Taşlardan füzelere: Filistin Direnişi’nin evrimi

Taşlardan füzelere: Filistin Direnişi’nin evrimi
"Aksine, askeri kanatlar daha da güçlendi ve çalışmaları belirli kişilere bağlı olmaksızın sistematik hale geldi. Amerikalılar 2020'nin başlarında Hac Kasım Süleymani'ye suikast düzenlediğinde, onun Filistin'in askeri kapasitesini inşa etmede oynadığı rol ifşa oldu. Filistin hareketlerinin tüm silahlı kanat liderleri, ondan çok sıcak bir şekilde bahsettiler, yardımları ve liderliği için minnettarlıklarını dile getirdiler."

 

 

Hussam AbdelKareem

 

Al Mayadeen English

 

13 Temmuz 2022

 

 

"İsrail" 1982'de Lübnan'ı işgal ettikten sonra, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bir kez daha sürgüne zorlandı. FKÖ güçleri uzak Arap başkentlerinde (Yemen ve Cezayir) üstlendiler ve FKÖ karargâhı Tunus'a taşındı. Bu büyük gelişme, işgal altındaki Filistin'in içindeki ve dışındaki direniş faaliyetlerinde genel bir düşüşe yol açtı. ABD tarafından desteklenen “İsrail”in, askeri başarısını siyasi bir zafere dönüştürmek için kullanmaya çalıştığı şokun etkileri birkaç yıl sürdü. Bu süreçte 1982'deki (Suudi) Barış İçin Arap Girişimi, FKÖ liderliğiyle Mısır rejimi arasındaki yakınlaşma ve işgal edilmiş Filistin'deki işbirlikçi “köy birliklerinin” artan faaliyetleri gerçekleşti.

 

Bu durgunluk ve belirsizlik dönemi, ilk ayaklanmanın (Arapça: İntifada) patlak verdiği 1987'de sona erdi. Güney Lübnan'dan planörlerle İsrail ordusuna karşı yürütülen kahramanca askeri operasyon, işgal altındaki Filistin halkı için oldukça ilham verici oldu ve direniş ve devrim inancını yeniden canlandırdı. İntifada kitleler arasında çok yaygındı ve Filistin örgütlerinin çerçevesini çok aştı. İşgale karşı halk mücadelesi; gösteriler, grevler ve kepenk kapatmalar mücadelenin ana özelliğiydi. Ağır silahlarla donanmış İsrail birliklerinin karşısına çıkan ve onlara taş atan cesur gençler, dünyanın gözlerini kamaştırdı. Taş, İntifada'nın sembolü oldu. Destek eksikliği, silahlı mücadele altyapısının yokluğu ve “İsrail”in Filistin halkına dayattığı kuşatma durumu düşünüldüğünde Taş Devrimi aslında popüler bir icattı.

 

Karanlık 90’lar

 

Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi ve ardından gelen Körfez Savaşı’nın ardından İntifada'nın ilk aşaması sona erdi. FKÖ, "İsrail" ile, 1993'te "Oslo Anlaşması" ve Gazze'nin büyük şehirleri ile Batı Şeria'da "Filistin Otoritesi"nin kurulmasıyla sonuçlanan, kapsamlı bir dizi açık ve gizli müzakereye girişti. Filistin mücadelesi ve direnişine gelince, doksanlar çok kötü yıllardı! “Filistin Otoritesi”, İsrail güçleriyle çatışmayı planlayan, hatta bunu aklından geçiren herkese karşı savaşan siyonistlere katıldı. Bu, kötü şöhretli Oslo Anlaşmasının şartları arasında yer alan “güvenlik koordinasyonu” başlığı altında gerçekleşti. Özellikle tüm bölgeyi ele geçiren sahte barış ortamında, gerçek özgürlük savaşçıları için hayat imkânsız hale gelmediyse de çok zorlaştı. Ürdün de bu kervana katıldı ve “Wadi Araba Antlaşması”nı imzaladı.

 

“İsrail” ile Mısır arasındaki “Camp David Anlaşmaları” zaten yürürlükte olduğundan İsrail işgaline karşı silahlı mücadele umutları iyice kararır oldu. Irak yenilmiş ve izole edilmiş, Libya yaptırımlar altında ve Cezayir iç kargaşa içindeyken, Suriye, Arap Birliği tarafından - ABD'deki Clinton yönetiminin sponsorluğunda -, her ne kadar Filistin davası karşısındaki siyasi duruşunu korumuş olsa ve “İsrail” ile herhangi bir ikili anlaşma imzalamamış olsa da, Ortadoğu'daki müzakere sürecine katılmaya zorlandı. Böylece, Ortadoğu'da Filistin'in silahlı mücadele yoluyla kurtuluş hakkını destekleyen ve sözde “barış süreci”ne karşı sesini yükselten tek ülke İran kalmış oldu. Ancak o sıralarda İran, Irak'la olan sekiz yıllık yıkıcı savaştan (1980 – 1988) sonraki kapsamlı yeniden yapılanmasıyla meşguldü. İran'ın önceliği, Lübnan direnişine, ülkelerinin hâlâ İsrail işgali altındaki güneyini kurtarması için yardım etmekti.

 

Bu koşullar altında halkın desteklediği kitlesel direniş eylemleri artık mümkün değildi. Bu nedenle Filistinli devrimciler İsrail işgalini hedef alan diğer yöntemlere, özellikle de patlayıcılar ve bubi tuzaklarıyla, bireysel saldırılar şeklinde ve küçük gruplar tarafından gerçekleştirilen ve sınırlı bireyler-planlayıcılar tarafından orkestra edilen operasyonlarına yöneldiler. Ancak doksanların sonunda, “İsrail” -Filistin Otoritesinin gerçek katkısıyla- bu tür silahlı direnişin aktif beyinlerini ortadan kaldırmayı başardı ve Filistin'de işler İsrail-Filistin Yönetimi ortaklığının iyi işlediğini gösterdi.

 

İkinci İntifada

 

2000 yılında FKÖ lideri Yaser Arafat ile Ehud Barak arasındaki müzakereler çıkmaza girdi ve çöktü. Arafat, yıllarca sürdürdüğü işbirliği karşılığında somut veya anlamlı hiçbir şey elde edemedi. Bu arada, Güney Lübnan'dan, İsrail’in Lübnan silahlı direnişinin darbeleri altındaki aşağılayıcı ve utanç verici geri çekilmesinin görüntüleri geliyordu.

 

Pragmatik biri olan Yaser Arafat, silahlı mücadeleyi İsraillileri baskı altına almanın bir aracı olarak kullanmaya karar verdi. Geçmişte Lübnan'dayken bunu defalarca yapmıştı. Arafat yardımcılarına, “İsrail” ile güvenlik koordinasyonunu atlatabileceklerini ima etti ve Filistinli gerilla savaşçılarına yaslandı. Bunun ardından İkinci İntifada'nın patlak vermesi uzun sürmedi. İntifada hızla, en büyüğü 27 Mart 2002'de Netanya kasabasında 30 İsraillinin öldürülmesine yol açan, güçlü ve etkili şehadet operasyonları dalgalarına dönüştü.

 

İsrail'in Filistin Yönetimi topraklarını büyük çapta işgal etmesine, Cenin mülteci kampındaki katliama ve Yaser Arafat'ın karargâhının kuşatılmasına rağmen, Filistin devrimci ruhu özellikle Gazze Şeridi’nde zayıflamadı. Arafat 2004 yılında vefat etti. Halefi Mahmud Abbas’ın karizması ve gücü çok daha azdı. 2005 yılında “İsrail”, Gazze Şeridi'nin “kayıp bir dava” olduğu sonucuna vardı ve buradaki güçlerini tek taraflı olarak çekme kararı aldı. Bu gelişmelerin net sonucu, Gazze'deki silahlı direniş örgütlerinin daha da güçlenmesi oldu. Özellikle de (İslami) Hamas hareketinin askeri kanadı El-Kassam grubu neredeyse açıktan faaliyet yürütmeye başladı.

 

Filistin Askeri Kapasitesinin İnşası

 

2007 bir dönüm noktasıydı. Hamas hareketi, Filistin Yönetimi'nin güvenlik aygıtını Gazze Şeridi’nden atmayı başardı ve bölgenin her yerinde kontrolünü dayattı. O tarihten sonra, silahlı Filistin direnişinin “altın çağı” başladı. El-Kassam ve “Saraya Al-Quds” (Kudüs Tugayları) başta olmak üzere savaşçı gruplar, Hizbullah'ın Lübnan'da “İsrail”e karşı yürüttüğü mücadeleden esinlenerek, giderek askeri profesyonellik kazandı ve hiyerarşik birimler elde etti. Hac Kasım Süleymani komutasındaki İran Devrim Muhafızları ve Lübnan Hizbullahı ile hızla bağlantılar kurdular. “İsrail” ise İran'ın Kızıldeniz, Sudan ve Sina üzerinden Gazze'ye yaptığı silah kaçakçılığına yönelik birkaç girişimin izini sürdü ve bunları engelledi. Ayrıca Hamas'ın askeri kanat irtibat subayı Mahmud El Mabhuh'a Dubai'de suikast düzenledi. Hüsnü Mübarek'in Mısır'ı da 2009'da Hizbullah komutanı Sami Şehab'ı Gazze'ye askeri yardım göndermekle görevli oluşu nedeniyle tutukladı. Tüm bunlara ve çok karmaşık lojistik duruma rağmen, Gazze'ye önemli oranda bir teknik ve mali desteğin ulaştığı açıktı. Direniş hareketleri bu sayede, basit ve sınırlı da olsa, askeri araç ve gereçler için kendi “yerel üretim” programlarını başlattılar.

 

Tekrarlanan İsrail saldırıları ve çatışmalarla Filistin direniş hareketleri önemli bir askeri deneyim kazandı ve daha etkili hale geldi. 2014'te Filistin silahlı direnişi, sınırlı hassasiyet ve menzile sahip olsa da, “İsrail”in içine düşen roketler fırlattı. “İsrail” Gazze'deki gelişmelerden yana çok endişeleniyor ve Gazze'deki direnişin bilim adamlarını ve kalifiye elemanlarını ortadan kaldırmak için elinden geleni yapıyordu. “İsrail” fiilen, Filistin askeri kanatlarının özellikle füze programlarından sorumlu üst düzey liderlerini öldürmeyi başardı, bunların arasında özellikle Saraya Al-Quds'tan Baha' Abul Atta ve ondan önce, El Kassam Tugayları komutan yardımcısı Ahmed Al-Cabiri vardı. Ancak Gazze'deki direniş hareketlerinin kazandığı ivme kaybolmadı. Aksine, askeri kanatlar daha da güçlendi ve çalışmaları belirli kişilere bağlı olmaksızın sistematik hale geldi. Amerikalılar 2020'nin başlarında Hac Kasım Süleymani'ye suikast düzenlediğinde, onun Filistin'in askeri kapasitesini inşa etmede oynadığı rol ifşa oldu. Filistin hareketlerinin tüm silahlı kanat liderleri, ondan çok sıcak bir şekilde bahsettiler, yardımları ve liderliği için minnettarlıklarını dile getirdiler. Hacı Kasım, Filistin cephesinde tek bir şeye önem veriyordu: Siyonist rejime karşı birlik. Ve Filistin'deki Siyonist adaletsizliğin er ya da geç sona ereceğine yürekten inanıyordu.

 

Seyfü’l-Kudüs Savaşı Sırasında

 

Seyfü’l-Kuds olarak bilinen 2021'deki son yüzleşmede, Filistin askeri kanatlarının çok gelişmiş askeri kapasiteye sahip olduğu ortaya çıktı. Birkaç gün içinde Gazze'den binlerce füze başarıyla fırlatıldı ve “İsrail”in derinliklerindeki hedeflerine ulaştı. Filistin hareketleri ayrıca faaliyetlerini ve tepkilerini koordine etmek için ortak bir operasyon ve komuta odası oluşturdular. İsrail ordusu ve onun “Demir Kubbe” savunma sistemi Filistin roketlerini düşürmeyi başaramadı. “İsrail”, Gazze'de kara operasyonları gerçekleştirmeye cesaret edemedi ve ekonomisini pratikte günlerce “donduran” Filistin füzelerinin neden olduğu iç kargaşa yüzünden uzun süreli askeri operasyon sürdüremedi. “İsrail” ile, iki ordu arasındaymış gibi caydırıcı bir denklem kuruldu. Bu durum, Filistin direnişi için dikkate değer bir başarıydı. İsrail rejimi ordusunun, kendisine zarar verecek bir karşılık beklemeden Gazze'de dolaşabildiği günler geride kalmıştı. Filistin direnişi sahaya yeni gerçekleri dayatabildi. “Füze” direnişiyle yeni bir dönem başladı. Artık bıçaklar veya taş atmak yok.

 

Filistin direnişi şimdilerde yükselişte. Askeri kapasitesini her geçen gün istikrarlı bir şekilde geliştiriyor ve daha fazla fedakârlık ve çaba vaat ediyor. Filistin'deki yeni nesil, ülkesini özgürleştirmek için her zamankinden daha kararlı. Ve mücadele henüz bitmedi.

 

Çeviri: Medya Şafak