Ortadoğu ittifaklarında kayma: İran’a karşı savaş “beklemede” mi?

Ortadoğu ittifaklarında kayma: İran’a karşı savaş “beklemede” mi?
Mayıs 2003’te Yakın Vadede İran Sahnesi (TIRANNT) savaş oyunları senaryosunun (sızdırılmış gizli belge) hayata geçirilmesinden itibaren, İran ve Suriye’ye yönelik askeri eylemi içeren bir tırmanış sahnesiyle karşı karşıya olundu ve 2011 yılında Suriye bunun ilk safhası oldu.

 

 

Prof. Michel Chossudovsky

 

 

Global Research

 

 

 

2003 yılında İran'a karşı savaş projesi hâlihazırda “daha önce de görülmüş” haldeydi. 90'lı yılların ortalarından itibaren Pentagon'un çizim tahtasının üzerindeydi. 

 

Mayıs 2003'te Yakın Vadede İran Sahnesi (TIRANNT) savaş oyunları senaryosunun (sızdırılmış gizli belge) hayata geçirilmesinden itibaren, İran ve Suriye'ye yönelik askeri eylemi içeren bir tırmanış sahnesiyle karşı karşıya olundu ve 2011 yılında Suriye bunun ilk safhası oldu.  

 

“Irak'a Özgürlük Operasyonu” adı altında Irak'a ilk saldırı 20 Mart 2003 tarihinde başladı; 9 Nisan günü Bağdat düştü ve işgal, 1 Mayıs 2003 tarihinde tamamlandı.

 

Mayıs 2003'te, Irak saldırısının ve işgalinin hemen arkasından TIRANNT (Theater Iran Near Term-Yakın Vadede İran Sahnesi) adı verilen savaş oyunları senaryosu hayata geçirildi. Eski ABD istihbarat analisti William Arkin şunları açığa çıkarmıştır:

 

“2003 başlarında, daha ABD güçleri Irak'la savaşın eşiğindeyken ordu hâlihazırda İran'la tam kapsamlı bir savaş için analizler yapmaya başlamıştı. ‘Yakın vadede İran sahnesi' anlamına gelen TIRANNT adı verilen analiz, Deniz Piyadeleri işgaline ilişkin yapay bir senaryo ve İran'ın füze gücüne dair bir simülasyonla iç içe geçmişti. Amerikalı ve İngiliz planlamacılar hemen hemen aynı zamanda bir Hazar Denizi savaş oyunu da yürütüyordu. Ve Bush ABD Stratejik Komutanlığı'na, İran'ın kitle imha silahlarına karşı bir saldırı için bir global vuruş savaşı planı çıkarmaları direktifi verdi. Tüm bunlar son kertede İran'a karşı, şimdi askeri kaynakların taslak halde bulunduğunu teyit ettiği yeni bir ‘büyük muharebe operasyonları' planını besleyecekti. [CONPLAN 8022 başlıklı bu acil durum planı, ikinci bir 11 Eylül'ün vuku bulması halinde, arkasında İran'ın olacağı varsayımıyla devreye sokulacaktı]”  (William Arkin, Washington Post, 16 Nisan 2006)


Irak'ın yenilmesi sonrasında İran'a karşı bir savaş yürütülmesi senaryosu olan “Yakın Vade Sahnesi”, konuşulmayan konseptti. ABD Merkez Komutanlığı'nın himayesi altında TIRANNT, İran'la savaş için hem “yakın vade”li (yani Irak savaşı sonrasının hemen sonrasına denk düşen) hem de “sonraki yıla” (yani Irak savaşının ertesi yılına) yönelik senaryoları içine alıyordu ve buna “güçlerin mobilizasyonu ve konuşlandırılmasından, rejim değişikliği sonrasında hayata geçirilecek savaş sonrası istikrar operasyonlarına kadar, bir büyük muharebe operasyonunun bütün boyutları dahildi.” (Aynı yerde)

 

