ÖZEL: FHKC Siyasi Büro Başkanı Semir Loubani, Filistin Davası ve bölgesel gelişmeler hakkında Medya Şafak'a röportaj verdi

ÖZEL: FHKC Siyasi Büro Başkanı Semir Loubani, Filistin Davası ve bölgesel gelişmeler hakkında Medya Şafak'a röportaj verdi
Hasan Sivri, geçtiğimiz günlerde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Büro Başkanı Semir Loubani ile Lübnan'da görüştü. İşte o röportaj:

 

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Büro Başkanı Semir Loubani ile Filistin Davası ve bölgedeki gelişmeler üzerine röportaj

 

 

Hasan Sivri: Suriye'de yıllardır süren savaştan sonra bugün Filistin Davası nerede? Özellikle bölgede “Arap Baharı” ile birlikte yaşanan gelişmelerden sonra bugün Filistin Davası bölge ve bölge halkları için ne anlama geliyor?

 

Semir Loubani (Abu Jaber): Öncelikle izin ver sana bir hoşgeldin diyeyim. Ehlen ve sehlen. Şimdi bizim yapacağımız röportaj, ister bazı konularda benzer düşünelim ister ihtilaflar yaşayalım, sonuçta bir bakış açısını sunacak. Farklı bakış açıları elbette vardır. Bırakalım hangisinin doğru olduğuna gelecek karar versin. Öncelikle Filistin Davası tarih boyunca birçok tehlikeli engel ile karşılaştı. Suriye savaşı daha çok yeni. Birçok tehlikeli aşama ile karşı karşıya geldik. Ürdün'de bir tasfiye hamlesi, Lübnan'daki iç ve dış savaşlar, 1982'deki Lübnan işgali ve ardından bölgede imzalanan ittifaklar da var; Camp David, Wadi Araba ve Oslo gibi. Bunlarla birlikte Siyonist liderlik ‘”Üç Arap ordusundan, Irak, Mısır ve Suriye ordularından kurtulmamız gerek'' diyordu. Hedeflerinde bölgede ‘'barışı'' garanti altına almak, güvenliklerini sağlamak vardı. Bugün özgürlük, adalet, bağımsızlık, yolsuzlukla mücadele veya demokrasi karşıtı değiliz. Fakat sorumuz şu: Bugün Arap dünyasında yaşananların demokrasi ile alakası var mı? Arap dünyasından yaşanan hakiki bir “Arap Baharı'' mıydı yoksa sonbahar mıydı? Veya kışı mı yaşadık? İstediğin ismi ver. Bize göre bugün yaşananların hedefinde pusulayı Filistin'den ve Filistin Davasından uzaklaştırmak vardı. Eskiden bir araya gelip uzlaşamayanların bugün masa altından değil aleni bir şekilde bir araya gelip uzlaşabildiklerini gördük. Ve yaşananlar Filistin Davasını, Oslo Anlaşmasının yaptığı gibi senelerce geriye götürdü. Fakat Filistin halkı umutsuzluğa kapılmıyor. 3. İntifada ile Filistin toprağı üzerinde mücadelesini veriyor.

 

Yani bugün fiili bir 3. İntiafada mı var Filistin sahasında?

 

Bugün Balfour Deklarasyonu üzerinden 100 yıl geçmiş durumda. Kudüs'ün işgalinin üzerinden 50 yıl geçti ama bugün Filistin halkı umutsuzluğa kapılmış ve bayrağı teslim etmiş değil. Cezayir 1 milyon şehitli bir ülke ise Filistin de 1 milyon esirli bir ülkedir. Çok açık bir şekilde söylüyorum, bu halk umutsuzluk nedir bilmeyen bir halktır. Mücadeleye ve savaşa devam ediyoruz. Bizim Filistin Halk Kurtuluş Cephesi olarak dediğimiz gibi: ‘'Ya Filistin ya da nesilden nesile ateş!” Hiçbir şekilde taviz vermeyeceğiz ve toprağımızı terk etmeyeceğiz.

 

FHKC'nin geçen günlerden bir basın açıklaması vardı. Tam olarak şöyle diyordu: “Oslo ile ilişkisi olan her taraf ve mevzu ile ilişkimizi keseceğiz.''

 

Evet o beyan merkez komiteden çıktı. Oslo'nun üzerine taş koymak gerekiyor. Oslo ve bütün getirdiklerinin, etkilerinin üzerine taş koymak gerekiyor. Siyasi, ekonomik, güvenlik ve diğer tüm oluşumları, getirdiği tertipleri vesaire ortadan kaldırmak gerekiyor. Özellikle güvenlik koordinasyonu ki birçok aşamada birçok kahramanın şehit olmasına neden oldu bu koordinasyon. En son bu dönemin kahramanı olan Basil Al-Arac'ın şehit olmasında payı büyük. Ben Oslo Anlaşmasına imza atanlara sormak istiyorum: Neyi hasat edebildiniz bu anlaşma ile? Sabit güvenlik noktaları nerede? Girişler-çıkışlar nerede? Tutukluların serbest bırakılması nerede? Hiçbir şey kazanılmış veya elde edilebilmiş değil. Tam aksine yerleşim yerleri arttı. Tutuklu sayısı arttı. Düşman Oslo'dan da öte taleplerle gelmeye başladı. Bugün bizden Yahudi devletini tanımamız isteniyor.

 

Basel Al-Arac'ın mesajı neydi?

 

Ben Basel'in mesajını şöyle anladım: Bu Filistinli aydın, ideolojisini pratiğe döktü. Basel sessizliğini bozdu ve sokağa inerek işgale ses etmeye başladı. Basel sokağa inerek, gazeteleri okumakla yetinen tüm aydınlara “sokağa inin, düşmanınız bu'' dedi. Basel Al-Arac Filistinlilerin hala büyük bir mücadele enerjisine, Filistin ve Filistin halkı sevgisine sahip olduğuna dair büyük bir kanıttır. Sonuçta canını bu toprak için verdi. Basel Al-Arac aynı zamanda düşman İsrail ile koordinasyon içinde olanlara da büyük bir mesaj. Basel Al-Arac ‘'Direnişten başka seçenek yoktur'' çağrısıdır.

 

Basel Al-Arac'ın şehit edilmesinde İsrail ile güvenlik koordinasyonu olan Filistin yönetiminin de rolü var mıydı?

 

Biz güvenmiyor olsak da yönetimin soruşturmasının bitmesini bekliyoruz. Basel Al-Arac'ın kalbimiz ve akıllarımıza kazınması gereken büyük bir kahraman olduğunu söyleyebilirim. Mesajının ise öğretilmesi ve taşınması gerekiyor. 

 

Az önce Oslo'ya imza atanlardan bahsettiniz. Geçen yıl Abu Mazen (Mahmut Abbas) FHKC'nin Ulusal Fon'dan aldığı ödenekleri keseceğini duyurdu, sonra da bu hamleden geri adım attı. FHKC de “mali baskılara boyun eğmedik, eğmeyeceğiz'' açıklamasını yaptı. Merkezi Komitenin bugünkü Oslo açıklaması geçen sene Mahmut Abbas yönetimi ile yaşanan problemleri tekrar yaşatır mı?

 

Öncelikle bizim Filistin Kurtuluş Örgütü ile ilişkimiz para ilişkisi değildir. Biz FHKC olarak FKÖ'de kurucu örgütüz. Biz FKÖ'nün esas taşıyız. Kimsenin FKÖ'ye bazı şeyleri dayatma hakkı yok. Bu isim kim olursa olsun kimsenin hakkı değildir. FKÖ'nün alt kurumları var. Biz açık bir şekilde herkesi dışarıda, işgalcilerin el uzatamayacağı şekilde Ulusal Meclisi toplamaya davet ettik. Bu toplantıya sahadaki tüm güçler katılsın dedik. Hamas'tan İslami Cihad'a kadar herkesi davet ettik. Filistin Kurtuluş Örgütü ve kurumlarını yeniden inşa edelim dedik. Bu daveti yaptık. Kimse meselenin Filistin Halk Kurtuluş Cephesi açısından para meselesi olduğunu söylemesin. FHKC'nin yaklaşık 5000 şehidi vardır. İşgalcilerin elinde 555 esirimiz var. Bütün bunlar Filistin için mücadele ediyordu. Biz burada dolayısıyla tüm özgür insanları ve devrimcileri gerçek ve esas mücadelede olan bu sol örgüte destek vermeye de davet ediyoruz. Biz bu meselelere önem veriyoruz ve pusulayı her zaman merkezi davaya yöneltiyoruz. Bu yüzden bölünmelerin bitirilip Filistin Direniş stratejisinin ortaya konması  gerekiyor.

 

Dışarıdan Filistinli gruplar arasında ayrılıklar yaratmak için farklı araçlarla müdahil olan bazı güçler var. Aralarında Araplar da var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Çok üzücü ki yönetimde bazıları İsrail'in dikte ettiği noktalara göre hareket ediyor. Bazıları da Trump'ın Amerikan elçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınmasıyla ilgili söyledikleri ortada olmasına rağmen  Amerika Birleşik Devletlerine güveniyor. Ayrıca ABD Birleşmiş Milletlerin 2334 sayılı kararını da dondurdu. UNESCO'nun Kudüs ile ilgili kararını da dondurdu. Bütün bu kararlar ABD tarafından donduruldu. Dolayısıyla ABD ve rolüne güvenenler aslında bir hayale güveniyorlar. İşgal ile mücadele etmenin tek yol Filistinli güçleri bir araya getirmek ve güçlerini birleştirmek.

 

Elçiliğin taşınmasıyla hedeflenen nedir? ABD neden elçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşımak istiyor? Taşınması halinde neler olacak?

 

Biliyorsun ki Kudüs Filistin'in başkentidir. ABD bunun Filistin başkenti olduğunu kabul etmez, etmeyecek. Bu hamle ile İsrail'e ''buyur önünde hiçbir şey kalmadı'' demek istiyor. Bu taşıma hamlesi siyonist projeye kolaylık sağlama hedefinde. Yayılmanın ve daha çok toprağı işgal etmenin önünü açmak istiyorlar. Biz ısrarla ve geri adım atmaksızın Kudüs'ün Filistin'in ebedi başkenti olduğunu tekrarlıyoruz. Dolayısıyla Kudüs'ten vazgeçmeyeceğiz. Filistin'in bir karış toprağından vazgeçmeyeceğiz.

 

Biraz da son dönemlerde sürekli dile getirilen ''normalleşme'' siyasetinden bahsedelim. Türkiye de aynı slogan ile İsrail ile yakın ilişkiler kurdu. Bugün Türk-İsrail ilişkileri izlediğiniz üzere normalleşmiş durumda. Aynı şekilde Körfez şeyhliklerinin de normalleşme hedefli politikaları söz konusu. İddiaya göre yakın zamanda ''Barış için Arap-İsrail Konferansı'' gerçekleştirilecek. Bu normalleşme siyaseti ve barış konferansının hedefinde ne var? Konferansın gerçekleşmesi halinde Filistin Davasına ne tür etkileri olacak?

 

Biz ilk defa böyle bir manzara ile karşı karşıya geliyor değiliz. Amman zirvesinde benzer bir manzara vardı. Birinci İntifada zamanıydı ve sloganları ''Filistin Kurtuluş Örgütüne güle güle'' idi. Asıl mesele İntifada idi. Kimse, şu anda da 12 milyonluk halka diyemedikleri gibi, Filistin halkına güle güle, hak hukukunuz yok diyemiyordu. FKÖ'ye güle güle diyebildiler. Bugün normalleşme peşinde olanlar var evet. Kral Hüseyin için anlatılan bir anektod vardır, 50'li yıllara ait bi. Sormuşlar Kral Hüseyin'e: ''Golda Meir ile görüştünüz mü?'' Cevabı şöyle olmuş: ''Bu mevzunun ateşi az, dumanı çok.'' Yani 50'li yıllardan beri normalleşme mevzusua dair bir şeyler var. Siyonist düşman ie normalleşme politikaları masa altından yapılıyordu şimdi artık aleni bir hal aldı. Bugün bunun karşısında yer alan diğer Arap ekseni güçleri saldırılara maruz kaldı. Bugün Irak nerede? Mısır nerede? Suriye ve Libya nerede? Yemen nerede? Normalleşmeye hayır diyen herkes saldırıya uğradı. Ve sonuçta bugün Arap gericilerinin hem bu mevzuda hem  ABD ile koordinasyonla politikalarını sürdürebilme yolları daha açık. Bugün ABD ve İsrail iki şey istiyor: Arap petrolü ve Bab Mendeb ile Süveyş Kanalı gibi deniz yolları. Arap gerici ittifakı var. Suud-Katar-Türk itifakı da var. Gelen saldırılar garip değil. Ama Direniş Ekseni şu ana kadar karşı koyabiliyor ve rolünü alabiliyor. Suriye ve Irak'ta zaferler var. Yemen'de hala kararlı bir duruş var. Bütün baskılara, saldırılara rağmen şu ana kadar kararlı bir duruş var.

 

Bu zikrettiğiniz ülkelerde ''Arap Baharı'' vardı. ''Arap Baharının'' asıl sebebinin bu ülkelerin Filistin Davasındaki pozisyonları olduğunu mu düşünüyorsunuz? Veya en azından bu sürecin bu ülkelerin pozisyonlarını değiştirdiğini veya zayıflattığını düşünüyor musunuz?

 

Evet, kesinlikle. ABD, gerici Arap ülkeleri ve Türkiye bu rolü oynadı. Hedefte pusulanın yönünü değiştirmek vardı. Bu ülkeler bu yüzden hedefteydi. Türkiye Mavi Marmara'da öldürülenlerin intikamını almak yerine İsraillilerle yeni başlangıçlar yaptı. İsrail ile diyalog kurup anlaşmalı halde Gazze'de sanayi atılımı yapmak yerine en azından akan kanı ve Türk halkının onurunu düşünüp İsrail ile ilişkilerini kesebilirdi. Irak ve Suriye ile çatışma Türkiye'ye yaramaz. Filistin Direnişine el uzatmak ve bölgede uzlaşı aramak yerine maalesef Türkiye'nin duruşu üzüntü verici. Bu pozisyon Türkiye'ye ne getirecek? Bugün aynı zamanda Avrupalılara, Almanlara da savaş açmış durumda. Türkiye bütün bunlarla mücadele edebilir mi? Türkiye bölge ve Filistin halkı ile diyaloğunu yeniden gözden geçirmeli. İlişkilerini bir gözden geçirmeli. Bu ilişkiyi de Filistin-İsrail diyaloğu kurulması üzerine Filistinlilere baskı yapmak esasına göre kurmamalı. Biz Filistinliler bir şeylerden taviz verelim diye bize baskı kurmamalı aksine Filistin halkının tüm meşru haklarını alabilmesi için bir duruş sergilemeli.

 

Az önce Suriye ve Irak'ta zaferler dediniz. Zaferlerden kastınız ne? Kimin zaferi?

 

IŞİD'e karşı kazanılan zaferlerden bahsettim. Bu tekfirci fikrin bu bölgede yer bulamaması lazım. Bu bölgeden çıkması lazım. Bu tekfirciler İsrail'i vurdu mu? İsrail ile savaştı mı? Neden çocukarı katlediyor, neden kentleri yerle bir ediyor ve Suriyelileri tehcir ediyorlar? Arap âleminin Filistin trajedisini de aşacak trajedilere ihtiyacı mı var? Arap âleminin bir arada durabilmesi gerekiyor. Bu tekfirci akımın bölgeden tamamen temizlenmesi gerekiyor. Arap âleminin imkanlarını tüketmemeliyiz. Birbirinden ayırmamalıyız. Araplar ABD'ye petrolünü veriyor, ABD'den silah satın alıyor ve ABD projeleri için bedavaya da bölgede savaşlar veriyor.

 

Tekfirci projenin siyonist proje ve Amerikan projesi ile ilgisi var mı?

 

Sana bir soru sorayım. Bu tekfirciler nerede İsrail'e karşı savaştılar? Cevap verebiliyor musun? Nerede bir İsrail karşıtı saldırı gerçekleştirdiler? Söyleyebiliyor musun? Aksine Golan'da İsrail ile aralarında güvenlik koordinasyonu var. Çok net görüyoruz.

 

İsrail ile tekfirciler arasında mı?

 

Evet. Suriye Ordusu ilerleme kaydederken işgal uçakları Suriye ordusunu vuruyor. Biz çok açık bir şekilde söylüyoruz. Siyonist düşman ile yakınlaşan bütün projelerin karşısındayız. Bütün enerjilerin bu dava için bir araya getirilmesi gerekiyor. Gerçek bir Müslüman iseniz buyrun yanyana bu işgale karşı savaşalım. Artık bir Arap uyanışına ihtiyacımız var. Gidişatı değiştirecek ve ABD'nin bölgedeki hegemonyasına karşı koyacak bir uyanışa ihtiyacımız var. İşgallere karşı, bu işgal her nerede ise karşı koyacak bir uyanışa ihtiyacımız var.

 

İsrail Gazze'de tekfirciler var diyerek saldırılarını meşrulaştırma yolunda. Tekfirci akım Filistin'de var mı?

 

Filistin'de tekfirci tehlikesi yok. Birkaç ferdi mesele yaşanması bu akımın Filistin'de mevcut ve güçlü olduğunu göstermez. Biz Filistin halkı olarak şu ana kadar pusulamızı kaybetmiş değiliz. Düşmanımız belli. Pusulamız Filistin. Bundan geri adım atmayacağız. Kimse meselelerini Filistin'e taşımaya çalışmasın. Bizdekiler bize yeter. Düşmanımız belli. Dostumuz da belli.

 

Az önce ABD'den silah satın alıp ABD'nin projelerini bedava gerçekleştirme yolunda bir hattı izleyen Körfez ülkelerinden bahsettiniz. Hamas, Suriye Savaşının ikinci yılında Şam'ı terk etti. Bugün çok iyi olmasa da Körfez ülkeleri ile arası iyiydi. Katar ve Türkiye ile hala iyi ilişkilere sahip. Filistinli bir örgütün bu pozisyonunu nasıl okuyorsunuz? Az önce bahsettiğiniz ve Filistin Davasına zarar veren tekfirci projenin dolaylı olarak yanında yer almıyor mu?

 

Biz Filistinlilerin bir şeyi bilmemiz gerek. Hamas veya başkası, biz Filistinlilerin bir Filistin'i bir de düşmanı var. Başkaların projelerine bağlı olmamalıyız. Çok açık bir şekilde söylüyoruz bun. Biz ülkemize nasıl döneceğimizi düşünüyoruz. Bizim bağlı olduğumuz tek proje bu. Kimsenin programını, projesini davamıza bulaştırmıyoruz. Herkesin de bunu düşünüp bu esasa göre hareket etmesi gerekiyor. Filistin davaların vatanıdır. Kimse kimseyi bu grubun veya şu cemaatin yanına sıkıştırmaya çalışmasın. Bizi şu veya bu cemaatin yakın olduğu pozisyona zorlamak kimsenin haddine değil. Bu mevzular Filistin'e fayda sağlamaz aksine davaya zarar verir. Kim olursa olsun. Bu şekilde düşünen hangi taraf olursa olsun biz bunun karşısındayız.

 

Filistin'de birçok İslami örgüt de var. FHKC bu örgütleri Filistin Davasının neresinde görüyor?

 

Biz sürekli ideolojileri bir tarafa koyun diyoruz. Vietnamlıların 45 örgütü vardı. Tek bir hedefleri vardı Amerikalıları Vietnam'da yenilgiye uğratmak. Farklı ideolojiler farklı fikirler vardı aralarında. Biz Filistin'de de İslamcılara da İslamcı olmayanlara da gelin bir şey üzerinde ittifak kuralım diyoruz. “Bu bizim toprağımız, bu bizim evimiz, bu da bizim düşmanımız ve gelin beraber toprağımızı ve evlerimizi kurtaralım. Sonra da demokratik seçimlere gidelim ve bırakalım Filistin halkı kimi seçmek isterse seçsin.”

 

Bölgede İran ve Körfez arasında bir çatışma var. Bu çatışmanın bölgeye birçok noktada etkileri söz konusu. İran'da geçen haftalarda Filistin İntifadasını Destekleme Konferansı vardı. Tüm Filistinli örgütlerin temsilcileri konferansta yer aldı. FHKC'den Abu Ahmed Fuad da konferansta yer aldı. Aynı zamanda diğer tarafta bazı Körfez ülkelerinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme politikalarından bahsediliyor. Öte yanda Filistin davasını destekleyen bir İran var. Bütün bu gelişmeler ışığında İran'daki bu konferansın önemi nedir? Siz İran'ın Filistin ile ilgili pozisyonunu nasıl okuyorsunuz? Sizce İran sadece çıkarları için hareket eden bir bölge gücü müdür yoksa hedefinde gerçekten Filistin'in özgürlüğü mü vardır?

 

Şimdi sormamız gereken soru şu: Körfez ülkeleri bugün neden İran'ı hedefe koyup düşman ilan etti? Neden bu Körfez ülkeleri, İran Şahı ile iyi ilişkiler kurmuştu da şimdiki İran düşman oldu? Şah, İsrail ile iyi ilişkiler kurmuştu. İran o zamanlar ABD ve İsrail'e açık bir ülke idi. Ayetullah Humeyni gelince İsrail elçiliğini Filistin elçiliğine dönüştürdü ve Filistin halkını desteklediğini duyurdu. Ben İsrail'e karşı bu savaşımda daha fazla dost kazanmak isterim. İran da Filistin davasına destek veren bu dostlar arasında yer alıyor. Dolayısıyla İran'daki konferans Filistin halkına desteği ve Filistin halkının yanında saf tutanları güçlendiren bir konferans. Birbirimizi anlayacağız ama ben kendimi bizi öldüren, gerileten ve İsrail ile anlaşmalar yapan Arap gericiliğinin koynuna bırakamam. Ben davayı destekleyen ve her zaman yanımızda yer alacak dostlar isterim. Bu dostların başında İran geliyor. İran Filistin halkına desteğini devam ettiren dost bir ülke.

 

Fiistin Halk Kurtuluş Cephesinin İran ve Hizbullah ile ilişkisinin düzeyi nedir?

 

Tek bir cümle ile cevap vereyim. Bizi bir araya getiren Filistin Davası ve İsrail'e karşı direniştir. İran Filistin ve Filistin halkına desteğini devam ettiren bir ülke. Bizi bir araya getiren bu düşmana karşı savaşımızdır. Bizi, işgale ve işgal güçlerine karşı sahada tek bir güç gibi savaştığımız Hizbullah ile de bir araya getiren budur. İsrail'e karşı, işgale karşı Direniş.

 

Seyyid Nasrallah geçen haftalarda yaptığı bir konuşmada İsrail'i, Hayfa'daki nükleer depolarını vurmakla tehdit etti. Savaşın yaklaştığını düşünüyor musunuz? Karşılıklı tehditlerin düzeyi de günden güne artıyor. Gerginliğin bölge genelinde tırmanışa geçtiğini görüyoruz. Özellikle de İran Devrim Muhafızlarının Suriye güneyinde, Golan etrafında varlığı söz konusu. İsrailliler İran'ın varlığından ve Hizbullah'ın füzelerinden hoşnut değil. İsrail birkaç defa Hizbullah'a giden silah/füze konvoylarına yönelik saldırılar düzenledi. İsrail'in son hava saldırısı girişimine Suriye ilk defa füzelerle karşılık verdi. Sizce savaş yaklaşıyor mu? Savaş bu sefer Golan'ı da kapsar mı?

 

Seyyid Hasan'ın son açıklamaları İsrail içinde bazı meselelere neden oldu. İsraillileri endişelendirdi. İsrail, göçmenlerden oluşan bir orduya ve Batı'dan gelen yerleşimcilere sahip. Demografik bir terkip var. Bu terkip çıkarlarına göre etkilenebiliyor. Seyyid Hasan sözüne sadık bir mesaj göndermişti. Seyyid Hasan, 2006'daki savaşta İsrail'in yanmakta olan savaş gemisini izleyin derken verdiği mesajlar sadık mesajlardı. Kimi ilgilendiriyorsa o ilgililere gitti o mesajlar. Sonuçta aslan ile uğraşan, pençelerine tahammül edecek. Biz Direniş Cephesi olarak gözlem, dayanışma ve yardımlaşma içindeyiz. Bu işgali ortadan kaldırmak ve ülkemizden çıkarmak için direneceğiz ve tüm imkanlarımızı kullanacağız.

 

Yani bir hazırlık var mı?

 

Hazırlıklar hiç bitmedi, bitmez. Çünkü önümüzde bir düşman var. Arap dünyasının bu kötü gidişatını ve şartlarını daha fazla taviz elde edebilmek için kullanan bir işgalci güç var.

 

İşgali ortadan kaldıracağız dediniz. Bölgede Balfour'dan önce de var olan Yahudiler var. Daha sonradan bildiğimiz gibi gelen ve bugün yerleşimci dediğimiz Yahudiler de var.

