Büreyde'den, o da babası Büreyde'den rivayet etmiştir. Hadisin isnâd zinciri ceyyiddir (iyidir). Ricâli da Eclah dışında Buhârî ve Müslim'in ricâlinden oluşmaktadır. Eclah ise İbn Abdullah b. Hücciye el-Kindî'dir, Şiî'dir ve sikadır.”[ix]

 

Problem Eclah'ın Şiî oluşunda!

 

Ancak değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Biz önceki programda Allâme Albânî'nin bir sözüne işaret etmiştik. Allâme ‘‘Biz râvinin inancına bakmayız, râvinin hıfzına ve doğruluğuna bakarız'' demişti.

 

O, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha adlı eserinde şöyle diyor:

 

‘‘وهو ولي كل مؤمن بعدي / O, benden sonra bütün müminlerin velisidir.'' hadisinin şahidi vardır. İşte söz konusu hadisin şahidi; Eclah el-Kindî'nin, Abdullah b. Büreyde'den, onun da babasından rivayet ettiği hadis ‘‘وهو وليكم بعدي وأنه مني وأنا منه وهو وليكم بعدي / O, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur'' budur.  Bu hadisin isnâdı hasendir. Hadisin isnâdında geçen ricâlin Eclah dışındaki kişileri sika şahıslardır ve Şeyhayn'ın ricâlidir. Hadis rivayetinde temel kural râvinin doğruluk ve hıfzıdır. Bağlı bulunduğu inanca gelince ise o kendisiyle Rabbi arasındadır. [x]

 

Peki cerh ve ta'dil sahasının bilginleri bu kişi hakkında ne diyorlar? Acaba Eclah saduk mudur, değil midir?

 

Önümüzde İbn Hacer el-Askalânî'nin Takrîbu't-Tehzîb adlı eseri var. O şöyle diyor:

 

Eclah b. Abdullah b. Huceyye -ism-i tasğir olarak okunur- Ebû Huceyye el-Kindî künyesidir. İsminin Yahya olduğu da söylenmiştir. Saduk ve Şiî bir şahıstır.”[xi]

 

Allâme Albânî'nin sözünü göz önüne alacak olursak “Onun inancıyla bir alakamız yok. Biz sadece onun doğru bir şahıs olup olmadığına bakarız” deriz.

 

Sunucu: Her şeyden önce çoğunluk onu sika olarak kabul etmişti.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, çoğunluk onu sika olarak kabul etmişti. Hamza Ahmed ez-Zeyn de hadisin sahih olduğunu belirtmişti. Hatta dahası var.

 

Cerh ve ta'dil sahasının bilginlerinden Hafız İbn Şahîn Tarîhü Esmâi's-Sikât adlı eserinde şöyle diyor:

 

Ahmed Eclah el-Kindî… [xii] 

 

İsminden de anlaşıldığı gibi kitap sika râvîlerin isimlerini içermektedir ve eserde geçen bütün isimler sika kişilerdir. 

 

Bu şahıs hakkında;

 

İbn Hacer ‘‘saduk'' olduğunu söylüyor.

 

Allâme Albanî ise saduk olduğunu Şiî olsa dahi rivayetinin alınacağını belirtiyor.

 

Allâme Münâvî “Cumhur onu sika olarak kabul etmektedir” diyor.

 

Hamza Ahmed ez-Zeyn sahih olduğunu kaydediyor.

 

Bilemiyorum artık, bu rivayet sahih değil, ama diğer zayıf rivayetleri sahih! Allâme Albanî bu rivayete gelince zayıf diyor. Nedeni de isnâd zincirinde Eclah el-Kindî'nin bulunması!

 

Daha çok araştırma yapmaya ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim. Hadisin üçüncü kanalı için işaret ettiğimiz kaynakların yeterli olduğu düşüncesindeyim. Azizan, Resûlullah'ın bu hadisinin üç ifade şekli bulunmaktadır.

 

- “ve hüve veliyyukum ba'dî / Benden sonra sizin velinizdir.”

 

- “ve hüve veliyyu külli müminin ba'dî / O benden sonra bütün müminlerin velisidir.”

 

- “ve hüve veliyyu külli müminin min ba'dî / O benden sonra bütün müminlerin velisidir.”

 

Bu metnin senedinin sahihliğini gösteren üç kanal vardır.

 

Durum böyle olduğuna göre “Bu rivayet, hadis ilminde uzman olanların ittifakıyla uydurmadır” dememiz hiç makul ve mümkün müdür?

 

Sunucu: Bu hadis diğer birçok hadis ile değerlendirildiğinde…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Resûlullah (s.a.a.) açık, net ve sarih “velî” sözcüğünü kullanınca bu defa da bunlar ‘‘Niçin vali sözcüğünü kullanmadı?'' diyorlar!

 

Sunucu: Onların durumu “Mûsâ onlara bir inek boğazlamalarını emretti” ayetini andırmaktadır.

 

Saygıdeğer Seyyid “veliyyukum ba'dî / Benden sonra velinizdir”, “veliyyukum min ba'dî / Benden sonra velinizdir”, “ente veliyyu külli müminin min ba'dî / Benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisinin üç farklı varyantını zikrettiniz. Acaba “Ali benden sonra halifemdir” diyen bir ifade var mıdır? Yani bütün kapıları kapatan ve halife ibaresini kullanan bir rivayet mevcut mu?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şu ana kadar yaptığımız açıklamalarla “veliyyukum min ba'dî” ve “veliyyu küllim müminin ba'dî / Benden sonra bütün müminlerin velisisin” şeklindeki rivayetin sened açısından herhangi bir probleminin olmadığı vuzuha kavuştu.  Tekrar bir hatırlatma olsun. İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Resûlullah'ın ‘‘Ente veliyyu külli müminin ba'dî / Benden sonra bütün müminlerin velisisin'' sözü de bu şekilde olup Resûlullah'ın (s.a.v.) dilinden söylenmiş bir yalandır.[xiii]

 

İbn Teymiyye burada bu rivayetin yalan olduğunu söylerken bir başka yerde ise “bu rivayet, hadis sahasının uzmanlarının ittifakıyla düzmecedir” diyordu. Elinden hiçbir şey gelmeyince de ‘‘Resûlullah (s.a.a.) siyasî yönetimi murat etseydi veli yerine vali sözcüğünü kullanması gerekirdi'' diyor.

 

Elimizde ‘‘Ali benim halifemdir'' şeklinde bir rivayet var mı, yok mu?

 

Önceki programlarda şunu belirtmiştik:

 

Siyasî imamet ve emirliği elde ettiğimiz kavramlar ‘‘veli ve halife'' kavramlarıdır. İşte karşımızda Resûlullah'dan (s.a.a.) sonra gelen kimseler için ‘‘hulefâ / halifeler'' sözcüğü kullanılmaktadır. Öyleyse geliniz bir bakalım.

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) herhangi bir kimseyi işaret ederek “O benim benden sonraki halifemdir” demiş mi, dememiş mi? Bilemiyorum artık, halifeyi de mi sevgi anlamına yorumlayacaklar! Zira ‘‘veli, mevlâ ve velayet'' sözcüklerinde bu kavramların hakikî anlamlarını tahrif etme gibi bir olanakları vardı. Zaten onlar bu kavramları sevgi ve yardımcı olma anlamlarına almışlardı. Peki, halife sözcüğünü de bilinen anlamından başka bir anlama yorumlayacaklar mı?

 

Resûlullah'tan bu anlamı ifade eden ve bu kelimeyi içeren bir rivayet aktarılmıştır. Ancak bu hadis tek bir hadis olmasına rağmen iki farklı varyant (siga ile) rivayet edilmiştir:

 

İlk varyant / siga:

 

Bize Yahya b. Hammâd rivayet etti ve dedi ki: bize Ebû Avâne rivayet etti ve dedi ki: bize Ebû Belc rivayet etti ve dedi ki: bize Ömer b. Meymûne rivayet etti ve dedi ki: … Bunun üzerine Ali (a.s.) ağladı, Resûlullah (s.a.a.) O'na şöyle dedi: ‘‘Sen, benim yanımda Musa nezdinde Harun'un sahip olduğu bir konuma sahip olmaya razı olmaz mısın? Şu var ki sen bir peygamber değilsin. Ama ben mutlaka gideceğim ve sen de benim halifem olacaksın.” [xiv]

 

Sunucu: Bu mutlaktır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Zayıf düşünceli ve kalbi hastalıklı olan bir insan gelip de ‘‘bu sadece Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatta olduğu döneme özgüdür'' derse bilemiyorum artık ne yapacağız!

 

Azizim, bu halifelik sadece Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatta olduğu döneme özgü değildir. Hem hayatta olduğu dönemi hem de vefatından sonraki dönemi kapsamaktadır. Bir diğer ifadeyle bir kişi Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatta olduğu dönemde O'nun halifesi olabiliyorsa vefatından sonrasını var sen düşün! Buna aklî evleviyyet deniliyor. Yani O mevcut iken Ali O'nun halifesi olabiliyorsa O'nun yokluğunda nasıl halifesi olmasın ki?

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: Resûlullah (s.a.a.) Medine'den ayrıldığında, özellikle savaşa gittiğinde falanca ve filancayı Medine'de yerine bırakabiliyordu. Dolayısıyla onlar da Resûlullah'ın (s.a.a.) halifesidir.

 

Doğrudur, Resûlullah (s.a.a.) sefere çıktığında birilerini yerine bırakıyordu ancak Resûlullah (s.a.a.) onlardan hiçbirine “Sen benden sonra benim halifemsin” buyurmamıştır. Mugalata yapmayın! İnsanları yanlış yönlendirmeyin. Sizler ya hakikaten tahkik ve tefekkür ehli değilsiniz ki bu durumda öğreniniz yahut da bu hakikatin farkındasınız ancak insanlardan hak ve hakikati gizliyorsunuz.

 

Sunucu: Bu konuda bir hadis varsa…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Elbette bu konuda bir hadis varsa sunun bizlere. Bize deyiniz ki Resûlullah (s.a.a.) Medine'de yerine bıraktıklarından falancaya “Sen benim halifemsin” veya “Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” ya da “Senin bana göre konumun Harun'un Musa nezdindeki konumu gibidir” buyurdu, deyin. Allah aşkına bu kavramlar, sözcükler ve ifadeler Ali (a.s.) dışında birisi için kullanılmışsa Ali'nin diğerlerinden herhangi bir farkı kalmaz. Nasıl ki onlar için hilafet sabit olmuyorsa bu naslarla Ali için de sabit olmaz. Ancak böyle bir buyruk bulunmamaktadır!

 

Önceki programlarda da işaret ettiğimiz gibi ilmî açıdan bir meydan okumamız vardı. Elinizde Hz. Ali dışında başka birisi için açık, sahih ve ittifak edilen bir nas varsa buyurunuz, ortaya koyunuz. Sadece sizin kanallarınızdan rivayet edilen “Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'e uyun” şeklindeki hadisin dahi zayıf olduğu anlaşıldı. Elinizde sizin kaynaklarınızda istediğiniz anlama delalet eden bir hadis bulunmamaktadır. Nerede kaldı ki âlimlerin ortaklaşa rivayet ettiği bir hadisi bulabilesiniz!

 

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği siga şu şekildedir:

 

Resûlullah (s.a.v.) O'na şöyle dedi: Sen, Mûsâ nezdinde Hârûn'un sahip olduğu bir konuma benim yanımda sahip olmaya razı olmaz mısın? Resûlullah (s.a.a.) O'na şöyle buyurdular: Ey Ali! Benden sonra bütün müminlerin velisisin. / Ente veliyyi fi külli mümininin ba'dî.

 

Yani bu rivayette hem “halifetî / benim halifem” ifadesi hem de “Ente veliyyi külli müminin ba'dî / benden sonra bütün müminlerin velisisin” ifadesi geçmektedir.

 

Öncelikle şunu söyleyeyim. Muhakkik Ahmed Muhammed Şâkir bu hadisin isnâd zinciri hakkında şöyle diyor:

 

İsnadı sahihtir. Ebû Belc, Yahya b. Selîm'dir. Yahya b. Ebü'l-Esved el-Fezârî denildiği de olur. Sikadır. İbn Main de onu sika kabul etmektedir. Yine İbn Sa'd (Tabakât'ın müellifi; Seyyid Kemal Haydarî), en-Nesâî (Sünen sahibi) ve Dârekutnî de onu sika kişilerden saymaktadır. Tehzîb'de Buhârî'nin onun hakkında ‘‘onda nazar vardır'' dediği aktarılmaktadır. Ancak ben Buhârî'nin bu sözü hangi eserinde söylediğini bilemiyorum. Buhârî, Ebû Belc'in tercüme-i hâlini Tarîhü'l-Kebîr'inde aktarır, ancak onunla ilgili bir cerh ifadesi kullanmaz. Tarîhü's-Sağîr'inde ise ona hiç değinmez. O ve Nesâî, ed-Duafâ adlı eserlerinde onu zayıf râvîlerden saymazlar. Sadece sika kişilerden rivayet eden Şu'be b. Haccâc da Ebû Belc'ten rivayette bulunur.[xv]

 

Birazdan İbn Maîn'e değineceğiz. Muhakkik Ahmed Muhammed Şâkir, Buhârî'nin sözü diye aktarılan hususu çokça araştırmasına rağmen herhangi bir eserde rastlamadığını belirtiyor.

