“Bender Bin İsrail”

“Bender Bin İsrail”
"Bender bin Bush", "Bender bin Şeytan" ve "Bender bin İsrail" diye de anılan bu karanlık figür hakkında önemli bir analiz. Yazının son Beyrut patlamasının öncesinde kaleme alındığını da hatırlatmak gerekiyor.

 

Şermin Nervani

 

El Ahbar

 

Ortadoğu'nun Levant bölgesinde yakın zamanda gerçekleşen siyasal şiddet olayları birbirinden bağımsız değildir.

 

Güney Beyrut'tun Şii ağırlıklı Dahiye banliyösündeki bombalı araç saldırıları; Lübnan'ın kuzeyindeki Trablusşam şehrinde Sünni camilerini hedef alan ikiz bombalı saldırılar; Şam'ın banliyölerinde gerçekleşen ve Suriye hükümetinin suçlandığı varsayımsal kimyasal silah saldırısı; Lübnan sınırında gerçekleşen ve Hizbullah tarafından engellenen gizli bir İsrail Ordusu operasyonu; Lübnan'da, Şam'a yakın bir Filistinli direniş grubunun üssüne İsrail Ordusu'nun gerçekleştirdiği hava saldırısı…

 

Bir perspektiften bakıldığında ortak nokta, 29 aylık çatışmanın bölgenin geri kalanında bölünmelere neden olduğu ve Ortadoğu'da rekabet içindeki iki blok arasında pek çok sahada varoluşsal bir mücadele için sahneyi hazırladığı Suriye'deki krizdir.

 

Bir başka perspektiften bakıldığında ise bu çok farklı suç sahnelerini bir araya getiren şey, çok farklı cephelerde gözü kara şiddet eylemleri gerçekleştirmek için güçlü siyasi çıkarları, maddi kapasiteleri ve aciliyet duygusu bulunan “fail”dir.

 

Ayrı ayrı olarak bu eylemlerden hiçbirisi bir “sonuç” yaratabilecek kapasitede değildir. Ancak bir araya geldiklerinde halklar arasına korku yerleştirebilir, hükümetleri eyleme geçmeye yönlendirebilir ve bölgesel “dengelerde” bir değişiklik algısı yaratabilir.

 

Ve şu anda Ortadoğu'da bölgesel güç dengesini en kısa zamanda “düzeltme” konusunda Suudi Arabistan Krallığı ve İsrail devletinden daha fazla sebebi olan bir taraf yok – her iki ülke de Batılı müttefiklerinin eylemsizliği ve bölgesel rakipleri olan İran, Suriye, Hizbullah ve şimdi Irak'ın artan kazanımları karşısında giderek daha fazla hayalkırıklığı yaşıyor.

 

Daha da kötüsü, yükselen güçler olan Rusya, Çin ve diğerleri bu hasımlar için uluslararası koruyuculuk sağlarken, her geçen ay “çok taraflılık ilmiği” daralıyor. İsrail ve Suudi Arabistan, Amerikan hegemonyası çağının ve bununla birlikte kendi bölgesel üstünlüklerinin hızla gerilediğini şiddetle hissediyorlar.

 

Ortak hasımlar, ortak amaçlar

 

Dengesizliği “düzeltme” çabalarını yöneten kişi, uzun zamandır ABD'nin Riyad'daki önemli adamı, 22 yıl boyunca Washington'da yaptığı Suudi Arabistan büyükelçiliği sayesinde İsrail siyasi ve askeri yapısı içinde mükemmel bağlantılar edinen Prens Bender bin Sultan bin Abdül Aziz el-Suud'dur.

 

İsrail gibi Bender de, İran ve Suriye'nin bölgesel etkisinin azaltılmasının ve neo-con tarzı bir “Yeni Ortadoğu”nun hazırlanmasının – bazen onun aleyhine de olsa – açık savunucularından biri oldu.

 

2008'de kamuoyunda neredeyse görünmez hale geldiğinde, Bender'in kraliyetin nüfuz çemberinden “uzaklaştırılmasının” aktarılan nedenlerinden biri, “Kral'ın onayını almadan Suriye'nin içişlerine karışması, aşiretleri Esad rejimine karşı kışkırtmaya çalışması” idi.

