Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (69)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (69)
Üçüncü kaynak; Allame Münavî’nin Feyzü’l-Kadir adlı eseridir. O bu eserinde şöyle demektedir: Bu haber Peygamber’in (s.a.a.) Ehl-i Beyt’inden sarılıp tabi olmaya ehil olan kimselerin kıyamete kadar her zaman mevcut olacaklarını bildirmektedir.

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler es-Selamü aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalının Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından Sekaleyn hadisi senet ve delaleti konulu yayının 68. bölümüyle sizlere merhaba diyoruz... Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum. Doğrudan konuya geçmek istiyorum: Sekaleyn hadisinin senedi hakkında uzun uzun konuştuk. Bu programda Sekaleyn hadisini oluşturan önemli ve temel cümlelerin açıklanmasına geçelim. “Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kat'a birbirlerinden ayrılmazlar” bölümünü ele alalım. Bu cümlenin vermek istediği mesaj nedir?

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve al-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Sekaleyn hadisinin bu bölümü hadisin anlaşılması noktasında önemli bölümlerden biri olarak kabul edilir. Genellikle Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) dini marifetler manzumesinin ve dini merciiyet görevlerinin kendilerine tevdi edildiği Itret-i Tahire'nin rolünü açıklaması da bu şekildedir.

 

Önceki programlarda şu hususa işaret etmiştik: Bu hadis Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki dinî merciiyetin ne/kim olduğunu bize açıklamak istemektedir. Çünkü hadis “size bıraktım” diyor. Öyleyse mesele Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki dinî merciiyet ile bağlantılıdır. Bu husus ister marifetler düzleminde olsun ister yönetim, imamet ve ümmetin vilayeti düzleminde olsun fark etmemektedir.

 

Bundan dolayıdır ki, önceki programlarda mütevatir olduğunu gösterdiğimiz Sekaleyn hadisinin bu bölümünün hadisin diğer bölümlerinin anlaşılması noktasında kilit bir öneme haiz olduğuna inanmaktayım.

 

Sekaleyn hadisinin “Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im” şeklindeki varyantının isnat zincirini olumsuzlayamayan çağdaş âlimlerden özel yönelimlere sahip bir grubu şu tür açıklamalarda bulunmaya iten neden de budur. Resulullah (s.a.a.) Sekaleyn hadisinde “Ben sizlere Allah'ın Kitabını ve ıtretimi bırakıyorum” buyurmaktadır. Onlar bunu kabul etmekte ancak hadisin anlaşılması noktasında kilit bir öneme sahip olduğundan  “tutunduğunuz müddetçe…” bölümünü inkâr etmeye çalışmaktadırlar. Zira bu kısım hadisin kabul ettikleri “ve sünnetim” varyantında bulunmamaktadır. Allame Şuayb Arnavut olanca ilmî kuvvetiyle Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'in tahkikinde bunu inkâr etmeye çalışır. Allame Arnavut hadisin “O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” bölümünün geçtiği her yerde bu bölüme ilişkin şu notu düşer: Hadis - o ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır- bölümü hariç sahihtir. Bunu bir veya iki yerde değil geçtiği her yerde söyler.

 

Değerli izleyiciler uzatmayacağım. Sadece rivayetin geçtiği bir yere işaret edeceğim. Rivayete bakalım. Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. Gökten yere uzatılmış olan Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im. O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Hadis - o ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır- bölümü hariç sahihtir. İlgili bölüm ise isnat açısından zayıftır.[1]

 

Şeyh İbn Teymiyye, Müsnedü'l-İmam Ahmed adlı eserde hiçbir zayıf, mürsel veya malul hadisin bulunmadığını söyler. Ancak buna rağmen el-Arnavut bu hadisi zayıf olarak kabul etmektedir. Çünkü o, bilmektedir ki eğer hadisin bu bölümü de sahih olacak olursa hadis dinî ve siyasi marifetler manzumesinde önemli ufuklar açacaktır.

 

- Eğer Hz. Resulullah (s.a.a.) “Size iki ağır emanet bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve ıtretim” buyursaydı hadis bu şekliyle Kitab ile ıtretin ayrılmasına delalet eder miydi?

 

- Hayır, ayrılacaklarına da delalet etmezdi. Ancak bizim için önemli olan Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ‘ayrılmayacaklardır' sözünü söyleyip söylemediğidir.

 

Şayet ayrılmayacaklarını söylemeseydi bile elimizde Kitab ve ıtretin ayrılacaklarına dair bir delil bulunmayacaktı. Ancak el-Arnavut şuna dikkat çekmektedir: Eğer bunu kabul edecek olursak büyük delaletler ve semereler ortaya çıkacaktır. Ayrılmama sonucu terettüp edecektir. Bundan dolayıdır ki hadisin bu bölümünü inkâr etmeye çalışmıştır. Gerçi bu konuda yalnız değildir. İbn Teymiyye de bunu inkâr etmeye çalışmıştır. Bu zihniyetin temsilcileri genellikle bu bölümü inkâr etmeye çalışmıştır. Sahih-ü Müslim'le yetineceğim. Sahih-ü Müslim'de “O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” kısmı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar muhakkik Allame Şuayb el-Arnavut'a aittir. Allame bu açıklamaları Müsned'in 2. basımında yapmaktadır.

 

Bir hakikatin altını çizmek istiyorum. Çünkü cahil olan birçok kişi ilim ehli olmadıklarından bunu bilmemektedir. İlim ehlinden olanlar ise Allame Şuayb el-Arnavut'un bu görüş üzere kaldığı ve görüşünü değiştirmediği intibaını muhataplarda bırakmak istiyorlar. Hâlbuki gerçek hiç de öyle değildir. Şuayb el-Arnavut, sonraki çalışmalarında ve tahkiklerinde hadisin bu bölümünün zayıf olduğu görüşünden caymış ve sahih olduğunu kabul etmiştir. Bu önemli bir noktadır. Çünkü bir kişi şöyle diyebilir: Geçmişteki âlimlerin bazıları hadisi sahih olarak kabul etmişlerdir ancak son dönem âlimleri hadisi sahih olarak kabul etmemektedir.

 

Cevap olarak diyebilir ki; Hayır, asla ve kat'a! Çünkü Şuayb el-Arnavut ile Allame Albanî ve diğer bilginler “Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im. O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” şeklinde varid olan Sekaleyn hadisinin sahih olduğunu dile getirmişlerdir.

 

Tahkikini Allame Şuayb el-Arnavut'un yaptığı el-Camiü'l-Kebîr Sünenü't-Tirmizî'ye (h. 279) bakalım. Kitabın basım tarihi 1430'dur ve bu birinci basımdır. Hâlbuki Müsned'in ikinci basımı 1429 yılında gerçekleşmiştir. İlk basımı belki on yıldan fazla önce yapılmış olabilir. Allame'nin buradaki görüşü Müsned-ü İmam Ahmed İbn Hanbel'deki görüşünden sonraki görüşüdür. Yani son görüşünü öğrenmek istiyorsak Sünenü't-Tirmizî'ye bakmamız gerekmektedir. Allame bakınız bu eserde ne diyor: Rivayet Zeyd İbn Erkam'dandır ve Müsned'teki rivayetle aynıdır.

 

Rivayet şöyledir: Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Ben size sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapmayacağınız iki şeyi bırakıyorum. Bunlardan birisi diğerinden daha büyüktür. Gökten yere uzanan bir ipe benzeyen ilahi nizam olan Allah'ın Kitabı ve yakınlarım olan Ehli Beyt'im. O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır.

 

Allame Arnavut rivayete şu notu düşer: Zeyd İbn Erkam'ın hadisi sahihtir.[2]

 

- Yani hadis bütünüyle sahihtir.

 

- “O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” bölümü de hadiste yer almaktadır.

 

Öyleyse azizlerim Sekaleyn hadisinin bölümlerinden olan bu ifadelerin vermek istediği mesaj nedir?

 

Özetle vermek istediği mesaj şudur; Ben şu anda genel bir çerçeve çiziyorum. Ehl-i Sünnet âlimlerinin “ayrılmayacaklardır” ifadesi çerçevesinde ne tür izahatlar yaptığı noktasında genel açıklamalar sunuyorum. “Ayrılmayacaklardır” ifadesinin vermek istediği mesaj nedir?

 

İmam Semhudî (h.911) Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celiyy ve'n-Nesebi'n-Nebeviyy adlı eserinde “ayrılmayacaklardır” ifadesiyle ilgili şu açıklamalarda bulunur: Ayrılmamazlık ifadesinden kıyamet kopuncaya kadar her zamanda Itret-i Tahire'den ve Ehl-i Beyt-i Nübüvvetten temessük edilmeye ehil bir kişinin varlığı anlaşılmaktadır.[3]

 

- Yani mehdeviyeti ispat etmektedir.

 

- Şu an kavramlar ve konular çerçevesinde konuşmak istemiyorum. Doğru diyorsun. Ben kendi mahallinde yararlanmak istiyorum. Nassın ibareleri üzerinden yürümek istiyorum. Istılah ehlinin dediği gibi ibareler üzerinden yürümeye devam etmek istiyorum. Hadis “asla ayrılmayacaklardır” buyruğuyla Kur'an'ın Allah-u Teâlâ'nın yeryüzüne ve yeryüzünün üstündekilere varis olacağı zamana kadar ümmet arasında mahfuz olduğuna delalet ettiği gibi ondan ayrılmayan kimselerin de bulunacağına delalet etmektedir. Eğer O'nunla birlikte bulunan kimseler kalkacak olursa Kitab-ıtret ayrılığı sonucu ortaya çıkar. Pasajda muhabbet yerine temessük/sımsıkı sarılma ifadesinin kullanılması da manidardır. Çünkü Ehl-i Beyt kavramı hanımları da kapsıyor denebilir. Itret sözcüğü Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsamıyor. Ayrıca Itret-i Tahire ifadesini kullanmakla da “Tathir ayeti”ne işaret etmektedir. Devamında şöyle demektedir: Kıyamet gününe kadar bütün zamanlarda mevcut olmaları zikredilen sımsıkı sarılmaya özendirmektedir.[4]

 

Yani sımsıkı sarılın ifadesinin sahih olabilmesi için Itret-i Tahire'nin varlığı gerekiyor. Itret-i Tahire'den kimse bulunmadığı zaman kime sımsıkı sarılacağız? Bu durumda “Sımsıkı sarıldığınız müddetçe” buyruğunun anlamı boşa çıkmış olur.

 

- Ayrıca ayrılık meydana gelir.

 

- Hz. Resulullah (s.a.a.) “O ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe” buyurmaktadır. “Ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe” dememektedir.

 

- Ya da ikisinden birisine dememektedir.

 

- Tam isabet. Bundan dolayı Kur'an ve Itret asıldır. Itretsiz Kur'an yanlış olduğu gibi -bize sadece Allah'ın Kitabı yeter nazariyesi gibi- Kur'an'sız Itret de -ki bilgi sahibi olmayan bazı kimseler günümüzde bunu dillendirmeye başladılar- yanlıştır. Ayrıca Kur'an asıldır ve en büyük sikl/ağırlıktır. Itret ise sikl-ı asgar/küçük ağırlıktır. Bundan dolayıdır ki önceki programlarda hadislerin Allah'ın Kitabına arzının zaruretinden bahsettik. Çünkü Ehl-i Beyt'in hadisleri asgardır. Allah'ın Kitabı ise ekberdir.

 

Devamında şöyle demektedir: Nitekim Kitab-ı Aziz böyledir. Bundan dolayı onlar yeryüzü ehli için emandırlar. Onlar ortadan kaybolacak olurlarsa yeryüzü ehli de ortadan kalkar.[5] Bu pasaj da “Hüccet olmasaydı yeryüzü ehlini yere batırırdı” şeklindeki nasslara işaret etmektedir. İşte bunlar “Boynunda imamın biatı olmaksızın vefat eden kimse Cahiliye ölümü üzere ölür” hadisinde geçen kimselerdir. Bu, İmam es-Semhudî'nin pasajıdır.

 

- İlk semere budur.

 

- Büyük âlimlerden bir grup bu anlama işaret etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına temessük edecek/tutunacak kimselerin kıyamete kadar devam edip sonu gelmeyeceğine, Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Bey­t'inden temessük edilmeye ehil olan kimselerin kıyamete kadar mevcut olacaklarına dair, Ehl-i Beyt'e temessük etmeye teşvik eden hadislerde işaret vardır.[6] Yani Ehl-i Beyt'ten bir kimse bulunmalıdır. Aksi takdirde Peygamber'in (s.a.a.) “Tutunduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız” şeklinde bize emrettiği şeye nasıl tutunacağız? Bir örnek verip kıyas yapacak olursak böyle bir şey Allah-u Teâlâ'nın insanı yaratması ve insanın ihtiyacı olan suyu yaratmamasına benzemektedir. Akıl bunu hiçbir şekilde kabul etmez. Resulullah (s.a.a.) “Sizin kurtuluştan emanda olmanız Kitab ve Itrete bağlıdır” buyuracak ancak Itretten tutunulacak hiçbir kimse olmayacak, bu mümkün değildir.

 

Bazı kimseler var, hasta olduklarını söylemek istemiyorum, ancak şöyle diyerek itiraz ediyorlar: İyi öyleyse, hüccet neden zahir olmuyor da biz kendisine sımsıkı sarılalım. İnşallah Utruhatü'l-Mehdeviyye programımızda hüccetin aramızda cismani ve fiziksel varlığının zarurî olup olmadığı meselesini ele alıp inceleyeceğiz. Bu konu ilerde gelecektir.

 

Üçüncü kaynak; Allame Münavî'nin Feyzü'l-Kadir adlı eseridir. O bu eserinde şöyle demektedir: Bu haber Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Beyt'inden temessük edilmeye ehil olan kimselerin kıyamete kadar her zaman mevcut olacaklarını bildirmektedir.[7]

 

Dördüncü kaynak; Allame Zürkanî'nin (h.1122) el-Mevahibü'l-Ledünniyye adlı eseridir. Yazar eserinde şöyle demektedir: Itretim olan Ehl-i Beyt'im ya özlü ifade ettikten sonra detayını sunmak suretiyle bedeldir veya beyandır. Yani sizler Allah'ın Kitabının emirlerini yerine getirmekle, nehiylerinden kaçınmakla, ıtretimin hidayet etmesiyle hidayet bulmakla, siretlerine tutunmakla emrolundunuz. Böyle yapacak olursanız asla ve kata sapmazsınız.[8]

 

Yani sevme, onlara hürmet gösterme falan değil, onların hidayet ettiği şeye tutunmakla emrolunduğumuzu bildirmektedir.

 

- Nitekim Kur'an da bu şekildedir.

 

- Elbette. Devamında şöyle diyor: Tirmizî'nin Zeyd İbn Erkam'dan aktardığı rivayette “O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” bölümü geçmektedir. Bu ifade bu ikisinin Kıyamet gününde havuz başına kadar birbirlerinden ayrılmayarak sürekli birlikte bulunacaklarına işaret etmektedir. Bir rivayette ise şu fazlalık da bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.a.) iki parmağını birleştirerek “İşte şu şekildedirler” de demiştir.[9]

 

Yani Berzah'ta da Haşr-i Ekber'de de birlikte bulunacaklardır. Havuzun başına geldiklerinde ise insanların bir grubu cennete, bir grubu da cehenneme gidecektir. Fiili sünnetle de birbirleriyle çatışmayacaklarını da işaret etmiştir.

 

Bu oldukça önemli bir sonuçtur. Çünkü Ehl-i Beyt Medresesi'ni teşkil eden en önemli kaziyelerden birisi budur. Sizler, biz Kur'an ile amel etmek istiyoruz, diyorsanız “Kur'an'ın dengi olan ondan ayrılmayan ve Kur'an'ın da kendisinden ayrılmadığı bir şahıs gereklidir”, demelisiniz.

 

- Nass istiyorsanız alın işte size nass.

 

- Allah aşkına bizden Kur'an'dan ayrılmayan ve Kur'an'ın da kendisinden ayrılmadığı ıtretten bir kişinin varlığına delalet eden kesin bir nass istiyordunuz, alın işte nass.

 

Aktaracağım son pasaj; Allame Arnavut'un el-Camiü'l-Kebir'inden. Allame Arnavut, Sindî'den nakletmektedir. Bakınız es-Sindî “ve ıtretim” şeklindeki bölümü nasıl tefsir ediyor: Sanki Hz. Resulullah (s.a.a.) hayattayken Kur'an kendi makamına kaim olduğu gibi Ehl-i Beyt'i de kendi makamına yerleştirmiş gibidir. Peygamberin vefatından sonra da Kur'an ve Ehl-i Beyt'i onun makamına geçmiş gibidir. Ancak Itret-i Nebi'nin (s.a.a) Peygamber makamına geçmesi sevginin vacip oluşu konusundadır.[10]

 

Pasajdan anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'e yüklenen sorumluluğun aynısı onun vefatından sonra Ehl-i Beyt imamlarına yüklenmiştir.

 

- Hadisin nassıyla…

 

- Elbette... Hz. Peygamber'e (s.a.a.) yüklenen sorumluluklar nelerdir? Kur'an'ı tebyin etmek.  İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için”, Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Müslümanlara imam ve veli olmak. Yani Hz. Resulullah (s.a.a.) için sabit olan onlarca merciiyet Sekaleyn hadisinin nassıyla onlar için de sabittir. Hz. Peygamber (s.a.a.) bundan sadece nübüvveti istisna etmiştir. “Benden sonraki halifeler 12 tanedir.”

 

- Sizler “ayrılmayacaklardır” nebevî buyruğu ile ilgili olarak bazı âlimlerin açıklamalarına işaret ettiniz. Belki de bu delalete ilişkin başka işaretler de bulunabilir. Müslüman âlimlerin Kitab ve Itret-i Tahire'nin ayrılmazlığı noktasında zikrettikleri en önemli delaletler ve semereler nelerdir?

 

- Bu ayrılmazlığın belirli bir zamana özgü olmadığı anlaşıldı. Yani Kur'an ümmet arasında var olduğu müddetçe ıtretin bir bireyi de ümmet arasında var olacaktır. Bu kadarı bize ıtretten bir bireyin ümmet arasında bulunması gerektiğini ispat etmektedir. Bu şahsın özellikleri, dinî merciiyetinin bulunup bulunmadığı, masum olup olmadığı, Kur'an'ın tamamını bilip bilmediği, O'na tutunmanın sapıklıktan kurtarıp kurtarmadığı, fitnelere düşmekten kurtarıcı özelliğinin bulunup bulunmadığı gibi konulara şu ana kadar hiç girmedik. Sadece Kur'an mevcut olduğu müddetçe Kur'an-ı Kerim ile birlikte bulunacak ıtretten bir şahsın varlığının zorunluluğunu belirttik.

 

Bu akşam Vehhabî âlimlerin ve İbn Teymiyye bağlılarının düşünce metodunu ele almak istiyorum. İbn Baz'a, İbn Fevzan'a sormak istiyoruz.

 

- El-Useymin, El-Berrak, Şuayb el-Arnavut'a…

 

- Sizler ey Vehhabî âlimleri “ayrılmazlık” ifadesinden ne anlıyorsunuz? “Kitab ve Itret” veya “Kitab ve Sünnet” tartışmasını şu an bir tarafa bırakarak ele alacağız.

 

- Yani konumuz ayrılmazlık.

 

- Allah hayrınızı versin. Onlardan ikrar almak istiyoruz. Ayrılmazlık ifadesinden neyi anladıklarını ortaya koymaya çalışıyoruz.

 

- Sünnet hakkında söyledikleri her şey ıtret hakkında da geçerlidir. Bu mantıkî bir çıkarsamadır.

 

- Biz İbn Teymiyye'ye bağlı büyük âlimlerinden İbn Baz'a soracağız. Ona soralım. “Ayrılmayacaklardır” sözünden ne anlıyorsun? Biz bu programlardan amacımızın kimseyi tahkir etmek olmadığını defalarca dile getirdik.

 

- Düşünceleri tartışıyoruz.

 

- Düşünceleri tartışıyoruz. Niyetlere hükmetmeyeceğiz. Kimin haklı kimin haksız olduğuna okuyucu karar verecek. “Eğer doğru sözlülerden iseniz delilinizi getiriniz.” Allame İbn Baz şöyle diyor: Ayrılmayacaklardır ifadesi şu şeylere delalet etmektedir:

 

a) Kur'an'a tutunmak ve sımsıkı sarılmak vacip olduğu gibi Kur'an'dan ayrılmayan kimseye de tutunmanın ve sımsıkı sarılmanın vacip olduğuna delalet etmektedir. Aralarında hiçbir fark bulunmamaktadır. Biz Kur'an'a tutunur ancak şunu da severiz diyemezsiniz. Ona da tutunuyoruz demeniz gerekmektedir. Kur'an'a tutunma seviyesinde diğer ağırlığa da tutunulmalıdır ki bu da Kur'an'ın dengidir.

 

Tabi ona göre Kur'an'ın dengi sünnettir. İbn Baz “ve ıtretim” şeklinde bir rivayetin olmadığına inanmaktadır.  Konumuz hadisin ne şekilde varid olduğu değil “ayrılmayacaklardır” sözünün hangi mesajı içerdiğidir.

 

Devamında şöyle diyor;

 

b) Nasıl ki Kur'an'a sımsıkı sarılmak Kıyamet gününe kadar bütün zaman ve zeminlerde sapıklıktan ve fitnelerden kurtarıcı bir özelliğe sahip ise diğer ağırlığa tutunmak da aynı şekilde Kıyamet gününe kadar bütün zaman ve zeminlerde sapıklıktan ve fitnelerden kurtarıcı bir özelliğe sahiptir.

 

c) Hiç kimsenin Allah'ın Kitabını reddetmesi caiz olmadığı gibi Kur'an ile birlikte bulunan diğer ağırlığı reddetmesi de caiz değildir. Çünkü Kur'an'ı reddetmek kişiyi dinden çıkartır.

 

İbn Baz'a göre bu önemli bir husustur. Bizler programlarımızda tekfir ve din dışına çıkarma gibi hususiyetleri reddettiğimizi belirtmiştik. Biz böyle bir metodu benimsemiyoruz. Bizler hakikatlerin açıklamanın gerekliliğini savunuyoruz. Tekfir etmeyi ise kabul etmiyoruz. Bu metot bizim metodumuz olmadığı gibi en azından Ehl-i Beyt Medresesi'nin muhakkiklerinin de metodu değildir.

 

Öyleyse Allah'ın Kitabını reddetmek caiz değildir. O'nun Kitabını reddetmek Allah-u Teâlâ'yı reddetmektir. Kur'an'ın dengini reddetmek Allah Resulünü (s.a.a.) de reddetmektir. Çünkü Resulullah (s.a.a.) “Asla ayrılmayacaklardır” buyurmuştur. Ben bunu reddedecek olursam hakkında “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir” buyrulan Resulullah'a (s.a.a.) muhalefet etmiş olurum.

 

İzleyici, “Seyyid bu sözler oldukça önemlidir. Allame İbn Baz bu açıklamaları hangi eserinde yapmaktadır?” diye sorabilir.

 

- Dayanak sunmak gereklidir.

 

- İbn Baz bu düşüncelerini Mecmuu Fetava adlı eserinde serdetmektedir. O şöyle der: “Bu dinin Allah-u Teâlâ'nın Resulüne vahyettiği Allah'ın Kitabı ve Resulünün sünnetinden oluştuğu bilinmektedir. Allah'ın Resulü (s.a.a.) Kur'an ve Sünnet hakkında şöyle buyurmuştur: ‘Sımsıkı tutundukça asla sapmayacağınız bir şeyi size bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve sünnetim.'”[11]

 

Yani bu ikisine sımsıkı sarılmak sapıklıktan kurtarıcı bir özelliğe sahiptir.

 

Biz onun “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyantın sahih olduğuna inandığını söylemiştik. Ne var ki biz “ve Sünnetim” şeklindeki varyantın batıl olduğunu da ortaya koymuştuk.

 

- Bu konuyu önceki programlarda tartışmıştık.

 

- Bu ilk kaynak…

 

İkinci kaynak aynı eserin bir başka pasajıdır. O bu eserinde şöyle demektedir: “Bundan dolayıdır ki Hz. Resulullah (s.a.a.) Veda Haccı'nda verdiği hutbede Kitab-ı Kerim'i vasiyet etmiştir… Bu hutbesinde şöyle demiştir: Size sımsıkı sarıldıkça benden sonra asla sapmayacağınız şeyi bırakıyorum; Allah'ın Kitabı. Hakim ve diğerlerinin rivayetinde ise Allah'ın Kitabı ve Sünnetim şeklinde geçmektedir. Allah'ın Kitabı ve Resulünün sünneti kurtuluşa götüren yegâne yoldur ki bu da sırat-ı müstakimdir.”[12]

 

Ey Allame İbn Baz bu anlamları nereden çıkarıyorsun?

 

Devamında şöyle diyor; “Müslümanlar hatta bütün mükellefler Allah'ın dinine girmeli, o dine sımsıkı sarılmalı, Kitab-ı Azim ve Sünnete tutunmalıdırlar. Bu durum, Arap-Acem, erkek-kadın, zengin-fakir, hâkim-reaya, cin-insan bütün yükümlülere vaciptir.”[13]

 

Sizden tüm bir tarihi içine alacak bir şekilde şunu yapmanızı istiyorum; Gidip tahkik edin. Eğer Hz. Resulullah (s.a.a.) “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” demişse Allame İbn Baz haklıdır. Yok, eğer Hz. Resulullah (s.a.a.) “Allah'ın Kitabı ve Itretim” demişse İbn Baz'ın dediği bütün hususiyetler Sünnet yerine Itret için geçerli olmuş olur. Yani Itret-i Tahire, Sırat-ı Müstakim olur. Onlar sapıklıktan kurtarıcı olmuş olur. Onlar kurtuluş yolu olmuş olur. Kıyamet gününe kadar bütün insan ve cinler Kitab'a ve Itret'e sımsıkı sarılmakla yükümlü olurlar. Bu ikisine tutunmayan kimse Cahiliyye ölümü üzerine ölmüş olur.

 

“Seyyidim bunu neye dayanarak söylüyorsun?”, diyebilirsiniz.

 

Ben Resulullah'ın hadisinin İbn Baz'ca yorumlanışına dayanarak söylüyorum. Bu yorumu İbn Baz yapmıştır. Vehhabî imamlardan birisi bu açıklamaları yapıyor. Kıyamet gününde büyüklerimiz, ecdadımız, adetlerimiz, örf ve geleneklerimiz, koşullarımız, makamımız geçerli olmayacaktır. Bu söz sadece Vehhabilere yönelik değildir. Bütün Müslümanlara yöneliktir. Hatta öncelikle Ehl-i Beyt Şiilerine yöneliktir.

 

Gidiniz, eğer akidenizin hak ve kanıt üzere olmasını istiyorsanız bunu gerçekleştiriniz. Hz. Resulullah (s.a.a.) “Allah'ın Kitabı ve Itretim” mi yoksa “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” mi diyor, bir araştırınız. Belki de doğru olan diğeridir!

 

Bizler genel bir şekilde konuşuruz.

 

- “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyant esasında zayıftır.

 

- Hayır, aslında senedi bulunmamaktadır. “asla ayrılmayacaklardır” ibaresi “ve Sünnetim” şeklindeki varyantta hiç varid olmamıştır. “asla ayrılmayacaklardır” ibaresi sadece “ve Itretim” şeklindeki varyanta özgüdür.

 

Üçüncü kaynak... Allame bu eserinde şöyle diyor: “Yazar şöyle diyor: Allah'ın Kitabına özendirdi. Allah-u Teâlâ kendi Kitabına uymayı tavsiye ettiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a.) de Allah'ın Kitabına uymayı vasiyet ve tavsiye etti. Çünkü Kur'an Sünnete uymayı tavsiye etti ve onu ululamayı emretti. Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünneti tavsiye edildi ki bu ikisi de zaten Sekaleyn'dir.”[14]

 

Öyleyse hiçbiriniz “Sizler neden kim Ehl-i Beyt'e iman etmeyerek ölürse Cahiliye ölümü üzerine ölür diyorsunuz?” diyerek bize itirazda bulunmasın.

 

- Helak olur.

 

- Helak olmayı o söylüyor, ben değil.

 

- Onun ifadesine göre…

 

- Devamında şöyle diyor: “Bu ikisine tutunan kimse kurtulur. Onlara karşı taşkınlık yapan kimse helak olur. Bunlardan birini inkâr eden kimse Allah-u Teâlâ'yı inkâr etmiş olur. Kanı ve malı da helal olmuş olur. Bir rivayette şöyle geçmektedir: Ben size sımsıkı sarıldıkça asla sapmayacağınız Allah'ın Kitabı ve Sünnetimi bırakıyorum.”[15]

 

Yani Sekaleyn'e karşı taşkınlık yapan kimsenin cezası budur. Eğer Sekaleyn'den kasıt Kitab ve Sünnet ise sözü doğrudur. Yok, rivayet eğer Kitab ve Itret ise biz haklıyız. Pasajın tekfiri yayan cümlesinde dile getirdiği görüşe katılamıyoruz. Zira bizler araştırdıktan sonra hakka ulaşamayarak ıtreti inkâr eden kimsenin kâfir olduğuna hükmetmiyoruz. Kanı ve malı da helal değildir. O bir Müslüman'dır.

 

İbn Baz'ın ayrılmayacaklardır ile ilgili yorumu.

 

- Bugün telefon bağlantısı almayacağız. Konuyu tamamlayalım.

 

- Bir diğer kaynak ise Suudi Arabistan Âlimler Birliği'nin üyelerinden büyük âlim Şeyh Salih İbn Fevzan'ın Muhadaratün fi'l-Akide ve'd-Davet adlı eseridir. Yazar eserinde şöyle diyor: Hz. Resulullah (s.a.a.) ömrünün son demlerinde ashabına Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzere toplanmalarını tavsiye etti.[16]

 

Öyleyse Sekaleyn üzere yaşamaları gerekmektedir. Eğer Sekaleyn Kitab ve Sünnet ise Salih İbn Fevzan'ın bu açıklaması doğrudur. Ancak Sekaleyn Kitab ve Itret ise toplanmanın Kitab ve Itret üzere olması gerekmektedir. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Size öyle şeyler bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın Kitabı ve Sünnetim.[17]

 

Şaşılacak şey doğrusu. Resulullah'ın (s.a.a.) reçetesi budur. O (s.a.a.) Kur'an ve Itrete tutunan kimsenin kurtuluşa erişeceği, havuz başına varıncaya kadar hidayet üzere olacağı noktasında garanti veriyor. Kişi hidayete erişemeyince de sapıklığa düşer.

 

İkinci kaynak… Allame Salih İbn Fevzan aynı eserin bir başka yerinde şöyle demektedir: “Resulün (s.a.a.) sünnetinde de aynı durum söz konusudur. Çünkü Sünnet Kur'an'ı tefsir ve tebyin eder. Onu açıklar ve ona delalet eder. Hz. Peygamber (s.a.a.) ‘Sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız şeyi size bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve Sünnetim.' Bu güvence ve fitnelerden korunmanın garantisi onlara tutunan kimseler için söz konusudur.”[18]

 

Öyleyse fitnelerden korunmanın güvencesi Kur'an'a sımsıkı sarılmayla mümkündür. Sırat-ı Müstakim üzere bulunuş bütünüyle bu kanalla mümkündür.

 

Çağdaş âlimlerden Muhammed Emin Şankıtî (h.1393) de Advaü'l-Beyan adlı eserinde buna işaret etmektedir. O, bu eserinde şöyle diyor: İnsanların tamamını Allah'ın Kitabı ve Resulünün (s.a.a.) Sünnetiyle amel etmeye özendirmeye delalet eden ayetlerin genel ifadeleri ve hadisler sayılamayacak kadar çoktur. Zira Resulullah (s.a.a.) “Aranızda bıraktım…”, “Sünnetime sımsıkı sarılınız”[19]...

 

Öyleyse Kitab ve Sünnet ayrılmayacaklardır.

 

Dahası Allame Albanî'nin Menziletü's-Sünneti fi'l-İslam adlı risalesinde yer alan şu cümleleri bu anlamda en açık olan ifadelerdir: “‘Sünnet'i Devre Dışı Bırakarak Kur'an ile Yetinenlerin Sapıklığı (Başlık)'. Özetle her ikisine de tutunmak vacip olduğundan dolayı Kur'an ve Sünneti birbirinden ayırmamak gerekir. İkisini birlikte teşri kaynağı olarak kabul etmek gerekir. Sağa sola sapmamaları ve sapıklar olarak gerisin geriye dönmemeleri için işte verilen güvence budur.”[20]

 

Pasajın başlığına göre kimse “Bize Allah'ın Kitabı yeter” diyemez. Bu söz, Resulullah (s.a.a.) “Benden sonra asla sapmayacağınız” diyerek bir yazı yazmak istediğinde birisinin dile getirdiği sözdür. Kur'an'ın dengi Sünnet değil de Itret olduğuna göre Kur'an ve Itreti birbirinden ayırmamak gerekir. Yani biz Itret-i Tahire'yi severiz diyerek iki ağırlığı birbirinden ayırmamak gerekiyor. Doğru olan Itret olduğuna göre teşriin kaynağı Kur'an ve Itret-i Tahire'dir. Namaz kılmak, oruç tutmak istiyorsan Kur'an'a ve Itret-i Tahire'nin açıklamalarına başvurmalısın.

 

- Hakeza savaşmak ve barış yapmak istiyorsan da...

 

- Şeriatın her olgusu ve hükmü için Kur'an'a ve Kur'an'ın mübeyyinine (açıklayıcısına) başvurulmalıdır. Resulullah (s.a.a.) hayattayken mübeyyin Hz. Resulullah'tır. Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra da mübeyyin O'nun yerine geçen imamlardır.

 

Şaşılacak şey doğrusu! Kendisi bizzat başka bir yerde “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyantı zayıf saymış ve şöyle demiştir: İçerik olarak her ne kadar sahih ise de bu konuda sahih herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Sahih olan varyant Allah'ın Kitabı ve Itretim şeklindeki varyanttır.

 

- Efendim “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” veya “Allah'ın Kitabı ve Itretim” ile ilgili önemli bir husus bulunmaktadır. Sapıklık meydana geldiğine göre ümmet bunlara tutunmamış demektir.

 

- Resulullah (s.a.a.) bize bir reçete sunuyor. Yoldan saptığımıza göre tutunmamışız. Aziz dostlar bilsinler ki bu sözlerimiz sadece Sünni Müslümanlara yönelik değildir. Ehl-i Beyt Medresesi'nin müntesiplerine de yöneliktir.

 

Son olarak aynı risaleden bir başka pasaj aktarıyorum. Yazar şöyle diyor: Kur'an ile birlikte Sünnet, Sünnet ile birlikte rey gibi değildir. Asla ve kat'a iki durum aynı olgular değildir. Kitab ve Sünneti tek kaynak olarak alıp aralarını ayırmamak gerekir.[21]

 

Sünnet için söylediği sözler Itret için geçerli olduğuna göre Kur'an ve Itreti tek kaynak olarak alıp aralarını ayırmamak gerekir, demeliyiz.

 

Aziz izleyiciler Vehhabî akımın büyük âlimlerinin hem “Allah'ın Kitabı ve Sünnet”in, hem de “Allah'ın Kitabı ve Itret”in ayrılmazlığı ile ilgili görüşlerini sunduk.

 

- Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.  

  



[1] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 17, s. 170, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut. 2. Basım, 1429.

[2] Ebu İsa Muhammed İbn İsa et-Tirmizî, el-Camiü'l-Kebîr Sünenü't-Tirmizî, c. 6, s. 227, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale, 1. Basım 1430.

[3] Nureddin es-Semhudî, Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celiyy ve'n-Nesebi'n-Nebeviyy, s. 244, Dirase ve Tahkik Mustafa Abdülkadir Ata, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[4] Age, agy.

[5] Age, agy.

[6] İbn Hacer el-Heytemi, es-Savaiku'l-Muhrika ala Ehli'r-Rafdi Ve'd-Dalali ve'z-Zandaka, c. 2, s. 442, Tahkik Abdurrahman İbn Abdullah et-Türki ve Kamil Muhammed el-Harrat.

[7] Allame Münavi, Feyzü'l-Kadir Şerh-ü Şerhi'l-Camii's-Sağîr, c. 3, s. 20.

[8] Allame Zerkanî, Şerh-ü ala'l-Mevahibi'l-Ledüniyye bi'l-Minehi'l-Muhammediyye, c. 9, s. 249-250, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[9] Age, s. 250.

[10] el-Camiü'l-Kebir Sünenü't-Tirmizi, c. 6, s. 337.

[11] Allame Abdülaziz İbn Abdullah İbn Abdürrahman İbn Baz, Mecmuu Fetava ve Mekalatün Mütenevvietün, c. 1, s. 378, derleyen ve editör: Muhammed İbn Said eş-Şuveyir, Dar Esdai'l-Mücteme'

[12] Age, c. 6, s. 267-8.

[13] Age, agy.

[14] Age, c. 8, s. 154-5.

[15] Age, agy.

[16] Doktor Salih İbn Fevzan İbn Abdullah el-Fevzan, Muhaderatün fi'l-Akideti ve'd-Davet, c. 2, s. 35, Darü'l-Asime, 1. Basım, 1428, Suudi Arabistan. 

[17] Age, agy.

[18] Age, c. 3, s. 430.

[19] Allame Muhammed Emin eş-Şenkıtî, Advaü'l-Beyan fi İzahi'l-Kur'an bi'l-Kur'an, c. 7, s. 460, basıma sunan Bekir İbn Abdullah Ebu Zeyd, Darü'l-Alemi'l-Fevaid.

[20] Muhammed Nasırüddin Albani, Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam ve Beyan ennehu la Yestağni anha bi'l-Kur'an, s.14.

[21] Age, s. 18.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net