Amerikan İmparatorluğu Direniş Ekseni’ni yenmek için Gazze’yi ezmek istiyor

Amerikan İmparatorluğu Direniş Ekseni’ni yenmek için Gazze’yi ezmek istiyor
Siyonist rejimi vekil olarak kullanan ABD hükümeti, bölgedeki Direniş Ekseni'ni stratejik bir yenilgiye uğratacağı inancıyla Gazze nüfusunun tamamını ezmeye yönelik bir politika izlemektedir. Bu strateji, Washington'un Batı Asya üzerindeki Amerikan hâkimiyetini yeniden tesis etmek ve bölgedeki bağımsızlıkçı güçleri dağıtmak için son girişimi olabilir.

 

 

Robert Inlakesh

 

Al Mayadeen English

 

 

Siyonist rejimi vekil olarak kullanan ABD hükümeti, bölgedeki Direniş Ekseni'ni stratejik bir yenilgiye uğratacağı inancıyla Gazze nüfusunun tamamını ezmeye yönelik bir politika izlemektedir. Bu strateji, Washington'un Batı Asya üzerindeki Amerikan hâkimiyetini yeniden tesis etmek ve bölgedeki bağımsızlıkçı güçleri dağıtmak için son girişimi olabilir.

 

Kolektif Batı'dan bahsettiğimizde, aslında merkezi Washington DC'de olan tirancı bir imparatorluktan bahsediyoruz demektir. Avrupa uluslarının hiçbir şekilde bağımsız olmadıkları ve hükümet yetkililerinin çıkarlarının şirket elitlerinin çıkarlarıyla birebir çakıştığı artık herkesçe anlaşılmıştır. İsrailliler de bu grupta yer almalarına ve çok uluslu lobi kampanyaları sayesinde hatırı sayılır bir güç elde etmelerine rağmen, bu durumda Küresel Güney'e bir şey kanıtlamak için uygun bir vekil güç ve saldırı köpeği haline gelmişlerdir.

 

Batı'daki Vanguard ve Blackrock gibi mega-şirketler incelendiğinde, bu şirketlerin kendi kolektif başarıları hedefiyle çalıştıkları için, çıkarlarının da doğal olarak iç içe geçtiği hemen anlaşılır. 

 

ABD'nin Batı Asya'daki dış politikasını değerlendirirken neden mega şirketlerden bahsediyoruz? Çünkü bildiğimiz "Batı", bir mega-şirketler topluluğundan başka bir şey değildir. Demokratik seçimlerinin sahteliği ortaya çıkmıştır, zira tüm adaylar kendilerine oy veren insanlar için değil bağışçı sınıf için çalışmaktadır. Batılı politikacıların, kendileri adına politikaları şekillendirmeleri için güvendikleri uzmanlar bile doğrudan aynı şirket elitleri tarafından finanse edilmekte, danışmanların görüşlerini şekillendirmeye yardımcı olan her büyük düşünce kuruluşu aynı maaş bordrosunda yer almaktadır. Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) yeni çalışma yöntemine baktığımızda, "Paydaş Kapitalizmi"nin artık günün modası olduğunu görüyoruz. Paydaş Kapitalizmi özünde şirketlerin sosyal normları açıkça etkilemesine ve hem iç hem de dış politikayı şekillendirmesine izin vermektedir.

 

Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne ABD'nin yanıtı olan Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı (PGII), örneğin WEF tarafından önerildiği gibi şirketlerin sürücü koltuğuna oturmasına dayanmaktadır. Bu, Kapitalist elitlerin zalim kontrolü altında yaşayan halkları pasifize etmeyi başaran Batı İmparatorluğu’nun doğal evrimidir. Artan siyasi angajman arzularını, genellikle 'tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan' tartışmalarıyla sonuçlanan ve Batılı ulusların siyasi sistemlerinde somut bir değişiklik yaratmayan kimlik politikalarını silah olarak kullanarak, bölücü yüzeysel siyasi meseleler üzerinden tatmin etmektedirler.

 

Siyonist proje Avrupa antisemitizminin etkisiyle ortaya çıktı ve Avrupa'daki bir çatışmayı emperyalist bir ittifaka dönüştürmek yolunda, mükemmel bir siyasi hareket olarak hizmet etti. Literatüre, daha sonra yerleşimci-sömürgeci bir hareket şeklinde, tipik Avrupa sömürgeci üstünlüğünün belirli bir türü, bu durumda sentetik bir milliyetçilikle dokunmuş Beyaz Yahudi üstünlüğü olarak geçti. Bu proje, Batı emperyal sisteminin unsurlarıyla, yani işgal altındaki Filistin mandası sırasında İngilizlerle sorunlar yaşasa da, bu durum 1956'da Mısır'ın üçlü işgaliyle değişmeye başladı; İsrailliler, İngilizler ve Fransızlar ortak bir savaş başlattılar. 1967 yılına gelindiğinde, Siyonist proje Batı emperyal sisteminin sadık bir üyesi olarak tamamen entegre edilmişti ve şimdi ABD BlackRock'a [Dünyanın en büyük varlık yönetim şirketi] fedai olarak hizmet ediyor.

