Nasır Kandil: Kudüs'e giden yol: İsrail'in varoluş kriziyle yüzleşmesinin 4 nedeni (2)

Nasır Kandil: Kudüs'e giden yol: İsrail'in varoluş kriziyle yüzleşmesinin 4 nedeni (2)
Bu ifadeyi ilk kez kullanıyorlar. Siyonist rejimin “varlık yokluk” problemi masaya geri döndü. “Biz (İsrailliler) Kurtuluş Savaşı zamanına geri döndük”, bunlar Ariel Şaron'un sözleri. “1947'de bulunduğumuz yere geri döndük. Sağ kalacak mıyız yoksa aksi mi olacak? İsrail baki mi kalacak yoksa yok mu olacak?”

Nasır Kandil: Kudüs'e giden yol: İsrail'in varoluş kriziyle yüzleşmesinin 4 nedeni (2)

 

18 Haziran 2020

 

 

 

Açıklama:

 

Hizbullah: The Philosophy of Power (2018) kitabının yazarı ve önde gelen bir Lübnanlı siyasi analist olan Nasır Kandil, haftalık çevrimiçi programının bir bölümünde, Hizbullah'ın lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın yakın zamanda yaptığı uzun bir röportajı ele aldı.

 

Nasrallah, Lübnan al-Nour Radyosu'na verdiği röportajda, İsrail'in yakın gelecekte herhangi bir askeri çatışmaya ihtiyaç duyulmadan ortadan kalkacağı yönündeki hipotezin "çok muhtemel" olduğunu öne sürmüştü.

 

Aşağıda, Kandil'in "Kudüs'e Giden Yol (Kudüs)" başlıklı programının, Nasrallah'ın hipotezini tahlil ettiği bazı bölümlerinin çevirisi yer almaktadır. Bu, iki bölümden oluşan dizinin son kısmıdır.

 

Kaynak: Nasır Kandil (YouTube)

 

Tarih: 31 Mayıs 2020

 

Transkript:

 

Nasır Kandil:

 

Bu nedenle, ya Amerikalılar bölgeyi terk edecek ve İsrail zamanından önce (yani savaş olmadan) yıkılacak, ya da (İsrail) bir savaşa –“büyük savaşa”- girecek ve askeri güçle yok olacak. Bu nedenle Seyyid Nasrallah (son televizyon röportajında) İsrail'in bir savaş olmadan varlığının sona erebileceği hipotezini öne sürdü.

 

Seyyid (Nasrallah) tarafından yapılan bu açıklama benzersiz mi yoksa beklenmedik mi? Daha önce hiçbir analist veya araştırmacı buna benzer bir açıklama yapmadı mı? Elbette Seyyid Nasrallah'ın sözlerini doğrulamak ve onlara inandırıcılık kazandırmak için başkalarının açıklamalarına ihtiyacımız yok. Ancak İsrail rejimi mensuplarından veya partizanlarından biri karşı karşıya oldukları varoluşsal tehlike hakkında konuşur, olayların analizini sunarsa ve Seyyid Nasrallah'ın vardığı sonucu doğrulayan koşulları ortaya koyarsa, bu durum Nasrallah'ın sözünü daha inandırıcı, daha güçlü kılacaktır.

 

Burada elimizde ne var? 2010 yılında, benzer araştırmalar yapan bir kurum olan ABD Dışişleri Bakanlığı, Orta Doğu'daki değişiklikleri ve bununla ilgili beklentilerini incelemiş. Bu inceleme, Suriye'nin çökertilmesi için ABD'nin bağımlı hükümetleri ve rejimleri feda etmeye hazır olduğu Arap Baharı'na yol açtı.

 

Clinton'ın 2010'da İsrail'e korkunç uyarısı

 

Amerikalılar neden bu noktaya geldiler? ABD Dışişleri Bakanlığı, iki ay boyunca (Aralık-Şubat ayları arasında) çalışmalar yürüttükten ve görüşmelerde bulunduktan sonra, Mart ayında İsrail'in Ortadoğu'da acımasız bir gelecekle karşı karşıya olduğunu belirten bir rapor yayınladı. Ve elbette, söylediklerimin doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyenler, Hillary Clinton'ın AIPAC konferansındaki konuşmasını dinleyebilirler. AIPAC nedir? Sadece İsrail rejiminin bekası için savaşan, ona bağışlar toplayan ve Kongre içindeki Siyonist lobileri harekete geçiren, aynı zamanda İsrail aşırılıkçılığını destekleyen Siyonist bir örgüttür. AIPAC çok güçlü bir unsurdur ve İsrail rejiminin ruhudur.

 

Peki Hillary Clinton kim? ABD Dışişleri Bakanıdır. AIPAC'ta konuşurken, ABD başkanları genellikle seçim oyununu oynarlar, yani oy kazanmaya çalışırlar. Ancak, dışişleri bakanları -Madeleine Albright veya James Baker'ın AIPAC'taki konuşmalarına bakın- AIPAC konferansında konuşma yaptıklarında, bunları her zaman politik düşünceye, stratejilere dayandırırlar. Stratejist olmaları gerekmez, Hillary Clinton gibi önemsiz kişiler de olabilirler. Ancak araştırma yapan, düşünen, sonuçlar çıkaran ve ardından (ABD Dışişleri Bakanları için) bir konuşma şeklinde bir özet hazırlayarak Siyonist elitlerin önüne sunacak olan dış beyinleri de var. Bu özet onlara nereye gittiklerini ve önlerinde hangi zorluklar olduğunu bildirecektir, çünkü bu İsrail rejiminden ABD sorumludur. ABD onun koruyucusu ve baş destekçisidir.

 

Hillary Clinton, çalışmanın alenen söylenebilecek kısmının bir özeti olan bu konuşmada ne diyor? 2011 ve sonrasındaki ABD politikasına bakarsak, söylenmeyenleri ortaya çıkarılabiliriz. Bu politikanın başlığı hepimiz tarafından bilinmektedir: Zeynelabidin (Tunus Eski Cumhurbaşkanı), Mübarek (Mısır Eski Cumhurbaşkanı) örneğinde olduğu gibi “ABD'ye bağlı hükümetlerin devrilmesi”, Mısır, Tunus ve bölgede Müslüman Kardeşler ile anlaşılması ve Türkiye'ye Suriye rejimini devirmede ana rolü vermek. Bölgedeki bu büyük savaşı doğuran bu Amerikan çalışması başka ne diyor? Tam olarak Clinton'un söylediğini: “İsrail'i acımasız bir gelecek bekliyor ve bu nedenle bir şeyler yapılması gerekiyor.” “Acımasız bir gelecek” ile ne demek istiyor? Siyonist rejimin çöküşe doğru gittiğini, hiçbir umudunun olmadığını kastediyor.

 

1. Demografik ikilem

 

Niçin “acımasız bir gelecek”ten söz ediliyor? Hillary Clinton birkaç nedene atıfta bulunuyor. İsrail rejiminin insanlarına ve destekçilerine, AIPAC'a, Siyonist düşünürlere, bu varlığı destekleyen stratejik beyinlere hitap ediyor. Şöyle diyor: “Yahudi devleti fikrini tartışıyorsunuz, bir Yahudi devletinin ilanını. Hangi Yahudi devleti? Sorun şu ki, göç çağı sona erdi ve göç kaynakları tükendi. Dünyada işgal altındaki Filistin'e getirebileceğiniz başka Yahudi yok. Daha fazla kalmadı. Altı milyon Filistinli arasında üç milyon Yahudi ile bir Yahudi devleti mi kurmak istiyorsunuz? Nasıl? Demografik normlara göre, siz artık göçmen getiremez veya Filistinlileri yerinden edemezsiniz.”

 

Bugün bir Filistinli artık, sizin ekinlerini yakıp eşyalarıyla vatanlarından sürdüğünüz 1948 yılındaki Filistinli değil. Bu artık olmayacak. Bugün Filistinli silah taşıyor, kavga ediyor, kendini havaya uçuruyor, kamyona binip asker ve polisleri eziyor. İsrailli işgalci varlığın Filistinlileri yerinden etme yeteneği artık sınırlıdır ve göçmenleri cezbetme yeteneği de azalmıştır. Sonuç olarak, nüfus artış eğilimleri Yahudiler ve Araplar, özellikle Müslümanlar arasında büyük farklılıklar gösterdiğinden, Filistin'deki Müslüman Arapların nüfusu hızlı bir şekilde artarken, Yahudi nüfusu yavaş bir hızla çoğalmaktadır. Bazı istatistikler, 2030 yılında 1948 işgali sonrası Filistin'de yaşayan Filistinli Arap nüfusun Yahudi nüfusunun yarısından fazlasına eşit olacağını tahmin ediyor. 2050 yılında Yahudiler kadar çok olacaklar. Ve 2050 yılından sonra, İsrail rejiminin 2050'ye kadar ayakta kalacağını varsayarsak, bunu demografik faktöre bırakırsanız… Filistinliler, bazı şehitlerin anneleri ve babaları bir şehit ölünce bir başkasını doğuruyoruz diyor. Bir Filistinliye “Neden 13 çocuğunuz var?” diye sorarsanız “Bu çocuklar Filistin için, benim için değil” diyecektir. Başka bir deyişle, “yeniden üretimin” bir yüzleşme ve direniş biçimi olduğuna dair bir Filistin inancı var.

 

Dolayısıyla, bu nüfus yasalarını hesaba kattığımızda, Hillary Siyonistlere “Siyaset, savaş, direniş ya da herhangi bir şeyi hesaba katmadan, işlerin doğal olarak ilerlemesine izin verirsek bile İsrail nüfusu giderek küçülecek. Bu sorunu çözmenin olası bir yolu yoktur.” diyor. Clinton konuşmasının sonunda "Yani hızlı bir çözüme ihtiyacınız var" diyor. Clinton ilk önce demografik faktörle başlıyor… “Demografik bir açmaza doğru gidiyorsunuz. 2100 yılına atlarsak, Yahudi nüfusu 15 milyona ulaşacak ve Filistinli Araplar 1948 sonrası Filistin topraklarında 50 milyon, tüm Filistin'de 100 milyon ve Filistinli gurbetçiler dâhil edildiğinde 200 milyon olacak.” diyor. Ya siz (İsrailliler)? Bu bir. Başka bir deyişle, dikkatli olun. Clinton'a göre “bir Yahudi devleti”nden söz etmek şaka, alay konusu olacak.

 

2. İsrail ve Direniş Ekseni arasındaki büyük kara kütlesi farkı

 

Clinton ardından şöyle diyor: …. Yıldırım savaşları çağı çoktan geride kaldı. Filistin'in işgal ettiği küçük coğrafi alan göz önüne alındığında, siz (İsrailliler) Direniş Ekseni ve İsrail karşıtı ülkeler tarafından oluşturulan daha büyük bir stratejik derinlik ile bölgede komşusunuz. İran nerede? Filistin sınırlarından Pakistan ve İran arasındaki sınırlara kadar uzanan bir bölgeden bahsediyoruz. Ne kadar büyük bir alandan bahsediyorsunuz! Filistin'in Ürdün’den Akdeniz’e kadar uzanan sınırıyla karşılaştırın bunu. Karşılaştırmaya imkân yok. Milyonlarca kilometrekarelik bu geniş alan Direniş Ekseni'nin faydasınadır. Bunu Siyonistler tarafından işgal edilen on binlerce kilometrekareyle kıyaslayın.

 

Bu İsrail varlığı küçük bir coğrafi alan üzerine kurulmuştur. Filistin ve Direniş Ekseni'ndeki halklar denizine karşı küçük bir nüfusa sahiptir. Siyonist rejim hayatta kalmak için neye güveniyor? Büyük gücüne güveniyor. Büyük güçten kastım ne? Yani hava kuvvetleri, kapasiteler, yönetim, araçların mekanik hızı vs. Şimdiye dek kimle karşı karşıya geldiler? Tüfekli piyadelerden oluşan Arap ordularıyla. Siz İsrailliler bu oyunu elli yıldır oynuyorsunuz ve her zaman yıldırım savaşlarıyla kazandınız. Ama artık böyle bir savaş yapamazsınız. Bitti.

 

3. İsrail'in yıldırım savaşları çağı sona erdi

 

Bunun kanıtı şu ki, Lübnan'a savaş açtınız ve çakılıp kaldınız. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda tüm Arap ordularını yendiğiniz zamanın aksine, 33 gün boyunca (2006 savaşında) Lübnan toprakları içinde tek bir adım bile ilerleyemediniz. Hatta biz savaşı bitirene kadar size bir çıkış yolu göstermemiz için bize, Amerikalılara yalvardınız. Yıldırım savaşlarının zamanı çoktan geçti. Bugün yıldırım hızında bir savaşı nerede yürütebilirsiniz? Kati zaferi nerede elde edeceksiniz? Kesin bir zaferin yokluğunda, işgalci rejim yavaş yavaş çökecektir. Neden? Çünkü varlığı caydırıcılık gücüne bağlıdır. İsrail ile yüzleşmeyi düşünen herkesin kalbine korku ve dehşet aşılamaya bağlıdır. Hâlâ böyle mi peki? Hayır öyle değil.

 

Şimdi Netanyahu gelse ve Şaron, Menachem Begin ve Golda Meir ile birlikte mezarından kalksa ve Trump'ı Obama, Bush ve Körfez'in yöneticileriyle birlikte yanlarına koysak… Hepsi, yaşayanlar ve ölüler bir araya gelse, televizyona çıkıp… İsrail ile mücadele eden hangi Arap ülkesini istiyorlar? Lübnan? Suriye? İran? Eğer onlar (İsrailliler ve müttefikleri) çıkıp “Lübnan, Suriye, Irak ve İran halkını gecelerini barınaklarda geçirmeye çağırıyoruz” deseler Lübnanlılar, Suriyeliler, Iraklılar ve İranlılar onlarla alay edeceklerdir. Ancak, Seyyid Hasan Nasrallah çıkıp “(İsrailli) yerleşimcilere bu gece barınaklarında kalmalarını tavsiye ederim” dediğinde... Güvenilirlik açısından ikisini karşılaştırın. Bitti. Siyonist rejimin güç ve terör yaydığı çağ çoktan geride kaldı. Sonuç olarak, sizler artık yıldırım savaşı yürütemez, kesin bir zafer elde edemezsiniz. Ne yapabilirsiniz?

 

4. İsrail'in herhangi bir "makul" siyasi uzlaşmayı reddetmesi

 

Hillary Clinton şöyle diyor: İki karşıt Arap kampı arasındaki çatışmayla ilgili olarak, ABD'yi destekleyen kamp zayıflıyor. Bunu söyleyen kendisi, ABD Dışişleri Bakanı ABD'yi destekleyen kampın küçüldüğünü ve zayıfladığını söyledi. Neden? Çünkü bu kamp, halkına “ABD aracılığıyla Filistinlilerin haklarını geri alacağımıza güvenin” dedi. Şimdiye kadar müzakere yolu, Filistinlilerin veya Arapların inanabileceği bir sonuç vermedi. Öte yandan diyor ki: Kendilerine “Direniş Ekseni” diyenler (bizi kastediyor) başarılarını halkına kanıtlayabildi. Bu başarıların bazı harika örnekleri, güney Lübnan ve Gazze'nin kurtarılmasıdır. Bu nedenle, eğer işler şimdi olduğu gibi devam ederse, ben hala Hillary Clinton'dan alıntı yapıyorum… Eğer işler değişmezse, ne olacak? Onlar (ABD'yi destekleyen kamp) güvenilirliklerini tamamen kaybedecekler ve Direniş Ekseni daha fazla inandırıcılık kazanacak.

 

Artık yıldırım savaşları, kesin zaferler olmayacak, nüfus artışı oranları İsrail'in lehine olmayacak. Clinton, Filistinlilerle tarihi, makul bir çözüm için cömert bir teklif sunacak siyasi cesarete sahip olmadıkça İsrail'i acımasız bir geleceğin beklediğini söyleyerek bitiriyor. İsrail, halkını bu seçeneğe ikna edecek güçlü bir Filistinli lider tarafından desteklenebilecek bir taviz vermeli. 1967 topraklarında ve kesinlikle Trump'ın “Yüzyılın Anlaşması”na benzemeyen, Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak bir çözüm kastediyorum (diyor).

 

O dönemde Amerikalılar planlar yapıp haritalar çizdiler ve Ramallah ve komşu şehirlerin etrafındaki yerleşimlerin yanına bir çizgi koymaya karar verdiler. Bu plana göre Kudüs ile o hat arasındaki bölgeden tahliye edilmesi gereken 25.000 yerleşimci vardı. Ancak Netanyahu tüm projeyi reddetti ve “Ben bunu istemiyorum, geri adım atmayacağım, tek bir yerleşimciyi bile tahliye etmeyeceğim” dedi. Hillary Clinton'ın sunduğu umuda sarılmamakla kalmadılar, tüm Filistinlileri birleştiren “Yüzyılın Anlaşması” ile ters yola girdiler, çünkü bu anlaşmanın kabullenilmesi hiçbir surette mümkün değil. Yani bu kapı, bu küçük pencere de artık kapalı durumda.

 

İsrail'in varoluşsal sorusu kesinlikle geri dönüyor

 

Hillary Clinton ne diyor? Filistin liderliğiyle anlaşmaya varmak için cömert bir teklifte bulunabilecek cesur bir liderliğin yokluğunda, Filistin halkının kabul edeceği bir anlaşma… Eğer (böyle bir liderlik) yoksa, o zaman acımasız bir gelecek İsrail'i bekliyor. Bu ne anlama geliyor? Bu, İsrail'in ölümü için geri sayım başladı demek, çünkü siz (İsrailliler) savaşa giremez, (yeni Yahudi) göçmenler getiremez, Filistinlileri süremez veya kesin bir askeri zafer elde edemezsiniz ve anlaşma da yapamazsınız.

 

Seyyid Nasrallah, elde ettiği sonucu bu tür analizler üzerine inşa ediyor. Bu tahlilini kum üzerine değil, sağlam temeller üzerine inşa ediyor. Bu sağlam temeller Batı'nın ve Siyonist ruhunun derinliklerine kazınmıştır, başlarının büyük belada olduğunun farkındadırlar. Bu ifadeyi ilk kez kullanıyorlar. Siyonist rejimin “varlık yokluk” problemi masaya geri döndü. “Biz (İsrailliler) Kurtuluş Savaşı zamanına geri döndük”, bunlar Ariel Şaron'un sözleri. “1947'de bulunduğumuz yere geri döndük. Sağ kalacak mıyız yoksa aksi mi olacak? İsrail baki mi kalacak yoksa yok mu olacak?”

 

Bu da göstermektedir ki Seyyid Nasrallah bu öngörülerini somut verilere dayandırıyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak