İbn Teymiyye'nin Hz. Ali'ye küfredenlere yaklaşımı (1)

İbn Teymiyye'nin Hz. Ali'ye küfredenlere yaklaşımı (1)
Ümmü Seleme’nin huzuruna vardım. Bana ‘‘Aranızda Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) sövülmekte midir?’ diye sorunca ben ‘‘Allah’a sığınırız veya Allah bütün kusurlardan münezzehtir.’’ veya buna yakın bir şey söyledim. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: ‘‘Resûlullah’ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: Kim Ali’ye (a.s.) söverse bana sövmüş olur.”

 

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Sevgili dostlar Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. “Mutârahâtün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümüyle karşınızdayız. Saygıdeğer Seyyid Kemal Haydarî Bey'in İbn Teymiyye'nin İmam Ali'ye (a.s.) eziyet eden ve hakaret edenlere yaklaşımı ile ilgili değerlendirmelerini dinleyeceksiniz. Saygıdeğer seyyidim, hoş geldiniz ve sefalar getirdiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Programımızın konusu İbn Teymiyye'nin, İmam Ali'ye eziyet eden ve sövenlere yaklaşımıdır. Bu konu önceki programlarımız ile bağlantılıdır. Bu konunun önceki konularla bağlantısının anlaşılabilmesi için giriş kabilinden bir şeyler söyleyebilir misiniz?  

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere özelde Muâviye genelde ise Ümeyyeoğulları Nâsıbîlerden idi. Bu konuda muhakkik âlimler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. İster İbn Kesîr, ez-Zehebî, İbn Hacer el-Askalânî, İbn Teymiyye gibi Emevîci din anlayışını benimsemiş ister Sahâbe ekolüne mensup büyük âlimler olsun, tamamı Ümeyyeoğullarının Nâsıbî olduğunu açıkça dile getirmiştir.

 

Sunucu: Yani Ehl-i Beyt'e düşmanca tavır ve tutumlar içine girenlerden…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, bizler önceki programda Nâsıbî sözcüğüyle Hz. Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) buğz ve düşmanlık üzerine kurulu bir din anlayışını benimseyen kimselerin kastedildiğini açıklamıştık. Konu hakkında aktarılan pasajlar bunların sadece İmam Ali ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) buğzetmekle kalmadıklarını, aksine Hz. Ali'ye (a.s.) buğzetmekle Allah'a yaklaşacağını düşündüklerini ortaya koymaktadır. Bu pasajlar Nasıbîliğin açık ve net bir şekilde Muâviye b. Ebî Süfyân'in eliyle inşa edildiğini de göstermektedir. Bir başka ifadeyle Muâviye, minberlerde İmam Ali'ye sövme ve hakaret etme sünnetini resmi düzeyde ilk başlatan kimsedir. Büyük âlimlerden bir grup bunu açıkça dile getirmiştir. Önceki programda İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserinden sunduğumuz bilgilere göre Ömer b. Abdülaziz dışındaki Ümeyyeoğullarının tüm melikleri Nâsıbîdir.  İbn Kesîr bu konuda Benî Ümeyye meliklerinden hiçbirini istisna etmemiştir. İbn Kesîr ki Emevîci din anlayışının en büyük âlimlerinden, hatta söz konusu din anlayışını ayakta tutan âlimlerden biri kabul edilmektedir.

 

Bu hakikati açıkça dile getirenlerden birisi de İmam Kurtubî'dir (h. 656). O el-Müfhim adlı eserinde bu gerçeği açık ve net bir şekilde ortaya koyar. O, Resûlullah'ın (s.a.a.) şu hadisinin zeylinde bu konuyu ele alır:

 

Ben ancak bir insanım. Rabbimin elçisi gelip de O'na icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bırakıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Allah'ın Kitabı'dır. İmdi Allah'ın Kitabı'nı alın ve Ona sarılın.'' Ardından Hz. Resûlullah (s.a.a.) Allah'ın Kitabı'na özendirdi ve rağbet ettirdi. Sonra ‘‘Bir de Ehl-i Beyt'imi (bırakıyorum)... Ehl-i Beyt'im hakkında size Al­lah'ı hatırlatırım!... Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım'' buyurdu.

 

Öncelikle İmam Kurtubî'nin Tathir âyetinde ve Kisa hadisinde geçen Ehl-i Beyt kavramından muradın Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hanımları olmadığı görüşüne sahip olduğunu belirtmemiz gerekir. O bu konuda şöyle der:

 

Tathir âyetinde geçen Ehl-i Beyt kavramıyla kastedilenler, o esnada örtünün altında bulunan kimselerdir.[i]

 

Yani Ehl-i Beyt'ten kasıt Hz. Fâtıma, O'nun babası, kocası ve oğullarıdır. Kurtubî bunu açıkça dile getirmektedir. Dolayısıyla kimse bize ‘‘İmam Kurtubî, Ehl-i Beyt lafzından Hz. Peygamber'in eşlerini anlamaktadır'' diye itirazda bulunmasın.

 

Lütfen, onu dikkatlice dinleyelim ve tetkik edelim. O sıradan bir kimse değildir. Eserin ilerleyen sayfalarında şöyle der:

 

Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu vurgulu vasiyeti Ehl-i Beyt'ine saygı göstermenin, onlara iyilikte bulunmanın, onları tazim ederek sevmenin kuvvetli ve vurgulu bir vacip oluşunu gerektirmektedir… Bu farizayı yerine getirmeyen hiç kimse mazur görülemez.[ii]

 

Dikkat ediyor musunuz? Ehl-i Beyt'i sevmek ve onlara saygı göstermek sıradan bir farz değil, kuvvetle vurgulanmış bir farzdır. Beri taraftan pasaja göre onları sevmeyen ve onlara saygı göstermeyen birini ‘‘içtihad etti ve içtihadında hata etti'' diye geçiştirmek mazur görülemez.    

 

Sunucu: Yani bu sevgi zarûrât-ı dîniyyedendir. 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet zarûrât-ı dîniyyedendir. Kesinlikle Ehl-i Beyt'i sevmek ve onlara saygı göstermek zarûrât-ı dîniyyedendir.

 

Devamında şöyle der:

 

Onların Hz. Peygamber ile hususi bir bağlarının olduğu ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bir cüzü oldukları da bilinmektedir. Çünkü Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber'in kökü olduğu gibi kendisi de onların kökü konumundadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır:

 

Fâtıma benden bir parçadır. O'nu şüphelendiren şey beni de şüphelendirmiş olur.

 

Bütün bunlara rağmen Ümeyyeoğulları onların hukuklarına karşı çıkmış ve hukuklarını çiğnemişlerdir.  Ehl-i Beyt'in (a.s.) kanlarını akıtmış, hanımlarını sürgün etmiş, küçük çocuklarını da esir almışlar, ev ve yurtlarını yakıp yıkmış, şeref ve faziletlerini inkâr etmiş, onlara sövüp saymayı ve lanet etmeyi mubah görmeye çalışmış, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt hakkındaki vasiyetine muhalefet etmiş, O'nun istek ve maksadını çürütmeye ve ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Onların huzurunda duracakları zaman nasıl bir mahcubiyet yaşayacaklar? Kıyamet Gününde arz edilecekleri gün rüsvalıkla karşılaşacaklardır.[iii]

 

İşte Kurtubî'nin dilinden dökülen Ehl-i Beyt'in konumu… İşte İmam Kurtubî gibi bir şahsiyetin sözleri... İmam Kurtubî bu hususta “Ancak Muâviye hariç. Çünkü o sahabîdir ve vahiy kâtibidir” diyerek hiç kimseyi istisna da etmemektedir. O ‘‘Ümeyyeoğullarının geneli böyledir'' diyor. Öldürme, lanet etme ve sövmeyi mubah sayma gibi fiiller onların tutum ve davranışlarıdır. Bu değinmek istediğimiz ilk kaynak idi. Allâme Kurtubî, Ehl-i Sünnet ve Sahâbe okulunun büyük âlimlerinden birisidir.   

 

Sunucu: Allâme Kurtubî'nin bu sözleri Ziyâret-i Aşurâ'da Ümeyyeoğulları ile ilgili geçen sözlere ne kadar da yakındır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu üzerinde ittifak edilen bir hakikattir. İlerleyen bölümlerde okuyacağımız pasajlarla buna işaret edeceğiz.

 

İkinci kaynak: İbn Hacer el-Askalânî'nin Fethu'l-Bârî adlı eseridir. İbn Hacer, Emevîci din anlayışının temel sütunlarından biridir. O şöyle der:

 

Râfiî, Şerhü'l-Vecîz'inde Hâricîleri konu edinirken bu meseleye değinir ve der ki:

 

Onlar bidat fırkalarından bir grup olup İmam Ali'ye (a.s.) karşı çıkmışlardır… Onun kelamında geçen bu vasıf, sadece Hâricîlerin vasfı değildir. Bu Sıffin'de Muâviye'nin bağlıları olan Nâsıbîlerin de vasıflarındandır.[iv]

 

İmam Ali'ye karşı çıkanlar ve bidat ehli olanlar sadece Hâricîler değildir. Muâviye'nin bağlıları ve ashabı olan Nâsıbîlerdir. İşte İbn Hacer el-Askalânî'nin vurguladığı hakikat.

 

Ben bu konuda müşahede ettiğim bir hakikati de aktarmak istiyorum. Gördüğüm bu rivayetler maalesef genel İslam kültüründe yer kaplamamaktadır. Hafız Sehâvî'nin (h. 902) İsticlâbü İrtikâi'l-Ğuraf adlı eserine bakalım. Benim açımdan bu eseri önemli kılan husus, eserin hemen girişinde geçen şu ifadelerdir:

 

Bu kitabın orijinali bir yüksek lisans çalışması olup Mekke-i Mükerreme'deki Ümmü'l-Kura Üniversitesi'ne muhakkik tarafından takdim edilmiştir. Muhakkikin bu çalışmasına yüksek puan verilerek başarılı görülmüş ve basılması için de tavsiyede bulunulmuştur. 15/2/1420- Pazar.[v]

 

Muhakkik bu eserde Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) rivayette bulunur ve sonra da bu rivayete talikler düşer.

 

Ele almak istediğimiz rivayete geçelim. Rivayet Ebû Saîd el-Hudrî'den (r.a.). O, şöyle der:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Benden sonra gerçekten Ehl-i Beyt'im ümmetim tarafından öldürülmek, başka ülkelere sürgün edilmek gibi hadiselerle karşılaşacaklardır. Kavimlerimizden gerçekten bize en şiddetli öfkelenen Benî Ümeyye, Benî el-Muğîre ile Benî Mahzûm'dur. Bu hadisi el-Hâkim rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bu hadisin isnadı sahihtir. Ancak Buhârî ve Müslim tahric etmemişlerdir.[vi]

 

İmam Kurtubî Ehl-i Beyt'ten muradın Hz. Fâtıma (a.s.), O'nun babası, kocası ve oğulları olduğunu açıklamıştı. Bu rivayet son derece açıktır. Rivayet ‘‘sövgü, hakaret ve lanet'' demiyor. Açıkça diyor ki onlar arasında İmam Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) en çok buğzedenleri Ümeyyeoğullarıdır.

 

Artık bilemiyorum, bunlar buğzedenlerden iseler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) İmam Ali'ye buyurduğu “Ey Ali! Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder” hadisini nereye koyacağız? Bu hadislere göre münafıkların en açık örnekleri Muâviye ve Ümeyyeoğullarının tümüdür.

 

Muhakkik hadisin dipnotunda bu hadisin kimler tarafından tahric edildiğini birer birer sayar.

 

Bize bu hadis hakkında şöyle diyebilirler: Seyyidim bu rivayet falanca ve filancadan dolayı zayıf kabul edilmektedir. Önemli olan tarihî olayların da bunu ispat ediyor olmasıdır.

