Enis Nakkaş’ın Orta Doğu için çözümü: Bir Doğu Konfederasyonu (2)

Enis Nakkaş’ın Orta Doğu için çözümü: Bir Doğu Konfederasyonu (2)
Haritalar değişmeyecek çünkü onları değiştirmek yeni çatışmalara ve istikrarsızlıklara yol açabilir. Bununla birlikte, sınırların minimum kısıtlamaları olacaktır. Başka bir deyişle, siyah sınır çizgisi, neredeyse var olmayan AB sınırlarına benzer şekilde açık gri bir çizgiye dönüştürülecektir.

 

 

 

Middle East Observer

 

 

 

Enis Nakkaş: Bu karmaşık durum karşısında, yeni bir siyasi düşünce ile yeni bir Levant'ın kurulması için savaşa başlamak ve hâlihazırda devam etmekte olan bölgesel çatışmanın önceliklerini belirlemek gereğini duydum. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

 

İlk mücadele "Batılı ve Siyonist hegemonyadan ulusal kurtuluş" olarak adlandırılmalıdır. Ülkelerimiz hala Batılı ve Siyonist güçlerin doğrudan veya dolaylı işgali altındayken, ekonomik bir Rönesans, entelektüel ve sosyal kurtuluş hayal edemeyiz. Bu nedenle, Doğu’nun siyasi partileri ve hareketleri, Filistin'i kurtarmak adına bölgedeki direniş hareketini desteklemek için ulusal kurtuluşun kolektif bir misyon olması gerektiğini anlamalıdırlar. Bu savaş sırasında bölgeyi yabancı güçlerden ve Siyonizm’den temizlemek için bölgedeki Amerikan güçleri de yenilmelidir.

 

İkinci misyon, İbn Haldun'un tahakküm teorisinden farklı yeni siyasi fikirler bulmaktır (kısıtlama ve tahakküme dayalı bir iktidar biçimi olmadan hiçbir sosyal düzen olamaz teorisi). Çünkü önceki imparatorluklarla ilgili çalışmamız bunların baskın etnik gruplar, kabileler, klanlar veya aileler tarafından yönetildiklerini gösteriyor. Emeviler, tüm ümmeti “Emevi” adı altında yönetiyordu. Aynı durum, kendi zamanlarının hâkim grubu olan Abbasiler ve Osmanlılar için de geçerliydi. Bu imparatorluklar, sahip oldukları avantajlara ve güce rağmen, diyalog yerine tahakküm üzerine inşa edilmişlerdi. Tarihin o döneminde, karşılıklı anlayış ve sosyal sözleşmelere dayalı bir imparatorluk inşa etmek için tüm bu etnisiteleri ve halkları bir araya getiren bir diyaloğa sahip olmak çok zordu. Bunu, olayları değerlendirişimizin esasında realist olduğunu belirtmek için söylüyorum. Ancak bugün, gelişen bir ekonomi ve yüksek bölgesel güvenlik sunsa bile, hâkimiyet teorisi artık kabul edilebilir değildir. Ulusal, yerel ve dinî eğilimler, İbn Haldun tarafından sosyal dayanışma olarak tanımlanan “asabiyye”nin hegemonya ve hâkimiyetini kabul etmenin önünde engel olmayı sürdürmektedir.

 

Dolayısıyla tek çözümümüz “Doğu Konfederasyonu” adını verdiğimiz bir diyalog projesini sunmaktır. Bu proje, güçlü merkezi güvenliğe sahip, uluslararası çatışmanın farkında olan ve Avrupa sistemine benzer bir Doğulu sistem kurmak için stratejik bir diyalog başlatarak kaldıraç görevi görebilecek devletler arasındaki anlayış üzerine inşa edilmiştir.

 

Bu konfederasyon, hâkimiyet yoluyla değil de kültürel ve dinî mirasına, insan haklarına saygı duyan ve mevcut haritaları değiştirmeden yeni bir sistem kuran yeni bir sosyo-politik sözleşme ile geçmişteki imparatorluk azametini Doğu’ya geri getirecektir. Haritalar değişmeyecek çünkü onları değiştirmek yeni çatışmalara ve istikrarsızlıklara yol açabilir. Bununla birlikte, sınırların minimum kısıtlamaları olacaktır. Başka bir deyişle, siyah sınır çizgisi, neredeyse var olmayan AB sınırlarına benzer şekilde açık gri bir çizgiye dönüştürülecektir. Bir kişi, seyahat vizesine ihtiyaç duymaksızın tüm Levant'ın her yerine seyahat edebilecektir. Mallar bir ülkeden diğerine cüzi bir ücret haricinde gümrük bedeli ödenmeden taşınacaktır. Bir Levanten yatırımcı herhangi bir Levanten ülkeye rahatça yatırım yapacaktır. Ekonomik rönesans ayrıca tarımsal, endüstriyel ve enerji - petrol ve gaz - projeleri vb. ile entegre edilebilir.

 

Bu sistemi Avrupa'nın yaptığı gibi inşa edeceğiz. Sonuç olarak, İslami hareketin büyük hayalini, yani Ümmet’i birleştirmeyi gerçekleştirmiş olacağız. Bu sistem bir buçuk milyarı Müslümanı birleştirmez, ancak en azından Ümmet’in ana omurgası olan Levant'ı birleştirir. Şoven veya ırkçı olmayan Arap milliyetçilerinin büyük hayalini de gerçekleştirmiş olacağız. Onlar Batı ile yüzleşmek ya da Arapları Batı ve Siyonist saldırıya karşı birleştirmek için milliyetçiliği bir ideoloji olarak benimsemiş, ancak başarısız olmuşlardı.

 

Bu Doğu Konfederasyonu, Arap bölgesinin Siyonizm’den ve Batı kontrolünden kurtarılmasına yardımcı olacak ve önceki emperyal sistemler altında 1400 yıllık bir geçmişi paylaştığı Arap olmayan doğal komşularından pek çok ülkeyi de içerecektir.

 

Sonuç olarak, projemiz başarılı olamayan önceki projelerle entegre olacak ve petro-dolarlar tarafından finanse edilen Batı medyasının borazanlarının yarattığı atmosferden uzak yeni bir diyalog ortamı bulacaktır. Ne yazık ki, bölgemizdeki mezhepsel ve etnik çatışmaları körükleyen entelektüel zehirleriyle şeytani Batı medyası, artık karşımıza ne İngilizce ne de Fransızca olarak çıkıyor. Artık bu sorunları bize dayatan beyaz adam değil. Haberleri daha çok, kendilerini Amerikan-Siyonist projesinin hizmetine sunan Körfez ülkelerinin petro-dolarları tarafından finanse edilen Arap medyası aracılığıyla geliyor. Bu durum hiç kimse için sır değil.

 

Artık hiç kimse, tüm maskeler düştüğü için belirli bir devleti haksız yere Amerika'nın ve Siyonizm’in müttefiki olmakla itham ettiğimizi söyleyemez. Bazı Arap devletleri Amerika'nın bölgesel ve uluslararası stratejilerine 70 yıldır hizmet ettiklerini kabul ettiler. Bugün, gerçek düşüncelerini, Siyonizm ve ABD ile ilişkilerini alenen paylaşıyorlar. Onlar için Arap milliyetçiliği ve İslam; hiçbir ideolojik, politik veya kültürel önemi olmayan bir folklorik unsur haline gelmiştir. Kendi halklarının ve bölge halkının iradesine hiçbir saygıları yok. Bütün bu unvanları (Arapçılık ve İslam) kaybettiler. Bununla birlikte, Arap medyası üzerinde güçlü bir kontrolleri var çünkü bu medyanın %80'i monarşik Arap petrolü tarafından finanse ediliyor. Kısacası, büyük bir yerel ve uluslararası saldırı ile karşı karşıyayız.

 

İnanıyorum ki, ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülke veya hiçbir parti tek başına böyle bir saldırı ile yüzleşemez. Türkiye bile mevcut kabiliyetleriyle, ekonomik ve askerî imkânları ne kadar büyük olursa olsun bölgeyi tek başına savunamaz ve işleri tek başına yürütemez. Çünkü Türkiye, çağrıda bulunduğumuz sosyo-politik ve güvenlik paktına ve diyaloğa katılmadan bireysel olarak harekete geçerse, bölgedeki diğer güçler bundan rahatsız olacak ve “Yeni Osmanlı ile mücadele” başlığı altında bir direniş başlatacaktır. Türkiye'deki bazı insanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nu aynı eski aşırı milliyetçilikle diriltme fikrine sahip olabilir, ancak bugünlerde bu imkânsız.

 

Bugün, İsrail ve bölgedeki ABD varlığına karşı direniş eksenine liderlik eden ve silahlı ulusal kurtuluş hareketini Batı varlığına karşı yöneten İran, aynı zamanda daha geniş bir bölgesel diyalog (henüz başaramadı) için diğer güçlerle işbirliği yapmak zorundadır. Ancak belirtmem gereken bir avantaj var, o da Türkiye-İran ikili işbirliğinin neredeyse kusursuz olması. Bununla birlikte, her iki ülkenin üzerinde anlaşamadığı birçok bölgesel sorun vardır ve bunların en önemlisi diğer bazı konulara ek olarak Suriye’deki çatışmadır. Filistin konusunda bile ikisi arasında farklılıklar mevcuttur. İran'ın müdahalesi, Filistin direnişini her mümkün yolla ve koşulsuz olarak desteklemeyi amaçlayan silah ve teçhizat yardımıyla ABD ve İsrail'e meydan okuyan bir angajman haline geldi. Türkiye ise Filistin halkını Siyonizm’i rahatsız etmeden destekliyor. İsrail'i bir devlet olarak tanımasını geri çekmeyi reddediyor, ABD'yi rahatsız etmiyor ve Filistin direnişini silahla desteklemiyor. Bu sorunları çözmek için bir diyalog olmalı.

 

İbn Haldun'un bölgeyi kontrol edecek tek asabiyye (sosyal olarak uyumlu grup) kavramından uzaklaşan bir Doğu Konfederasyonu inşa etmeyi amaçlayan diyaloğun bölgeye ideolojik barış getireceğini düşünüyorum. Çünkü Türk bloğu büyük bir Sünni bloğunu ve İran ekseni de İslam Ümmetindeki en büyük Şii bloğunu temsil ediyor. Bu nedenle iki ülke arasında daha fazla işbirliği; Siyonistlerin, ABD'nin ve ümmetimizin tüm düşmanlarının -ve hatta aramızdaki Tekfircilerin- bizi zayıflatmak için ateşlemeye çalıştıkları bu mezhepçi çatışmayı sonlandıracak bir soluk getirecektir. Diğer bir deyişle, Doğu Konfederasyonu çağrısı yapan bizlerin, ne yaptığımızı ve bunu neden yaptığımızı kamuoyuna açıklayan bir entelektüel sistem kurmamız gerekir. Hareketimiz gizli ya da özel olmamalı ve taktiklerimiz net olmalı ki hiçbir grup hâkimiyet kurmakla suçlanmasın.

 

Burada en önemli şey bir mezhebin kendi potansiyeliyle hegemonya kurması fikrinin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğidir. Partileri, güçleri, hareketleri, düşünürleri, yazarları ve gazetecileri hegemonya yoluyla değil diyalog ve konferanslar yoluyla bölgesel düzeyde sosyal, askerî ve siyasi birliğe itmeliyiz. Bu yaklaşım mali, ekonomik, askerî ve güvenlikle ilgili kapasitelerin konsolide edilmesini kolaylaştıracaktır. Herkesin başkasının doktrininden, milliyetçiliğinden ve hatta aşiretinden korkmasına yol açan, bölgede hüküm süren endişe verici fikirleri de ortadan kaldıracaktır. Herkesin bölgede (ülkelerimiz arasında) büyük bir füzyon olduğunu hissetmesi için -kaybedenler olmaksızın herkes için bir kazan-kazan durumu yaratacak nükleer bir füzyon- bu gereklidir.

