Hz. Muhammed (s.a.a.): Avrupa Aydınlanmasının ruhbanlık karşıtı kahramanı

Hz. Muhammed (s.a.a.): Avrupa Aydınlanmasının ruhbanlık karşıtı kahramanı
"16. yüzyılda Kur’an’ı neşretmek ve tercüme ederek onu ulaşılabilir kılmak, inançlı Hristiyanların kafasını karıştırmaya ya da yoldan çıkarmaya müsait tehlikeli bir girişimdi. En azından 1542’de Müslümanların kutsal kitabını Latince yayınlamak isteyen yerel bir matbaacıyı -kısa süreliğine de olsa- hapseden Basel’deki Protestan şehir konseyi üyelerine göre öyleydi."

 

 

John Tolan

 

 

Aeon.co

 

 

 

16. yüzyılda Kur'an'ı neşretmek ve tercüme ederek onu ulaşılabilir kılmak, inançlı Hristiyanların kafasını karıştırmaya ya da yoldan çıkarmaya müsait tehlikeli bir girişimdi. En azından 1542'de Müslümanların kutsal kitabını Latince yayınlamak isteyen yerel bir matbaacıyı -kısa süreliğine de olsa- hapseden Basel'deki Protestan şehir konseyi üyelerine göre öyleydi. Protestan reformist Martin Luther, projesini kurtarmak için harekete geçti: “Türklerle vuruşmanın daha iyi bir yolu yok” diye yazdı…

 

1543'te hâsıl olan neşriyatı, Kur'an'ı -büyük çoğunluğu onu kâmilen anlayarak İslam'la savaşmak için etüt eden- Avrupalı entelektüeller için erişilebilir kıldı. Buna rağmen, Kur'an okumalarını, Hristiyanlık doktrinini sorgulamak için yapanlar da vardı. Katalonyalı bilgin ve teolog Michael Servetus, Hristiyan teologların tahrif ederek icat ettiği sapkın ve irrasyonel teslis doktrininden, katıksız tevhide ilticayı va'zeden Muhammed'i [s.a.a.] hakiki bir devrimci olarak tanımladığı, teslis ilkesi karşıtı risalesi Christianismi Restitutio'da (1553) kullanmak üzere birçok Kur'ani kanıt keşfetti. Servetus,  törelere aykırı bu fikirlerini yayınladıktan sonra Viyana Katolik Engizisyonu tarafından kınandı ve nihayet Calvin'in Cenevre'sinde kitaplarıyla birlikte yakıldı.

 

Avrupa Aydınlanmasının bazı yazarları, benzer bir üslupla Muhammed'i [s.a.a.] ruhbanlık karşıtı bir kahraman olarak tanımlarken İslam'ı felsefi deizme yakın saf bir monoteizm, Kur'an'ı da yaratıcıya yapılmış rasyonel bir münâcât olarak gördü.  George Sale 1734'te yeni bir İngilizce çeviri yayınladı. Önsözünde erken dönem İslam tarihine değinerek Peygamber'i put kıran, ilkel Hristiyanların batıl itikat ve amellerini, azizlere ve kutsal naaşlarına tapınmayı nefyeden, muhteris ve sapkın papazların iktidarına son veren ve ruhban sınıfı hegemonyası karşıtı bir devrimci olarak idealize etti.  

 

Sale'in Kur'an tercümesi, İngiltere'de geniş çapta okuyucu kitlesine ulaştı ve takdir gördü.  Birçok okur Muhammed'i [s.a.a.] ruhbanlık karşıtı cumhuriyetçiliğin sembolü olarak gördü.  İngiltere dışında da nüfuz buldu. Birleşik Devletler banisi Thomas Jefferson 1765'te Virginia eyaletinin Williamsburg şehrindeki bir kitapçıdan -günah çıkarmanın sınırlarını aşarak muhayyilesinde felsefi deizm fikrinin uyanmasına vesile olan- tercümenin bir kopyasını satın aldı. (Bu kopya halen Kongre Kütüphanesinde olup 2007'de Keith Ellison'la başlamak üzere, Temsilciler Meclisinin Müslüman üyelerinin yemin etmesi için kullanılmaktadır.) Ayrıca meşhur Alman romantik Wolfgang von Goethe de kişisel gelişiminin renklenmesini sağlayan bir Sale tercümesi okudu.