TIRANNT'a ilişkin çekirdek çabalar Mayıs 2003'te başladı; bu tarihte modelleyiciler ve istihbarat uzmanları, İran'dan sahne seviyesinde (yani geniş ölçekli) senaryo analizi için gerekli veriler topladı. TIRANNT o tarihten itibaren, ABD güçlerinin performansına ilişkin Irak savaşı sonrası bilgilerinin kullanılmasıyla güncellendi. Bu esnada Hava Kuvvetleri planlamacıları İran'ın mevcut hava savunma sistemlerine ve hedeflerine yönelik saldırıları modellerken, Deniz Kuvvetleri planlamacıları sahil savunma sistemlerini değerlendirdi ve Fars Körfezi'nin ucundaki Hürmüz Boğazı'nın kontrolünün sağlanmasına ilişkin senaryolar geliştirdi.

 

Ekim 2003'te başlayan müteakip TIRANNT Kampanya Analizi, güncellenmiş bir İran savaşı planında eylem biçimlerinin analiz edilmesi için seçenekler sunmak üzere, farklı eylem senaryolarının sonuçlarını hesapladı. (Aynı yerde)

 

Söylemeye gerek yok: 2003 yılında formüle edilen “yakın vadeli” planlar daha sonra ertelendi.

 

USCENTCOM'un “İkili Kontrol”ü: Önce Irak, ardından İran

 

2003 yılında TIRANNT dâhilinde İran'ı hedef alma kararı ve arkasından gelen davranışlar ve “gizli planlar”, geniş Ortadoğu askeri yol haritasının parçasıydı. Zaten daha Clinton yönetimi zamanında ABD Merkez Komutanlığı (USCENTCOM), 1995 yılında savaş sahneleri planlarında “ikili kontrol” doktrini altında önce Irak'ı ardından İran'ı işgal etme formülasyonu geliştirmişti:  

 

“Başkan'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde (NSS) ve Genel Sekreter'in Ulusal Askeri Stratejisi'nde (NMS) ifade edilen geniş ulusal güvenlik çıkarları ve hedefleri, ABD Merkez Komutanlığı'nın sahne stratejisinin temelini oluşturur. NSS, ABD'nin çıkarlarına, bölgedeki başka devletlere ve kendi vatandaşlarına karşı tehdit oluşturdukları müddetçe Irak ve İran haydut devletlerinin ikili olarak kontrol altına alınması üzerine kurulu bir stratejinin uygulanmasını yönetir. İkili kontrol, Irak'a ya da İran'a bağımlı olmadan bölgedeki güç dengesinin korunması amacıyla tasarlanmıştır. USCENTCOM'un sahne stratejisi çıkar merkezli ve tehdit odaklıdır.  NSS'de kabul gördüğü üzere, ABD'nin angajmanın amacı, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgedeki hayati çıkarları korumaktır – ABD'nin ve müttefiklerin Körfez petrolüne kesintisiz erişimini temin etmektir.”

USCENTCOM, http://www.milnet.com/milnet/pentagon/centcom/chap1/stratgic.htm#USPolicy,

Vurgular bize aittir; USCENTCOM'un orijinal belgesi artık mevcut değildir)

 

 

İsrail'in rolü: “Bombalamanın bizim için yapılması”

 

TIRANNT (2003) senaryosunu İran'la ilgili bir dizi askeri plan izledi. 11 Eylül sonrasında yapılmış pek çok resmi beyan ve ABD askeri belgeleri, İsrail'in aktif katılımını içeren, genişletilmiş bir Ortadoğu savaşına işaret ediyordu.

 

Geniş haliyle, ABD'nin dış politikası karakterize eden şey, Amerika'nın müttefiklerini “kirli işleri bizim adımıza yapmaya” teşvik etmektir.

 

Bush'un ikinci döneminin başlangıcında Başkan Yardımcısı Dick Cheney bombayı patlatarak hiç de belirsiz olmayan ifadelerle İran'ın Amerika'nın düşmanı haydut devletlerin “listesinin en üstünde” olduğunu ve İsrail'in, adeta, ABD'nin askeri müdahalesi olmaksızın ve bunu yapması için onların üstüne basınç uygulanmaksızın “bombalamayı bizim için yapacağını” ima etti.

