Ahmed el-Kâtib’e Reddiye (2): On İki İmamın her birinin Hz. Peygamber’den özel bir ahitle atandığına dair vasiyet

Ahmed el-Kâtib’e Reddiye (2): On İki İmamın her birinin Hz. Peygamber’den özel bir ahitle atandığına dair vasiyet
Yazarın “İmamlar kendilerinden sonraki vasilerinin isimlerini ancak ömürlerinin son demlerinde öğrenebiliyorlardı” şeklindeki iddiası Safvân’ın rivayetinin yanlış anlaşılması üzerine kurulmuştur. Hâlbuki Safvân, İmam Rıza’ya (a.s.) sonraki imamın imamet makamını bilfiil üstlenmesinin vaktini; yani önceki imamın vefatını anladığında mı yoksa vefat haberinin kendisine ulaştığı an ile mi başladığını sormaktadır.

 

 

Ahmed el-Kâtib’e Reddiye (2):

 

 

 

Sâmî el-Bedrî

 

 

On İki İmamın her birinin Hz. Peygamber’den özel bir ahitle atandığına dair vasiyet var mıydı?

 

Ahmed el-Kâtib şöyle demektedir: İmamlar kendilerinden sonraki vasilerinin isimlerini ancak ömürlerinin son demlerinde öğreniyorlardı.

 

Ben derim ki:

 

İmam Sâdık’tan (a.s.) aktarılan sahih rivayetlerde geçtiğine göre O, ashabından birisine şöyle buyurmuştur: İşin bize bırakıldığını, bizim de dilediğimiz kimseye bunu verdiğimizi mi düşünüyorsunuz? Hayır, vallahi bu Resûlullah’tan (s.a.a.) Ali’ye, O’ndan sonra da bu işin sahibine varıncaya kadar sırayla bir kişiden diğerine verilen bir ahittir.”[1]

 

 

Şüphe:

 

Saffâr Basâirü’d-Derecât, Kuleynî el-Kâfî, Himyerî Kurbu’l-İsnâd, Ayyâşî Tefsir, Müfîd el-İrşâd ve el-Hürr el-Âmılî (İsbâtü’l-Hüdât) adlı eserlerinde bulunan ve daha birçok müellif tarafından başka kitaplarda kaydedilmiş pek çok rivayet gösteriyor ki İmamların kendileri dâhil hiç kimse Resûlullah (s.a.a.) zamanından beri mevcut ve önceden hazırlanmış bir ‘‘İmamlar listesi’’ hikâyesinden haberdar değildi. Her imamın vefat etmesinin ardından şaşkınlık ve ihtilafa düşen ve yeni imamı tanımadan ölmemeleri için her imamın kendisinden sonraki imamı belirlemesini ve onun adını açık biçimde vermesini isteyen Şia veya İmâmiyye bir yana, İmamların kendileri de imam olacaklarını bilmedikleri gibi, sonraki imamın da kim olacağını bilmiyor, bunu ancak ömürlerinin son demlerinde öğreniyorlardı.

 

Saffâr Besâirü’d-Derecât’ta “İmamlar, kendilerine vasiyette bulunacakları kimseleri vefat edecekleri sırada Allah’ın kendilerine bildirmeleriyle öğrenirler” bab başlığı altında İmam Sâdık’tan (a.s.) şu mealde bir hadis rivayet etmektedir:

 

Hiçbir âlim, Allah kendisine kime vasiyet edeceğini bildirmeden vefat etmez.[2]

 

Kuleynî de el-Kâfî’de hem bunu hem de İmam’ın şu sözünü rivayet etmiştir:

 

İmam kendisinden sonrakinin kim olacağını bilip ona vasiyet etmedikçe ölmez.[3]

 

Bu da imamların daha önceden kendilerinin haleflerini tanımadıklarını veya kendilerinden önce hazırlanmış olan herhangi bir listeden habersiz olduklarını göstermektedir. Saffâr, Sadûk ve Kuleynî daha da ileri giderek Ebû Abdullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

 

Vefat edecek imamın yerine geçecek olan, imam olduğunu ve Emr’in (Velâyet’in) kendisine devredildiğini önceki imamın ömrünün son dakikasında öğrenir.[4]

 

 

Şüphenin Reddi:

 

Bu şüpheye şu şekilde cevap veririz:

 

Yazar belirttiği rivayetlerin bir bölümünü anlamada hataya düşmüş, bir bölümünü de mücmel olmaları nedeniyle canının arzuladığı şekilde yorumlamıştır. Hâlbuki o bu hadisi, bu tür hadislerden daha açık ve sarih olan hadisler ışığında anlamalıydı.

 

Yazarın bariz bir şekilde yanlış anladığı hadis Safvân’ın aşağıdaki rivayetidir.

 

عن صفوان قال: قلت للرضا عليه السلام:

أخبرني عن الامام متى يعلم أنه إمام؟ حين يبلغه أن صاحبه قد مضى أو حين يمضي؟

مثل أبي الحسن قبض ببغداد وأنت ههنا، قال: يعلم ذلك حين يمضي صاحبه، قلت:

بأي شئ؟ قال: يلهمه الله.”

 

Safvân şöyle rivayet etmiştir:

 

İmam Rıza’ya (a.s.) ‘‘İmamın ne zaman imam olduğunu bildiğini bana söyler misin? Acaba O kendisinden önceki imamın öldüğü kendisine ulaştırıldığı zaman mı, yoksa öldüğü sırada mı imam olur? Nitekim Ebu'l-Hasan (a.s.) Bağdat’ta vefat etmişti ve sen de burada (Medine’de) idin’’ dedim.

 

İmam (a.s.) ‘‘Kendisinden önceki imam vefat ettiği an, imam olduğunu bilir’’ buyurdu.

 

Ben ‘‘Ne ile bilir?’’ diye sorunca İmam ‘‘Allah’ın kendisine ilham etmesiyle’’ buyurdu.[5]

 

Açıktır ki İmam Rıza’nın (a.s.) “Önceki imam vefat ettiği an bilir” şeklindeki sözü “sonraki imam, işin (Emr’in) kendisine geçtiğini nasıl bilir?” şeklindeki sorunun cevabıdır. Soruyu soranın muradı sonraki imamın imamet makamını üstleniş haliyle bağlantılıdır. Muradın bu olduğuna dair eldeki veriler şunlardır:

 

Birisinin susan imam olması haleti hariç aynı anda iki imam olmaz. Bir diğer husus da önceki imamın uzak bir mekânda vefat etmesi ve onun vefat haberinin sonraki imama ulaşmasının zaman almasıdır. Nitekim İmam Kâzım’ın (a.s.) Bağdat zindanında vefat ettiğinde vasisi İmam Rıza’nın (a.s.) Medine’de bulunması, yine İmam Rıza’nın (a.s.) Horasan’da vefat edip vasisi İmam Cevâd’ın (a.s.) Medine’de olması bunun örnekleridir. Böylece rivayetin, “Sonraki imamın imamet makamına ne zaman geldiği ve fiilî olarak sorumluluklarını ne zaman üstlendiği” şeklindeki bir sorunun cevabını ele aldığı anlaşılıyor. Yoksa rivayet “sonraki imamın, kendisi hakkındaki nasları ve önceki imamın kendisinin imametine ilişkin vasiyetine ne zaman muttali olduğu” şeklindeki bir soruyu konu edinmemektedir.

 

Başka bir ifade ile söyleyecek olursak ele alınması gereken iki mesele bulunmaktadır.

 

 

İlk nokta:

 

 

Sonraki imama ilişkin önceki imamın nassının (açık ifadesinin), ileride buna ilişkin örneklerde görüleceği üzere, sonraki imamın hayatının erken yaşlarında elde edilmesi de mümkündür.

 

İkinci nokta:

 

 

Vasinin imamet sorumluluğunu fiilen üstlenmesi, önceki imamın vefat ettiği anda gerçekleşmektedir. Sonraki imam, önceki imamın vefat haberi kendisine ulaştığı zaman bu makama geçiyor değildir. İkisinin arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun imam, önceki imamın ölümünü ilâhî ilham ile bilir.

 

Yazarın mücmel olması nedeniyle diğer hadislerin ışığında anlaması gereken rivayet ise İmam’ın şu buyruğudur:

 

لا يموت الامام حتى يعلم من بعده فيوصي إليه/ İmam kendisinden sonraki imamın kim olacağını bilip ona vasiyet etmedikçe ölmez.”

 

Yazar, bu ve benzeri hadisleri anlama konusunda daha açık ve detaylı hadislere müracaat etmeliydi. İfadeleri açık olan rivayetler çoktur. Kuleynî ve Saffâr’ın, Amr b. Musâb, Amr b. el-Eşas, Ebû Basîr, Sedîr, Muâviye b. Ammâr kanalıyla Ebû Abdullah İmam Sâdık’tan (a.s.) rivayet ettikleri hadis bunlardandır. Ebû Abdullah hem bu ismi geçen zatlara hem de diğerlerine şöyle buyurmuştur:

 

أترون أن الموصي منا يوصي إلى من يريد؟ لا والله ولكنه عهد من رسول الله صلى الله عليه وآله إلى رجل فرجل حتى انتهى إلى نفسه

 

“Siz, bizden birinin, imamlığı kendisinden sonra istediği kişiye vasiyet ettiğini mi sanıyorsunuz? Hayır, vallahi! Bu, Resûlullah’a (s.a.a.) verilmiş bir ahittir. Her kişi, kendisinden sonrakine devretmiş ve şimdiki sahibine kadar gelmiştir.”

 

Hadisin bir diğer varyantında ise şu ifadeler geçmektedir:

 

حتى ينتهي الامر إلى صاحبه / derken emir gelip sahibini bulmuştur.”[6]

 

Bu hadisler ışığında yazarın kastettiği mücmel rivayetin şu manaya geldiği anlaşılıyor:

 

Önceki imam, bir vasiyette bulunmadan ve kendisinden sonraki imamı tanıtmadan vefat etmez.

 

Dolayısıyla da yazarın “önceki imam kendisinden sonraki imamın kim olacağını ancak ömrünün en son aşamasında bilebiliyordu” şeklindeki tespitinin doğru olmadığı anlaşılıyor.

 

Onun bu görüşünü yukarıda geçen ve Hz. Resûlullah’tan sonra imamların isim-isim sırayla belirtildiği şeklindeki rivayet çürütmektedir. Bunun yanı sıra Ebu’l-Hasan Musâ Kâzım (a.s.) hakkında babası İmam Sâdık’ın (a.s.) nassını içeren rivayetler de bu iddiayı çürütmektedir. Nitekim Safvân el-Cemmâl’ın şu rivayetini buna örnek olarak sunabiliriz:

 

عن صفوان الجمال قال: سألت أبا عبد الله عليه السلام عن صاحب هذا الامر، فقال: إن صاحب هذا الامر لا يلهو ولا يلعب، وأقبل أبو الحسن موسى - وهو صغير ومعه عناق مكية وهو يقول لها: اسجدي لربك - فاخذه أبو عبد الله عليه السلام وضمه إليه وقال: بأبي و أمي من لا يلهو ولا يلعب.”

 

Safvan el-Cemmâl şöyle rivayet etmiştir:

 

Ebû Abdullah’a ‘‘Bu işin sahibi kimdir?’’ diye sordum.

 

O ‘‘Bu işin sahibi eğlenip oynamayan biridir’’ buyurdu.

 

Sonra, yanında Mekke cinsi bir oğlakla gelen ve oğlağa ‘‘Rabbine secde et!’’ diyen çocuk Ebu'l-Hasan Musâ çıkageldi. Ebû Abdullah (a.s.) O’nu tuttu ve bağrına bastı. Sonra ‘‘Eğlenmeyen ve oynamayan kimseye anam babam feda olsun!” dedi.[7]

 

Ayrıca henüz beşikte olan İmam Kâzım’a nasla işaret eden Yakub es-Serrâc’ın rivayeti de yazarın görüşünü çürütmektedir.[8] Bu anlamda başka rivayetler de bulunmaktadır.

