The Telegraph: Bombalar patlarken, Şam halkı Beşar Esad etrafında kenetleniyor

The Telegraph: Bombalar patlarken, Şam halkı Beşar Esad etrafında kenetleniyor
Bu, Başkan Esad hükümetinin bir avuç aşiret destekçisinin yardımıyla ülkenin geri kalanını yok etmeye niyetli olduğu şeklindeki Batı anlatısıyla nasıl bağdaşabilir? Olguları düşünün. Esad’ın 30 kişilik kabinesinden sadece bir avuç kişi (bana bu sayının 2 olduğu söylendi) Alevi. Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, hatta Savunma Bakanı Sünni

 

Bombalar patlarken, Şam halkı Beşar Esad etrafında kenetleniyor

 

Peter Oborne

 

 

The Telegraph

 

 

 

Beyrut'tan Şam'a üç saat süren basit bir yolculuk yaptık. Sınır geçişinde herhangi bir sorun yoktu, yolculuğun bundan sonraki kısmında ise sadece bir avuç kontrol noktasından geçtik. Suriye başkenti hakkındaki ilk izlenimim de, şaşırtıcı derecede güvenli omasıydı. Otele giderken sokaklarda silahlı adamlar görmedim ve şehir merkezindeki hayat normal şekilde devam ediyor gibi görünüyordu.

 

Şehir sakinleri, Başkan Esad'ın çoğu zaman, yaşadığı görece mütevazı daireden ofisine kendi başına gittiğini, bazen de yoğun trafikte görülebildiğini dahi iddia etti. Bir restoranda bir bakanla öğlen yemeği yediğim sırada, gözle görünür güvenlik önlemleri yoktu.

 

Fakat şehirde geçen birkaç saatin ardından, Şam'ın kesinlikle normal olmadığı açık hale geldi. Banliyölerden birkaçı, hükümet kontrolündeki bölgeleri top ateşleriyle döven isyancı savaşçıların kontrolünde. Bu toplar şehir merkezine ulaşabilecek menzile sahip değil, fakat insanların çoğu, daimi olarak saldırı gölgesinde yaşıyor. Durum adeta, Clapham sakinlerinde Wimbledon ve Brixton'u ortadan kaldırma arzusu oluşmuş ve Islington, Camden Town'a savaş ilan etmiş gibi.

 

Blitz'de olduğu gibi, bu saldırılar tamamen rastgele gibi görünüyor. Topların çoğu zararsız bir şekilde iniyor veya patlamıyor. Bazıları kargaşaya yol açıyor. Salı günü bir tanesi Bab Touma'da (Aziz Thomas Kapısı) bir okulu vurdu ve bir çocuğun ölümüne, yaklaşık 40'ının yaralanmasına yol açtı. Ve son birkaç günde bombalamaların hacmi ciddi bir şekilde arttı.  Zengin Caramana banliyösünden bir muhabir bana, bu bölgenin o sabah kahvaltıdan önce yaklaşık 15 defa vurulduğunu söyledi.

 

Palmiye Pazarı'nda [Paskalya'dan bir önceki Pazar – ç.n.] eski şehre gittim ve düz caddede yürüyüp, Aziz Pavlus'un gözü kör olduktan sonra gittiği yolu izledim (onun Şam'da din değiştirmesine sahne olan Kevkeb, şimdi isyancıların elinde). Rum Katolik kilisesinde, nefes kesici güzellikte törenler izledim – bu bölge geçen hafta iki defa vurulmuş, neyse ki yaralanan olmamıştı. Geri dönerken, tahrip olmuş arabasına şaşkınlık içinde bakan bir adama rastladım. Bir havan topu birkaç dakika önce arabasını vurmuştu. Elime aldığım zaman mermi kovanı hâlâ sıcaktı.

 

Son birkaç günde, dükkan sahipleriyle, öğrencilerle, askerlerle, doktorlarla, bir dişçiyle, milletvekilleriyle ve bakanlarla (muhtemelen dünyanın getirisi en az olan işini yapıyor olan Turizm Bakanı dahil) görüştüm. Bu görüşmelerden hareketle, sadece rejime yönelik desteğin devam ettiğini değil, adil ve serbest bir şekilde yapılması halinde Başkan Esad'ın seçimleri rahatlıkla kazanabileceğini de iddia edeceğim. Aslında böyle bir seçimin yapılması gerekiyor: eğer anayasal görevini uzatmayacaksa, devlet başkanının 17 Temmuz'dan önce seçime gitmesi gerekiyor.

 

Seçimi tartışırken – beni şaşırtacak şekilde – hükümetteki Baas partisinin dışında yer alan ve içlerinde Esad'ın siyasi muhaliflerinin de bulunduğu insanların, onu destekleyeceklerini söylediğini gördüm. Örneğin bağımsız milletvekili Maria Saadeh, Baas üyesi olmadığı için mimarlık kariyerinin zarar gördüğünü, sistemi reforme etmek istediği için krizin başlangıcında politikaya girdiğini söyledi. Fakat yabancı destekli isyancıların – ki rejim de muhaliflerini devamlı olarak böyle tanımlıyor – yürüttüğü bir savaş olarak tanımladığı şeyin orta yerinde, bunun için doğru zaman olmadığını ekledi. Suriye'nin egemenliğinin önce gelmesi gerektiğini söyledi.