 

Ahmed Muhammed Şâkir'in sözlerine göre Buhârî ve Nesâî onu zayıf râviler arasında saymıyorlar.

 

Rivayetin ilk varyantında Ebû Belc bulunmaktadır. Bu şahsı İbn Maîn, Nesâî, Dârekutnî ve İbn Sa'd sika olarak kabul etmektedir. Sadece sika râvîlerden nakilde bulunan Şu'be b. Haccâc da bu şahıstan rivayette bulunmaktadır.

 

Hadisin ikinci varyantı Ebû Bekir b. Ebû Âsım'ın (h. 287) es-Sünne adlı eserinde geçmektedir. Rivayet şöyledir:

 

Yahya b. Selim Ebû Belc'in Amr b. Meymûn'dan, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre o şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.a.) Ali'ye (a.s.) şöyle buyurdular: Ey Ali! Senin bana nazaran konumun Hârûn'un Mûsâ'ya (a.s.) konumu gibidir. Şu var ki sen peygamber değilsin. Sen benden sonra bütün müminler için halifemsin.[xvi]

 

Sunucu: Seyyidim hadisi daha yüksek bir ses tonuyla söyleseniz. Bazıları işitmemiş olabilirler.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Duymayacaklarını sanmıyorum. Ancak kimileri bu hadisi duymak istemeyebilirler. Ben öyle inanıyorum ki bu hakikatler Müslümanlara açıklanmamıştır. Dahası belki Vehhâbîlere dahi açıklanmamıştır. Tabii buradan kastımızın kendilerinin İbn Teymiyye'nin bağlıları olduğunu söyleyen bütün Vehhâbîler olduğu anlaşılmasın. Maksadımız hakikatleri bilmeyen bütün Vehhâbîlerdir.

 

Sunucu: Maksadımız Şuayb el-Arnavut ve benzerleridir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki maksadımız bu tür hadislere vakıf olan İbn Bâz, İbnü'l-Useymîn ve Arnavût gibileridir. Ali (a.s.) hakkında bir rivayette bulunduklarında senedi hemen zayıf sayıyorlar, ancak Ali (a.s.) dışında diğerleri için naklettiklerinde ise aynı senedi sahih olarak kabul ediyorlar!

 

Nitekim Cafer b. Süleymân ed-Duba'î ile ilgili rivayeti incelediğimizde bunu açıklamıştık.  Bu şahsın İmam Ali dışında başka birisiyle ile ilgili bir rivayet aktardığında rivayetin senedini sahih kabul ettiğini ama Ali (a.s.) ile ilgili rivayet aktardığında senedi zayıf saydıklarını görmüştük. Aynı durum Ebû Belc için de geçerli. Ebû Belc'i bilginlerin sika saydıklarını belirtmiştik. Şimdi değerli izleyiciler müsaade ederse Ahmed Muhammed Şâkir'in “falanca, filanca onu sika saymışlardır” şeklindeki sözüyle işaret ettiği kimselere geçelim.

 

Bu şahıslar;

 

- Şu'be b. Haccac

 

- Yahya b. Maîn

 

- Nesaî

 

- Dârekutnî

 

- Tabakât sahibi İbn Sa'd'dır.

 

Burada sorulması gereken soru şu: Bu bilginler kimlerdir? Ebû Belc'i sika sayan bu şahısların söz konusu tevsiklerine rağmen bu rivayeti zayıf saymak mümkün mü, değil mi?

 

Ahmed Muhammed Şâkir'in “ancak sika kişilerden hadis nakleder” dediği Şu'be b. Haccâc'a geçelim.

 

Şu'be b. Haccâc'ın tercüme-i hâli, İbn Hacer el-Askalânî'nin Takrîbu't-Tehzîb'inde geçmektedir.  O şöyle diyor:

 

Şu'be b. Haccâc: Ebû Bestâm el-Vâsıtî, sika, hafız ve mutkin (sağlam-titiz). Süfyânü's-Sevrî onun hakkında ‘‘Şu'be hadiste müminlerin emiridir'' der.[xvii]

 

Ebû Belc Yahya b. Süleym'den (veya Selim) rivayet eden ve hakkında “ancak sika kişilerden rivayette bulunur” denilen Şu'be'nin durumu budur. Bundan dolayı ki onun hakkında hadis sahasının ‘‘emîrü'l-müminîn''i denilmiştir.

 

Sunucu: Ebû Belc zayıf olsaydı Şu'be kendisinden rivayet etmezdi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İkinci şahsa geçelim. Ebû Belc'i sika olarak kabul eden Yahya b. Maîn. O, şöyle diyor:

 

Yahya b. Main: Sika, hafız, meşhur, cerh ve ta'dil sahasının imamı.[xviii]

 

Buna göre Ebû Belc'i sika sayanlar sıradan kişiler değiller. İlki bu sahanın emîrü'l-müminîni iken bu ikincisi de cerh ve ta'dil sahasının imamı.

 

Nesâî'ye geçelim. Ah Nesaî, ne adam ama! Hafız ez-Zehebî onun hakkında şöyle diyor:

 

Nesâî: İmam, hafız, sebt, Şeyhü'l-İslam, hadise nüfuz eden. Tam adı: Ebû Abdurrahmân Şuayb b. Ali el-Horâsânî en-Nesâî, sünen sahibi.”[xix]

 

İlerleyen sayfalarda şöyle diyor:

 

Hicretin üçüncü asrının başında Nesâî'den daha hafız bir kimse yoktu. O hadis sahasında insanların en zekisidir. Hadisin illetleri ve ricâli hakkında da Müslim'den daha iyidir.[xx]

 

Bu pasaja göre o, cerh ve ta'dil sahasında Müslim'den daha yüksek bir konuma sahiptir. Sizler de biliyorsunuz ki Buhârî ve Müslim hiçbir kimsenin ulaşamayacağı bir konumdadır. Ancak bu pasaja göre ricâl ve hadisin illetleri konusunda Nesâî, Müslim'e takdim edilmektedir.

 

Soru: Nesâî daha hafız, âlim ve imam olduğuna göre niçin Müslim'in hadislerinin bulunduğu kitap Sahîh-i Müslim oluyor da Nesâî hakkında ‘‘Sahîhü'n-Nesâî'' denmiyor? Hem de daha hafız ve daha bilgin olmasına rağmen! Peki sorun ne öyleyse?

 

Zehebî buna şu sözlerle işaret etmektedir:

 

Ancak onda birazcık Şiîlik vardır.[xxi]

 

Bilemiyoruz artık ne kadar, %10 mu %1 mi, yoksa daha fazla mı? Ama asıl problem bu değil. Asıl problem şudur:

 

Muâviye ve Amr b. el-Âs gibi Ali'nin hasımlarından yüz çevirmiştir. Allah günahını affetsin.[xxii]

 

İşte dananın kuyruğunun koptuğu nokta burası!

 

Sunucu: Azıcık Şiîliği buradan geliyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Oysa Ali (a.s.) hakkında “Ey Ali! Seni ancak mümin sever. Sana ancak münafık kin duyar” şeklinde rivayetler vârid olmuştur!

 

Sunucu: Ali (a.s.) ile Muâviye ve Ümeyyeoğulları arasında bir uyum ve bir dostluk bulunmamaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İşte Emevîci din akımı dediğimiz tam da bu! Bu akım, İmam Ali ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) düşmanlık, buğz ve kin üzerine kuruludur.

 

Hafız Zehebî'nin kendisi Nesâî hakkında ‘‘imam, hafız ve Şeyhü'l-İslam'' ifadelerini kullanıyor. Ancak bütün bunların, Nesâî'nin Muaviye ve Amr b. el-Âs gibilerinden yüz çevirmesi karşısında hiçbir etkisi olmuyor. Bütün bunlara rağmen televizyon kanallarına çıkanlar hakikati ters yüz edebilmektedirler. İmam Ali ile Muaviye arasında meydana gelen Sıffîn Savaşı hakkında Ehl-i Sünnet Müslümanları ‘‘Ali haklıdır'' diyorlar. Ancak Emevîci din anlayışı böyle söylemiyor. Onlar ‘‘Ali %70 oranında haklı, Muâviye ise %30 oranında haklıdır” diyorlar. İbn Teymiyye “Hak Ali ile birliktedir” diyemiyor.

 

Bunlar diyorlar ki Ali de Muâviye de ictihâd etti. Ve ikisi de ictihâdlarında haklı idiler. Ancak Ali'nin hak üzere oluşu Muâviye'nin hak üzere oluşundan daha fazla idi. Yani günümüz diliyle söyleyecek olursak hak aralarında paylaştırılmıştır. ‘‘Birisine %60, diğerine %40 oranında pay veririz.''

 

“Allah günahını affetsin!” Yani Muâviye'den yüz çevirmesi büyük bir günahtır! Bildiğiniz gibi Nesâî insanlar tarafından öldürülmüştür…

 

Devamında şöyle diyor:

 

Ebû Abdullah b. Mende, Hamza el-Ukbî el-Mısrî'den şöyle rivayet etmektedir: Nesâî ömrünün son dönemlerinde Mısır'dan çıktı ve Dımaşk'a vardı. Orada kendisine Muâviye'nin faziletleri hakkında soru yöneltilince ‘‘Onun hakkında herhangi bir fazilet aktarılmış değildir'' diye cevap vermiş ve devamında şöyle demiştir: ‘‘Muâviye'nin Ali ile başa baş kalması yetmez mi? Bir de üstünlüğü mü olsun?'' Onlar da onu hayalarını tekmeleyerek camiden çıkardılar. Taşınarak Mekke'ye götürüldü ve orada vefat etti.[xxiii]  

 

Dımaşk eskiden Ümeyyeoğullarının merkezi idi. Şu an için böyle bir söz söylemekten Allah'a sığınırız.

 

Ebû Belc'i sika olarak kabul eden Dârekutnî'ye geçelim. Hafız Zehebî Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle diyor:

 

Dârekutnî: İmam, hafız, mücevvid ve Şeyhü'l-İslam.[xxiv]

 

Bütün bu niteliklerden hiçbirisinin ona faydası yok, sadece İbn Teymiyye şeyhülislamlık niteliğinden yararlanıyor! Çünkü O Muâviye'nin ve Ümeyyeoğullarının sancağını havaya kaldırıyor ve düşmesine izin vermiyor! Televizyona çıkanlara bir bakınız. İbn Teymiyye'ye gösterdikleri saygıyı hiçbir kimseye göstermiyorlar. Çünkü İbn Teymiyye Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) ile ilgili bütün rivayetleri zayıf sayıyor, sahih saydıklarının dahi içeriğini boşaltıp diğer sahâbeyi de bu fazilet ve menkıbelere ortak kılmaya çalışıyor.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Dârekutnî ilmin deryalarından, dünyanın imamlarındandır. Hıfz, hadisin illetlerinin bilinmesi ve ricâl sahasında son noktaya ulaşmıştır.

 

Ebû Belc'i sika olarak kabul eden şahıslardan birisi de et-Tabakât'ın müellifi İbn Sa'd. Hafız Zehebî'dir. O, şöyle diyor:

 

Muhammed b. Sa'd b. Menî; hafız Allâme, hüccet, Ebû Abdullah el-Bağdâdî; Vâkidî'nin kâtibi ve Tabakâtü'l-Kebîr'in musannifi… İbn Sa'd ilmin heybelerinden birisiydi. Tabakât'ını inceleyen bir kimse onun ilmine boyun eğer… Ebû Hâtim der ki: Babama İbn Sa'd hakkında sorunca ‘‘saduktur'' dedi.[xxv]

 

Bu şahıs da Ebû Belc'i sika olarak kabul edenlerdendir.

 

Sözlerimi İbn Abdülberr'in el-İstîâb fi Marifeti'l-Ashâb adlı eserinde Ebû Belc ile ilgili değerlendirmelerini aktararak sonlandırıyorum. O şöyle diyor:

 

Bize Ebû Avâne, Ebû Belc'den rivayet etti…

 

Ebû Ömer (İbn Abdülberr) der ki: Bu hadisin isnâdında taana konu olabilecek hiçbir husus yoktur. Çünkü hadisin isnâdı sahih ve nakledenler de sika kişilerdir.[xxvi]

 

Sunucu: Öyleyse bütün râvîler sikadır. Bu râvîlerden birisi de Ebû Belc'tir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hadisi bir defa daha tekrar okuyalım.

 

Ey Ali, sen benden sonra bütün müminlere halifemsin.[xxvii]

 

Azizlerim “Ey Ali sen benden sonra bütün müminlerin velisisin”, “Sen ey Ali sen benden sonra halifemsin” ve “O, benden sonra sizin velinizdir” hadisiyle ilgili sözlerimi sonlandırmaya çalışayım.

 

Azizlerim! Bu hadisin isnâdları açık, net ve berraktır. Herhangi bir tartışmaya mahal yoktur.

 

Sunucu: Bu hadis Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri hususlardandır. Burada bir diğer şık daha bulunmaktadır. O da Ehl-i Beyt Mezhebi. Ehl-i Beyt Mezhebi de bu hadisi rivayet ettiğine göre icmâ meydana gelmiş demektir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İcmâ hâsıl olmuştur. Zaten hadis “Ümmetim hata üzere birleşmez” buyurmaktadır.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyidim özetle cevap vermeye çalışalım. Bu hadis ile ilgili program sadece bir değil birkaç hafta sürdü. ‘‘Bunca programın amacı nedir?'' diye sorulabilir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu soruyu sadece Ehl-i Sünnet Müslümanları değil Ehl-i Beyt mezhebine bağlı Müslümanlar da sorabilir. Öncelikle şu hakikate işaret etmemiz gerekiyor. Emin olunuz ki ben bu araştırma ve programlarla bir Sünnî'yi ikna edip Şiî yapmak amacı gütmüyorum. Bu mesele inançsal, kalbî ve duygusal bir meseledir. İnsan özgürdür, dilerse iman eder, dilerse yüz çevirir. İnsanlar bu programlarda sunulan bilgileri kabul edip etmeme ya da daha çağdaş bir ifadeyle söyleyecek olursak okumalarımızı kabul edip etmeme hakkına sahiptir. Ancak değerli izleyiciler bunların dışında şu birkaç noktaya işaret etmek istiyorum.

 

İlk olarak öyle anlaşılıyor ki bu programları Müslümanların geneli takip etmektedir. İkinci olarak da Ehl-i Beyt Mezhebine bağlı Müslümanlar da bu programları takip ediyor.

 

Bu programlar aracılığıyla Müslümanların geneline yönelik bir mesajım var. Azizlerim sizlere şunu demek istiyorum. Bizler ‘‘Ali'nin hilafetine, velayetine ve imametine inanıyoruz'' derken hakikaten bunu kendi nefsimizden, heva ve hevesimizden söylüyor değiliz. Bizim bu inancımızın delilleri vardır ve deliller bizi bu inanca sürüklemiştir. İşte delillerimiz karşınızda! Bu inançlarımız sadece bizim kitaplarımızda değil diğer bütün Müslümanların kitaplarında geçmektedir. Biz bu delilleri ne Usûlu'l-Kâfî'den ve Bihârü'l-Envâr'dan ne de bizim diğer temel kaynaklarımızdan sunmaktayız. Çünkü Ehl-i Beyt Mezhebinin ihtiyaç duyduğu bütün temel inanç ilkeleri zaten sizin sahih kitaplarınızda bulunmaktadır.

 

Sunucu: Bu da Müslümanların kültürlerinin, Müslümanlara ulaşan bilgilerin ve okumalarının farklı olsa da sonuçta bir olduğuna delildir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bir de Şiî olsun Sünnî olsun bütün Müslümanlara yönelik bir mesajım var. Şiîlere gelince işte kaynaklar önümüzde. Bütün inançlarımız -bırakalım kendi kaynaklarımızı- Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kitaplarında bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle iddia ettiğimiz hususlarda icmâ söz konusudur. Yani Resûlullah'ın “Ümmetim dalalet üzere birleşmez” veya “Ümmetim hata üzere birleşmez” hadisini temel alacak olursak bu inançlar ve naslar ümmetin üzerinde icmâ ettiği hususlardandır. Yani bu inançlarımız haktır, ne hatadır ne de sapıklıktır. Özel olarak Müslümanların geneline yönelik mesajım ise şudur:

 

Son dönemlerde bir takım uğursuz meşum ve sonuçsuz çabalarla karşılaşmaktasınız. Bu çabalar Ehl-i Beyt Okulunun veya onların ifadesiyle söyleyecek olursak Rafızîlerin esasının Yahudî asıllı Abdullah b. Sebe tarafından tesis edildiğini söylemeye çalışıyorlar.

 

Bütün bunları yani Abdullah b. Sebe diye birisi gerçekten yaşamış mı yaşamamış mı gibi tartışmaları göz ardı ederek söylemeye çalışıyorum. Kimilerinin kitaplar veya televizyon dizileri yahut da programlar aracılığıyla piyasaya sürmek istediği görüş ise şudur: Hz. Ali'nin velayeti ve hilafeti meselesi üzerine kurulu olan Ehl-i Beyt Okulunun menşei Abdullah b. Sebe'dir.

 

Hayır! Ey azizim Emevîci din anlayışı bu sahada uğursuz bir çaba içine girmiştir. Şeyh İbn Teymiyye Câmiu'l-Mesâil'de şöyle diyor:

 

Ulema der ki: Rafızîliği ortaya çıkaran bir zındık idi ve kastı ümmetin dinini bozmaktı. Bu şahıs Yahudî'ydi, sonradan Müslüman oldu. İsmi Abdullah b. Sebe'dir. Sebeiyye grubu da ona nispet edilmektedir.[xxviii]

 

Öyleyse bütün Şiîler zındıktır! Bu yüzden de onlar Şiîleri öldürmekle Allah-u Teâlâ'ya yakınlaşacaklarını düşünüyorlar! İşte karşınızda genelde İslam dünyası, özelde ise Irak, Pakistan ve Afganistan'da meydana gelen olaylar…

 

İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Sekizinci vecih: Ehl-i ilim bu konuda nas bulunduğunu iddia eden Şia-i İmâmiyye'nin ilk zuhurunun Hulefâ-i Raşidîn'in son dönemlerine rastladığını bilirler. Bunu ilk kuran Abdullah b. Sebe ile yalancı taifesidir. Onlar bundan önce mevcut değillerdi.[xxix]

 

İbn Teymiyye, “ehl-i ilim” gibi ifadeler kullanarak sözlerini kesin hakikatmiş gibi sunmaya çalışıyor.

 

Azizlerim, şu kadarı yeterlidir: Biz, İslâm âlimlerinin sahih kitaplarında, Ali b. Ebî Tâlib'in velayet ve vesayetini ilk tesis edenin heva ve hevesinden konuşmayan, sözleri vahiy olan Hz. Peygamber (s.a.a.) olduğunun yazıldığını gösteriyoruz.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Allah'a emanet olunuz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[i] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî, c. 17, s. 72, Dârü Tıybe.

[ii] İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem, c. 2, s. 121, onuncu baskı. 

[iii] Müsnedü Ahmed b. Hanbel, c. 38, s. 280-1, hadis no: 23245, thk: Şuayb el-Arnavût.

[iv] el-Vâdıî, Ehâdîsu Mualleh Zâhiruha es-Sıhhah, s. 118, hadis no: 117.

[v] A.g.e., a.g.y.

[vi] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, s. 497, hadis no: 22908, tahkik, şerh ve fihrist: Hamza Ahmed Zeyn, Dârü'l-Hadis.

[vii] Nûreddîn Ali b. Ebî Bekir b. Süleymân el-Heysemî el-Mısrî, Mecmeu'z-Zevâid ve Menbeü'l-Fevâid, c. 9, s. 120, hadis no: 14732, thk: Muhammed Abdülkadir Ata.

[viii] Muhammed Abdurraûf el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr Şerhü Câmi's-Sağîr min Ehâdîsi'l-Beşîri'n-Nezîr, c. 4, s. 471, zabt ve tashih: Ahmed Abdüsselâm, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[ix] Ebû Bekir Amr b. Âsım eş-Şeybânî, Kitâbü's-Sünnet S. 599

[x] Muhammed Nâsırüddîn, Albânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 261-2.

[xi] İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbü't-Tehzîb, s. 120, 287 no.lu tercüme-i hal.

[xii] Ebû Hafs Ömer b. Ahmed b. Osmân b. Şâhîn el-Vâiz, Tarîhü Esmâi's-Sikât, s. 333, 1638 no.lu tercüme-i hâl, thk: Ebû Ömer Muhammed b. Ali el-Ezherî, Dârü'l-Fârûk.

[xiii] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 299, thk: Muhammed R. Salim.

[xiv] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 331, hadis no: 3062, thk: Ahmed Muhammed Şâkir.

[xv] A.g.e., a.g.y.

[xvi] Ebû Bekir b. Ebû Âsım, es-Sünne, c. 2, s. 799, hadis no: 1222, thk: Üstad Doktor Cevâbire.

[xvii] İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbu't-Tehzîb, s. 436, 2805 no.lu tercüme-i hâl.

[xviii] İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbü't-Tehzîb, s. 1097, 7701 no.lu tercüme-i hal.

[xix] Şemsüddîn ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 14, s. 125, 67 no.lu tercüme-i hal, Müessesetü'r-Risâle. 

[xx] A.g.e., c. 14, s. 133.

[xxi] A.g.e., a.g.y.

[xxii] A.g.e., a.g.y.

[xxiii] A.g.e, a.g.y.

[xxiv] A.g.e., c. 16, s. 449-450, 332 no.lu tercüme-i hâl.

[xxv] A.g.e., c. 10, s. 664, 242. no.lu tercüme-i hâl.

[xxvi] Ebû Ömer b. Muhammed b. Abdülberr, el-İstiâb fi Marifeti'l-Ashâb, c. 3, s. 1091, tahkik: Ali Muhammed el-Becâvî, Dârü'l-Cîl, Beyrut.

[xxvii] Ebû Bekir b. Ebu Asım, es-Sünne, c. 2, s. 799, hadis no: 1222, thk: Üstad Doktor Cevâbire.

[xxviii] İbn Teymiyye, Câmiu'l-Mesâil, c. 7, s. 268, thk: Ali Muhammed el-Umrân.

[xxix] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 526.