 

Batılı ulusların politikalarının, bu ülkelerde yaşayan emekçi halkın çıkarlarına hizmet etme arzusunca güdülendiği düşünmemelidir. Bu hükümetlerin bu ülkelerde yaşayan halklar adına çalıştığı fikrini aklımızdan uzaklaştırmalıyız. Bunun yerine onların da, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri benzeri Arap rejimlerinin yaptığı gibi zaman zaman halklarını dikkate aldıkları, ancak nihayetinde despot yönetici elitlerin yararına çalışan bir gündeme hizmet ettikleri bilinmelidir. Batı İmparatorluğu söz konusu olduğunda, küresel hâkimiyet peşinde koşarlar ve yerli halkın kendi kaderini tayin hakkını baltalamaya çalışırlar. Zira bu, tiranlıklarına yönelik en büyük tehdidi temsil eder.

 

Hamas 7 Ekim'de El Aksa Tufanı Operasyonu'nu başlattığında, Batı'nın yenilmezlik yanılsamasını parçaladığı ve Washington tarafından ilerletilen bölgesel gündemi çökerttiği için ABD İmparatorluğu'nun kalbine büyük bir darbe indirdi. Siyonist rejim, Batı'nın en sofistike ve en yeni askeri teçhizatını kullanmakta, tüm bölgeyi bölmeye çalışmakta ve Batı İmparatorluğu’nun taleplerine boyun eğmeye zorlamaktadır. Bu teçhizatın, 17 yıldır kapsamlı bir kuşatma altında olan yerli bir askeri güç karşısında işe yaramadığı kanıtlandı. Direnişçiler, Batı İmparatorluğu’nun bölgesel emellerini ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun geçen yıl Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda ana hatlarını çizdiği "Yeni Ortadoğu" vizyonunu ortadan kaldırdılar.

 

Hamas'ın o zamandan bu yana yaptığı şey, Batı İmparatorluğu’nun küresel gündemini çevreleyen propagandayı yok etmek ve aynı zamanda Siyonist rejim haricindeki tüm kolektif Batı'da savaş karşıtı bir hareketi uyandırmak ve emekçi halka yapılan ihanete karşı yükselen gerçek öfkeyi buraya kanalize etmek oldu.

 

Yanlış hesapları ve kibri nedeniyle uğradığı feci yenilginin farkına varan ABD, şimdi bu meydan okuma eyleminin içinden yükseldiği Gazze halkını ezmeye kararlıdır. Sadece 141 mil kare büyüklüğündeki bir toplama kampında bulunan ve çoğu mülteci konumundaki 2.3 milyonluk bir nüfusun boyun eğmeyi reddederek özgürlük ya da şehadeti tercih etmesi, Washington'un bu insanların hepsine yönelik soykırım saldırısı kararını tetikledi. Bu barbarca vahşet eylemi sadece Gazze ile ilgili değil, tüm Direniş Ekseni ve daha geniş anlamda Küresel Güney'e verilen bir mesajdır. ABD şöyle diyor aslında: bize meydan okumaya cüret ederseniz, işte size yapacağımız budur!

 

Siyonist rejim bu savaş için sadece bir vekildir ve Gazze halkı ABD İmparatorluğu’nun bu vizyonu altında ibretlik bir hale getirilmek istenmektedir. Sağcı faşist Siyonist militanlar Gazze halkının üzerine salındığında, oraya ne yapmak için gönderildikleri belliydi ve ABD onaylamasaydı bunların hiçbiri yaşanmazdı.

 

Ne yazık ki Batı'da aklı başında liderler yok, çünkü hükümet yetkilileri bu satranç oyununda tahtadaki taşları temsil ediyorlar. Bu nedenle Gazze'nin yenilmesi, aç bırakılması, çocuklarının ve kadınlarının katledilmesi, entelektüellerinin tasfiye edilmesi ve bölgenin çorak bir araziye dönüştürülmesi gerektiği görüşündeler. İkinci Dünya Savaşı'nın Batılı liderler ve Siyonistler tarafından sık sık dile getirilmesi tesadüf değildir, çünkü dünyaya bizi, uluslararası hukukun ya da Birleşmiş Milletler’in olmadığı, atom bombası atılması gibi eylemleri önlemek ya da cezalandırmak için Cenevre Sözleşmelerinin bulunmadığı bir döneme geri götürdükleri mesajını vermektedirler.

 

Batılıların, Direniş Ekseni'ni oluşturan İran ve müttefikleriyle doğrudan savaşa giden yolu çok arzulamasalar da, Gazze'deki Filistin halkını yenilgiye uğratmak için bu riski almaya istekli oldukları görülüyor. Şimdi tek joker, Direniş Ekseni'nin Batı İmparatorluğu’nun Gazze'deki savaş alanında yenilgiye uğramasını sağlamak için ne yapacağıdır. ABD, bir normalleşme planı dayatmak yerine, umutsuzca ihtiyaç duyulan yeniden inşayı, bölge için siyasi çözümü ve yardım girişini savaş sonrası Gazze'de kendi iradesini dayatmakta kullanmaya çalışabilir, ancak bu eninde sonunda başarısız olacaktır. Şu anda taraflardan biri ya da diğeri için kesin bir zafere doğru gidiyoruz ve bunu durduracak tek şey ABD'nin "zafere" ulaşsa bile bunun “Pirus zaferi” olacağını anlaması ve geri adım atmaya karar vermesidir. Bununla birlikte Batı'nın kendisini bu konuma sürükleyen kibrinde bir azalma görülmüyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak