Kur'ân-ı Kerim'in tevili ve İmam Ali'nin tevil için savaşması (10) (SON)

Kur'ân-ı Kerim'in tevili ve İmam Ali'nin tevil için savaşması (10) (SON)
Ömer b. Ali b. Hüseyn babası Ali’nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir gün Mervân vali iken ‘‘Şu topluluğun içinde Osman’ı -bizim adamımız olduğu halde- sizin adamınızdan -yani Ali'den- daha fazla müdafaa eden kimse olmamıştır!’’ dedi. Ben de ‘‘Peki ne oluyor da siz hutbeye çıkınca O’na sövüp sayıyorsunuz’’ dedim. Mervân da “Vallahi bu idare işi şimdilik ancak böyle yürüyor!’’ dedi.

 

Sunucu: Rahmân Rahîm Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla... Salât ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.a.) ve O'nun pak Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

Saygıdeğer Seyyid, önceki programda Benî Ümeyye teşkilatından ve Resûlullah'ın vefatından sonra Emeviler tarafından düzenlenen bir komplodan bahsettiniz. Bunlar tenzil dönemi merhalesinde İslam'ın işini bitiremeyince siyasi makamları ele geçirmek istediler. Bu konuyu teyit eden başka kanıtlar varsa buyurunuz, takdim ediniz lütfen.  

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programlarda “Sünnetimi ilk değiştiren Benî Ümeyye'den bir adam olacaktır” hadisini okumuştuk. Bu hadiste kastedilen sadece tek bir sünnetin değiştirilmesi değildir. Esasında Sünnet-i Nebeviyye'nin tümüyle ortadan kaldırılmasından bahsetmekteyiz. Emevî teşkilatı işte bunun savaşımını verdi. İşte işaret ettiğimiz bu yorumu Ehl-i Sünnet'in çağdaş âlimlerinden Allame Alâyilî'nin eserinden pasajlar okuyarak desteklemeye çalıştık ki kimsenin aklında ‘‘bu tür değerlendirmeler Sadr-ı İslam'ın Şiî okunuşudur'' şeklinde bir algı oluşmasın. Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden de bir grup bu önemli sonuca ulaşmışlardır. Emevî Hanedanı tenzilî İslam'ın karşısında durmak istediler ve bunu başaramayınca Mekke'nin Fethi esnasında İslam dinine girmek zorunda kaldılar. Bu esnada da İslam'a bir tuzak kurdular ve başka bir İslam ihdas ettiler. İşte bu İslam, önceki programlarda işaret ettiğimiz ‘‘tevilî nifak''tır. Önceki programda bu alanla ilgili birtakım açıklamalar okuduk. Ben burada sadece tek bir cümleye işaret etmek istiyorum.

 

Allame Alâyilî İmam Hüseyin adlı eserinde şöyle diyor:

 

Benim kanaatime göre halifeler döneminde İslam toplumundaki bütün karmaşa ve fitnelerde Emevîlerin parmağı vardır.[i]

 

Bu cümle açık olup herhangi bir açıklamaya ihtiyaç bırakmamaktadır. İlerleyen bölümlerde Osman'ın ölümüne neden olan olayları ele aldığımızda konu açıklığa kavuşacaktır. Bu fitneler birer başlangıç olup sonrasında da durmaksızın devam etmiştir. Allame Alâyilî'nin başka bir önemli ifadesi daha var. Aziz dostların bu cümleye de dikkat etmelerini istiyorum. O ileride de ele alacağımız şu konu çerçevesinde şöyle demektedir:

 

Kaderin cilvelerinden biri de şudur ki Amr b. el-Âs, Osman'ın öldürülmesi için insanları teşvik etmiş, Aişe alenî bir şekilde ona karşı cephe almış, Muâviye onun yardımına koşmamış, Talha ve Zübeyr Osman'ın aleyhinde yardımlaşmış, sonra da bunların tümü Osman'a karşı samimi olan ve kötü sonla karşılaşmaması için onu uyaran Ali b. Ebî Tâlib'den onun kanını talep etmişlerdir.[ii]

 

Allame Alâyilî'nin bu cümlesine Emevî Hanedanının büyüklerinin açıklamalarını da eklemek gerekir. Onlar ‘‘Osman'ı savunan ve Osman'a en çok iyilik eden Ali'dir'' derler. “Adamımıza en fazla iyiliği adamınız yaptı.”

 

İnşallah Osman'ın ölümüne neden olan fitneleri ele almaya başladığımızda bu konuyu da inceleyeceğiz. Aziz dostlarım, işin tarihî yönüne girmek istemiyorum. Çünkü Kevser TV'de tarihî olayları ele alan bir program var.[iii] Ben sadece deyim yerindeyse haberlerin ve olayların arka planını okumak istiyorum. Bir neticeye varabilmek için bu izleri bir araya getirmeye çalışıyorum. Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Biz bu analizi Ehl-i Sünnet âlimlerinden birisinin açıklamalarından ve Müminlerin Emiri'nin Nehcü'l-Belâga'daki hutbelerinden elde ettik.

 

‘‘Seyyidim sizin bu analiziniz bize karşı hüccet değildir. Nehcü'l-Belâga'dan aktardığınız pasajlar ötekilerine karşı delil olma niteliğine sahip değildir. Çünkü Nehcü'l-Belâga'nın hutbelerinin senedini zikretmiyorsunuz'' gibi itirazlar gelebilir. Dün programa bağlanan arkadaşlardan biri bu yorumu yaptı ve ‘‘Nehcü'l-Belâga'nın senedi veya isnadı nedir?'' diye sordu.

 

Aziz dostlarım, inşallah bu akşam Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinin kitaplarında geçen muteber, sahih tarihî kanıtlar ve pasajlardan bir demet okuyacağız. Müminlerin Emiri'nin sözlerinden çıkardığımız bu analizin tarihsel kanıtlarının olup olmadığı böylece anlaşılacaktır.

 

İlk kanıt: Lütfen bu hususa dikkat ediniz çünkü çok önemlidir. Sahih naslar Hz. Resûlullah'ın Benî Ümeyye'den bazı boylara buğzettiğini göstermektedir.    

       

Neden Benî Ümeyye'ye lanet ediyorsunuz, diyorlar. Azizim, bizler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine tâbi oluyoruz. Hz. Peygamber (s.a.a.) onlara buğzediyordu. Biz de onlardan beri olduğumuzu ilan ediyor ve onlara buğzediyoruz. Gücümüz elverdiğince de onların gerçek yüzlerini insanlara göstermeye çalışıyoruz. İzleyiciler ‘‘Bu buğz nerede geçiyor?'' diye sorabilirler.

 

Aziz dostlarım, Ebû Ya'lâ el-Mavsılî'nin Müsned'inde var.

 

Rivayet Abdullah b. Mutarrıf kanalıyla Ebû Berze'den:

 

Hz. Resûlullah'ın en sevmediği kabile Benî Ümeyye idi.

 

Bu hadisin isnadı hasendir.[iv]

 

Sunucu: İbarenin açıklanmaya ihtiyacı olmadığını düşünüyorum.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Peki, ey Allah'ın Resûlü neden hepsini bu buğzun kapsamına alıyorsun? Onlardan hiçbirini istisna etmiyorsun? Değerli izleyicilerin zihnine de ‘‘Neden falanca ve filanca, falancayı vali olarak atadı?'' şeklinde bir soru gelebilir. Bu başka bir meseledir. Ben şu an hadisler çerçevesinde konuyu ele alıyorum. Bunların sahih yorumları elbette ki vardır.

 

İkinci kaynağa geçelim. Hâfız Heysemî'nin Mecmau'z-Zevâid adlı eseri. Bâb başlığından Benî Ümeyye'nin bidat ehlinin yanına eklendiği anlaşılıyor. Onları yeren de Hz. Resûlullah!

 

Rivayet Ebû Berze'den:

 

İnsanların veya kabilelerin Resûlullah'a en sevimsiz geleni (Benî) Sakîf ve Benî Hanife'dir.

 

İmam Ahmed ve Ebû Ya'lâ'da şu fazlalık da vardır: Benî Ümeyye, Sakîf ve Benî Hanife.

 

Taberânî'de de bu şekildedir. Hadisin ricâli Abdullah b. Mutarraf b. Şuhayr dışında Buhârî'nin ricâlidir. O da sikadır. Geriye kalanlar ise Sahihü'l-Buhârî'nin ricâlidir.[v]

 

Hadisin isnâdındaki ricâl içinde yegâne sorunlu şahıs Abdullah b. Mutarrıf'tır ki o da sikadır. Yani hadisin isnadında herhangi bir problem yoktur. 

 

Peki neden? Mekke'nin fethinde Müslüman oldular. Resûlullah (s.a.a.) onlara “Gidin, sizler salıverilmiş kimselersiniz” buyurmuştur. İbn Teymiyye'nin ifadesi ise ‘‘onlar güzel birer Müslüman ve mümin oldular ve hatta insanların en muttakileri arasına girdiler'' şeklindedir. Biz geçen programda onun ifadelerini okuduk, tekrarlamaya gerek yok. Peki neden acaba? Bunlar niçin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) insanlar içinde en çok nefret ettiği kimseler idiler? İlginç olan şu ki bu sorunun cevabını da İbn Teymiyye'nin kendi açıklamalarında görmekteyiz. Oldukça ilginç! Ancak o bu sorunun cevabı ‘‘budur'' demiyor. Ben kafamdaki bu sorunun cevabını onun ifadelerinde buldum.

 

Soru: Hz. Resûlullah (s.a.a.) neden Benî Ümeyye'ye buğzetti ve bu hususta onlardan hiçbir kimseyi de istisna etmedi.

 

El-cevap: Bu soruya İmam Ali (a.s.) cevap vermektedir. O mealen ‘‘Bunlar İslam ile kendi özgür iradeleriyle savaştılar. İslam dinine ise istemeyerek girdiler'' diyor. Peki neden istemeyerek girdiler, sorusunun cevabı da ‘‘ya tamah ederek ya da öldürülme ve sürgünden korkarak İslam dinine girdiler'' şeklindedir. Öyleyse bunlar hicretten sonraki onuncu yıla kadar savaştılar. Bu tarihte ise İslam'a karşı koymaya güçlerinin olmadığını anlayınca bölük bölük İslam dinine girdiler. ‘‘İslam'ı bari içten yıkalım'' diyerek Müslüman oldular. Yoksa İslam dininin hak olduğuna inanıp kanaat getirdiklerinden değil.

 

Sözü uzatmadan metne geçelim. İbn Teymiyye Mecmûu Fetâvâ aldı eserinde şöyle demektedir:

 

Tulekânın esir edilme ve öldürülme korkusuyla İslam dinine girdiğine dair nakleden şeye gelince ise Muhacirler ve Ensar'ın dışındakilerinin Müslümanlığı bu şekilde oldu. Onlar rağbet veya korkudan dolayı Müslüman oldular. Hz. Peygamber'in hâkimiyeti altına aldığı Kureyşli tulekânın Müslümanlığı gibi.[vi]

 

Sunucu: Benî Ümeyye de tulekâdandır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Neye rağbet ettikleri birazdan ortaya çıkacaktır. Dine ve imana mı rağbet etmişler yoksa başka şeylere mi?

 

Pasaja göre onlar İslam dinine isteyerek girmemişlerdir. Aralarında Emevî Hanedanının da bulunduğu iki bin kişilik tuleka grubunun İslam dinine istemeyerek girdiklerini açıkça belirtiyor. Gerçi Ümmü Habîbe'yi istisna etmek gerekiyor. Çünkü o bundan önce Hz. Peygamber'in eşiydi. Her neyse bunlar İslam dinine, öldürülmek ve esir edilmekten korktuklarından ve arzuladıkları şeylerden dolayı girdiler.

 

Soru: Bunlar neye rağbet etmekteydiler?

 

O bu soruya şöyle cevap vermektedir:

 

Huneyn Gazası'nın ganimetleri Ehl-i Necd ve Kureyşli tulekâdan olan Müellefe-i Kulûb arasında taksim edilince… [vii]

 

Sunucu: Garip olan şudur ki bunlar Necd ehlinden ve Kureyşli idiler.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yazar devamında bu gruptan bazı kimselerin isimlerini şöyle sayıyor:

 

Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdâs, Akra b. Hâbis, Süheyl b. Amr, Safvân b. Ümeyye, İkrime b. Ebî Cehil, Ebû Süfyân b. Harb ve oğlu Muâviye ve tulekâdan olan benzerleri. Hz. Peygamber (s.a.v.) Muhacir ve Ensar'a hiçbir şey vermedi. O bunların kalplerini İslam'a ısındırmak ve Müslümanların genel maslahatları bunu gerektirdiği için bu mallardan onlara vermişti. Hz. Resûlullah'ın ganimetten kendilerine pay vermediği kimseler ise O'nun nezdindeki en değerli kimseler idiler. Bunlar Allah'ın veli kullarıydı.[viii]

 

Öyleyse Muâviye'nin dini de parayla alınmıştır.

 

Sunucu: O da Müellefe-i Kulûb arasında sayılmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Emevî Hanedanının dini dirhem ve dinarlarla alınmıştır.

 

Vallahi bunlar on yıl boyunca İslam ile savaştılar. Hz. Peygamber (s.a.a.) onlara mal vererek bunu ortadan kaldırmak istemiş ve ‘‘Ebû Süfyân'ın evine giren emandadır'' buyurmuştur. Hz. Resûlullah (s.a.a.) İslam ile savaşmamaları, şerlerinden emanda olmak için bütün bunları yapmıştır. “İnsanların en kötüsü, insanların şerlerinden en çok korktukları kimselerdir.”

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla şu husus açığa çıktı. Hz. Resûlullah (s.a.a.) bunca iyiliği ve ihsanı sadece Benî Ümeyye'ye yapmıştır, başka kimseye değil! Buradan ne mesaj elde edebiliriz? Biz bu olaydan 1400 yıl sonra yaşıyoruz. Geliniz, tarihi yeni baştan okuyalım. Hz. Resûlullah (s.a.a.) neden böyle bir şey yaptı? Şunu kesinlikle biliyoruz ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) böyle bir şeyi yapmışsa muhakkak bir hikmet ve maslahat üzere yapmıştır. Ben bu konunun sadedinde değilim. Ancak bizim bunların kim olduğunu öğrenmemiz gerekiyor ve bu durumu analiz etmemiz gerekiyor. Bunlar başlangıçta İslam dini ile savaşmış kişilerdir. İslam dinine girince de Hz. Resûlullah (s.a.a.) onların kalplerini dine ısındırmak için kendilerine mal vermiştir. Bu ilk kanıttır.

 

İkinci kanıta geçelim. Hz. Resûlullah (s.a.a.) insanlar içinde en sevmediğim kimseler bunlardır demekle kalmamış, Emevî Hanedanın en önemli kanatlarından birine lanet de etmiştir. Aralarından hiçbirini de istisna etmemiştir. Bu husus da oldukça önemlidir.

 

Sunucu: Bu kanat fitneyi komuta eden ekiptir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet! Hz. Resûlullah (s.a.a.) Mervânî kola lanet etmiştir. Yani O, Hakem b. Ebi'l-Âs kanadına lanet etmiştir. Sürmekle yetinmemiş, tarihte benzeri olmayan bir şekilde lanetlemiştir! Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bir kimseye ve ondan doğacak çocuklara lanetinin başka bir örneği yoktur. Yani birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü tabakada… “O ve çocukları melundur.” 

 

Sunucu: Onlar ise bu kişiler için ‘‘Allah razı olsun'' ifadelerini kullanmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Onlar ‘‘Hz. Resûlullah (s.a.a.) şahısların lanetlenmesine izin vermez'' derler. Hâlbuki Hz. Resûlullah (s.a.a.) sadece bir şahsa değil, ona ve soyuna da lanet etmiştir!

 

Bir kimse ‘‘Seyyidim bu ikinci iddia birinci iddiadan daha büyük. Bu iddianızın delili nedir'' diye sorabilir. Hemen sunalım.

 

Ebû Ya'lâ'nın Müsned'inden. Rivayet şöyledir:

 

Hasan ve Hüseyin arasında bir problem husule geldi. Mervân ise o ikisinin bu durumuna seviniyordu. Hasan, Hüseyin'den yüz çevirmeye başladı. Mervân bunun üzerine ‘‘Lanetli bir ev halkı'' dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan öfkelenerek ‘‘Sen lanetlik Ehl-i Beyt mi dedin? Vallahi, sen daha babanın sulbünde iken Allah, Peygamberinin diliyle sana lanet etmiştir!” dedi.[ix]

 

Gerçi biz Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (a.s.) arasında sorun olduğu iddiasını kabul etmiyoruz. Lütfen Emevî Hanedanının Mervânî kanadının Allah'ın kendilerinden kiri giderip tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt'e nasıl baktığına dikkat edin!

 

Evet, Mervân, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.) için ‘‘melun'' ifadesini kullanıyor. Yani Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine ‘‘lanetlenmiş'' diyor. Ki Hz. Peygamber (s.a.a.) de Ehl-i Beyt ile birliktedir! Sizler Hz. Peygamber'in eşleri de Ehl-i Beyt kapsamındadır demiyor musunuz? Tabii, bizler Tathir Âyetinin bu beş kişiye özgü olduğuna inanmaktayız.

 

Allah aşkına, böyle diyen bir kimse Kur'ân'a ve Sünnet'e iman ediyor olabilir mi? Böyle düşünen bir kimse Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in “Cennet Ehli Gençlerinin Efendileri ve Hz. Resûlullah'ın iki reyhanı” olduğuna inanır mı?

 

Sunucu: Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) inanmıyordur!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, hadise göre Allah, Peygamberinin diliyle Mervân'a lanet etmiştir.

 

Lütfen, melun ve habis ağaca bakınız! Kur'ân-ı Kerim'de geçen tertemiz ağaç ile köksüz ağaç hakkında sahih rivayetler de aktarılmıştır.

 

Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

 

Allah'ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (şecere-i tayyibeye) benzetti.[x]

 

Kötü sözün misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır (şecere-i habise).[xi]

 

Geliniz, mezkûr hadisin geçtiği eserin muhakkiki Hüseyin Esed'in ne dediğine bir bakalım:

 

Bu hadisin isnadı sahihtir.[xii]

 

Gerçi bu hadis başka önemli kaynaklarda da rivayet edilmektedir. Bu kaynaklardan biri de İmam İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eseridir. O şöyle diyor:

 

Mervân'ın babası Hakem, Peygamber'in (s.a.v.) en büyük düşmanlarındandı. Ancak Mekke'nin fethi gününde Müslüman oldu ve Medine'ye geldi. Sonra Peygamber (s.a.v.) onu Taif'e sürgün etti. Orada vefat etti. Mervân, Osman'ın kuşatma altına alınmasının en büyük sebeplerindendi. Çünkü o, Osman adına bir mektup uydurarak Mısır'a göndermiş ve Mısırlı asilerin öldürülmesini emretmişti. Muâviye tarafından Medine'ye vali olarak atandığında her cuma minberde Hz. Ali'ye söverdi. Hz. Ali'nin oğlu Hasan, ona şöyle demişti: Sen daha babanın sulbünde iken Resûlullah (s.a.a.), baban Hakem'e lanet etmiş, Allah Hakem'e ve onun doğacak çocuğuna lanet etsin, demiştir.

 

Doğrusunu Allah bilir. [xiii]

 

İbn Kesir bu bilgileri Mervân'ın tercüme-i hâlinde sunar. İnşallah üçüncü halifenin Hz. Resûlullah'a muhalefet ettiği yerlere değinirken bu konudan da bahsedeceğiz. Onun Sünnet'e aykırı eylemlerinden biri de Resûlullah'ın Medine'de kalmasını yasakladığı Hakem'i bu şehre geri çağırmasıdır.

 

Evet, bu pasaj ne Usûlu Kâfî'ye ne Bihârü'l-Envâr'a ne de Basâirü'd-Derecât'a aittir.

 

Sunucu: İlginç olan bütün bu plan, proje ve tuzakları “Sebeiyye”ye ve İranlılara nispet etmeleridir!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Elbette. Mervân üçüncü halifenin özel müsteşarlarındandı. Önceki programda şunu belirttik. Bunların tümü gafil idiler. Bu olayların arkasında adım adım işleyen bir plan vardır.

 

Evet, tulekâdan bir sahâbî İmam Ali'ye sövüyor. Ancak bu kişi hakkında “radiyallahu anhu” ifadesi de kullanılmaktadır. “Ey Ali seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buzğeder” hadisini unuttuk mu?

 

Hasan b. Ali (a.s.) ona şöyle demişti: Sen daha babanın sulbünde iken Resûlullah (s.a.a.) baban Hakem'e lanet okumuş, Allah Hakem'e ve onun doğacak çocuğuna lanet etsin, demiştir.

 

Bu hadisi biz yukarıda okumuştuk.

 

Bir diğer kaynağa, Hâfız Hacer el-Askalânî'nin el-Metâlibü'l-Âliye adlı eserine geçelim. Aynı rivayet burada da geçmektedir:

 

… Sen ‘‘Melun Ehl-i Beyt'' ifadesini mi kullandın? Vallahi sen daha babanın sulbünde iken Allah sana lanet etmiştir.

 

(Dipnotta) Bu hadis bu isnad ile sahihtir. Çünkü bütün râvileri sikadır. Heysemî, Busayrî, Ebû Yala, Taberânî, İbn Asâkîr bu hadisi tahric etmişlerdir.[xiv]

 

Bütün âlimler bu hadisi tahric etmişlerdir. Bütün bunlardan sonra bir Emevî komplosunun varlığından kuşku duyulabilir mi, bilemiyorum artık.

 

Çağdaş bir âlime işaret etmek istiyorum. Allâme Albânî'nin Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha adlı eserine... Bu hadis Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahîha'da da bulunmaktadır:

 

HADİS NO: 3240

 

YANINIZA MELUN BİR ADAM GELECEKTİR.

 

Yani Hakem b. Ebi'l-As.[xv]

 

Bu başlığın altında şu ifadeler de geçer:

 

“Mervân'ın babası Hakem'in ve çocuklarının lanetlenmesi hakkında birtakım hadisler aktarılmıştır.”[xvi]

 

Allâme Albânî, İmam Zehebî'nin bu hadisleri garip görmesini tuhaf bulur ve şöyle der:

 

Bütün bunlardan daha ilginci ise Hâfız Zehebî'nin Hakem'in tercüme-i hâlinde kullandığı şu ifadelerdir: Hakem'in lanetlenmesi hakkında kanıt olarak kullanılması caiz olmayan münker hadisler vârid olmuştur. Gerçi Hakem her ne kadar sahâbenin özel grubu arasında yer almasa da genel sahâbe topluluğu arasındadır.[xvii]

 

Evet, Hâfız Zehebî Emevî İslam anlayışına mensuptur. Hakem ve çocuklarının Hz. Peygamber'in diliyle lanetlenmesi nasıl mümkün olabilir ki!? Allah'ın bunlara lanet ettiğini kabul etmeleri durumunda ‘‘Hz. Mervân'' ve ‘‘Hz. Muâviye'' ile ‘‘radiyallahu anhu'' ifadelerini nasıl kullanabilirler ki? Aslında kendileri Kur'ân'a ve Hz. Resûlullah'ın sünnetine muhalif iken başkalarını Kur'ân ve Sünnet'e muhalif olmakla suçluyorlar.

 

Hâfız Zehebî ‘‘Hakem sahabî olduğundan onun hakkında konuşmaya hakkımız yok'' demeye çalışıyor.

 

Aziz dostlarım, inşallah ilerleyen bölümlerde “Benden sonra halifeler on ikidir” veya “Benden sonra emirler on iki kişidir. İslam onlarla aziz olacaktır” hadislerini ele aldığımızda İbn Teymiyye ve Muhammed b. Abdülvehhab gibilerinin Mervân b. Hakem ile oğullarını bu emirlerin arasında saydığını göreceksiniz. Bunlar Resûlullah'ın müjdelediği halifeler arasındadır, derler. Hz. Resûlullah (s.a.a.) onları lanetlerken bunlar onları müjdelediğini söylerler!

 

Bunlar televizyon kanallarına çıkmakta, Emevî İslamı'nı ve Emevî Hanedanını savunmaktalar. Benim sözlerim ve açıklamalarım bunlara yöneliktir. Bunlar Emevî Hanedanı hakkında ‘‘Allah'ın şahitleri'' ifadesini kullanır, “Onların tümü Allah'ın insanlar üzerindeki şahitleridir”, derler.

 

Sunucu: Melun bir şahit!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hz. Resûlullah (s.a.a.) bizzat ismini anarak onu ve oğlunu lanetlemiştir!

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, otuz yıl hadisine geri dönelim. Bütün bu rivayetler ve şahitler açıkça isimleri söylerken ve bu isimler sahâbe ve Müslümanlar tarafından bilinirken…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Müslümanların meseleyi karıştırıp acaba böyle mi diyecekleri tarzda genel ifadeler de kullanılmamaktadır. Bizzat Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ebû Süfyân'ın, Hakem'in, Mervân'ın, çocuklarının ve Benî Ümeyye'nin isimlerini zikrederken… 

 

Sunucu: Çok güzel. Bu kadar kısa süre içerisinde neler oldu ki Resûlullah'ın Medine'den sürdüğü, lanetlediği ve tulekâdan olan bu şahıs ve şahıslar ‘‘Müminlerin Emiri'' ve ‘‘Allah Resûlünün Halifesi'' unvanlarını aldılar?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Sadr-ı İslam ile ilgili olan bu temel ve önemli soruya cevap vermeliyiz. Bu soruya cevap vermezsek Sadr-ı İslam'da neler olup bitmiş anlayamayız. Aziz dostlarım, bu soruya cevap vermek tüm araştırmacıların, ilmî ve dinî sorumluluk üstlenen herkesin yükümlülüğüdür. Hz. Resûlullah Benî Ümeyye'nin, Ebû Süfyân'ın, Mervân ve Hakem'in ismini vermekte, onları Medine'den kovmakta, kendisinden sonra bir karşı devrimin gerçekleşmemesi için elinden gelen her şeyi yapmakta, ancak aldığı bu tedbirlerin daha otuz yıl geçmeden etkisiz hale geldiğini görmekteyiz! Osman dönemine bir bakınız. Mervân, daha yirmi yıl geçmeden Osman'ın özel müsteşarı oluyor! Bu insanın kabulleneceği bir şey değildir. Bununla birlikte bunlar ne yaptılar? Emevî Hanedanı, Öz Muhammedî İslam'ın ve İlahî projenin karşısında durabilmek için neler yaptılar? Onlar çok iyi biliyorlardı ki İslamî hareketin merkezi ve aydınlık Muhammedî risaletin odağı ve somut şekli Hz. Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'tir. Bu hanenin yok edilmesinden başka bir seçenekleri yoktu.  

 

Sunucu: Kendilerine destek verecek birçok yardımcı da buldular.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Birinci ve ikinci halifelerin neler yaptıkları ayrı bir konu. Ben şu an Emevîlerin uygulamaya çalıştıkları projeyi ele almaya çalışıyorum. İlk önce Ehl-i Beyt'i hilafet mekanizmasından uzaklaştırdılar. Bunların Benî Saide'de Ehl-i Beyt'i hilafet mekanizmasının dışına ittiklerini, aynı şekilde birinci halifenin vasiyetinde ve ikinci halife tarafından teşkil edilen altı kişilik şûrada da Ehl-i Beyt'i uzaklaştırdıklarını görürsünüz. Ancak Osman'dan sonra buna güçleri yetmedi. Çünkü ümmet ve çoğunluk doğru yola gelmişti. Yoksa hilafet onların ellerindeydi. Plan gereği hilafet Osman'dan Muâviye'ye geçecekti. Ancak bu gerçekleşmedi. Peki onlar bunun karşısında ne yaptılar? Konuların dizilişi bozulsun istemiyorum. İmam Ali (a.s.) bu dört beş yıllık süre zarfında üç tane savaş ile uğraştı. Kurdukları bu yapının İmam Ali (a.s.) tarafından bozulmaması için O'nunla savaştılar! Bundan dolayı İmam Ali'nin (a.s.) istediği şeyi gerçekleştiremediğini görmekteyiz. Ancak O, bunun temellerini kurmayı başardı. İnşallah bu konuyu da ileride ele alacağız. Peki Emevî Hanedanı ve yardımcıları neler yaptılar? İlk olarak ‘‘Ali'yi (a.s.) devre dışı bırakmalıyız'' dediler.

 

‘‘Seyyidim, sizin bu sözleriniz birer analiz. Bu analizi ispat eden kanıtlar var mıdır?'' diyebilirsiniz. Azizlerim, bu programda analizi sunacak ve doğruluğunu ortaya koyan sahih tarihî kanıtları göstereceğim. Elimden geldiğince de Emevî İslamı nezdinde muteber olan tarihî kaynaklara dayanmaya çalışacağım.

 

Yani Mesûdî'nin Murûcu'z-Zeheb'ine, İbnü'l-Esîr'in Tarih'ine müracaat etmedim, İbn Kesîr ve Zehebî gibi âlimlerin eserlerine başvurdum.

 

İlk eser Hâfız Zehebî'nin Tarîhü'l-İslâm adlı eseri. Lütfen pasaja dikkat ediniz:

 

Ömer b. Ali b. Hüseyn babası Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir gün Mervân vali iken ‘‘Şu topluluğun içinde Osman'ı -bizim adamımız olduğu halde- sizin adamınızdan -yani Ali'den- daha fazla müdafaa eden kimse olmamıştır!'' dedi. Ben de ‘‘Peki ne oluyor da siz hutbeye çıkınca O'na sövüp sayıyorsunuz'' dedim. Mervân da “Vallahi bu idare işi şimdilik ancak böyle yürüyor!'' dedi. [xviii]

 

Yani Osman'ın temel savunucusu İmam Ali'dir. Ancak İmam Ali (a.s.) Osman'ın halifeliğinin değil de bu makamın korunmasını istiyordu. O hilafetin kendisine ulaşmayacağını biliyordu fakat hilafet konumunu da korumak istiyordu. Maalesef bazıları şahıslar ile mevkileri birbirine karıştırmaktadırlar. Zannediyorlar ki Müminlerin Emiri hilafeti savunurken halifeleri savunmuştur. Halife ile nebevî hilafet makamını savunmak arasında dağlar kadar fark vardır. Bu makamın kendisine özel bir kıymeti vardır. Ancak o makamı işgal edenlerin bu makamın büyüklüğünü zedelemeleri mümkündür.

 

Mademki Ali (a.s.) Osman'ı savundu, peki karşılığı hutbede kendisine sövülmek mi olmalıydı? İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir? Madem O, Osman'ı savundu peki neden ona sövüyorsunuz? Lütfen, aziz dostlarım pasajda geçen şu cümleye dikkatli bakınız: “Vallahi bu idare işi şimdilik ancak böyle yürüyor!”

 

Sunucu: Amaç araçları mubah kılar.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, hilafet, İmam Ali'nin eline geçince ve insanlar da O'nun adaletini tadınca artık bir daha Benî Ümeyye'ye döner mi?

 

“Vallahi bu iş şimdilik ancak böyle yürüyor!” Peki bu iş ne tür bir iş? Din işi mi yoksa hilafet işi mi?

 

Hâfız Zehebî bu rivayetten sonra şu notu düşer:

 

Bu hadiseyi İbn-i Hayseme kuvvetli bir isnad ile Ömer b. Ali'den rivayet ediyor.[xix]

 

Buna göre bu haberin isnadı kuvvetli ve muteberdir. Buradan hareketle de değerli izleyiciler Nebevî ve Alevî hareketin karşısında durmaya çalışan Emevîlerin takip ettikleri lanetli siyaseti çok iyi bir şekilde anlayabilirler. Onlar Osman'ın kanlı gömleğinden yararlandılar. Bu lanet meselesi sünnetlerden bir sünnettir. Ben bunu kendim uydurmuyorum.

 

Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, bundan iki veya üç yıl önce de bu konunun üzerinde durmuştum.

 

Sahîhü Müslim'den bir rivayet okuyacağım. Rivayet Sehl b. Sa'd'dendir:

 

Medine'ye Mervân hanedanından bir zat vali tayin edildi. Bu zat Sehl b. Sa'd'ı çağırarak Ali'ye sövmesini emretti, Sehl buna razı olmadı. Vali ona ‘‘Mademki buna razı olmuyorsun hiç olmazsa Allah Ebû't-Turâb'a lanet etsin de'' dedi. Bunun üzerine Sehl şunu söyledi: ‘‘Ali'nin kendince Ebû't-Turâb'dan daha sevimli bir ismi yoktu. Bu isimle çağrıldığı vakit gerçekten sevinirdi.'' Bu sefer vali ‘‘Bize bunun hikâyesini anlat! Ona niçin Ebû Turâb ismi verildi?'' dedi. Sehl şöyle cevap verdi: ‘‘Resûlullah (s.a.v.) Fâtıma'nın evine geldi ve Ali'yi evde bulamadı. Fâtıma'ya ‘Amcaoğlun nerede?' diye sordu. Fâtıma (a.s.) ‘Aramızda bir şey oldu. Beni kızdırdı ve çıktı gitti. Yanımda kaylule yapmadı' dedi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.v.) birisine ‘Git bak nerede' dedi. Adam gidip geldi ve ‘Ey Allah'ın Resûlü! O, mescitte uyuyor' dedi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.v.) de O'nun yanına geldi. Ali uzanmış, örtüsü üzerinden düşmüş, üstüne de toprak bulaşmıştı. Hz. Resûlullah (s.a.a.) üstünden toprağı silkelemeye başladı, bir yandan da ‘Kalk Ebû't-Turab, kalk Ebû't-Turab!' diyordu.”[xx]

 

Vali, Mervân ailesinden birisiydi. Âl-i Mervân'dan olan bu vali, Sehl b. Sa'd'dan Hz. Resûlullah'ın en hayırlı sahâbesine sövmesini istiyor.

 

Hadisin ‘‘Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma'yı kızdırdığına'' kadar olan bölümü bize karşı hüccet değildir. Çünkü bu rivayeti sadece Ehl-i Sünnet aktarmaktadır. Biz kesinlikle inanıyoruz ki İmam Ali (a.s.) asla Fâtıma'yı (a.s.) öfkelendirmemiş ve kızdırmamıştır. Bu Emevîlerin düzmecelerindendir. 

 

Hadiste geçen kaylule, günün ortasındaki uykudur. 

 

Hadisin “Hz. Resûlullah, üstündeki toprağı silmeye başladı” bölümü bir nota ihtiyaç duymaktadır. İmam Ali (a.s.) uyuyor ve Hz. Resûlullah (s.a.a.) yanına geldiğinde O'na nida etmeden yanı başında oturuyor, üzerindeki toprağı silkeliyor.

 

Peki, ümmeti İmam Ali'ye nasıl davrandı? Ben ümmet dediğimde ümmetin bütün kişilerini kastetmiyorum. Plan ve proje kuranlar ile bu plandan gafil olup onlara yardımcı olanları diyorum. 

 

Lütfen, dikkat ediniz! Mervânîler bu nebevî unvanı- ‘‘Ebû Turâb''ı- devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Çünkü Allah Resûlüne düşmanlar. Allah Teâlâ'nın hakkında “Kişisel arzularına göre konuşmamaz. O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir.”[xxi] buyurduğu kimseye düşmanlık yapıyorlar! Öyleyse düşmanlık kime? Değilse neden İmam Ali'ye bu isimle sövüp hakaretlerde bulunuyorlar? En azından Hz. Ali'yi ‘'Ebû Turâb'' olarak isimlendiren Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) saygı göstersinler. Bu onların İmam Ali'ye veya Benî Haşim'e değil de İslam'a ve Kur'ân'a düşmanlıklarını ortaya koymaktadır.

 

Değerli izleyiciler müsaade ederlerse başka bir hususa da işaret etmek istiyorum. Sahîhü Müslim'de geçen bu hadis Sahîhü'l-Buhârî'de de geçiyor. Sizler bu insanın Emevî meşrep bir tabiata sahip olduğunu biliyorsunuz. Emevîlerin arzusuna uygun olmayan hususları hadisten nasıl attığını görmeniz için Sahîhü'l-Buhârî'de geçen rivayeti de okuyacağım.

 

Hadisin geçtiği bölüm “Kitâbü'l-İsti'zân”dır.

 

Bâb başlığı: “Mescid İçinde Uyuma ve İstirahat Etme Bâbı”

 

Rivayet şöyledir:

 

Sehl ibn Sa'd şöyle demiştir: Ali'nin ‘‘Ebû Turâb'' kadar kendisine sevimli gelen hiçbir ismi yoktu. Şu muhakkak ki o, bu ‘‘Ebû Turâb'' ismiyle çağrıldığı zaman pek sevinir, ferahlardı. Bir gün Hz. Resûlullah (s.a.v.), kızı Hz. Fâtıma'ya (a.s.) geldi. Evde Hz. Ali'yi bulamadı. ‘‘Amcanın oğlu nerede'' diye sordu. Fâtıma ‘‘Benimle O'nun arasında bir şey gerçekleşti, bana öfkelenip darıldı. Bu sebeple dışarı çıktı, gündüz uykusunu evde, benim yanımda uyumadı'' cevabını verdi. Hz. Resûlullah birisine ‘‘Bak, o nerede!'' buyurdu. O adam gidip geldi ve ‘‘Ey Allah'ın Resûlü! Ali mescidde uyuyor'' dedi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah mescide geldi. Baktı ki Ali yan tarafına yatmış, ridâsı bir yanından sıyrılıp düşmüş, vücuduna toprak bulanmış. Resûlullah ‘‘Kalk Ebû Turâb, kalk Ebû Turâb!'' demeye ve O'nun bedeninden toprakları silkmeye başladı.[xxii]

 

Allah aşkına rivayet ile bu bâb başlığı ve hadis kitabı arasında ne tür bir ilgi var? “Mescitte uyuyan ve istirahat eden kimse bâbı.”

 

“Ali b. Ebî Tâlib'in Ebû Turâb olarak isimlendirilmesi” diye bir başlık değil de bambaşka bir başlık atıyor! Hadisi ‘‘Fazâilü's-Sahâbe'' ve ‘‘Ali b. Ebî Tâlib'in faziletleri'' bölümünde değil de bambaşka bir yerde zikrediyor! Hâlbuki bu hadis Sahîhü Müslim'de ‘‘Ali b. Ebî Tâlib'in Faziletleri'' bölümünde geçmekteydi.

 

Rivayet “Ali'nin Ebû Turâb kadar kendisine sevimli gelen ismi yoktu” cümlesiyle başlamaktadır. Buhârî, Müslim'de geçen rivayetin baş bölümünün tümünü atıyor ki Emevî Hanedanına kusur nispet edilmesin.

 

Emevî İslamı'nı benimseyen kişiler genellikle bu rivayeti aktarır ve ‘‘Ali (a.s.) Hz. Fâtıma'yı kızdırmıştı'' derler.

 

Görüyor musunuz, rivayet neye dönüşmüş? Emevîler ve Mervân'ı karalayan bir nakilden İmam Ali'nin (a.s.) yerildiği bir hadise dönüşmüş! 

     

Sunucu: Hâlbuki rivayetin sonu bu işi açıklıyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki. İmam Ali (a.s.) Hz. Fatıma'yı öfkelendirmişse Hz. Resûlullah (s.a.a.) nasıl oluyor da şefkat ve sevgi belirtisi olarak Hz. İmam Ali'nin yüzündeki toprağı siliyor.

 

Sunucu: Bu duygusal bir bağ ifadesidir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İşte bizim Sahîhü'l-Buhârî ile problemimiz budur. Rivayeti bambaşka bir şekle dönüştürüyor.

 

İbn Recep el-Hanbelî'den oldukça önemli bir pasaj aktaracağım.

 

Onun oldukça önemli ve kıymetli küçük bir kitapçığı bulunmaktadır. Kitabın ismi el-Farku beyne's-Nasihati ve't-Ta'yir. O, bu eserinde tümüyle Emevî nazariyesine işaret etmektedir. O, ‘‘nasihat ile kınama arasındaki fark'' der. Yani ifade edilen ibareler dilsel olarak bakıldığında nasihat gibi görünüyor, ancak bâtını yergi, eleştiri ve onuru zedelemeyi vurguluyor.

 

O şöyle der:

 

Hevasına ve fâsid amacına ulaşmak için nasihat kalıbında söz söylemek ve şeriat âlimlerini savunmak.

 

Bu tuzak ile Benî Mervân ve taraftarları insanları kendilerine meylettirmeye, kalplerini de Ali b. Ebî Tâlib'den, Hasan ve Hüseyin'den ve zürriyetinden nefret ettirmeye çalışmışlardır.[xxiii]

 

İşte hilafetin karşısında durmak ve Ali'yi (a.s.) hilafetten uzaklaştırmak için Emevîlerin şeytanî plan ve projesi.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Osman öldürülünce ümmet bu makamı Ali'den daha çok hak eden bir kişi göremedi. Bundan dolayı da O'na biat ettiler… Onlar ise insanları O'ndan nefret ettirmek için Osman'ın öldürülmesinin çok çirkin, büyük bir olay olduğunu izhar ettiler. Hakikatte de büyük bir olaydı. Fakat buna Ali'nin de Osman'ı öldürmek için başına üşüştüğü ve bunun için çalıştığı yalanını eklediler. Hâlbuki bu apaçık bir iftira ve yalandı… Onlar ortaya böyle bir tablo koyunca işlerin hakikatlerini ve arka planını bilmeyen birçok kimsenin kalbi de Hz. Ali'den ürktü. Din kaygısı ve Allah'a yaklaşma gayesiyle Ali ile, ardından da evladıyla savaşmaya kalkıştılar.[xxiv]

 

Esasında da halifenin öldürülmesi yazarın da belirttiği gibi büyük bir olaydır.

 

İmam Ali (a.s.) ile savaşlarının ardından Kerbelâ olayı ve Kerbelâ'dan sonraki hadiseler gerçekleşti.

 

Plan ve projeye bakınız! Devamında şöyle diyor:

 

Baş başa kaldıklarında onların biri güvendiği başka birine ‘‘Sahâbe içinde Osman'a Ali'den daha çok yardım elini uzatan kimse yoktu'' deyince beriki ona ‘‘Peki madem öyle neden Ali'ye sövüyorsunuz?'' diye sordu. O da ‘‘Bu hilafet işi ancak bu şekilde ayakta durabilir'' dedi.

 

Bu sözden muradı şuydu: İnsanlar Ali'den ve çocuklarından nefret etmez ve onlara Osman'a yapılan zulmü nispet etmezlerse, onların güzel sıfatlarını ve yüce hasletlerini bildiklerinden kalpleri onlardan ayrılmaz. Bundan dolayı derhal onlara tâbi olur ve biat ederler. Böylece de Benî Ümeyye'nin mülkü zail olur ve insanlar onlara itaatten yüz çevirir.[xxv]

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid Ehl-i Sünnet'in âlimlerinin yüreklere su serpen bu açıklamaları ile bu hakikate vâkıf olduklarını görüyoruz. Ancak günümüzdeki Emevî çizgisi bütün bu hakikatleri ve görüşleri müsadere etmek ve yok etmek istiyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Zaten ben de şu an fiilen bunu gerçekleştirmek istiyorum. Bu hakikatlerin Müslümanlara ulaştırılmasını istiyorum. Bunlar ise Emevî Hanedanının maslahatı için bütün bu İslam kültürünü yağmalamak istiyorlar.

 

Sözün özetini İmam Zehebî'den alıntılayalım. Lütfen eğitime ve yetiştirilen nesle bir bakınız. Hâfız Zehebî şöyle diyor:

 

Muâviye arkasında kendisini çok seven, kendisi hakkında aşırıya kaçan ve diğer sahâbeden üstün tutan büyük bir insan topluluğu bıraktı. Muâviye onlara cömertlik, hilim ve bağış göstererek melik olmuştur. Şam ahalisi de bu sevgi üzere dünyaya gelmiş ve çocuklarını da bu sevgiyle büyütmüştür. Onların arasında çok az sayıda sahabî bulunmaktaydı. Tâbiûn ve fuzeladan şahıslar ise çoktu. Bu şekilde Irak ahalisiyle savaşmış ve Nâsıbîlik üzere yetişmişlerdir.[xxvi]

 

Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatının üzerinden elli yıl geçmişti. Elli yılda toplumun nasıl değiştiğine bir bakınız! İslam ümmeti nereden nereye gelmiş?

 

Pasajda geçen “kerem”e (cömertlik, bağış) bir başka kaynaktan örnek sunalım. Muhammed Nâsırüddîn Albânî'nin Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha'sında şu ifadeler geçmektedir:

 

Abdurrahmân b. Ebî Bekir es-Sıddık, Yezîd b. Muâviye'ye biat etmekten kaçınınca Muâviye kendisine yüz bin dirhem gönderdi. Abdurrahmân bunu kabul etmekten kaçınıp ‘‘Dinimi dünyam karşılığında mı satacağım?'' dedi ve Mekke'ye doğru yola çıktı. Orada da vefat etti.[xxvii] Bu pasajdan anlaşılacağı üzere Emevîlerin hedefi açıktı.

 

Hâfız Zehebî'nin pasajına göre Şamlılar İmam Ali düşmanlığı üzere yetişmişlerdir.

 

Sunucu: Yani böylece Nâsıbî olmuşlar.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bütün bu tarihî bilgiler karşısında insan hayrete düşüyor! Hz. Resûlullah (s.a.a.) Benî Ümeyye'ye buğzettiği ve lanet ettiği halde sahâbe kuşağının ileri gelenlerinin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadisine yaklaşımına bakınız!

 

Sahîhü Müslim'den bir hadis okuyacağım:

 

Ebû Süfyân; Selmân, Suhayb ve Bilâl'in -bir cemaat içindeyken- üzerlerine geldi. Bunlar ‘‘Vallahi! Allah'ın kılıçları Allah'ın düşmanlarının boynundaki yerini almamıştır'' dediler. Ebû Bekir ‘‘Siz Kureyş'in şeyhi ve reisi için bunu mu söylüyorsunuz?'' dedi ve hemen Peygamber'e (s.a.a.) gelerek haber verdi. O da ‘‘Ey Ebû Bekir! Ola ki, sen onları kızdırmışındır. Eğer onları kızdırdıysan muhakkak Rabbini gazaba getirdin!'' buyurdu.[xxviii]

 

Evet! Selmân, Suheyb ve Bilal Hz. Resûlullah'ın bağlılarından ve Sünnet üzere hareket eden sahâbesindendir.

 

Ey Ebû Bekir, bu şahıs için mi ‘‘Kureyş'in şeyhi ve seyyidi'' ifadesini kullanıyorsun? Oldukça ilginç! Hâlbuki sen, yıllarca Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile yaşadın…

 

Selmân, Suheyb ve Bilâl'in (r.a.) mantığına bir bakın, bir de birinci halifenin mantığına! Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyorum.

 

Ben kendiliğimden bir şey söylemiyorum. Sadece Sahîhü Müslim'de geçen hadisi okuyorum. Ebû Bekir; Selmân, Suheyb ve Bilal'ın sözlerinden acı duyarak durumu haber vermek üzere Hz. Peygamber'e (s.a.a.) geliyor. Onların Kureyş'in şeyhine ve seyyidine (!) karşı davranışlarını şikâyet eder.

 

Bakınız, Hz. Resûlullah (s.a.a.) ne cevap veriyor? Hakem, Hz. Resûlullah (s.a.a.) olsun. “Ey Ebû Bekir! Ola ki, sen onları kızdırmışındır. Eğer onları kızdırdıysan muhakkak Rabbini gazaba getirdin!”

 

Yani senin bu sözün onları kızdırmıştır!

 

Sunucu: Yani Hz. Resûlullah (s.a.a.) tamamen onların yanında durmuştur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu da Selmân, Suheyb ve Bilâl'ın birinci halifeden çok daha kavrayışlı olduklarını ortaya koymaktadır! Bu da dördüncü şahitti.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Aziz dostlarımız sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[i] İmam Hüseyin, s. 57, Dârü Mektebeti't-Terbiye, Beyrut.

[ii] A.g.e., s. 453.

[iii] Seyyid Kemâl Haydarî'nin bahsettiği program ‘‘Kadiyyetun Sahine'' adlı, çeşitli ülkelerden ve farklı mezhep ve görüşlerden âlimlerin katıldığı oldukça seviyeli ve akademik bir programdır. (çev.) 

[iv] el-Mavsılî, Ebû Ya'lâ et-Temîmî (h. 307), Müsned, c. 3, s.417, Hadis No: 7421, tahkik ve tahric: Hüseyin Selim Esed.

[v] Heysemî (h. 807), Mecmeü'z-Zevâid ve Menbeü'l-Fevâid, “Babu fimen zumme minel-kabaili ve ehlü'l-bide'” c. 10, s. 48, Hadis No: 16734, tahkik: Muhammed Abdülkadir ve Ahmed Ata.

[vi] Mecmûu Fetâvâ, c. 7, s. 251.

[vii] Mecmûu Fetâvâ, c. 28, s. 579.

[viii] A.g.e., a.g.y.

[ix] Müsned-ü Ebî Ya'lâ, c. 12, s. 135, Hadis No: 6764.

[x] İbrahim, 24.

[xi] İbrahim, 26.

[xii] Müsned-ü Ebî Ya'lâ, c. 12, s. 135.

[xiii] El-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 11, s. 711, tahkik: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî. 

[xiv] İbn Hacer el-Askalânî (h. 852), Metâlibü'l-Aliye bi Zevâidi'l-Mesânidi's-Semâniye, c. 18, s. 265, tahkik: Abdülkadir Abdülkerim b. Abdülaziz, edisyon: Said b. Nasr, Dârü'l-Âsıme.

[xv] Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 7, s. 719, Hadis No: 3240.

[xvi] A.g.e., c. 7, s. 725.

[xvii] A.g.e., a.g.y.

[xviii] Hafız Zehebî (h. 748), Tarîhü'l-İslam ve Vefiyyâtü'l-Meşâhîri ve'l-Alâm, c. 2, s. 254, tahkik: Beşşâr Avvâd Marûf, Dârü'l-Garbi'l-İslami.

[xix][xix] A.g.e., a.g.y.

[xx] Sahîhü Müslim, c. 4, s. 217, Fadâilü's-Sahâbe, Fadâilü Ali b. Ebî Tâlib, Hadis No: 2409.

[xxi] Necm, 3-4.

[xxii] Sahîhü'l-Buhârî, c. 4, s. 463, Kitâbü'l-İstizân, Bâbü'l-Kaileti fi'l-Mescid, tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut, er-Risâletü'l-Alemiyye.

[xxiii] İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyne'n-Nasîhati ve't-Tayir,  s. 44, tahkik: Necm Abdurrahman Halef, Dâru'l-Memun li't-Türas.

[xxiv] A.g.e., s. 45.

[xxv] A.g.e., s. 45.

[xxvi] Hafız Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, c. 3, s. 61.

[xxvii] Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 2, s. 726.

[xxviii] Sahîhü Müslim, c. 4, s. 308, Hadis No: 2504 Kitâbu Fazâili's-Sahâbe, Babun min Fezâili Selmân, Süheyb ve Bilâl, tahkik: Şeyh Müslim b. Mahmûd b. Osmân.