 

Fransa'da, Voltaire de Essai sur les mœurs et l'esprit des nations (1756) adlı makalesinde Sale'in tercümesinden hayranlıkla bahsederek Muhammed'i [s.a.a.] ruhban sınıfının ahlaksız iktidarını yok edip kökünü kazıyan, ilham verici bir reformist olarak tasvir etti. Yüzyılın sonunda, Sale ve Voltaire'in sıkı bir okuyucusu olan İngiliz Whig Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu'nun Gerileme ve Çöküş Dönemi'nin Tarihi (1776-89) adlı eserinde Peygamber'i övgüyle takdim etti: 

 

“Muhammed'in öğretisi kuşku ve belirsizlikten uzaktır, Kur'an da Allah'ın birliğinin kanıtıdır. Mekkeli Peygamber, ‘bir şey yükseldiyse batmak zorundadır, bir şey doğduysa ölmek zorundandır, bozulabilen bir şey çürümek ve yok olmak zorundadır' şeklindeki rasyonel ilkesi gereğince insanlara, putlara, gezegen ve yıldızlara tapmayı reddetti. Evrenin yaratıcısına dair rasyonel hayranlığı; hudutsuz, ezeli ve ebedi, şekil ve mekândan münezzeh, en gizli sırlarımızdan haberdar, kendi doğasının gereği olarak var olan,  kaynağı ve benzeri olmayan bir var oluşu teyit ediyor ve yüceltiyor… Bir felsefi deist, avam Muhammedilerin öğretisinin altına ‘öyle yüce bir öğreti ki mevcut öğretim kurumlarımızda okutulası…' diyerek imzasını atmalı.”

 

Peygamberi kalbinde en büyük hevesle duyumsayan kişi, Claude-Étienne Savary'nin 1783'te çıkardığı Fransızca çevirisini okuduktan sonra kendini  “yeni Muhammed” (!) olarak tanımlamakla göklere çıkarmış olan Napoleon Bonaparte'tı. Savary bu çevirisini, Arap dilinin musikisiyle çepeçevre kuşatıldığı ve harikulade Arapça metinleri Fransızcaya çevirme arzusu içerisinde olduğu Mısır'da yapmıştı. Sale gibi Savary de çevirisine yazdığı uzun mukaddimede Muhammed'i [s.a.a.] “muhteşem” ve “sıra dışı” bir insan, savaş meydanlarında “bir dahi” ve takipçilerini nasıl sürükleyeceğini çok iyi bilen biri olarak takdim etti. Napoleon bu çeviriyi kendisini 1798'de Mısır'a götüren gemide okudu. Napoleon, Savary'nin “harikulade bir general ve arif bir kanun koyucu” biçimli Peygamber tasvirinden esinlenerek “yeni Muhammed” olma arzusuna büründü. Kahire ulemasısın kendisini ve askerlerini, onları Osmanlı istibdatından azade kılacak bir İslam dostu olarak kabulleneceklerini umdu. Hatta Mısır'a gelişinin Kur'an'da müjdelenmiş olduğunu bile iddia etti.

 

Napoleon, safi monoteizm olarak İslam'ın idealize, kuramsal ve Aydınlanmacı vizyonuna sahipti. Doğrusu, Mısır seferindeki başarısızlığı kısmen, sahip olduğu İslam anlayışının Kahire ulemasınınkinden oldukça farklı oluşundan kaynaklıydı.  Yine de Napolyon, kendini “yeni bir Muhammed” olarak görme konusunda yalnız değildi. Goethe, “Mahomet der Welt'i” (Dünyanın Muhammed'ini) coşkuyla imparator ilan etti ve Fransız yazar Victor Hugo da onu “Mahomet d'occident” (Batı'nın Muhammed'i) olarak tasvir etti. Napoleon, yaşamının sonunda, sürgün edildiği ve yenilgisi ile ilgili derin düşüncelere daldığı Saint Helena'da Muhammed [s.a.a.] hakkında yazdığı yazılarda “tarihin seyrini değiştiren adam” olarak kendi meşruiyetini savundu. Napoleon'un Muhammed'i, kendisi gibi bir fatih ve bir kanun koyucu, ikna edici ve karizmatik bir kimseydi ancak kendisinden daha başarılı ve Kuzey Atlantik'teki alabildiğine rüzgârlı bir adaya sürgün edilmemiş bir Napoleon…  

 

Muhammed'in [s.a.a.] inancı dünyanın en ihtişamlı yasalarından biri olarak 20. yy. boyunca hüküm sürdü. Almanya doğumlu Amerikan heykeltıraş Adolph A. Weinman, 1935'te ABD Temyiz Mahkemesi ana binasına yaptığı frizde Muhammed'i [s.a.a.] tasvir etti ve böylelikle Peygamber buradaki on sekiz kanun koyucunun arasındaki yerini almış oldu. Birçok Avrupalı Hristiyan, kilise vaazlarında Muhammed'in [a.s.] özel misyonundan bahsederken O'nu Müslümanların peygamberi olarak tanımladı. Louis Massignon, Hans Küng gibi Katolik ve İskoç William Montgomery Watt gibi Protestan İslam uzmanlarına göre bu türden bir tanımlama, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki diyaloğun geliştirilmesinin en barışçıl ve en yapıcı yoluydu. 

 

 

Öyleyse geriye dönüp Muhammed'in [s.a.a.] sayısız veçhelerinin Batılı portrelerini mütalaa etmek için daha fazla neden var.    

 

 

Çeviri: Kemal Küçük

 

 

Medya Şafak