 

Biz din olarak Yahudilik veya Yahudilerin karşıtı değiliz. Biz siyonizmi ve bu fikri benimseyip toprağımızı işgal eden ve etmeye devam edenlerin karşıtıyız. Biz dinin veya o dinin mensuplarının karşısında değiliz. 48 öncesinde Filistin toprağında kim var idiyse ehlen ve sehlen. Muhacir olarak gelen, geldiği yere gitsin. Biz öldürmek için savaşmıyoruz, biz öldürmek için savaşmayız. Biz paslı anahtarlarını sakladığımız evlerimiz ve toprağımız için savaşıyoruz.

 

Rusya'nın Suriye Savaşı ile birlikte bölgede artan bir nüfuzu ve rolü söz konusu. Rusya bugün İsrail ile de ilişkilerini sürdürüyor. Direniş Cephesinde yer almamakla birlikte İran ve Suriye ile çok üst düzeyde siyasi/askeri ilişkileri var. ABD ile rekabet halinde olmasından dolayı da bölgede ABD hegemonyasını da kıran varlığı söz konusu. Rusya, Filistin Davasının neresinde?

 

Biz solcular şunu ayırt etmeliyiz: Biz Sovyetler Birliği zamanında değiliz. Olan biteni iyi anlayalım. Evet Rusya Arapların bazı davalarının savunulmasında kolaylık sağladı. Bugün Putin dönemindeki Rusya, bazı mevzularda Sovyetler Birliği zamanından çok daha güçlü bir duruşa sahip. Rusya şimdi ilk defa askeri olarak müdahil oldu. Hava ve kara güçlerini sahaya çıkardı ve bir Arap devletini savunuyor. Düşmana da açık mesajları var. Ayrıca Türkler uçak düşürdükten sonra neler olduğunu siz yakından gördünüz. Sonra Erdoğan özür diledi. İsrail'in son saldırısından sonra da Ruslar İsrail'i uyardı ve İsraillilere ‘'Buraya kadar, yeter'' dediler. Ruslar ile İsrailliler arasında bir anlaşma var mı bilmiyorum ama Rusya'nın Suriye'nin güvenliği için esas bir rol oynadığını çok net görüyoruz.  Bu stratejik ilişkiye saygı duyuyoruz. Biz bunu geliştirip bundan yararlanmaya çalışabiliriz. Rusya'nın rolünden ve dünya haritasındaki pozisyonundan yararlanmamız gerekiyor.

 

Çok vaktiniz olmadığını biliyorum son olarak size Kürtleri sorayım. Kürtlerin kuzey Suriye'de, Rojava'da yeni bir yönetim şekli olarak bazı önerileri var. Öte yandan ABD ile ilişkileri de söz konusu.

 

Açıkçası bu konu için uzun bir diyalog masasına ihtiyacımız var. Bugün bölge yaşanan gelişmelerle birlikte, yeni bir Sykes-Picot ile karşı karşıya. Bu çok açık. Bölge parçalanıyor. Amerikan-Siyonist projenin karşısında yer alanların ve bu projeye karşı mücadeleye inananların bir araya gelip bu projeyi yok etmesi gerekiyor. Ardından bir masaya oturulup sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz net olarak halkların kendi kaderini tayin etme hakkının yanındayız. Düşmanımız ortak ise bir araya gelip bu düşmana karşı savaşmamız ve ardından diyalog masasına oturup etraflıca konuşmamız gerekiyor. Bugün bu olan bitenin hedefinde ne var? Filistinlilerin “geri dönüş hakkının'' bitirilmesi var. Batı Şeria'nın yüzde 40'ı Filistinlilerin elindeydi. Yerleşim yerleri inşa etmeye devam eden işgalciler Batı Şeria'nın yüzde 25'ini daha aldı. Dediğim gibi bu konu için etraflıca oturup konuşmamız gerekiyor. Kürt kardeşlerimize Amerikalılara çok güvenmemelerini söylemek istiyorum. Biz Amerikalılara güvenmiyoruz. Ben diyebilirim ki Kürtler kendi imkânlarına -ki o imkânlarını iyi biliyorum- güvenmeli. Boyunlarını Amerikan satırının altında tutmamalı. ABD ilişki içinde olduklarını sadece kendi çıkarları için bir araç olarak görür. ABD'nin kabul edebileceği ilişki türü budur.

 

 

www.medyasafak.net