İslam Devrimi: Büyük meydan okumalar karşısında yiğitçe direniş

İslam Devrimi: Büyük meydan okumalar karşısında yiğitçe direniş
Bu Müslümanlara şunu söylüyoruz. İslam Cumhuriyeti çökecek olursa (Allah korusun), Müslümanlar bir yüzyıl daha başlarını kaldıramazlar. Bu durum nerede olursa olsun herhangi bir Müslümanın faydasına olabilir mi?

 

 

 

Zafar Bangash

 

 

crescent.icit-digital.org

 

 

 

Yakın tarihte hiçbir ülke İran İslam Cumhuriyeti'nden daha büyük zorluklarla ve aralıksız düşmanlıkla karşı karşıya kalmamıştır. 42 yıllık tarihinde iç sabotajla, önde gelen figürlerine yönelik bir suikast kampanyasıyla ve sekiz yıl (1980-1988) süren ABD-Arap-Batı destekli bir saldırı savaşıyla yüzleşti. Ayrıca, ABD tarafından yönetilen onlarca yıllık yasadışı yaptırımlara da maruz kaldı.

 

Yaptırımlar, İran halkı için büyük acılara neden oldu. Bu bir savaş cürmü ve insanlık suçudur. Bu baskıya rağmen İslami İran boyun eğmiş değil.

 

Başka bir ülke olsaydı çoktan çökmüştü. Fakat İslam Cumhuriyeti çökmedi. Böylesine amansız bir baskı karşısındaki direncinin -aslında hayatta kalmasının ve ilerlemesinin- arkasında ne yatıyor peki?

 

Bu soruyu cevaplamak için, İslam Devrimi’nin dayandığı ilkeleri ve felsefeyi anlamak gerekir. Bu da tek kelimeyle İslam'dır. Bunun detaylandırılması gerekiyor. Pek çok Müslüman da dâhil olmak üzere çoğu insan, İslam'ın diğer herhangi bir din gibi olduğunu varsayarak temel bir hata yapmaktadırlar. Bu dinlerde belli ritüeller yapıldığı müddetçe kişi görevini yerine getirmiş sayılmaktadır. İslam, geleneksel anlamda anlaşıldığı gibi bir din (religion) değildir. Kuran'da Yüce Allah onu “ed-Din” olarak tanımlamaktadır; yani sosyal, kültürel, politik ya da ekonomik olsun, hayatın tüm yönlerini kapsayan kapsamlı bir yaşam tarzı (3:19; 5:03).

 

İslam, sosyal adalete büyük önem verir ve bağlılarına her türlü adaletsizlik ve baskıya karşı durmalarını emreder (3:18; 5:08). Bugün dünyayı yöneten şeytani güçleri ve onların ajanlarını korkutan şey de budur. Ezilenleri ve mazlumları desteklemek yolunda (Kuran bunlardan mustazaflar olarak bahsediyor) bu zorbalara karşı çıkanlar karalanmaktadır. Çoğu durumda, bu kişiler saldırıya uğrarlar ve toplumlarını yok etmek için her yol denenir.

 

İslam Devrimi’nin zaferinin ilk gününden beri İslam Cumhuriyeti'ne karşı yapılan şey tam da budur. İmam Humeyni'nin (r.a.) önderliğindeki İran halkı, bir ABD kuklası olan Şah'ı devirmekle kalmadı, aynı zamanda ülkeyi, başta ABD olmak üzere tüm tirancı güçlerin baskıcı ve sömürücü politikalarından tamamen bağımsız kılmak amacıyla yeni bir yola girdi. Bu durum büyük bir günah addedildi ve İran'ın kölelik zincirlerini kırmasına izin verilemezdi, aksi takdirde başka yerlerdeki insanlar da onun örneğinden ilham alır ve gerçek özgürlük arayışına girerdi.

 

İslam Devrimi’nin zaferinden kısa bir süre sonra, öncü şahsiyetlere yönelik bir suikast kampanyası başlatıldı. Hızla “münafık” sıfatını alan Batı destekli Halkın Mücahitleri Örgütü (MKO) terör örgütü bu kampanyaya öncülük etti. Ulemayı, akademisyenleri, aydınları, bakanları, cumhurbaşkanını ve başbakanı ve diğerlerini hedef aldı. İlk yıllarda yaklaşık 1200 önde gelen isim şehit olmuştu.

 

1981'de Savunma Konseyi'nde İmam Humeyni'nin temsilcisi olarak görev yapan Rehber, İmam Seyyid Ali Hamaney de bir suikast girişimine hedef olmuş ancak mucizevi bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı. 27 Haziran 1981'de Tahran'daki Ebu Zer Camii'nde konuşma yaparken podyumdaki ses kayıt cihazına yerleştirilen bomba patlamıştı. Yüzünde ve kollarında ağır yanıklar, ses telleri ve ciğerlerinde ciddi hasar meydana geldi.

 

“Vücudunun sağ tarafı şarapnel ve radyo parçalarıyla doluydu. Göğsünün bir kısmı tamamen yanmıştı. Sağ eli şişmişti ve artık çalışmayacaktı. Omuzlarındaki ve göğsündeki kemikler kolaylıkla görülebiliyordu." Sağ elini bir daha kullanamadı, ancak Allah'ın yardımıyla, ölümden kıl payı kurtulmuştu.

 

Bir gün sonra ise büyük bir bomba İslam Cumhuriyeti Partisi'nin karargâhını havaya uçurdu. Patlama, Başyargıç Ayetullah Beheşti, diğer beş bakan ve birkaç milletvekili de dâhil olmak üzere Devrim’in önde gelen 72 figürünün kaybıyla sonuçlandı.

 

Ardından 30 Ağustos 1981'de İran Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai, Başbakan Muhammed Bahoner ve başka bir kişiye bombalı suikast düzenlendi. Bomba, MKO teröristleri tarafından, bir toplantının yapıldığı başbakanlığa yerleştirilmişti.

 

Batı destekli MKO teröristleri, katliam kampanyalarını yabancı ülkelere taşımakta da tereddüt etmediler. Londra, diğer Avrupa ülkeleri ve hatta Ottawa'daki İran büyükelçilikleri saldırıya uğradı. 5 Nisan 1992'de MKO teröristleri, pencerelerinden tırmanmak için merdivenleri kullanarak Ottawa'daki İran büyükelçiliğini bastılar. İçeri girdiklerinde, sadece ekipmanı parçalamakla kalmadılar, İran büyükelçisinin kolunu da kırdılar.

 

Böylesine kanlı bir sicile rağmen, Avrupa Birliği ve Batı rejimleri, aynı zamanda ABD, Kanada ve Japonya, grubu terör örgütler listesinden çıkardı. Bunun yerine, aralarında John Bolton (Donald Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı) ve Rudy Giuliani (Trump'ın kişisel avukatı) gibi ünlü Amerikalı ırkçılar MKO toplantılarına katıldılar ve bunun karşılığında yüksek ücretler aldılar. (Bu arada Trump, seçim hileleri iddiaları davasına bakan Giuliani’nin yasal ücretini ödemeyi reddediyor!)

 

ABD'nin web haber portalı Politico'da yazan eski büyükelçi Daniel Benjamin 23 Kasım 2016'da şunları söyledi: “Giuliani, Amerikalıları öldüren bir gruptan para aldı. Trump bunu umursuyor mu?” Trump, başkanlık seçimini sürpriz bir sonuçla kazanmıştı. Benjamin, Bolton da dâhil olmak üzere MKO teröristlerinden para almış birçoğunun ismini veriyor!

 

MKO teröristleri, İran'a karşı 1980-1988 esnasındaki Irak saldırısı boyunca Saddam Hüseyin rejiminin yanında yer aldı. Bu nedenle ihanetten suçluydular ve cezalandırılmayı hak ediyorlardı. Batı rejimlerinin MKO teröristlerini kucaklaması, kötü niyetlerini açıkça gösteriyor.

 

Batı'nın nefreti, İran ekonomisini büyük ölçüde etkileyen yasadışı yaptırımlarda da kendini gösteriyor. Yaptırımlar teknik olarak ABD tarafından dayatılmıştı. Bununla birlikte diğer Batı rejimleri de - İngiltere, Fransa, Almanya ve diğerleri - 2015 nükleer anlaşması kapsamında tüm bu yaptırımların kaldırılmasına ve İran'ın normal ticaretini sürdürmesine izin verilmesine rağmen, Amerikalıları takip ettiler. İslam ve “İslami kendi kaderini tayin” söz konusu olduğunda, müstekbirlerin (kibirli güçler) hepsi aynıdır.

 

Yaptırımlar, Batı’nın İslami İran’a saldırısının bir boyutudur. En sonuncusu 27 Kasım 2020'de Dr. Muhsen Fahrizade'ye yapılan suikast olmak üzere, nükleer bilim adamlarına yönelik sistematik bir suikast kampanyası yürütülmüştür. Hem Siyonist İsrail hem de onların MKO’lu müttefikleri bu ve diğer alçakça suçlara karıştılar. 2020'nin başında (3 Ocak) İran'ın üst düzey generali Kasım Süleymani, Irak başbakanının daveti üzerine diplomatik bir görevle Bağdat Havaalanı’na vardığında ABD'nin insansız hava aracı saldırısında şehid edildi. Bu, Trump ve suç ortaklarının sorumlu tutulacağı bir savaş suçudur.

 

İster gruplar ister devletler tarafından gerçekleştirilsin, tüm bu terör eylemlerinin belirli bir amacı vardı: İslam Cumhuriyeti'nin altını oymak ve çöküşünü sağlamak. İslam Cumhuriyeti, düşmanlarının alçakça hedeflerinin rağmına, dayandığı zemini daha da kuvvetlendirmiş durumdadır. Doğru, İran halkı yaptırımlar ve diğer terörist eylemler nedeniyle çok acı çekti, ancak kendilerinin daha ulvi bir çağrılarının olduğunun farkındadır, bu onların isteyerek ödedikleri bir bedeldi.

 

Bunun yerine İslami İran hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük ilerlemeler kaydetti. Savunma sahasında, neredeyse kendi kendine yeterli hale geldi. Ayrıca füze ve drone teknolojisinde de etkileyici kazanımlar elde etti. Tahran; Lübnan, Filistin ve Yemen'deki Direniş hareketleriyle bu teknolojiyi paylaşarak kendisini dış saldırganlara karşı mukavemet gösterebilecek bir konuma yerleştirdi.

 

Bu tür başarılar dünyanın her yerindeki Müslümanlar tarafından kutlanmalı ama ne yazık ki bazı Müslümanlar Batılı, Siyonist ve Arap medya kuruluşlarının vahşi propagandasına âşık olmuş halde. Bu durum, İslam dünyasının geçen yüzyıldaki tek başarı öyküsüne karşı Müslüman düşmanlığı ile sonuçlandı.

 

Bu Müslümanlara şunu söylüyoruz. İslam Cumhuriyeti çökecek olursa (Allah korusun), Müslümanlar bir yüzyıl daha başlarını kaldıramazlar. Bu durum nerede olursa olsun herhangi bir Müslümanın faydasına olabilir mi?

 

 

Medya Şafak