 

O tarihte resmen Suudi Ulusal Konseyi'ni yöneten, hayalkırıklığına uğramış haldeki Bender, gerginliklerle geçen dört yılın ardından 2009 sonlarında Suudi Kralı Abdullah Suriye Devlet Başkanı'na hayli görünür bir ziyaret gerçekleştirdiği zaman da ortalıkta yoktu.

 

Herşey 2011 başındaki Arap ayaklanmalarıyla değişti. Suriye'de rejim değişikliği – 2012'de hepsi kraliyet ailesinin temel kişileri olan önde gelen Suudi bakanları ziyaret eden bir kaynağımıza göre – birden bire bütün El Suud ailesi için bir ulusal öncelik haline geldi. Şok olmuş bu kaynağa göre, Suudiler Suriye'nin kontrolü için verilen savaşın “kaybedilmesi” halinde krallığın, zengin petrol rezervlerinin bulunduğu Şii ağırlıklı Doğu Vilayeti'ni kaybedeceğine inanmaya başladı.

 

O yıl Bender'in yeniden kraliyet içinde nüfuz sağladığı bir yıl oldu ve kısa süre içinde, küresel cihadçıların yeraltı dünyasıyla olan sonsuz bağlantısıyla bilinen, güçlü Suudi İstihbarat Teşkilatı'nın başına getirildi.

 

Fakat krallığın Batı'daki bir zamanlar güvenilir güçlü müttefiki Amerika Birleşik Devletleri, bölgeden çekiliyor gibi görünüyordu. Afganistan ve Irak'taki saldırgan müdahalelerinin yan sonuçları konusunda hayli duyarlı olan Washington, Suudilerin bölgedeki dengeyi yeniden tesis etmek için hararetle ihtiyaç duyduğu açık liderlik türünden geri duruyordu.

 

İşte Bender bu noktada resme girdi. Eski Washington büyükelçisi, derinlere giden türde ilişkilere sahip – hiçbir Suudi, Amerikan silahlarının nasıl yönlendirileceğini ondan iyi bilmez. Fakat Suudiler, Batılı müttefiklerini istenen yöne sevketmek için, aynı hasımlara karşı tutkuyla sabitlenmiş etkili ve oportünist bir müttefike ihtiyaç duyuyordu. Bu partner, İsrail olacaktı.

 

Riyad'daki ABD Büyükelçiliği'ne ait 2007 tarihli bir Wikileaks belgesi şunları söylüyor:

 

“İsrail'e yönelik politikalar konusunda hanedan içi gerilim olduğuna dair birinci elden bilgiler topladık. Bazı prenslerin, özellikle Ulusal Güvenlik Danışmanı Bender Bin Sultan bin Abdülaziz'in İsrail'le daha fazla temas için baskı yaptığı aktarılıyor. Bender şimdi İran'ı, İsrail'dan daha büyük tehdit olarak görüyor.”

 

Bender'in şimdiki mevkiine yükselmesi, Suudilerin en azından şimdilik, İsrail'le ilişkilerdeki şerhlerini bir tarafa bıraktığını gayet açık bir şekilde gösteriyor. İran'da ılımlı lider Hasan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi de, Suudi-İsrail ilişkilerini de yakıcı hale getirdi – her ikisi de kendi servetlerini batıracak büyük bir ABD-İran pazarlığı ihtimalinden korkuyor.  

 

Tekerlekleri hareketlendirmek

 

Riyad ve Tel Aviv için Suriye, bölgede İranlıları devre dışı bırakmak istedikleri bir ön cephe savaşıdır. Suriye'nin “kimsayal silah kullanımı” ve “kırmızı çizgiler” konusunda Washington'da lobicilik yaparken hiçkimse bu denli yırtıcı değildi – belki ellerini güçlendirmek için yanıltma harekâtları da tertip ettiler.  Wall Street Journal gazetesine göre geçen kıştan beri:

 

“Suudiler Batılı hükümetleri, Esad'ın Başkan Barack Obama'nın bir yıl önce “kırmızı çizgi” olarak adlandırdığı şeyi – kimyasal silah kullanımı - çiğnediğine ikna etmeye çalışmaya da başladılar. Arap diplomatlar, Suudi ajanlarının yaralı bir Suriyeliyi Britanya'ya götürdüklerini, burada testlerin sarin gazına maruz kalındığını gösterdiğini söylüyor. Şubat ayında Esad'ın kimyasal silah kullandığı sonucuna varan Prens Bender'in casus servisi, ABD'ye dört ay sonra benzer sonuçlara ulaşılan kanıtlar sundu.”

 

Takip eden bahar döneminde, sıra İsrail'e geldi. “İsrail Suriye konusunda ABD'ye pusu mu kurdu?” başlıklı bir makalede Alon Ben David şunları söylüyordu:

 

“İsrail'in Askeri İstihbarat Araştırma Departmanı müdürü Tuğgeneral Itai Brun, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kimyasal silah kullandığını söyleyerek Amerikalıları köşeye sıkıştırdı.  Washington nihai olarak  — ve çok tereddütlü olarak — bu silahların kullanıldığını kabul etti. Eğer İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Amerikalıları pusuya düşürmeyi planladıysa, olgusal bir başarı elde etti. İsrail'in durduğu noktadan bu, Amerika'nın varsayılan ‘kırmızı çizgisi'ni test etme fırsatıydı.”

 

Ancak Ruslar, ABD'yi Suriye'ye doğrudan müdahaleye sürükleyecek her türlü çabanın karşısında durdu. Geçen yıl Suudiler ve İsrailliler, Rusları değiştirilemez konumlarından çıkarmak için Moskova'ya karşı ikna, tehdit ve teşvik yollarını denedi.

 

Daha geçen ay Bender, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in anlaşmaya ne kadar hevesli olduğunu test etmek için Moskova'ya gitti. Önde gelen Lübnan gazetesi Es-Sefir'e göre Suudi prensin ziyaretiyle ilgili özel bir diplomatik raporda, Bender'in Suriye ve İran konusunda Putin'den tavizler koparmak için “havuç-sopa” yöntemini kulandığı iddia ediliyor.

 

Bugüne kadar duyduğum en hezeyanlı ifadeyle Bender'in Rusya Devlet Başkanı'na şunu söylediği ileri sürülüyor: “Bizi bir araya getiren pek çok ortak değer ve amaç var, özellikle de dünya çapında terörizmle ve aşırıcılıkla mücadele.” Arkasından bir tehditle devam etmiş:

 

“Size gelecek yıl Karadeniz'de Soçi şehrinde yapılacak Kış Olimpiyatarı'nı koruma güvencesi verebilirim. Oyunların güvenliğini tehdit eden Çeçen gruplar bizim tarafımızdan kontrol ediliyorlar ve bizimle koordinasyon kurmadan Suriye yönüne yönelmeyeceklerdir. Bu gruplar bizi korkutmuyor. Onları Suriye rejimine karşı kullanıyoruz, fakat Suriye'nin siyasi geleceğinde bir rolleri veya etkileri olmayacak.”

 

Rapora göre Putin, Bender'e şu yanıtı verdi: “On yıldır Çeçen teröristleri desteklediğinizi biliyoruz. Ve tam şimdi dürüstlükle bahsettiğiniz bu destek, değinmiş olduğunuz, küresel terörizmle mücadelede ortak hedeflerle kesinlikle bağdaşmaz. Biz, açık ve güçlü ilkeler temelinde dostane ilişkilere geliştirmeye ilgi gösteriyoruz.”  

 

Bender bin İsrail: bir terör Frankenstein'ı

 

Çeçen cihadçılar iki yıldır, onlarca farklı ülkeden gelen, kendileriyle aynı çizgide olan insanlarla birlikte, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetine karşı savaşmak üzere Suriye'de boy gösterdiler.