 

Trump yönetimi altında ise tersine, Profesör James Petras'a göre İsrail ve Siyonist lobi aktif bir rol oynuyor ve Başkan Trump'a ilk adımı atması için baskı yapıyor:

 

“İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve önde gelen 52 Amerikalı Yahudi örgütünün başkanları ABD Başkanı Trump'ı, tasma takılmış bir köpek yavrusu gibi, İran'la büyük bir savaşa yöneltiyor. Histerik '52 başkan' ve ‘Bibi' Netanyahu, nükleer silahı olmayan İran'ın İsrail'i ‘buharlaştırmaya' hazırlandığı yönünde, Holokost derecesinde öngörüler imal etmekle meşgul. Soytarı ABD Başkanı Trump, bu fantezi satışını yuttu ve ülkemizi İsrail ve onun ABD'de bulunan destekçileri ve ajanları adına savaşa doğru itiyor.” (James Petras, Global Research, 27 Ekim 2017)

 

 

Ana aktörler kim?

 

Siyasi retorik çoğu zaman yanlış yönlendiricidir. İsrail, Amerika'nın müttefikidir. Askeri operasyonlar yakından koordine edilir. Ancak Tel Aviv Washington'a tâbidir. Büyük askeri operasyonlarda, İsrail Pentagon'un onayı olmadan hareket etmez.

 

Medya tarafından nadiren kabul görse de, ABD ve İsrail'in 2009 başlarında, İsrail'in “Dökme Kurşun operasyonu” adı altında Gazze'ye düzenlediği saldırıdan kısa süre sonra kurdukları entegre bir hava savunma sistemi vardır.

 

2009 yılında ABD tarafından İsrail'de kurulan X-band radar hava savunma sistemi,  “İsrail'in füze savunma sistemlerini, ABD'nin uydular, Akdeniz, Fars Körfezi ve Kızıldeniz'de bulunan kalkan gemileri, kara bazlı Patriot radarları ve durdurucular içeren küresel füze saptama ağına entegre edecek”ti. (Sen. Joseph Azzolina, Protecting Israel from Iran's missiles [“İsrail'in İran füzelerinden korunması”], Bayshore News, 26 Aralık 2008).

 

Bunun anlamı, Washington'un borusunun öttüğüdür. Pentagon tarafından teyit edildiği üzere, ABD ordusu İsrail'in hava savunma sistemini kontrol etmektedir:

 

Pentagon sözcüsü Geoff Morrell,Bu bir Amerikan radar sistemidir ve öyle kalacaktır' şeklinde konuştu. ‘O yüzden bu, bizim İsraillilere verdiğimiz ya da sattığımız bir şey değildir ve muhtemelen çalıştırılması için yerinde ABD personelinin bulunmasını gerektirecek bir şeydir.'” (Aktaran: Israel National News, 9 Ocak 2009, vurgular bize ait).

 

Obama'nın ikinci döneminin başlangıcında ABD ve İsrail, İsrail'de  “yerinde ABD personelinin” bulunması, yani İsrail içinde “kalıcı” ve “resmi” bir askeri üssün kurulmasına ilişkin tartışmalar başlattı. 17 Eylül 2017 tarihinde de Negev çölünde kurulu bir Amerikan hava savunma üssünün açılışı yapıldı. İsrail ordusu sözcüsüne göre amaç, İran, Lübnan, Suriye ve Filistin dahil “bölgeye bir mesaj vermek” idi.

 

İsrail, ülkesindeki hava savunma sisteminin temel bileşenlerini kontrol eden Pentagon'dan yeşil ışık almadan, tek taraflı olarak İran'a karşı eyleme girişemez.

 

Pratikte, olması halinde İran'a karşı açılacak bir savaş, ABD Stratejik Komutanlığı (STRATCOM) tarafından, kilit bir (tâbi) rol oynayan Amerikan müttefikleriyle koordine edilen bir ABD-İsrail ortak eylemi olacaktır.

