Suriye Savaşı ve Medya Fabrikasyonları: Batı İsrail'in Papağanı

Suriye Savaşı ve Medya Fabrikasyonları: Batı İsrail'in Papağanı
Black, söylediğinin teyit edilmesi okuyuculara için Nasrallah’ın son konuşmasının linkini vermiyor, bu varsayılan “sıkıntılı” tonu gösteren bir ifadeye de yer vermiyor, hatta tek bir alıntı bile yapmıyor. Black bunun yerine okuyucularına, Hizbullah liderlerinin aklından geçenlere dair kendi bakışını veriyor, bunun arkasındaki kişi de sıradışı Siyonist ajitatör-propagandacı Matt Levitt’ten başkası değil.

Medya fabrikasyonları ve Suriye savaşı: Batı basını nasıl da İsrail propagandasını papağan gibi tekrarlıyor

 

Phil Greaves

 

Global Research

 

Guardian gazetesinin Ortadoğu editörü Ian Black, “Hizbullah Suriye savaşında zorlanıyor” başlıklı bir yazıda okuyucularına, Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın “şu günlerde Suriye savaşından bahsederken sesinin meydan okuyucudan ziyade sıkıntılı çıktığını” söylüyor.

 

Black, söylediğinin teyit edilmesi okuyuculara için Nasrallah'ın son konuşmasının linkini vermiyor, bu varsayılan “sıkıntılı” tonu gösteren bir ifadeye de yer vermiyor, hatta tek bir alıntı bile yapmıyor. Black bunun yerine okuyucularına, Hizbullah liderlerinin aklından geçenlere dair kendi bakışını veriyor, bunun arkasındaki kişi de sıradışı Siyonist ajitatör-propagandacı Matt Levitt'ten başkası değil. Guardian ayrıca Levitt'in gerçek biyografisini, yahut onun Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü (WINEP) diye de bilinen, İsrail lobisinin propaganda kolu (AIPAC) tarafından istihdam edildiği gerçeğini açıklamıyor.  

 

Black'in bu temelsiz iddiasını, Nasrallah'ın Suudi Arabistan'ı Suriye'de bir siyasi çözümü bloke etmeye çalıştığı için “azarladığını” hatırlatarak sürdürmesi, büyük bir çelişki gibi görünüyor. Adeta Black, daha fazla kan akması çağrısı yapılmadığı için hayal kırıklığına uğramış gibi. Nasrallah sadece Suudi Arabistan'ı “azarlamakla” kalmadı, aynı zamanda süregiden şiddet nedeniyle de Suud monarşisine işaret etti. Lübnan'daki Suudi vekiline (14 Mart/Hariri) gönderme yapan Nasrallah şunları söyledi: “Suriye'deki bütün olaylar Lübnan'daki olaylara bağlıdır, çünkü Lübnan'daki herşeyi Suriye'de olanlara bağlayan bir parti var. Onlar siyasi yaşamı akamete uğratıyorlar, çünkü Suriye'deki olayların sonucunun, kendi koşullarını dayatmasını bekliyorlar.”

 

Nasrallah daha sonra, Suudilere daha doğrudan hücum ederek şunları söyledi: “Suudi Arabistan Suriye'de işlerin gidişatına kızgın ve Cenevre 2 Konferansını akamete uğratmak ve ertelemek istiyorlar. Suriye'de siyasi çözümün bozulması daha fazla yıkım, daha fazla kurban, daha fazla ölüm demektir.” Sıkıntılı olduğu belki söylenebilir, fakat meydan okumadan uzak olduğu söylenebilir mi?

 

Guardian'daki yazının sonraki kısımlarında “Binlerce [Hizbullah üyesi] kişi Şam, Deraa, Humus ve Halep'te konuşlandı. Ölü sayılarının 200 civarında olduğu tahmin ediliyor” ifadelerine yer veriliyor. Belirsiz “binler” rakamı geniş bir terim, iki bin mi yoksa on bin mi? Bay Black'in de, Guardian'ın da bir fikri yok, fakat “binler” ifadesi kulağa hoş geliyor; şüphesiz İsrail'in gözde Amerikalı propagandacısı Matt Levitt onlara böyle söylemiş. Black'in yazısı, örgütün “yorulduğunu ve aşırı gerildiğini” söylüyor; yine burada da yaptığı tanım için hiçbir kanıt sunmadığı gibi bu alıntının nereden geldiğine dair bir isim de vermiyor. Black, okyucularının anonim bir nefesi sorgulamadan için çekmesini bekliyor; yazar, arzuladığı anlatıya uydurmak için kelimenin gerçek anlamıyla, hiçkimseye atfedilemez, temelsiz fabrikasyonlar sunuyor.

 

Black, okuyucuya, Hizbullah'ın Suriye'ye saldırısının “geri teperek” Lübnan'a geldiğini söylüyor, burada da Hizbullah'ın herhangi bir eyleme girişmesinden aylar önce Suriyeli aşırıcı “isyancı”ların Lübnan-Suriye sınırındaki kasabalara saldırdığı bağlamını eklemiyor. Dahası Black, El Kaide ideologlarının ve aşırcılarının Lübnan'ın Suriye'yle olan delikli sınırını, krizin gerçekten de ilk haftasından beri Suriye isyanını gerçekleştirmek üzere bir hazırlık sahası ve lojistik merkezi olarak kullandığını görmüyor. Bu sınırdan, onlara sempati duyan partiler üzerinden savaşçı ve silah beslemesi yapılmıştı – 14 Mart ittifakı üyeleri milletvekili Ukab Sakr ve öldürülen eski istihbarat şefi Vissam Hasan bunlardan yalnızca ikisidir. Hizbullah'ın Suriye'deki El Kaide'ye giden Suudi/Hariri silah boru hattını kesme girişimleri olsun veya olmasın, “geri tepme” gerçekten de açıktı.

 

Böyle bir saldırının bütünüyle yasadışı olmasından tek kelimeyle bahsetmeyen Black, bundan sonra İsrail'in hava saldırısıyla gerçekleştirdiği son yargısız infazının Hizbullah'a nasıl da “pahalıya patladığını” anlatıyor. Bu son aylardaki en az altıncı “baskın”! Bunlar İsrail'in büyük çocukları değil mi? Elbette hedefin -ki hepimiz İsrail'in hedeflerini nasıl da iyi vurduğunu biliriz- Suriye'den Hizbullah'a transfer edilen karadan havaya füzeler olduğu varsayılıyor. Yine burada da, muhalefet savaşçılarından ve sızdırılmaya meraklı anonim ABD'li “yetkililer”den gelen belirsiz raporlar dışında tek bir kanıt kırıntısı yok.  Kendisi de telaşlı halde olan Black, bu teslimatlar Hizbullah'a yapılsa bile, İsrail'in “hava baskınlarının” yine de uluslararası hukukun tümden ihlali olduğundan bahsetmiyor. Sadece bu da değil, bir karadan havaya füze sistemi çok sevdiği İsrail'e “tehdit” değildir; bu sistemler sadece gökyüzündeki şeyleri vurmaya yarar. Temel olarak, saldırı düzenleyen uçağa karşı kullanılan bir savunma silahıdır; biliyorsunuz, uluslararası hukuku çiğneyip Arap ülkelerini bombalayan ve sivilleri öldüren İsrail, tüm bunlar nedeniyle cezasız kalmaktadır. Guardian'ın ve Ian Black'in nazarında, böyle bir caydırma manasızdır. Black, neşe içinde, Suriye çatışmasının İsrail hava kuvvetlerine sunduğu yeni olanaklara işaret etmektedir:  “Elde edilen ders, şimdi üçüncü kanlı yılına giren Suriye'deki savaşın, İsraillilerin Hizbullah'ı bir yanıta yol açmadan vurmasını çok daha kolay hale getirmesidir. Nasrallah ve Esad'ın elleri zaten yeterince yoğun.” Black İsrail'in Arapları cezasız kalacak şekilde bombalamada yeni elde ettiği kolaylıktan duyduğu  mutluluğu gizlemekte zorlanıyor gibi görünüyor.

 

Yine olgulara dayanmayan bir iddia, Black'ın şu sözlerinde görülüyor: “İran'ın Esad'a verdiği destek, muhtemelen Körfez devletlerinin isyancılara verdiği destekten çok daha fazla.” Bu boş cümlede yanlış olan bir çok şey var. Bir editör bu tür şeyleri tartışırken genelde “muhtemelen” kelimesini kullanır mı? Bay Black, iddiasının fantaziye değil, olgulara dayandığına dair herhangi bir kanıt sunuyor mu? Ve Bay Black, üç yıl bu fırsata sahip olduktan sonra, Suriye ordusunun ve hükümetinin kesinlikle müttefiklerinden istediği desteği alma hakkına sahip olan bir devlet aktörü olduğunu yeni mi anlıyor? Diğer yandan “isyancılar”, bir devlete ve altyapısına karşı terörist bir isyan yürüten, devlet dışı aşırıcı ve suçlu milisler toplamıdır. Ancak tuhaf nedenlerden ötürü, Bay Black, savaşın bu iki tarafını ahlaki ve hukuki bakımdan bir anlamda aynı kefeye koyuyor. Black, bu bariz ikiyüzlülüğü, İranlı devrim muhafızlarının Suriye'de faal olduğuna ilişkin yeni video görüntüleriyle bağlantılandırıyor: “Çok daha büyük” İran desteğine ilişkin bu şüpheli “kanıt” – eğer gerçekliği ispat edilirse – yabancı savaşçılara ilişkin binlerce videonun ve yabancı aktörlerin muhalefet milyarlarca dolar değerinde silah ve finansman sağladığına ilişkin yığınla raporun yanında sönük kalır. İran Devrim Muhafızları personelinin Suriye'de görüldüğü, yaklaşık üç yıldır ilk kez öne sürülüyor.

 

Black, İsrail yanlısı propaganda amaçlı yazı müsveddesini, “terörist uzmanı” Mathew Levitt'in fabrikasyonlar ve temelsiz spekülasyonlarla dolu son kitabına meylederek bitiriyor. Ekim 1983'te deniz barakalarının bombalamasına gönderme yapan Black bize, İran İstihbarat Bakanı'nın Şam Büyükelçisi'ne gönderdiği ve “ABD'nin deşifre ettiği” bir mesajı (evet bildiniz, bunu yapan ABD'nin Ortadoğu'daki en güvenilir sinyal istihbaratı, yani İsrail) veriyor: “İran'ın Şam'daki büyükelçisi, Ali Ekber Muhteşemi'ye İslamcı Emel'in (Hizbullah'ın öncüsü) lideri Hüseyin el Musavi'yle temasa geçme ve onu Amerikalılara karşı ‘çarpıcı eyleme' girişmeye yönlendirme talimatı verdi. İkaz, 241 ABD'li ve 58 Fransız personelini öldüren saldırıyı engelleyemedi.” Bu “öncü” anlatısının aksine ve İsrail'in/Amerika'nın Hizbullah'ı deniz barakaları saldırısıyla doğrudan bağlantılandırmak için on yıllardır sürdürdüğü hararetli çabalara rağmen, formel bir grup olarak Hizbullah'ın bombalamaya katıldığına dair hiçbir kanıt yoktur.

 

Black bir kez daha gerçekleri çarpıtıyor. Musavi, Lübnan iç savaşı sırasında kurulmuş Şii Emel hareketinden (Hizbullah'ın dönemsel hasmından) kopmuş İslami Emel'in kurucu üyesiydi. Grubu da İran'a bağlılığını ilan etti. Musavi daha sonra Hizbullah'a katıldı ve İsrail ona suikast düzenleyinceye kadar istişare konseyinde görev aldı. İç savaş döneminde faaliyet yürüten bunun gibi çok sayıda Şii grup vardı ve bunların çoğu, 1985'teki – yani deniz barakaları bombalamasından iki yıl sonraki – resmi kuruluşundan önce Hizbullah'ın parçası haline geldi.  Musavi'nin ve diğerlerinin bombalamaya katılıp katılmadığı ve daha sonra Hizbullah üyesi olup olmadığı, İsrail'in düşmanını şeytanlaştırma amaçlı bu patolojik girişime dahil etme bakımından fazla incelikli bir noktadır.

 

Black'in makalesi, Batılı Ortadoğu editörlerinin Arap dünyasını tartışırken, nasıl da ilgili bağlama veya olgulara bakmadan İsrail propagandasını papağan gibi tekrar ettiklerinin örneklerinden bir diğerini teşkil ediyor.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com