 

Suudi bağlantıları cihadçılardan da öteye gidiyor. 17 ay önce Humus'ta – Baba Amr çatışmalarından ancak bir ay kadar sonra – 24 Suriyeli isyancı grup, merkezi dışarıda bulunan Suriye Ulusal Konseyi'ne bir e-posta göndererek Suudi finansmanlı El Faruk Tugayı'nın kaba davranışından şikayette bulundu. Bu, meşhur asker ciğeri yiyen Suriyeli isyancının bir zamanlar ait olduğu grup.

 

El Faruk'un en az beş isyancının öldürülmesinden sorumlu olduğunu ve sivillere ve diğer savaşçılara karşı şiddet uyguladığını ileri süren grup, şunları yazmıştı:

 

“Bugün şehirdeki krizin temeli, Suudi Arabistan'daki doğrudan kaynaklardan büyük miktarlarda para alan gruplardır. Bunların bir bölümü rejime bağlı mahallelere saldırma çağrısı yapıyor ve mezhepçiliği tırmandırıyor, bir bölümü ise Suriye Ulusal Konseyi'ne karşı teşviklerde bulunuyor. Ulusal çizgide değiller ve destek kaynaklarını birleştiriyorlar. Öte yandan, olgun saha liderleri, onlardan [Suudi Arabistan'dan] yardım almanın, istenenden farklı yönlerde çalışma gibi şartlara bağlı olduğunu belirtiyorlar.”

 

Mücahitlerin – ki daha ileride Taliban ve El Kaide'nin belkemiğini teşkil edeceklerdi – silahlandırması için CIA'e yardım ettiği Afganistan'daki rolünün bir karşılığı olarak Bender şimdi, Suriye'de kontrollerinde tuttukları bölgelerde Şeriat'ın aşırı bir versiyonunu tesis eden aynı türden İslamcı militanları finanse ediyor, silahlandırıyor ve eğitiyor.

 

Beyrut merkezli bir düşünce kuruluşundan bir analist şöyle diyor:

 

“Çoğu ideolojik olarak El Kaide çizgisinde olan bu savaşçılar, bugün çok daha pragmatikler. (Geçmişte onları hedef almış olan) Suudilerden finansman, teçhizat ve silah almaya hazırlar. Bir ana düşman konsepti yok – bu ABD, Ruslar, İranlılar, Suudiler veya Müslüman Kardeşler olabilir. Tek öncelikleri, bölgedeki yeni istikrarsızlık durumunu çekirdek bir bölgesel üs teşkil etmek üzere kullanmak. Şimdi Suriye'de, Irak'taki yenilgilerinden beri yapamadıkları şeyi yapıp El Kaide'yi yeniden canlandırmak için gerçek bir fırsata sahip olduklarını düşünüyorlar. Sina'da da öyle. Merkezi bir Suriye üssü üzerinden, diğer bölgesel aktörlerle birleşip Lübnan'a, Irak'a ve diğer yerlere girmeye hazırlar”.

 

Analist, onlardan bazılarının Bender'i uzun zamandır tanıdığını söylüyor. “Her zaman için Afganistan, Bosna, Keşmir ve Çeçenistan'da cihadçı grupları izlemekle görevli Suudi istihbarat memurları vardı.”

 

Her ne kadar Suudiler Washington'a, amaçlarının aşırıcıları Suriye'de iktidarın dışında tutmak olduğunu söylese de, ABD yönetimi içindeki unsurlar bunun sonunun ne olabileceği konusunda huzursuz.  Silahların cihadçıların eline geçmesinden endişe duyan eski bir subaydan alıntı yapan Wall Street Journal, “Bunun kötü gitme potansiyeli var” diyor ki, bu eksik bir ifade.

 

Lübnan'ın bir kaldıraç olarak kullanılması

 

Batılı güçler Lübnan cephesinde istikrarı sürdürmek isterken, Hizbullah ve müttefiklerinin 2011 başlarında Riyad destekli hükümeti istifaya zorladığı bu ülkede nüfuzunu kaybetmiş olan Suudiler, barışı sürdürmeye pek de meyilli değil.

 

Bender'in en önemli Suriye planlarından biri, isyancılar için besleme kanalı haline gelen temel sınır kasabalarında Hizbullah'ın Suriye ordusuna sunduğu saha desteğini durdurmaktır.

 

Suudiler, Hizbullah'ı cezalandırmak ve bölgesel müttefiklerini zayıflatmak amacıyla, Şii direniş grubunun Suriye'deki rolüne her gün saldırmak için Lübnan'daki kendi ittifaklarını kullandı. Kolay bir yol, çok-mezhepli Lübnan'da mezhepçi gerilim tohumlarını ekmektir – muhafazakâr Vehhabi Suudilerin çok iyi bildiği bir taktiktir.  Bir dizi planlı siyasi şiddet eylemi üzerinden Sünnilerin Şiilerle karşı karşıya getirilmesi, bu tür eylemlerde on yılların deneyimine sahip olan Suudiler için çocuk oyunudur – örnek olarak Irak'ta mezhepçi bombalamalardaki tırmanışa bakınız.

 

Bu, Riyad'ın bu operasyonların planlanmasının içinde olduğu anlamına gelmek zorunda değildir.

 

Beyrutlu analist şöyle diyor: “Tırmanış Suudi güdümlü olabilir, fakat bizzat onların eylemi olmak zorunda değildir. (Lübnan'da bu İslamcı aşırıcıları destekledikleri zaman), bu insanların yapıtaşlarını biliyorlar. Onların Şiilere ve ılımlı Sünnilere saldıracaklarını, roketler, bombalı araçlar, vs. kullanacaklarını biliyorlar. Bu grupları, sonuçlarını bilerek güçlendiriyorlar. Bu kişilerin neler yapabileceği öngörülebilir. Ve Suudiler, bu grupların içinde, Suudi çıkarlarına ve projelerine uygun bir şekilde hareket edecek güvenilir adamlara sahip.”

 

Bender'in Moskova ziyaretiyle ilgili diplomatik rapor şöyle bitiyor: “Suudilerin Hizbullah'ın Suriye krizine müdahalesine yanıt verme kararı ışığında, hem siyaset hem de güvenlik anlamında olayların Lübnan'da dramatik bir boyuta gelmesi ihtimal dışı değildir.”

 

İki bombalama: biri bir Şii mahallesini hedef aldı, ikincisi Sünni sakinlere yönelikti. Başka bir cephede, İsrail Ordusu Lübnan sınırı üzerinde gizli bir misyona girişti ve Hizbullah'ın karşı saldırısıyla süratle engellenidi. Kısa süre sonra, Abdullah Azzam Tugayları isimli, geçen yıl Suriye devletine karşı savaştığını kabul eden El Kaide bağlantılı bir grup, İsrail'e dört roket fırlattı. İsrail, bu Selefi milis grubuna misilleme yapmadı. Bunun yerine İsrail Ordusu, Lübnan'da ve Suriye'de Direniş'i destekleyen bir grup olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'ni (FHKC) vurmayı tercih etti. 

 

Öyle görünüyor ki İsrail, tıpkı Suudiler gibi, Lübnan'a bir mesaj veriyor: Hizbullah Suriye'nin dışında kalmalıdır, aksi halde Lübnan bunun sonuçlarına katlanacaktır.

 

Bölge çapında – Lübnan'dan Irak'a kadar – şiddetin tırmanışı bugün, büyük ölçüde Bender-İsrail projesidir. Washington'un Esad hükümetine karşı yönelttiği askeri tehditlerdeki ani artış da şüphesiz, bu ikilinin salladığı ödüllerin ve baskının sonucudur.

 

Bender Suriye ve İran konusunda geri adım atması karşılığında 15 milyar dolarlık silah satın almayı önerdiği zaman Putin kendisine çıkıp gitmesini söylemiş olabilir, fakat İngilizler ve Fransızlar bu tür anlaşmaları dileniyorlar. Washington da öyle. Krallıkla yapılan 65 milyar dolarlık silah satışının işleme konulmasıyla Obama yönetimi, hazır nakit için Amerikalıları satıyor.

 

Hata olmasın. Bender bin İsrail altın peşinden koşuyor ve ona erişmek için Ortadoğu'yu ateşe verecek.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com