 

Bu argüman oldukça yaygın. Buradaki insanlar ülkelerinin, muhalefeti oluşturan cihadçı grupları destekleyen yabancı güçler (özellikle de, hepsi de Batı tarafından desteklenen Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye) tarafından tehdit edildiğini düşünüyor.  Bu argümanın sadece devlet başkanının etrafındaki Alevi topluluğu tarafından dillendirilmemesi beni şaşırttı. Bunu Sünni Müslümanlardan, Hristiyanlardan ve Suriye'de bolca bulunan çeşitli başka kültürel ve dini grupların üyelerinden de duydum.

 

Bu, Başkan Esad hükümetinin bir avuç aşiret destekçisinin yardımıyla ülkenin geri kalanını yok etmeye niyetli olduğu şeklindeki Batı anlatısıyla nasıl bağdaşabilir? Olguları düşünün. Esad'ın 30 kişilik kabinesinden sadece bir avuç kişi (bana bu sayının 2 olduğu söylendi) Alevi. Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, hatta Savunma Bakanı Sünni. Birkaç ay önce başarısız olan barış görüşmeleri için Cenevre'ye giden heyetin neredeyse tamamı Sünni Müslümanlardan oluşuyordu (her ne kadar muhtemelen onlar mezhebi terimleri reddediyor ve kendilerini yalnızca Suriyeli olarak düşünmeyi tercih ediyor olsalar da).

 

Bu şekilde düşünen sadece siyasi sınıf da değil. Geçen akşam genç bir doktorla akşam yemeği yedik. Bana, aşırıcı El Nusra grubuna katılmış olan, tıp fakültesinden eski bir arkadaşıyla olan Facebook yazışmalarını gösterdi. Doktor, durum güncellemesi olarak bütün cihadçılara hitaben “Lütfen bize havan topu fırlatmaya son verin” yazmış, arkadaşından gelen şu yanıt üzerine afallamıştı: “Kafana kurşun sıkacağım.” Doktor arkadaşım ona “senden korkmuyorum” diye mesaj attığında ürkütücü bir yanıt gelmişti: “Biz ölümü seviyoruz, kan içiyoruz. Bizim şefimiz ölü bedenlerdir. Seni öldürecek bombalı araçlarımızı bekle.”

 

O an itibariyle yazışmalar orada bitmişti. Doktora korkup korkmadığını sorduğum zaman omuzlarını silkti ve bana şu yanıtı verdi: “Elbette her zaman gelebilir ve beni kapıma bir paket koyarak, veya birilerinden gelip beni vurmasını isteyerek öldürebilir.”

 

Bab Tuma'dayken bir dükkan sahibi yanıma yaklaştı ve beni antika dükkanına götürmek için ısrar etti. Orada bana çay ikram edip, garez duymaksızın artık buraya müşteri gelmediğini ve iş olmadığnı söyledi.

 

Evine giden dar bir sokakta benimle birlikte yürüdü ve annesinin eskiden oturduğu, yıkılmış bir balkona işaret etti. İki ay önce annesi, hep yaptığı gibi orada dinlenirken, bir havan topunun direkt balkonu vurması sonucunda hayatını kaybetmiş. Bana, “sizin hükümetiniz en kötüsü, onlar Suriye'de demokrasi istediklerini söylüyorlar ama demokrasiyle ilgisi olmayan Suudi Arabistan'la yanyana duruyorlar” dedi.

 

Birkaç gün yalnızca Şam'da bulundum ve şehir dışına sadece bir kez, bu hafta isyancı güçlerden geri alınan antik Hristiyan köyü Malula'ya düzenlenen hükümet destekli bir yolculuk vesilesiyle çıktım. Muhaliflerle konuşmadım (isyancıların kontrolündeki bölgelerde seyahat etmek aşırı derecede tehlikeli: pek çok gazeteci kaçırıldı). Bana çoğunlukla bir hükümet muhafızı eşlik etti. Hükümetin korkunç vahşetler işlediğini gayet iyi biliyorum – her ne kadar haberlerin bazılarının abartıldığını düşünsem de.

 

Ancak dükkan sahibi arkadaşımın söylediklerinin, üzerine kafa yormaya değer şeyler olduğunu düşünüyorum. Eğer annesini öldüren isyancılar savaşı kazanırsa, Suriye'de bundan böyle Hristiyan kilisesi olmayacaktır (tıpkı şu anda Suudi Arabistan'da olmaması gibi). Hayat, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan sıradan Müslümanların çoğu için de benzer şekilde korkunç olacaktır.

 

Suriye iç savaşında “iyi çocuk” yok. Fakat orada, ülkenin zengin, çoğulcu ve inanılmaz derecede karmaşık kültürünü ortadan kaldırıp yerine, Suudi mollaların savunduğu türden, tek renkli bir Vehhabi İslam versiyonu geçirmeyi hedefleyen bir projenin olduğu gerçeğine kör olamayız. İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı da, tarihin muhtemelen çok sert şekilde yargılayacağı nedenlerden ötürü, bu projeye yardım etmiş ve suç ortaklığı yapmıştır.

 

medyasafak.com