 

İmam Rıza’ya ve oğlu İmam Cevâd’a (a.s.) yönelik nasları içeren İmam Rıza’dan (a.s.) aktarılan hadisler de bu kategoridedir. Bunların bir bölümü İmam Kâzım’dan (a.s.) -hapiste bulunduğu bir esnada- rivayet edilmiştir. Nitekim Hüseyin b. Muhtâr’ın rivayeti bu şekildedir.[9] Bunların bir bölümü ise hapse girmeden önce kendisinden rivayet edilmiştir. Nitekim Muhammed b. Sinân’ın (ö. h. 220) şu nakli bu tür rivayetlerdendir.

 

عن ابن سنان قال: دخلت على أبي الحسن موسى عليه السلام من قبل أن يقدم العراق بسنة وعلي ابنه جالس بين يديه، فنظر إلي فقال: يا محمد أما إنه سيكون في هذه السنة حركة، فلا تجزع لذلك، قال: قلت: وما يكون جعلت فداك؟ فقد أقلقني ما ذكرت فقال: أصير إلى الطاغية، أما إنه لا يبدأني منه سوء ومن الذي يكون بعده، قال: قلت:

وما يكون جعلت فداك؟ قال: يضل الله الظالمين ويفعل الله ما يشاء، قال: قلت: وما ذاك جعلت فداك؟ قال: من ظلم ابني هذا حقه وجحد إمامته من بعدي كان كمن ظلم علي بن أبي طالب حقه وجحده إمامته بعد رسول الله صلى الله عليه وآله، قال: قلت: والله لئن مد الله لي في العمر لاسلمن له حقه ولاقرن له بإمامته، قال: صدقت يا محمد يمد الله في عمرك وتسلم له حقه وتقر له بإمامته من يكون من بعده، قال: قلت:

ومن ذاك؟ قال محمد ابنه، قال: قلت: له الرضا والتسليم.”

 

İbn Sinan şöyle rivayet etmiştir:

 

Irak'a gelmesinden bir yıl önce Ebü'l-Hasan Musâ’nın (a.s.) huzuruna vardım. Oğlu Ali de önünde oturuyordu. Bana baktı ve ‘‘Ey Muhammed! Bu sene bir hareketlilik olacak. Bundan dolayı telaşlanma’’ dedi.

 

‘‘Ne olacak, kurban olduğum! Sözün benim kanımı dondurdu’’ dedim.

 

Buyurdu ki: ‘‘Tağutların bulunduğu yere gideceğim. Fakat ondan ve ondan sonraki halifeden bana bir kötülük gelmeyecektir.’’

 

‘‘Peki, ne olacak, kurban olduğum?’’ dedim.

 

‘‘Allah zâlimleri saptırır ve dilediğini yapar’’ diye buyurdu.

 

Dedim ki: ‘‘Ne olacak, kurban olduğum?’’

 

‘‘Şu oğluma zulmeden ve benden sonra O’nun imamlığını inkâr eden kimse, Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra Ali b. Ebû Tâlib’e (a.s.) zulmeden, O’nun hakkını inkâr eden kimse gibidir’’ diye buyurdu.

 

‘‘Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah bana ömür verirse ben O’nun hakkını mutlaka teslim ederim ve O’nun imamlığını kesinlikle kabul ederim’’ dedim.

 

‘‘Doğru söyledin, ey Muhammed! Allah sana ömür verecek ve sen O’nun hakkını teslim edecek, hem O’nun hem de O’ndan sonraki İmam'ın imamlığını kabul edeceksin’’ buyurdu.

 

‘‘Ondan sonraki imam kimdir?’’ diye sordum.

 

‘‘Oğlu Muhammed'dir’’ buyurdu.

 

‘‘O’na da razı oluyor ve teslim oluyorum” dedim. [10]

 

Buna göre İmam Kâzım (a.s.) sadece İmam Rıza’yı (a.s.) nasla belirlememiş, İmam Rıza’dan sonraki imamın (İmam Cevâd) ismini de haber vermiştir.

 

İmam Rıza’nın oğlu İmam Cevâd’a (a.s.) ilişkin nassını içeren Hasan b. Beşşâr’ın rivayeti de bu kategoriye girmektedir.

 

عن الحسين بن بشار قال: كتب أبن قياما إلى أبي الحسن عليه السلام كتابا يقول فيه:

كيف تكون إماما وليس لك ولد؟ فأجابه أبو الحسن الرضا عليه السلام - شبه المغضب -: وما علمك أنه لا يكون لي ولد والله لا تمضي الأيام والليالي حتى يرزقني الله ولدا ذكرا يفرق به بين الحق والباطل.”

 

Hüseyin b. Beşşâr[11] şöyle rivayet etmiştir:

 

İbn Kıyâmâ, Ebü’l-Hasan er-Rıza’ya (a.s.) bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu:

 

‘‘Sen nasıl imam olabilirsin ki, çocuğun yoktur?’’

 

Ebü'l-Hasan er-Rıza (a.s.) -öfkeli bir ifadeyle- ona şu cevabı verdi: ‘‘Benim çocuğumun olmayacağını nereden biliyorsun? Allah’a yemin ederim ki, günler ve geceler sonlanmadan Allah, bana bir erkek çocuk bahşedecek ve bu çocuk, hak ile bâtılı birbirinden ayıracaktır.”[12]

 

Ebû Yahyâ es-San’ânî’nin şu rivayeti de bu anlamdadır.

 

عن أبي يحيى الصنعاني قال: كنت عند أبي الحسن الرضا عليه السلام فجيئ بابنه أبي جعفر عليه السلام وهو صغير، فقال: هذا المولود الذي لم يولد مولود أعظم بركة على شيعتنا منه

 

Ebû Yahya es-San’anî şöyle rivayet etmiştir:

 

Ebü'l-Hasan er-Rıza’nın (a.s.) yanındaydım. Bir ara henüz küçük bir çocuk olan oğlu Ebû Cafer getirildi.

 

Dedi ki: ‘‘Bu öyle bir çocuktur ki Şiâ’mız için büyük bir bereket kaynağı olan bunun gibi başka bir çocuk dünyaya gelmiş değildir.”[13]

 

عن صفوان بن يحيى قال: قلت للرضا عليه السلام: قد كنا نسألك قبل أن يهب الله لك أبا جعفر عليه السلام فكنت تقول: يهب الله لي غلاما، فقد وهبه الله لك، فأقر عيوننا، فلا أرانا الله يومك فإن كان كون فإلى من؟

فأشار بيده إلى أبي جعفر عليه السلام وهو قائم بين يديه، فقلت: جعلت فداك هذا ابن ثلاث سنين؟! فقال: وما يضره من ذلك فقد قام عيسى عليه السلام بالحجة وهو ابن ثلاث سنين

 

(...) Safvân b. Yahya şöyle rivayet etmiştir:

 

İmam Rıza’ya (a.s.) ‘‘Allah henüz sana Ebû Cafer’i (a.s.) bağışlamamışken, bu hususta sorular sorardık ve sen de bize ‘Allah bana bir erkek çocuk bağışlayacaktır’ derdin. Gerçekten Allah sana bir erkek çocuk verdi de bizim gözlerimizi aydınlattı. Allah bize o günleri göstermesin ama emr-i hak vaki olursa, imam olarak kime tâbi olacağız?’’ diye sordum.

 

Önünde duran Ebû Cafer’i (a.s.) işaret etti.

 

‘‘Sana kurban olayım, o henüz üç yaşında bir çocuk!’’ dedim.

 

‘‘Bunun bir zararı yoktur. Nitekim İsa (a.s.) da henüz üç yaşındayken Allah’ın hüccetiydi” buyurdu.[14]

 

(Şeyh Müfîd’in el-İrşâd’ında ve İlamü’l-Verâ’da ‘‘üç yaşından küçük’’ ifadesi geçmektedir.)

 

 

Özet:

 

Yazarın “İmamlar kendilerinden sonraki vasilerinin isimlerini ancak ömürlerinin son demlerinde öğrenebiliyorlardı” şeklindeki iddiası Safvân’ın rivayetinin yanlış anlaşılması üzerine kurulmuştur. Hâlbuki Safvân, İmam Rıza’ya (a.s.) sonraki imamın imamet makamını bilfiil üstlenmesinin vaktini; yani önceki imamın vefatını anladığında mı yoksa vefat haberinin kendisine ulaştığı an ile mi başladığını sormaktadır.

 

Nitekim İmam Kâzım (a.s.) ile İmam Rıza (a.s.) veya İmam Rıza ile İmam Cevâd (a.s.) örneklerinde olduğu gibi önceki imam ile sonraki imamın birbirlerinden uzak şehirlerde yaşamaları halinde böyle bir durum söz konusudur.

 

Beri taraftan yazar Saffâr’ın Besâirü’d-Derecât’ta ve Kuleynî’nin el-Kâfî’de rivayet ettikleri, her imamın kendisinden sonraki imama yönelik nassının Hz. Peygamber’in bir ahdi olduğu şeklindeki nakillerden, önceki imamın kendisinden sonraki imama işaret ettiği ve İmam Sâdık ile İmam Kâzım (a.s.) örneklerinde olduğu gibi henüz küçük yaşlardayken imam olunacağı ifadelerini içeren birçok rivayetten gafil davranmıştır. Nitekim İmam Rıza (a.s.), henüz üç yaşında bir çocuk olan İmam Cevâd’ın (a.s) ileride imam olacağını açıkça belirtmiştir.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[1] Hadisin Arapça metni: عن أبي عبد الله عليه السلام قال أترون الامر إلينا ان نضعه فيمن شئنا كلا والله انه عهد من رسول الله صلى الله عليه وآله إلى علي بن أبي طالب عليه السلام رجل فرجل إلى أن ينتهى إلى صاحب هذا الامر

Bkz: Saffâr (h. 290), Muhammed b. Hasan, Basâirü’d-Derecât, s. 491, Müessesetü’l-Alemî, Tahran-1404.

[2] Basâirü’d-Derecât, s. 473.

Hadisin Arapça metni: ما مات عالم حتى يعلمه الله إلى من يوصي

[3] Kuleynî, el-Kâfî, c. 1, s. 277.

Hadisin Arapça metni: لا يموت الامام حتى يعلم من بعده فيوصي إليه

[4] Basâirü’d-Derecât, s. 478; el-İmâme ve’t-Tabsıra mine’l-Beyân, Bab No: 19, s. 84; el-Kâfî, c. 1, s. 275.

Hadisin Arapça metni:ان الامام اللاحق يعرف إمامته وينتهي إليه الامر في آخر دقيقة من حياة الاول

[5] el-Kâfî, c. 1, s. 381, “Babun fi enne’l-imâme ya’lemu enne’l-emre kad sara ileyhi”, Hadis No: 4.  

[6] el-Kâfî, c. 1, s. 277, “Babun enne’l-imâmete ahdun minAllahi azze ve celle mahudun min vahidin ila vahidin”, 1-4. rivayetler; Saffâr, Basâirü’d-Derecât, s. 470, 1, 10 ve 12. rivayetler.  

[7] el-Kâfî, c. 1, s. 311, “Babun el-İşâretü ve’n-nassu alâ Ebi’l-Hasan Musa (a.s.)”, Hadis No: 15.

[8] A.g.e., c. 1, s. 310, Hadis No: 11.

[9] el-Kâfî, c. 1, s. 313 “Babun el-İşâretü ve’n-nassu alâ Ebi’l-Hasan er-Rıza”, Hadis No: 9.

[10] el-Kâfî, c. 1, s. 319, a.g.y., Hadis No: 16.

[11] Kâfî’nin bazı nüshalarında bu isim Hüseyin b. Yesâr olarak geçmektedir. (Çev.)

[12] e-Kâfî, c. 1, s. 320 “Babun el-İşâretü ve’n-nassu alâ Ebî Cafer es-Sânî”, Hadis No: 4.

[13] A.g.e., c. 1, s. 321, a.g.y., Hadis No: 9.

[14] A.g.e., c. 1, s. 321, a.g.y., Hadis No: 10.