Ruhani Hükümeti’nin Dış Politikası Nasıl Olacak / Suriye Politikası Değişecek mi?

Ruhani Hükümeti’nin Dış Politikası Nasıl Olacak / Suriye Politikası Değişecek mi?
İran'da yeni cumhurbaşkanı seçilmesinin bölge havzasının diplomasisinde yol açacağı değişimlerin incelenmesi konusunda, İran Tarihi Çalışmaları Dairesi Müdürü Abbas Süleymani Numin ile yapılan söyleşiyi siz okurlarımıza sunuyoruz.

Ruhani Hükümeti'nin Dışpolitikası Nasıl Olacak / Suriye Politikası Değişecek mi?

Basirat.ir 

Hasan Ruhani'nin cumhurbaşkanlığındaki 11. hükümetin iş başına gelmesiyle, dış siyasette değişiklik beklentisi içinde olmalıyız. Her ne kadar bu değişiklikler makro ölçekte olmayacakasa da, küçük meselelerde, teamüllerde ve bazı bölge ülkeleriyle olan iş birliklerinde kodların yeniden yazılmasına şahitlik edeceğiz. Bölge havzasının diplomasisindeki bu değişimlerin incelenmesi konusunda, İran Tarihi Çalışmaları Dairesi Müdürü Abbas Süleymani Numin ile yapılan söyleşiyi siz okurlarımıza sunuyoruz.

Size göre 11. hükümet, Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerle ilişkilerde nasıl bir yaklaşım sergileyecek?

Henüz hükümetin gelecekteki icraatlarıyla ilgili hüküm çıkarmak için çok erken ve bu konuda fazla aceleci olmamalıyız. Ancak mevcut pozisyon ve bölge ülkeleriyle ilişkilerde değişim ihtimali vardır ve Ruhani hükümeti bu ilişkileri düzeltecek veya daha sıcak bir hale getirmeye yönelecektir. Haşimi Rafsancani döneminde Arabistan'la olan ilişkiler daha bir dostaneyken, halihazırda oldukça aşağı bir seviyededir. Elbette bu Arabistan'ın düşmanca tutumunu o günlerde takınmadığı anlamına gelmemekle beraber, Haşimi Rafsancani ve dostlarının Arabistan'la özel bir ilişki kurabilmeleriyle oluşmuştu ve büyük bir ihtimalle bu siyaset, Ruhani tarafından da izlenecektir. Ancak bu konuda önümüzde bazı karşıtlıkları içeren sorunlarımız da vardır ki, bu sorunlar Haşimi Rafsancani ve dostlarının iş başında oldukları dönemdeki gibi  dostane bir ilişkinin kurulmasının zorluğuna işaret etmektedir. Arabistan ve Suriye, Arabistan ve Irak, Arabistan ve Lübnan arasındaki mevcut sorunlar, genellikle İran'ın müttefikleri aleyhinde siyasi ve askeri girişimlerde bulunması tabii olarak meseleleri karmaşık hale getirmiştir. Her ne kadar Hasan Ruhani hükümetinin çabaları ilişkileri düzeltmek yönünde olacaksa da, onlar bu aşırı hasmane konumlarını devam ettirdikleri müddetçe Cumhurbaşkanı ameli olarak zorluklarla karşı karşıya gelecektir.

Fars Körfezi bölgesine değindiniz. Sayın Doktor sizin Fars Körfezi ülkeleriyle ilişkilerimizin nasıl olacağı yönündeki öngörünüz nedir? Acaba ilişkiler daha sıcak bir hale doğru gidecek mi?

Şüphesiz ki, Ahmedinejad hükümetinin de Arabistan'la daha iyi ilişkiler kurma yönünde çabaları olmuştu ve bu girişimlerden bazıları eleştirilere de yol açmıştı. Ancak bu çabalar Arabistan'ın bölgesindeki siyasetlerinden vaz geçmesine sebep olamamıştı. Geçmişte bazı kimseler, Katar'ın perde arkasında siyonistlerle çok olumlu ilişkileri olduğuna inanıyorlardı, ancak bu ilişkilerin gizli olması nedeniyle bazıları bu ülkeye karşı hoşgörülüydüler. Ama gerçek şu ki, bu gün Katar siyasetlerini açıktan yürütmektedir ve bu yüzden biz bu konu karşısında ilgisiz kalamayız. İş başındaki hiç bir hükümet, Fars Körfezi'nde söz sahibi olan ülkelerin operasyonları karşısında tepkisiz kalamaz ve onlarla dostane ilişkiler kuramaz. Biz geçmişte Arabistan'ın selefileri koruduğu ve onları terörist faaliyetlerde kullandığı, ekonomik ve silah olarak desteklediği bir ortamda değildik. Bu ülkelerin bir yerlere bağımlı olduklarını bildiğimiz halde böylesi sorunlarımız olmadığı için, en azından zahiren onlarla iyi ilişkiler kuruyorduk. Ancak bugün, şartlar farklıdır ve güney Fars Körfezi bölgesinde söz sahibi ülkeler konumlarını değiştirmeden ilişkilerin düzeyini arttıramayız. Elbette şunu da hatırlatalım ki, Arabistan ve Katar gibi ülkeler siyasetlerinde yenilgiye uğradılar ve bu buhrandan çıkmaya meyillidirler, yeniden zahirdeki konumlarında değişiklik yapabilirler. Vurgulayarak söylüyorum "zahiren"; çünkü bu ülkeler bağımlı ve halk desteği olmayan rejimlere sahip oldukları için, girdikleri yoldan çıkmalarına ve değişiklik yapmalarına imkan yoktur. Bu yüzden bölgeye musallat olan güçlerin himayesinde yollarına devam etmeye, bu yönden saptıklarında, çaresiz bir şekilde bazı siyasetleri izlemeye ve bazı konumları seçmeye mecburdurlar. Arabistan ve Katar gibi ülkelerin bu kronikleşmiş şartlardan çıkmaya meyilli olmaları gerçeğiyle beraber, onları eski yollarına döndürmek çok kolay olmayabilir.

Geçmişte de nifak taşıyorlardı ama bizimle dostluktan ve iyi ilişkilerden dem vuruyorlardı, oysa perde arkasında, Arabistan'la istihbari ve ekonomik açıdan tam bir bağlantıları vardı. Bu yüzden İran'da bazı siyasi güçler onlara karşı hoşgörülüydü. Ben bu ülkelerin bu iki yüzlü politikalarına dönebileceklerini bile tasavvur edemiyorum. Elbette Amerika ve Avrupa bu teröristleri desteklemekten vazgeçerse, Katar ve Arabistan'da da değişikliklerin olması mümkündür. Onlar üç yıla yakındır bu alanda yatırım yapmışlardır ve sonuçlarıyla da yüzleşecekler. Yani şekillenmekte olan olaylar, onlar için de tehlikeli olacaktır. Bu yüzden eğer Amerikalıların Suriye karşısındaki siyasetleri değişir, Arabistan eliyle hazırlanan askeri ve silahlı çabaların etkileri de sonuçsuz kalırsa, değişimin olması mümkündür ve bu değişim, Ruhani hükümetine bu ülkelerle ilişki kurulmasında daha çok fırsatlar oluşmasına sebep olacaktır.

Sizin görüşünüze göre, Ruhani'nin dış siyaseti, Suriye'nin seyrinde ve direniş cephesinin güçlenmesinde nasıl etki oluşturabilir?

İran'ın makro siyasetlerinde çok fazla etkisi olamayacaktır. İran'ın Suriye ile olan ilişkisi stratejik bir konudur ve kesinlikle devlet düzeyinde şekillendirilmektedir. Her ne kadar Hasan Ruhani basınla yapmış olduğu sohbetlerdeki bu konuda yapmış olduğu açıklamaları devletin siyasetiyle tamamen uyuşsa da, hatta uyuşmasa bile, bu belirlenmiş makro bir siyasettir ve o bu siyaseti izleyecektir. Bununla birlikte bazıları farklılıklar olduğuna inanmaktadır ancak Ruhani'nin basına yaptığı açıklamalarda bir farklılık görünmemekteydi ve bu da demektir ki aynı siyaset takip edilip uygulanacaktır.

Ruhani'nin bu yumuşak siyaseti, İran ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Ajansı gibi kurum ve organlarla ilişkilerinde ne tür bir esneme sağlayacaktır?

Bu alanda bizim bir makro siyasetimiz var, ancak yürütmenin başında olanların bu makro siyaset üzerinde belirgin etkileri olmaktadır. Yani kudretlilik, uyanıklılık, yürüttükleri görüşmelere hakimiyetleri vs etki edebilir. Ümid ediyorum ki Hasan Ruhani ve iş başına gelecek grup, bu alanda daha bir güçlü olarak ülke siyasetini takip edeceklerdir. Elbette, kesinlikle kendi ölçülerinde başarılı da olacaklar. Geçmişte de, bu meseleler vardı, yürütmenin başındakiler, makro siyasetleri, yeterli güçleri olmadığından çıkmaza sokmuşlardı ya da tam tersi bir şekilde ilerletmiş ve güçlendirmişlerdi. Ümid ediyorum ki, Birleşmiş Milletler konusunda da iş başına gelecek kimseler, İran milleti lehine başarılar elde edeceklerdir. Bütün bunlar, bizim kendi bölgemizi en iyi şekilde değiştirebileceğimize dair tahmin ve umut düzeyindeki konuşmalardır. Bu değişimi gerçekleştirebilmek iddiasını pratize ederlerse başarılı olabilirler. Bu çok zor bir iştir, çünkü, hem Batı'nın duruşu hem de bizim duruşumuz çok açıktır. Yani biz esaslarımızda direniyoruz ve onlar da İran'ın geri adım atmaması karşısında, meselelerde ısrarcı davranıyorlar.

Ruhani hükümetinin bölgesel değişiklikler ve özellikle de İslami uyanış meselesine yaklaşımı nasıl olacaktır?

Ben bütün bunları sadece tahmin ve umut boyutunda ele alabilirim. Ben bu alanda iki sesli olacağımızı uzak bir ihtimal olarak görüyorum. Sanıyorum ki etkili tek bir ses olacaktır. Bu Hasan Ruhani'nin ve iş başına getireceği kadrolarının bütün görüşlerinin düzenle aynı doğrultuda olacağı anlamına gelmemektedir. Ancak bu bir kaç gün içinde şekillenen icraatlar, Hasan Ruhani ve etrafındakilerin meseleleri geçmişe göre daha uyanık ve dikkatli yürüteceklerine işaret etmektedir. Ümid ediyorum ki, bu konularda da bu baskın görüş oluşur ve bütün alanlarda İslam Cumhuriyeti'nin konumunun güçlenmesi yönünde tek sesliliği dikkate alırlar. Yani çift sesli olmanın onları güçlendireceğini düşünmemelidirler, tam tersine, dış siyasetle aynı doğrultuda ve aynı söylemde olmak onların yararına olacaktır.

Çev: Ali Naki Dedesoy

medyasafak.com