Elijah J. Magnier: İran ve Taliban: Giderek iyileşen ilişkiler

Elijah J. Magnier: İran ve Taliban: Giderek iyileşen ilişkiler
Bu hafta, Taliban liderliğinin talebi üzerine İran, hareketin enerji ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olmak için Afganistan'a petrol ve gaz tedarik etmek için harekete geçti. İran'ın Afganistan'a petrol ihracatı hacmi günde yaklaşık 20.000 varil olup, bunun Taliban yönetiminin ilk aylarında ikiye katlanması bekleniyor. Taliban, İran malları üzerindeki vergileri %70 oranında düşürmeye de karar verdi.

 

 

İran ve Taliban: Giderek iyileşen ilişkiler

 

Elijah J. Magnier

 

 

Al Mayadeen

 

 

Taliban hareketi, başkent Kabil de dâhil olmak üzere toplam 34 vilayetin 33'ünün kontrolünü yeniden ele geçirdi. Komşu ülkeler, Taliban'ın kararlarını izlemeye başlayarak yeni Afgan yöneticilerine yönelik atılacak adımları belirlemek için harekete geçtiler. Bu ülkeler arasında Afganistan ile 945 kilometre sınırı olan İran İslam Cumhuriyeti de var. Ülkeyi Taliban'ın yönettiği 90'lı yıllarda var olan düşmanlık hali devam edecek mi yoksa ilişkiler değişecek mi? Değişecekse bu hangi yönde olacak?

 

Afganistan'ın yabancı işgalciler tarafından işgal edilmesi ve gruplar arasındaki iç çatışmalar konusunda uzun bir geçmişi vardır. Asya ve Avrupa arasındaki geçitte yer alan bu topraklar, diğerlerinin yanı sıra MÖ 500 civarında Babil Kralı I. Darius ve MÖ 329'da Büyük İskender tarafından fethedildi. Gazneli Mahmud ise -İran'dan Hindistan'a kadar bir imparatorluk kuran 11. yüzyıl fatihi- Afganistan'ın en büyük işgalcisi olarak kabul ediliyor.

 

Cengiz Han, 13. yüzyılda bölgeyi ele geçirdi, ancak bölge, İslam'ın kök saldığı 18. ve 19. yüzyıllara kadar (tek bir devlet olarak) birleşik değildi. Hindistan imparatorluğunu Rusya'dan korumak isteyen İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'ndan birkaç yıl sonra bir dizi Anglo-Afgan Savaşına yol açacak şekilde Afganistan'ı ilhak etmeye çalıştı.

 

İngilizler Üçüncü Anglo-Afgan Savaşı'nda (1919-1921) yenildiğinde, Afganistan bağımsız oldu. Afganistan'ın dünyanın geri kalanının gerisinde kaldığından endişelenen Afganistan'ın hükümdarı Gazi Amir Emanullah Han (1919), Afganistan'ı bir emirlikten ziyade bir krallık kılmak için amansız bir sosyal ve ekonomik reform kampanyası başlattı ve kendisini kral ilan etti. Bir dizi modernizasyon planı başlattı ve Ulusal Meclis Loya Jirga'nın gücünü sınırlamaya çalıştı. Emanullah'ın politikalarından rahatsız olan muhalifler 1928'de silaha sarıldılar ve 1929'da kral tahttan feragat ederek ülkeyi terk etti.

 

Muhammed Zahir Şah 1933'te kral oldu ve istikrarı sağlayarak sonraki 40 yıl boyunca ülkeyi yönetti. Zahir Şah, kuzeni General Muhammed Davud Han'ı sosyal reformları başlatmak, kadınların kamuya açılmasına izin vermek de dâhil olmak üzere kadın haklarını geliştirmek için başbakan atadı. Ancak Muhammed Davud Han kuzenini devirerek kendisini cumhurbaşkanı atadı ve Sovyetler Birliği ile güçlü ilişkilere sahip bir cumhuriyet kurdu.

 

Afganistan, Soğuk Savaş'ın ilk yarısında 1978’e kadar Sovyetlerin şemsiyesi altındaydı ve İran Şahı, Afganistan Devlet Başkanı Muhammed Davud'un Moskova'dan kopmasına destek olmak için müdahale etti. Ancak 1978 darbesi Afgan cumhurbaşkanını devirdi ve İslam Devrimi de İran Şahını tahttan indirdi. Sovyetler Birliği'nin işgalinden sonra ABD-Suudi ortaklığının Afganistan'daki İslamcıları desteklediği yeni bir dönem başladı.

 

ABD, Sovyetler Birliği'ni bir "Rus tarzı Vietnam savaşına" sürüklediğini söylemeyi seviyor: Sovyetler Birliği görünüşe göre tuzağa düştü ve 1979'da Afganistan'ı işgal etti. Paradoksal olarak, bu Orta Asya'daki ABD etkisinin başlangıcıydı. Pakistan istihbaratı, İngiltere, CIA, Çin ve Suudi Arabistan, Pakistan'daki Afgan mücahitlerini desteklemeye başladı. Nehrin iki yakasını (Afganistan ve eski Sovyetler Birliği arasındaki sınır) birbirine bağlayan “Dostluk Köprüsü” boyunca, 1989'da Sovyetlerin geri çekilmesine kadar askeri ve mali yardımlar sevk ettiler. İran İslam Devrimi’nin izolasyonu başlamıştı.

 

Mücahitler, 1986 yılında Sovyet kukla devletinin başına seçilen Sovyet destekli komünist Devlet Başkanı Dr. Muhammed Necibullah rejimine karşı direnişlerini sürdürdüler. Afgan savaşçılar, iki aylığına sürgündeki hükümetleri olarak Sibgetullah Müceddidi'yi atadılar (Nisan-Haziran 1992) . Taraf değiştiren hükümet güçlerinin yardımıyla, Mücahitler ve diğer isyancı gruplar başkent Kabil'i ele geçirdi ve Necibullah'ı iktidardan uzaklaştırdı. Efsanevi gerilla lideri Ahmed Şah Mesud, başkente giren askerleri komuta ediyordu. Birleşmiş Milletler ise Necibullah'ı koruyordu. Zaten savaş ağaları olarak parçalanmaya başlayan Mücahitler, Afganistan'ın geleceğine el koymak için savaştılar ve Burhaneddin Rabbani'nin başkan olduğu (1992-2001) ağırlıklı olarak İslami bir devlet kurdular.

 

Ardından, yeni kurulan İslami milis gücü Taliban, Molla Muhammed Ömer'in komutası altında barış vaatleriyle iktidara geldi. Yıllarca süren kuraklık, kıtlık ve savaştan bitkin düşen Afganların çoğu, Taliban'ın geleneksel İslami değerlere bağlılığı konusunda hemfikirdi. Taliban, haşhaş ekimini ve ticaretini yasakladı, suçları bastırdı ve kadınların eğitimini ve istihdamını sınırladı. Kadınların tamamen örtünmeleri istendi ve evlerinden çıkmalarına izin verilmedi. İnfazlar ve halka açık cezalar uygulandı. ABD de Taliban'ın otoritesini tanımayı reddetti.

 

8 Ağustos 1998'de Taliban, Afgan Şii Hazaraların yaşadığı Mezar-ı Şerif eyaletini işgal etti, konsolosluktaki 11 İranlı diplomat ve bir IRNA muhabirini tutukladı ve öldürdü. O tarihten bu yana, Taliban'ın resmi sözcüsünün söylediği gibi  "kontrol dışı bir grubun bu infaz eylemini liderlikten emir almadan gerçekleştirdiğine" dair bir inanç var. İran ile Taliban arasındaki kalıcı düşmanlığa neden olan şey bu cinayetlerdi.

 

İran İslam Cumhuriyeti, Afganistan'daki Hazaraları, Tacikleri (çoğunluğu temsil eden Peştunlara karşı) ve Özbekleri başlangıçta sınırlı bir biçimde destekledi ve bu da "Kuzey İttifakı" adı verilen kuvvetlerin oluşumuna yardımcı oldu. Amerika, İran'ı kontrol altına almak için Pakistan'dan Türkmenistan'a güvenli bir geçiş sağlamak ve sürdürmek için Taliban’ı desteklediğinden, Pakistan Afganistan'da önemli bir rol oynadı.

 

İran, İranlı diplomatlar öldürüldüğünde tüm Taliban karşıtı güçlerle Hazaraları (Afgan Şiileri) destekledi ve Taliban sınırındaki birlikleri harekete geçirdi. İran, Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen ve Afganistan'ın komşularını içeren "6+2" temas grubunun (Çin, İran, Pakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan + Amerika ve Rusya) bulunduğu masada kendisini müttefik olarak sundu. İran, Amerika'yı, yaptırımlara uymayan Pakistan'ın iradesine karşı Taliban'a (ve El Kaide'ye) yaptırım uygulamaya ikna ederek Pakistan'ı masadan atmayı başardı.

 

General İsmail Kaani, o dönemde Afganistan'daki Devrim Muhafızları-Kudüs Gücünü komuta ediyordu. Kaani, 2020'de komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta öldürülmesinin ardından Kudüs Gücü'nün başkomutanı oldu. Kaani, on yıllardır Afganistan'da sahadaydı ve birkaç Afgan partisiyle güçlü ilişkiler kurdu.

 

Washington, Tahran'ı Gülbeddin Hikmetyar'a yataklık etmekle suçladığında (Pakistan onu 1995'te Taliban'a terk ettikten sonra), İran ve ABD arasındaki ilişki Afganistan çevresinde kötüleşti. İran bunu yalanladı ve “Kabil kasabı” ile ilişkisini güllük gülistanlık olmaktan uzak görüyordu. ABD ayrıca El Kaide'nin önde gelen üyelerinin İran'a sığındığını söyledi. Ancak, birçok El Kaide lideri Pakistan'daydı (daha sonra Usame bin Ladin'in bulunup öldürüldüğü yer).

 

ABD, Sovyetler Birliği'ni Afganistan bataklığına hapsettiğini iddia etmişti, ancak öyle görünüyor ki Washington tarihten hiçbir zaman ders almış değil ve 2001'de Afganistan'ı işgal ederek aynı tuzağa düştü. Başkan George Bush, hızlı bir zafer ve Kabil'in işgali ile coşmuştu. Beş yıl içinde İran da dâhil olmak üzere yedi Müslüman başkentini işgal etmek gibi daha büyük planları vardı.

 

ABD Başkanı 2002 yılında yaptığı "Şer Ekseni" konuşmasına "İran İslam Cumhuriyeti"ni de dâhil etmeye karar vermiş, İran yerine Pakistan ile ittifakı seçmiş ve 2003'te Irak'ı işgal ederek batı İran’ın sınır kapısını da çalmıştı.

 

Başkan Bush, 2005 yılında Başkan Hamid Karzai ile bir "stratejik ortaklık" anlaşması imzaladıktan sonra, eski Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai ile İran arasında soğuk bir mesafe doğurdu; İran’ı Taliban'a gelişmiş silahlar sağlamak ve Ahmed Mesud başkanlığındaki "Kuzey İttifakı"nı desteklemekle suçladı. Genç Ahmed Mesud (2001'de El Kaide tarafından öldürülen "Pencşir Aslanı" lakaplı Mesud Şah'ın oğlu), Taliban'a teslim olmayı reddeden ve gelecekteki hükümetteki rolüyle ilgili müzakereler yürüten tek vilayetin kontrolünü hâlâ elinde tutuyor.

 

İran, Taliban ve El Kaide'nin azınlıklara zarar vermesini önlemeyi ve Afganistan'ın uzun sınırlarını korumayı amaçlıyordu. İran'ın mesajı açıktı: Afganistan'dan İran topraklarına yapılacak herhangi bir saldırı, Afganistan içinde bir İran-ABD savaşını zorunlu kılacaktır. 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgal etmesi ve ABD güçlerinin Mezopotamya'daki varlığını sürdürmesi İran'ın bu korkusunu artırdı.

 

ABD ve Pakistan, güneydoğu İran'da Sistan-Belucistan'ın bağımsızlığını talep eden ayrılıkçı terörist örgüt "Ceyş el-Adl"e (Adalet Ordusu) gizlice destek verdi. Taliban’ın ABD işgal kuvvetleri (NATO'yu temsil eden 30 ülkeye önderlik ediyordu) karşısındaki başarıları ve İran’ın buna verdiği desteğin sonrasında, İranlılar ve Taliban hareketi arasında ilişkiler gelişti. Hatta Pakistan sınırı yakınındaki İran şehri Zahidan’da, Taliban’ın bir ofis açtığı haberleri bile dolaşıyordu.

 

Taliban farklı Afgan illerinde zemin kazandığında, Tahran “intikamcı bir zihniyete sahip olmadığını (Taliban'ın Mezar-ı Şerif'teki 11 diplomatı öldürmesine atıfta bulunarak) ve Afgan çatışmasının sona ermesine yardımcı olacak her türlü çözümü desteklediğini” açıkladı.

 

Dikkat çekici olan, terörist grup "Cundullah"ın (Ceyş el-Adl şubesi) Amir Naravi olarak bilinen üst düzey bir liderinin, Taliban heyetinin İran'ı ziyaret etmesinden birkaç hafta sonra Taliban ile görüşmeye gitmiş olmasıdır. Daha sonra Naravi'nin kafasının kesildiği açıklandı. Bu olay İran'a güneydoğu sınırlarının ve ulusal güvenliğinin aynı zamanda Taliban'ın da endişesi olduğu mesajını verdi. İran’a göre, Taliban hareketi asla 90'lardaki gibi olamaz. Afganistan ile İran arasındaki husumet hali sona erdi ve sınırlar kontrol altında. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Said Hatibzade'den hızlı bir şekilde resmi yanıt da geldi, "Taliban Afganistan'ın geleceğinin bir parçasıdır."

 

Taliban son aylarda İran-Türkmenistan sınırına yakın Herat şehrini kurtardığında, İran, Taliban'dan konsolosluktaki diplomatlarının korunmasını sağlamasını istedi. Ertesi gün Hatibzadeh, "Bütün diplomatların sağlıklı ve güvende olduğunu" söyledi.

 

İran, Tahran’da Taliban yetkilileri ile pek çok görüşme yaptı ve sonuç olarak 90'larda kendisine karşı savaşa girmiş olmasına rağmen iyi ilişkiler kurmayı başardı. Bu, Taliban'ın İran'a ve her gruptan Afgan'a karşı tutumundaki değişikliği gösteriyor ve Taliban'ın dünyaya yönelik davranışını da kapsayabilir.

 

İçinde bulunduğumuz Muharrem ayının başındaki Aşura törenlerinde, bazı Taliban üyelerinin Mezar-ı Şerif şehrinde Aşura bayraklarını kaldırmasıyla küçük bir sorun yaşandı. Ancak, Taliban özür dilemekte gecikmedi. Sadece bu değil, üst düzey Taliban yetkilileri de Aşura toplantılarına katıldı ve kalabalığa bir vaaz verdi. Aşura anma töreni, Taliban kontrolü ele geçirdikten sonra Kabil'de de yapıldı ve bu, İran ve Afgan Hazaralar için işlerin gerçekten değiştiğine ve 2021 Taliban hareketinin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan bir hareket haline geldiğine dair bir güvence havası doğurdu.

 

İran için önemli olan sınırlarının güvenliği ve Afganistan'ın ürettiği ve milli gelirinin % 90'ını oluşturan narkotikle mücadele etmektir. Ayrıca Taliban, Afganistan'daki Şiileri korudu ve sınırlardaki varlığı İran için büyük tehlike oluşturan ABD'yi ve tüm işgal güçlerini sınır dışı etti. Böylece Tahran, Veli el-Fakih tarafından Tümgeneral Kasım Süleymani'nin cenazesinde ilan edilen "Amerika'yı Batı Asya'dan kovmak" şeklindeki en önemli hedeflerinden birine ulaşma yolunda ilerlemiş oldu.

 

Bu hafta, Taliban liderliğinin talebi üzerine İran, hareketin enerji ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olmak için Afganistan'a petrol ve gaz tedarik etmek için harekete geçti. İran'ın Afganistan'a petrol ihracatı hacmi günde yaklaşık 20.000 varil olup, bunun Taliban yönetiminin ilk aylarında ikiye katlanması bekleniyor. Taliban, İran malları üzerindeki vergileri %70 oranında düşürmeye de karar verdi. İran ve Afganistan arasındaki kamyon trafiği daha yoğun bir şekilde akmaya başladı ve İranlı kamyon şoförleri Taliban'ın kendilerine mükemmel davrandıklarından bahsediyorlar.

 

Taliban tehdidi İran, Rusya ve Çin için bir fırsata dönüştü. Bu ülkeler, Taliban'ın Afgan fonlarına erişimini engellemek için ABD yaptırımları başladığından, Afganistan'ı Direniş Ekseni'ne dâhil etmekten memnuniyet duyuyorlar. Dış güçlerin çekilmesinin ardından yeni Afgan hükümeti açıklandığında Çin, Rusya ve İran'ın onunla işbirliği yapması ve Afganistan'ı "İpek Yolu" projesine dâhil etme konusunda istekli olmaları bekleniyor. Taliban'ın, komşu ülkelerin korktuğu Tekfirci tehdidi ("İslam Devleti" ve diğer aşırılık yanlıları) ile mücadele etmesi de beklentiler arasında. Rusya, Çin ve İran, Afganistan'ın geniş maden zenginliğinden de yararlanmak istiyor. Bu, Taliban önce kuzeydeki Pencşir eyaletinde hâlâ süren yangınları söndürmeyi başarmadıkça gerçekleşmeyecek.

 

Amerika Afganistan'dan ayrıldı ve eğer taahhüdünü yerine getirirse Irak'tan çıkışı da yolda. Böylece ABD hegemonyasını reddeden ülkeler, özellikle İran İslam Cumhuriyeti rahatlayacak. Ayrıca Taliban hareketinin herhangi bir Amerikan veya yabancı dikteyi reddedeceğine dair işaretler de var. Ama Batı ile ticari ilişkisini sürdürmek ve yüzüne kapıyı kapatmamak istiyor. Bu nedenle, Taliban'ın "Afganistan İslam Emirliği"ni koruması ve yabancı güçleri uzak tutması beklenirken, aynı zamanda, on yıllardır süren savaşlardan bitkin düşmüş ve her alanda pek çok şeye ölümcül gereksinimi olan bir ülkeyi yönetmek için en fazla muhtaç olduğu şeyi yapması, uluslararası toplumla ilişkiler kurması da bekleniyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak