Reisi'nin Kaybı: Birliğin ve Direnişin Yeniden Teyidi

Reisi'nin Kaybı: Birliğin ve Direnişin Yeniden Teyidi
İran'ın bölgesel direnişi ateşlemedeki rolü yalnızca askeri gücünden değil, aynı zamanda emperyalist kuvvetlere karşı yıllarca meydan okumanın biriktirdiği kolektif bilgiden-hafızadan da kaynaklanmaktadır.

 

 

Nahid Poureisa

 

Al Mayadeen English

 

 

Tahran'daki kalabalık sıradan bir toplantı değildi. Süleymani'nin cenaze törenindeki coşkuyu yansıtıyordu ve ekonomik ve sosyal zorluklara rağmen Devrim’e olan sarsılmaz bağlılığı simgeliyordu.

 

Pazar günü, Cumhurbaşkanı Reisi'nin Azerbaycan sınırındaki bir barajın açılışı için İran'ın kuzeybatısına yaptığı gezi, General Süleymani'nin şehit edilmesinden bu yana İran'ın tanıklık ettiği en yıkıcı hadiselerden biri olan helikopter kazasıyla trajik bir şekilde sona erdi. İstikrarsız ve sisli hava koşullarına bağlanan kaza, hem cumhurbaşkanının hem de dışişleri bakanının kaybıyla sonuçlandı ve ülke çapında endişeye yol açarak geleceğe dair soru işaretlerini artırdı. İsrail işgal rejiminin olaya müdahil olduğuna dair spekülasyonlar ortaya çıkmakla birlikte, eldeki bilgilere ve teyit edilen haberlere binaen olay bir kaza olarak değerlendirildi.

 

Küresel Kuzey'in beklentilerine ve İran'daki hareketleri manipüle etmeyi amaçlayan onlarca yıllık rejim değişikliği finansmanına rağmen, İran’ın devrimci devletinin çöküşü hiçbir zaman gerçekleşmedi. Aksine İran bu beklentilere meydan okudu. Sadece çöküşten kaçınmakla kalmadı, aynı zamanda bölgesel bir güç haline gelecek şekilde tarihi, jeopolitik ve kültürel avantajlarından yararlanarak gelişmesini sürdürdü.

 

İran'ın Direniş Ekseni'ndeki önderliği General Süleymani de dahil olmak üzere tek bir cumhurbaşkanı ya da şahsiyete atfedilemez. Bu durum daha ziyade, bölgedeki güçleri etkilemeye devam eden devrimci ideolojisinin kalıcı mirasından kaynaklanıyor. Bu ideolojik okul kapanmak şöyle dursun, binlerce, belki de milyonlarca kişiyi çok kutupluluk, ittifak, yoldaşlık ve bölgesel kimlik ilkeleri konusunda eğitti. Anti-emperyalist duruşu derinlere kök salmıştır ve sökülmesi de pek olası değildir. Dolayısıyla sadece İran değil, bölge ve liderlik ettiği Direniş de istikrarını koruyacaktır.

 

Farklı siyasi görüşlere sahip olsalar da İranlılar arasında ülkelerinin onuruna ve varlığına karşı görevlerini yerine getirme konusunda ortak bir inanç mevcuttur. Bu son trajedi, İranlılara zorluklar karşısında birlikte durmanın önemini hatırlatmış, ülkenin egemenliği ve istikrarına olan bağlılıklarını pekiştirmiştir. Recai ve Beheşti'nin şehit edilmesi gibi geçmişte yaşanan ulusal yas örneklerini hatırlamak bu birlikteliğin altını daha da çizmektedir. Beheşti-Recai katliamı olarak da bilinen ve “Halkın Mücahitleri” (MEK) tarafından Ayetullah Beheşti, Muhammed Ali Recai ve Muhammed Cevad Bahoner’e ve beraberindekilere düzenlenen suikast, İran tarihinde karanlık bir sayfa olarak durmaktadır.

 

Bir zamanlar İran Devrimi'nin müttefiki olan ancak daha sonra Devrim’e cephe alan MEK, 30 Ağustos 1981'de aralarında Cumhurbaşkanı Recai ve Başbakan Bahoner'in da bulunduğu üst düzey İranlı yetkililerin katıldığı bir toplantıyı hedef alan bir bombalama eylemi gerçekleştirdi. Bu acımasız terör saldırısı hem Recai ve Bahoner'in hem de diğer birçok üst düzey yetkilinin ölümüyle sonuçlandı. Beheşti-Recai katliamı, aşırılık yanlısı grupların yarattığı tehlikeleri ve terörizmle mücadelede ihtiyatlı olmanın önemini hatırlatmaya devam etmektedir. Bu olaylar İranlıları vatanlarını korumak ve Devrim’in ideallerini muhafaza etmek için harekete geçiren bir miting çığlığı olmuştur. Onların fedakârlıklarının ardından İranlılar, uluslarının bütünlüğünü savunmak için siyasi farklılıkları aşarak bir araya geldiler. Bu şehitlerin mirası bugün de İranlılara ilham vermeye devam ediyor.

 

Onların İran'ın egemenliğine ve bağımsızlığına olan sarsılmaz bağlılıkları, belirsizlik zamanlarında ulusa yol gösteren bir güç feneri işlevi görmektedir. Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan'ın kaybının yasını tutan İranlılar, kendilerini bir ulus olarak birbirine bağlayan ilkelere bağlılıklarını teyit ederek bu kolektif direnç ve birlik hatırasından yararlanacaklardır. Reformist yönetim döneminde benzin fiyatlarına yapılan %300'lük ani zammın tetiklediği "Kanlı Aban" protestolarının hemen sonrasında gerçekleşen Süleymani’nin şehadeti, İran tarihinin çok önemli bir ânı olarak durmaktadır.

 

Milyonlarca İranlı sokaklara akın ederek ülke çapındaki huzursuzluğun ortasında Direniş davasıyla sarsılmaz bir dayanışma sergiledi. Bu olay Direniş kavramını yeniden şekillendirdi, zira Dini Lider'in Şehid Süleymani'nin önemine ilişkin sözleri onun şahsını aşmıştı. İranlılar kendilerini emperyalizm yanlısı ana akım propagandanın etkisinden kurtardıkça, Süleymani'nin savaş alanındaki katkıları ölümünden sonra daha da büyük bir takdir kazandı. Gerçekliğin daha net anlaşılmasıyla, Direniş’in ve 1979 İslam Devrimi'nin imajı daha belirgin hale geldi. Cephedeki komutanlar tarafından aktarılan değerlerin, ilkeler ve derslerin, silahlardan daha önemli olduğu kanıtlandı. İran'ın bölgesel direnişi ateşlemedeki rolü yalnızca askeri gücünden değil, aynı zamanda emperyalist kuvvetlere karşı yıllarca meydan okumanın biriktirdiği kolektif bilgiden-hafızadan da kaynaklanmaktadır.

 

Cumhurbaşkanı Reisi'nin kaybı İranlılar arasında derin bir birlik ve ulusal gurur duygusu yarattı. İnsanlardan bahsederken, genellikle değişim için çabalayan ya da statükoyu koruyan çoğunluğa odaklanıyoruz, eylemliliklerini rejim değişikliğine ve sosyal medyaya yöneltenlere değil. İran toplumunun bu kesimi, önemsiz olmamakla birlikte, çoğunluğu temsil etmemekte; ancak İranlıların cumhurbaşkanlarının ölümünü kutladığına dönük anlatıyı güçlendirmektedir. Bu anlatının altında yatan neden, gerici ve temelsiz söylemlerle de olsa, varlıklarını göstermek ve devleti küçümsediklerini ifade etmek için her fırsatı değerlendirme arzularından kaynaklanıyor.

 

Buna karşılık, kutlama yapmaktan kaçınan, bunun yerine yaklaşan seçim için plan yapmaya odaklananlar var; özellikle de üç yıl önce cumhurbaşkanlığını kaybeden reformistler. Bu konuya girmeden önce İran'daki mevcut atmosferi ele alalım. Tebriz, Tahran ve Meşhed'de önemli kalabalıkları bir araya getiren cenaze törenleri devam ediyor; bu da İran'ın köklü Şii yas kültürünü yansıtıyor; topluluklar ister kişisel, ister siyasi, ister dini olsun kayıplarının yasını tutmak için uzun süreler boyunca bir araya geliyor. Ancak asıl dikkat çekici olan, Cumhurbaşkanı'nın ölümünden sonra İran'ın istikrarı konusunda yapılan sorgulamalar ve olası kaos endişeleri. Ne tür bir kaos bekliyorlar ve niçin istikrarsızlık doğacağını düşünüyorlar? Bu soruların çerçevesi, İran'ın bu uydurma imajının altını çiziyor ve ülkenin istikrarının cumhurbaşkanının hayatta kalmasına bağlı olduğunu öne sürüyor ki bu gerçeklerden çok uzaktır.

 

Yaklaşan seçimler İranlıların Devrime ve Direniş’e olan bağlılıklarını yeniden teyit etmeleri için fırsat sunacaktır. Reisi ve Dışişleri Bakanı'nın trajik şehadeti ve Gazze'de devam eden mücadele seçmenleri harekete geçirecek gibi görünüyor. Gazze Direnişini savunan ve Reisi'nin mirasını takip eden aday önemli bir destek kazanacaktır. Son olayları çevreleyen koşullar, İran'ı birleştirecek ve güçlendirecek, Devrim’in ilkelerine bağlılığını pekiştirecek işaretler ve potansiyel göstermektedir. Tahran'daki kalabalık sıradan bir toplantı değildi; Süleymani'nin cenaze töreninde görülen coşkuyu yansıtıyordu ve ekonomik ve sosyal zorluklara rağmen Devrim’e olan kararlı bağlılığı simgeliyordu. Bu sesler, yaklaşan seçimlere aktif katılma vaadiyle yankılanacak ve siyasi manzarada potansiyel bir değişimin sinyalini verecek.

 

 

Çeviri: Medya Şafak