 

Bu, müşteri rejimlerinin bölgemize nasıl yerleştirildiğini, doğal kaynakların önemini ve coğrafi haritaların nasıl oluşturulduğunu tarihsel olarak gösterdiğim kitabımda yazdığım şeydir. Coğrafya, genellikle unuttuğumuz bir baskın faktördür. Coğrafya, sadece sınırlarla değil, aynı zamanda doğal kaynaklarla ve doğal coğrafyaların ovalar, dağlar ve vadilerle bağlantılı olmasıyla da ilgilidir. Petrol ve gaz rezervuarlarını ifade eder. Ekonomik nakliyat ve yolcuların seyahati ile ilgili olarak transit hatlar, enerji geçiş yolları ve bunların ördüğü ağların ve entegrasyonun potansiyelleri ile ilgilidir.

 

Bu nedenle coğrafya unutulmaması gereken baskın bir faktördür. Geçmişte açık bir coğrafyada, katı ulusal sınırlar olmadan yaşıyorduk. Bugün son derece utanç verici olan şey şu ki, Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce inşa edilen Hicaz Demiryolu hattı, İstanbul'dan Hicaz’a kadar, Bağdat ve Filistin üzerinden tüm bu ülkelerden geçmekteydi. Bugün bu projenin bu bölgeleri birbirine bağlayacak bir kısmını bile uygulayamıyoruz.

 

Ne yazık ki bugün, Emirlik'in Siyonistlerle bağlarının normalleşmesinden sonra karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike şudur: işler Siyonistlerin istediği gibi giderse, Arap Yarımadası'ndan Hayfa limanına gidecek trenler göreceksiniz. Arap Yarımadası'ndan işgal altındaki Filistin'e gidip gelen günlük uçak ve gemi trafiğine tanık olacaksınız. Siyonistler ve müttefikleri, Ümmetimizin birliğine, Filistin'in özgürlüğüne ve Hz. Muhammed'in (s.a.a.) gerçek İslam’ına karşı komplo kuran bölgesel bir ağ kuracaklar. Onlar paralarıyla hepimizi baypas etmek istiyorlar fakat bizim hâlâ bu konfederasyonu inşa etme fırsatımız var.

 

Bu Doğu Konfederasyonu’nun ana hedefleri şunlar olmalıdır: İsrail'i yok etmek, bölgeyi Batı ve Amerikan hegemonyasından kurtarmak; ekonomik ağ kurma ve entegrasyon, bölgenin sosyal ve entelektüel yeteneklerini birleştirme; yatırım ve işbirliği için Levant devletleri arasındaki sınırların açılması ve Doğu İmparatorluğunu ulusal veya mezhepsel hegemonya yoluyla değil de tüm tarafların katılımı ve gönüllü bir şekilde yeniden canlandırmak. Bu hedeflere ulaşmak için bölge bilginlerinin, İslami siyasi düşünceyi yeniden formüle etmek ve modern İslam hukukunu yeniden incelemek için kolektif eylemi gereklidir. Yeni bir İslami bir kanun dediğimde, yeni bir kanun icat etmemiz gerektiğini kastetmiyorum…

 

Bu yeni bir düşünme biçimidir; bu, özellikle tüm gücümüzle birlikte olduğumuz için şiddetle ihtiyacımız olan yeni bir siyasi mantık… Biliyorum ki bugün Direniş Ekseni, yani Suriye, İran ve diğer yerlerdeki kapasitelere ek olarak Lübnan ve Filistin'deki direniş, zaferin kesinlikle bizim olacağı bir savaşla Siyonist düşmanı yenebilir. Ama soru şu: Bu zaferden sonraki ilk gün Levant Bölgesi nasıl görünecek? Türkiye hangi pozisyonu alacak? Mısır hangi pozisyonu benimseyecek? Siyonist rejimin mevcut müttefikleri hangi pozisyonu benimseyecekler? Zaferden sonraki durum nasıl olacak? Amerika'nın bölgeden çıkışının çok yakında gerçekleşeceğinden şüphe duyan var mı? Bu boşluğu kim dolduracak? Bu bölgede dengeyi kim koruyacak? Irak'tan büyük, Suriye'den, İran'dan, Türkiye'den ve Lübnan'dan büyük, herkesin yararına ve çıkarına hizmet eden bir proje yoksa tüm bölgeyi kasıp kavuran bu büyük yangını kim durduracak? Dinlediğiniz için teşekkürler.

 

 

 

Çeviri: Medya Şafak