 

Askeri ittifakların evrilen yapısı

 

USCENTCOM'un 1990'ların ortalarında “savaş sahnesi” planlarını formüle etmesinden ve özel olarak 2011'de Suriye savaşının başlamasından bu yana, geniş Ortadoğu-Orta Asya bölgesinin jeopolitiği, Rusya ve Çin'in önemli bir rol üstlenmesiyle çarpıcı bir değişim yaşadı.

 

Bu açıdan, askeri ittifakların yapısında meydana gelen kayma, ABD nüfuzunun zayıflaması sonucunu getirdi. İran bugün güçlü bir Çin-Rusya bloğu tarafından destekleniyor. Pakistan ve Hindistan da, ABD-Pakistan ilişkilerinin zayıflamasına katkıda bulunacak şekilde, Şangay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) katıldı.

 

Diğer yandan Xi Jinping'in 2012 yılında Çin devlet başkanlığına gelmesinden bu yana İran'ın stratejik petrol, doğalgaz ve petrol boru hattı (ve askeri işbirliği) anlaşmaları da dahil olmak üzere Çin'le olan ikili ilişkileri gelişim kaydetti.

 

Dahası, Tahran Ankara'yla “çıkar ortaklığı anlaşmasına” vardı ve Katar, Umman ve Kuveyt'in Suudi Arabistan ve BAE'nin aleyhine olacak şekilde İran'la ittifak geliştirmesiyle, Suudi Arabistan ve Körfez devletlerinin birliği tehlikeye girdi.

 

Suriye savaşının başlamasından bu yana İran, Suriye'yle güçlü ikili ilişkiler geliştirdiği gibi, aynı zamanda Lübnan ve Yemen'le olan ilişkilerini güçlendirdi.

 

Bir başka deyişle, geniş Ortadoğu-Orta Asya bölgesindeki ABD hegemonyası tehdit altındadır. 2018 yılı itibariyle var olan ittifakların ve “dik kesen koalisyonların” yapısı, İran'a karşı ABD öncülüğünde bir askeri operasyon düzenlenmesinin lehine değildir.

 

  • Atlantik İttifakı ve aynı şekilde Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) krizdedir.
  • Türkiye'nin ABD destekli Kürt isyancılarla çatıştığı Kuzey Suriye'de ABD ve Türkiye karşı karşıyadır.
  • NATO'nun (konvansiyonel güç bakımından) ağır topunu oluşturan Türkiye, Rusya'dan S400 hava savunma sistemi temin etti. Bu, (Atlantik İttifakı üyesi bir devlet olarak) Türkiye'nin artık ABD-NATO-İsrail savunma sistemini paylaşmadığı anlamına gelir mi?
  • Dikkate alınması gereken bir diğer nokta da Türkiye'nin hem Rusya hem de İran'la yakınlaşmasıdır.

 

 

ABD-İsrail-Türkiye “üçlü ittifakı”nın sonu

 

Türkiye'nin İran'la olan “çıkar ortaklığı anlaşması”, 1994 yılında Tansu Çiller hükümeti tarafından hayata geçirilen Güvenlik ve Gizlilik Anlaşması'nı (SSA) nasıl etkileyecek?

 

SSA, ABD dış politikasının (Clinton yönetiminin desteğiyle) titizlikle tasarlanmış bir aracı olup, İsrail ve Türkiye arasında askeri ve istihbarat işbirliği, ortak askeri tatbikatlar, silah üretimi ve eğitim alanlarında sıkı ve yakın ilişkiler için zemin oluşturuyordu.

 

SSA, ABD'nin Ortadoğu'daki stratejik çıkarlarına geniş ölçüde hizmet etti. İsrail ve Türkiye arasında varılan ikili askeri ve istihbarat işbirliği anlaşması olan SSA'nın amacı, ABD, İsrail ve Türkiye arasında üçlü bir ilişki yapısı meydana getirmekti.  Pentagon'un liderliği altında oluşturulan bu (de jure'den ziyade) de facto “üçlü ittifak”la, üç ülkenin geniş Ortadoğu coğrafyasına ilişkin askeri komuta kararlarının (ve istihbaratlarının) entegre edilmesi ve koordine edilmesi amaçlanıyordu.

 

Stratejik bir bakış açısından bakıldığında, Pentagon'un niyeti Ortadoğu'daki askeri operasyonlarda hem İsrail hem de Türkiye'nin “kullanılması” (yani bizim adımıza eyleme sokulması) idi.

 

“Üçlü ittifak”, İsrail ve Türkiye'nin ayrı ayrı ABD'yle yakın (ikili) askeri bağlara sahip olması ve bununla iç içe geçecek şekilde Tel Aviv ve Ankara arasında güçlü askeri ilişkiler geliştirilmesi üzerine kuruluydu.

 

Diğer yandan İsrail Mart 2005'te Kudüs'te NATO'yla kapsamlı bir askeri işbirliği protokolü imzaladı. Bu anlaşmayla birlikte, İsrail fiilen bir NATO üyesi haline gelmişti. 2005 tarihli İsrail-NATO ikili askeri işbirliği anlaşması İsrail ordusu tarafından, İsrail'in İran'a karşı “caydırıcılık kapasitesini arttırmanın” bir aracı olarak görülüyordu; İran ise yakın zamanda, NATO üyesi bir devlet olan Türkiye'yle bir çıkar ortaklığı ittifakına girdi. Kulağa çelişkili mi geliyor?

 

İsrail'in NATO üyesi olmayan altı başka devletle – Cezayir, Mısır, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus – birlikte uzun zamandan beri NATO'nun Akdeniz Diyaloğu'na üye olduğunu da belirtmek gerekir. Yakın zamanda bu altı ülke, Trump'ın ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı ertesinde İsrail karşıtı bir tutum aldı.

 

Akdeniz Diyaloğu'nun İsrail-Türkiye arasındaki SSA anlaşmasıyla aynı yıl (1994) hayata geçirilmiş olması tesadüf değildi.

 

  • İsrail-Türkiye arasındaki SSA anlaşması şu anda tehlikede mi?
  • Trump'ın Kudüs beyanının ardından, Akdeniz Diyaloğu da, Washington'un aleyhine olacak şekilde krizde.
  • Türkiye (NATO üyesi bir devlet ve İsrail'in müttefiki) “düşmanla yan yana” iken İran'a karşı ortak askeri ve istihbari operasyonlar nasıl düzenlenebilir?
  • Dikkate alınması gereken bir diğer nokta da, 1999 yılında beş eski Sovyet cumhuriyeti arasında kurulan ve Rusya ve İran'a karşı kullanılması planlanan, ABD-NATO destekli gevşek bir askeri ittifak olan GUUAM'ın (Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova) fiilen son bulması.

 

Yukarıda sıralanan sebeplerden ötürü, Pentagon'un İran'a karşı geliştirdiği TIRANNT “yakın vadeli” konvansiyonel savaş senaryosunun, içinde bulunduğumuz anda hayata geçirilmesi olası değildir.

 

İran'a karşı konvansiyonel bir savaş şu anda beklemede olsa da, ABD kalıcı bir şekilde, istikrarsızlaştırma, sızma, kendi tarafına çekme ve rejim değişikliği içeren konvansiyonel olmayan bir savaşı seçmiştir.

 

Pentagon ise, uzun zamandan beri stratejik seçeneği olan, Suudi Arabistan ve İsrail dâhil en yakın müttefiklerini “kendisi adına savaşa sokma” seçeneğini koruyor.  

 

Tüm bunlarla birlikte, tarihimizin tehlikeli bir yol ayrımı noktasında bulunuyoruz. Pentagon analistleri ABD'nin İran'a karşı konvansiyonel bir savaşı kazanamayacağının tümüyle bilincinde olsa da, bir ilk taktik nükleer silah vuruşu seçeneği halen “masada”. Keza, istihbarat operasyonları, kiralık “cihadçı” teröristler tutulması, isyanların finanse edilmesi, vs. de öyle (elektromanyetik, kimyasal ve biyolojik silahları da içeren bir konvansiyonel olmayan silahlar grubunun kullanılması seçeneğinin de masada olduğunu söylemeye gerek bile yok).

 

 

Çeviri: İlyas Halitoğlu

 

www.medyasafak.net