 

Biz ise bu itiraz hakkında şöyle deriz: Bizim için önemli olan Muhakkik el-Babteyn'in bu rivayete düştüğü nottur. Biz Babteyn'in açıklamaları uzun olmasına rağmen okumak arzusundayız. Zira Babteyn'in bu hadise ilişkin notları Ümmü'l-Kura Üniversitesi'ne takdim edilmiştir. O şöyle diyor:

 

Hz. Peygamber'in Âl ve Ehl-i Beyt'inin başından geçen işkence ve horlama türleri hiçbir ailenin başına gelmemiştir. Hâlbuki onlar şerefe ve temiz bir köke sahiptiler. Bu pak ailenin hasımları onlarla savaşırken kesinlikle sınırı aşmış, onlara türlü türlü eziyet ve sıkıntıyı tattırmış, her türlü işkenceye maruz bırakmış, onlar hakkında ne yakınlık bağını ne de antlaşma hükümlerini gözetmiş, hiçbir hak ve hürmete riayet etmemişlerdir. Kadın, çocuk ve erkeklerine karşı bütün güçlerini ortaya koymuş, kaba ve katı kalpli davranmış, merhamet ve şefkat göstermemişlerdir.  Nihayet Ehl-i Beyt'in gördüğü musibetler, eziyet ve işkenceler bir darb-ı mesel haline gelmiş, bu muazzam kin, insanların kalplerindeki rahmet ve sevgi pınarlarını harekete geçirmiş, gönüllerinde şiddetli bir üzüntüye neden olmuş, kalplerini intikam duygusuyla doldurmuştur.[vii]

 

Önemli olan bu satırların Mekke-i Mükerreme'de yazılmış olmasıdır. Gerçi eser Beyrut'ta basılmıştır.

 

Sunucu: Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) nakletmiş olduğunuz bu hadiste “Kavimlerimizden gerçekten bize en şiddetli öfke duyan Benî Ümeyye'dir.” ibaresi geçmektedir. Burada ifade edilen söz konusu edilen öfke ve buğzun kapsamına acaba Hz. Resûlullah (s.a.a.) da girmekte midir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kesinlikle. Programın ilerleyen bölümlerinde bu konuyu ispat edeceğiz. Bu husustaki rivayetler açıktır ve önceki programlarda da geçmişti. Çünkü Resûlullah (s.a.a.): “Kim Ali'ye buğzederse bana buğzetmiş olur, bana buğzeden ise Allah'a buğzetmiştir.” buyurmaktadır. Bu konu hakkındaki açıklamalar önceki programlarda detaylı bir şekilde geçmişti.

 

Değerli izleyiciler, şu hakikate işaret etmek istiyorum. Ehl-i Beyt'e karşı duyulan bu şiddetli ve sınır tanımaz öfke öyle bir seviye ve raddeye ulaşmıştı ki sahâbe ve sahâbenin büyükleri Muâviye'den korktuklarından Hz. Peygamber'in (s.a.a.) sünnetini terk etmişlerdi! Çünkü Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) bu sünnet ile amel etmekteydi. Bundan dolayı da Nebevî Sünnet ile amel etmeyi terk ettiler. Dikkat ediniz, ‘‘Alevî Sünnet'' demiyorum, ‘‘Nebevî Sünnet'' diyorum. Yani Hz. Resûlullah'ın tesis ettiği ve uyguladığı sünneti terk ettiler. Sebep ise bu sünnetin uygulayıcısının Hz. Ali (a.s.) olmasıydı. Hz. Ali'ye duydukları nefret ve Muâviye'den korkuları yüzünden bu sünneti terk ettiler. İmam Ali'yi (a.s.) sevenlerin, O'nu dost edinenlerin kalp ve gönüllerine korku saldılar ve terör estirdiler.

 

Bu hususta aktarılan rivayetlerden birisi Beyhakî'nin Sünenü'l-Kübrâ'sında geçmektedir.

 

Rivayet şöyledir:

 

Bize Ebü'l-Hasan Muhammed b. Hüseyin haber verdi.(…) Bize Meysere (…) Rivâyete göre, şöyle demiştir:

 

Bizler Arafat'ta İbn Abbâs ile beraberdik. İbn Abbâs ‘‘Ey Saîd, niçin insanların telbiye getirdiklerini duymuyorum?'' dedi. Ben de ‘‘Muâviye'den korktukları için'' dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs çadırından çıkarak ‘‘لبيك اللهم لبيك / Lebbeyk Allahümme lebbeyk! Emret Allah'ım emrine hazırım'' diye telbiye getirmeye başladı. ‘‘Muâviye'nin burnu yerde sürtülse de…'' ve ‘‘Allah'ım onlara lanet et! Ali'ye (a.s.) kızgınlıkları yüzünden sünneti terk ettiler.” dedi.[viii]

 

İbn Teymiyye ve sonrasında izini takip edenlerin “mücahid melik ve vahiy kâtibi” dedikleri Muâviye bu terörü ihdas etmiştir. Evet, Muâviye ümmetin içine öyle bir korku salmış ki insanlar Sünnet ile amel etmekten çekinmişlerdir. Çünkü Hz. Ali (a.s.) bu sünnet ile amel etmekte ve Muâviye de İmam Ali'ye buğzetmekteydi.

 

Bu husustaki ikinci rivayet Ebü't-Tayyîb el-Fucân'i'nin et-Talikatü's-Selefiyye adlı eserindendir. Müellif yukarıda geçen Saîd b. Cübeyr'in hadisini tahric eder.

 

Rivayet şöyledir:

 

Saîd b. Cübeyr'den rivâyete göre, şöyle demiştir:

 

Arafat'ta İbn Abbâs ile beraberdim. İbn Abbâs ‘‘Ey Saîd! İnsanların telbiye getirmelerini niçin duymuyorum?'' dedi. Ben de ‘‘Muâviye'den korktukları için'' dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs çadırından çıkarak ‘‘لبيك اللهم لبيك / Emret Allah'ım, emrine hazırım'' diye telbiye getirmeye başladı ve ‘‘Ali'ye kızgınlıkları yüzünden Sünnet'i terk etmişler” diye konuştu.[ix]

 

Dipnotta muhakkik hadis için “sahîhü'l-isnad” notunu düşer.[x]

 

Değerli izleyicilerin İmam Suyûtî ve İmam Sindî'nin sözlerine dikkat etmelerini istirham ediyorum. O bu hadise şu notu düşer:

 

Arafat'ta telbiye getirme konusunda âlimler arasında meydana gelen ihtilafın kaynağının ne olduğu ve bu iki gruptan hangisinin haklı olduğu bu hadisle anlaşılıyor. Zira hadis “İmam Ali'ye buğzları / kızgınlıkları” yüzünden diyor. Çünkü Hz. Ali (a.s.) kendisini Sünnet ile sınırlandırmıştı. Bunlar ise İmam Ali'ye duydukları buğz ve öfkeden dolayı Sünnet'i terk ettiler.[xi]

 

Müellif şunu diyor: Telbiye hakkında ulemanın ihtilafının kaynağının ne olduğunu anlayabiliyoruz. Bu konuda Sünnet açıktır ve telbiye getirilmesini gerektiriyor. İşte başını bu münafığın çektiği Ümeyyeoğullarının siyaseti! Hatta Ümeyyeoğullarının içindeki münafıkların lideri Muâviye'nin uyguladığı siyaset! Onlar sadece Hz. Ali'nin ismini ortadan kaldırma amacında değildirler. Sünnet-i Nebeviyyeyi de ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

 

Ben meselenin vuzuha kavuştuğuna inanıyorum. Özelde Muâviye genelde ise Ümeyyeoğullarının İmam Ali'ye nefret besledikleri açığa çıktı. Böylece Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) mütevatir olarak aktarılan “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder” hadisine göre bunların münafıklardan olduğu sonucunu da çıkartabiliyoruz. Bir başka ifadeyle Muâviye ve ondan sonra gelenler إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنْ النَّارِ /Kuşkusuz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar” âyetinin de kapsamına girmiş olurlar. İşte insan bütün bu bilgilerden sonra televizyon kanallarına çıkıp da cahil oldukları halde kendilerini ilim erbabı olarak nitelendirenlerin “sahâbenin tamamı cennetliktir” şeklindeki sözlerini dinleyince gerçekten bir tuhaf oluyor! Vallahi bilemiyorum, artık aklı başında sıradan bir insan -bilgin biri demiyorum- nasıl kalkıp da ‘‘sahâbenin tamamı cennetliktir'' diyebilir! Hâlbuki sahâbenin bu grubunun İmam Ali'ye (a.s.) buğzları, nifakları ve cehennem ehlinden oldukları sabittir. Ben öyle düşünüyorum ki Ensar'ın Sakife'de Halife taraftarlarına muhalefet etmelerinin nedeni yönetime Ebû Süfyân ailesinin geçmelerinden korkmaları idi. Korktukları da nihayetinde başlarına geldi. Otuz yıl sonra veya otuz yıla ulaşmadan Ümeyyeoğulları yönetimin dizginlerini ellerine geçirdiler. Yapacaklarını yaptılar, Sünnet-i Nebeviyye'yi yok etmeyi ve ortadan kaldırmayı amaçladılar. İşte sahih rivayetlerin ispat ettiği hakikat budur.   

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid programın ilk kısmında okuduğunuz pasajlardan meselenin nifak meselesi olduğunu ve Muâviye ve Ümeyyeoğullarının İmam Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) öfke duyduklarını açıkladınız. Muâviye ve Ümeyyeoğullarının İmam Ali'ye buğzedip, hakaret ve sövgülerde bulunduklarına delalet eden naslardan çıkartılabilecek başka sonuçlar var mıdır? 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aslında Muâviye'nin İmam Ali'ye sövüp hakaret etmekle kalmadığı, dahası insanlara da Hz. Ali'ye sövüp hakaret etmelerini emrettiğine delalet eden naslar açıktır. Yani Muâviye bu hususta bir yol ortaya koymuştur. Bazıları ‘‘Muâviye'nin bunu emrettiğine dair delil nedir?'' diye sorabilir.

 

Ben burada sadece kısa bir açıklama yapmakla yetineceğim. Bu konunun tafsilatı ileride gelecektir. İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle der:

 

Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan rivayet edildiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân, Ali'ye (a.s.) sövmesini Sa'd'a emretti ise de Sa'd bunu yerine getirmekten kaçındı.[xii]

 

Çünkü Sahîh-i Müslim'de geçen naslara göre: ‘‘Muâviye falancaya hakaret etti veya neden Ebû Turab'a sövmüyorsun, dedi.'' Kimileri Muâviye'nin İmam Ali'ye sövme sadedinde olmadığını söylerler veya Sa'd'den Ali'ye (a.s.) sövmesinin talep edilmediğini iddia ederler. Onlar ‘‘Muâviye, İmam Ali'ye sövmemesinin sebebini Sa'd'a sormuştur'' derler. Sa'd da verasından ötürü İmam Ali'ye sövmekten kaçınınca Muâviye (l.a.) onun bu tavrını güzel görmüştür. Bütün bu yorumlar onların zorlama yorumlarıdır. Bu konu inşallah ileride ele alınacaktır.

 

İbn Teymiyye bu konuda şöyle der:

 

Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan rivayet edildiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân, Hz. Ali'ye sövmesini Sa'd'a emretti ise de Sa'd bu emri yerine getirmekten kaçındı. Bunun üzerine Muâviye ona ‘‘Ali b. Ebî Tâlib'e (a.s.) sövmekten seni alıkoyan şey nedir?'' diye sorunca ‘‘Benim aktaracağım üç şey var ki bunları O'nun için Hz. Resûlullah (s.a.a.) söylemiştir. Bundan dolayı ben O'na asla sövemem. Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbuldü…”[xiii]

 

“Ali b. Ebî Tâlib'e sövmene engel olan şey nedir?” cümlesinden dahi İbn Teymiyye'nin İmam Ali'ye buğzettiği anlaşılıyor. Çünkü Sahîh-i Müslim'de geçen rivayette Ebu't-Turab'a (a.s.) sövmekten seni ne menetti?diye geçmektedir. İbn Teymiyye, ‘‘Ebû't-Turab'' dahi diyemez ve onun yerine “Ali b. Ebî Tâlib” der. Bundan dolayı haşiyede der ki ‘‘Eserin bir başka nüshasında Ebu't-Turab'a (a.s.) sövmekten seni ne menetti?'' olarak geçmektedir. Bu pasaj Sahîh-i Müslim'de geçmektedir. O da zaten Sahîh-i Müslim'den aktarmaktadır. Ancak İmam Ali'ye karşı duyduğu buğz ve öfke, dilinde ve kaleminde kendisini göstermektedir.

 

Sunucu: Ebû Turab demesi ile Hz. Ali demesi arasında ne fark vardır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çünkü İmam Ali nezdinde isimlerin en sevimlisi Ebû Turab idi. O'na bu ismi takan da bizzat Resûlullah'tı (s.a.a.). Bundan dolayı İmam Ali'yi bu künye ile anmak istemiyorlardı. Kişinin niyeti kaleminde ve dilinde saklıdır ve Allah da bunu ortaya çıkaracaktır.

 

Sa'd daha sonra bu üç şeyi birer birer anlatır. İbn Teymiyye'nin bu üç haslet hakkındaki yorumuna bir bakalım ve bu adamın kinini görelim.

 

Bu sahih bir hadistir. Bu hadisi Müslim Sahih'inde rivayet etmiştir. Bu hadiste Hz. Ali'nin üç fazileti zikredilmektedir. Ancak bunlar ne imamların ne de Ali'nin (a.s.) özel faziletlerindendir.[xiv]

 

Yani bu üç faziletin çok da büyük bir kıymeti yoktur! Dikkat ediyor musunuz, bir sahabî olan Sa'd ‘‘bu faziletlerden sadece birinin benim olması bana kızıl develere sahip olmaktan daha sevimli gelmektedir'' diyor. İbn Teymiyye ise bu faziletler müşterek olan faziletlerdendir, herhangi bir kıymete haiz değildir, diyor. İmam Ali'ye ait bu hususiyetler, menkıbeler ve faziletler ile Emevîci İslam anlayışının şeyhi İbn Teymiyye'nin bu menkıbelere yaklaşımını ilerleyen bölümlerde ele alacağız.  

 

Sunucu: Büyük âlimlerden birisi Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eser hakkında şöyle diyor: Aslında bu kitabın ismi Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye yerine Minhâcü's-Sünneti'l-Emevîyye olmalıydı.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Doğru söylemiş. Şu hususu belirtmek istiyorum. Muâviye'nin İmam Ali'ye sövüp hakaret etmesi tarih kitaplarında ve diğer eserlerde nakledilen mütevatir olaylardandır ve bu konuda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu sahada kıymetli bir rivayete rastladım. Bu rivayetin senedinin tam olup olmadığı hakkında birtakım sözler söylenmiştir. Gerçi bu hakikati ispat eden birtakım başka rivayetler de bulunmaktadır.

 

Biz İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserinden bir rivayet aktaracağız.

 

Rivayet şöyledir:

 

Ebû Zura ed-Dımaşkî'den, o şöyle der: Bize Ahmed b. Hâlid el-Vehbî rivayet etti ve dedi ki: Muhammed b. İshak, Abdullah b. Ebî Necîh'ten, o da babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 

Muâviye, hacca geldiği zaman Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın elini tuttu ve ona şöyle dedi: ‘‘Ey Ebû İshak, şu savaş bizi yordu. Haccımıza engel oldu. Öyle ki, haccın bazı sünnetlerini unutacak duruma geldik. Tavafta bize rehberlik et de seninle tavafımızı ifa edelim.''

 

Tavaf sona erdikten sonra Muâviye, Sa'd'ı Dârü'n-Nedve'ye götürdü. Onu, kendi koltuğu üzerinde yanında oturttu. Sonra Ebû Talib oğlu Ali'den bahsetti. O'na hakaret ve sövgülerde bulundu. Sa'd, Muâviye'ye şöyle dedi: ‘‘Beni evine soktun ve koltuğun üzerinde oturttun. Sonra da Ali'nin (a.s.) aleyhinde konuşmaya başlayıp O'na sövdün. Allah'a yemin ederim ki Ali'nin sahip olduğu özelliklerinden üçü var ki bunlardan birine sahip olmak benim için, güneşin üzerine doğduğu şeylerin tümüne sahip olmaktan daha hoştur… Artık bu günden sonra senin yanına gelmeyeceğim.'' Böyle dedikten sonra Sa'd b. Ebî Vakkâs, yakasını silkeleyerek Muâviye'nin yanından çıkıp gitti.[xv]

 

Bu rivayetin bütün râvileri sikadır. Sadece Ebû Necîh ile Sa'd'dan rivayet eden râvi arasında bir problemvardır. Pasaja göre Muâviye'nin haccı bilmediğini söylemek zor olmasa gerek. İşte Emevîlerin kabul ettiği Müminlerin Emiri! Nasıl haccedeceğini bilemiyor! Ancak Müminlerin Emiri olabiliyor!

 

Pasaja göre Muâviye, haccını tamamladıktan sonra Sa'd'ı da alıp Dârü'n-Nedve'ye götürüyor.

 

Bu rivayet bize şunu gösteriyor: Muâviye sadece İmam Ali'ye (a.s.) sövmekle kalmıyor. Yani kendisi İmam Ali'ye hakaretlerde bulunduktan sonra Sa'd'dan da İmam Ali'ye sövmesini istiyor.

 

Muâviye'nin Sa'd'a ‘‘neden Ali'ye sövmüyorsun'' sorusu, sebebini anlamaya yönelik bir soru değildir. Aksine Hz. Ali'ye sövmesini emrediyor! Niçin sövmüyorsun, diyor. Rivayet uzundur. Biz kısaltarak aktardık.

 

Sorduğunuz soruya geçelim. Bu rivayetlerden istifade edebileceğimiz diğer en önemli delaletler nelerdir? Bizler önceki programda da bu konuyu ele aldık. Bugün ise bu konuyu tamamlayacağız.

 

İlk delalet: Bu hadis buğza delalet etmektedir. Buğz ise nifakı göstermektedir.

 

Bu hadisten elde edilebilecek ikinci delalet: Bu delalet her ne kadar ilk delaletten daha çirkin, korkunç ve daha büyük bir suç olmasa da ilk delalet olan nifaktan daha önemsiz de değildir. Bu delalet de âlimlerin açıklamalarına göre birçok sahih ve makbul hadislerde geçmektedir. Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Kim Ali'ye (a.s.) söverse bana sövmüş olur. Kim Ali'ye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.” buyurmuştur. Bu hakikati ele alan bütün kaynakları belirterek üzerinde durabilecek zamanımız yok. Bundan dolayı bazı önemli kaynaklarda duracağız.

 

Bu hakikate işaret eden önemli kaynaklardan biri İmam Ahmed'in Müsned'idir.

 

Rivayet şöyledir:

 

Ebû İshak'tan, o da Ebû Abdullah el-Cedelî'den şöyle rivayet etmektedir:

 

Ümmü Seleme'nin huzuruna vardım. Bana ‘‘Aranızda Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) sövülmekte midir?' diye sorunca ben ‘‘Allah'a sığınırız veya Allah bütün kusurlardan münezzehtir.'' veya buna yakın bir şey söyledim. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: ‘‘Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: Kim Ali'ye (a.s.) söverse bana sövmüş olur.”[xvi]

 

İşte bu sözleri ve rivayeti aktaran Müminlerin Annesi Ümm-ü Seleme'dir. “Kim Ali'ye söverse bana sövmüş olur.”

 

Varsayalım ki sövme ve hakaret etme buğza delalet etmesin. Hz. Ali'ye (a.s.) sövenin Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) sövmüş olduğu açıktır.

 

Allâme Şuayb el-Arnavut bu hadisin dipnotunda “Bu hadisin isnadı sahihtir.” der.

 

Bu rivayet bu alandaki ilk rivayettir. Bu rivayet ileride de işaret edeceğimiz gibi diğer kaynaklarda da geçmektedir.

 

İkinci rivayet Müsnedü Ebî Ya'la el-Mavsılî'dendir. Değerli izleyiciler şimdi okuyacağımız rivayete dikkat etsinler lütfen. Rivayet şöyle:

 

Ebû Abdullah el-Cedeli'den, onun da Ümmü Seleme'den rivayet ettiğine göre o ‘‘Minberlerde Resûlullah'a sövülüyor mu?'' dedi. Ben de bunun üzerine ‘‘Böyle bir şey hiç makul mü?'' deyince Ümmü Seleme şöyle karşılık verdi: ‘‘Resûlullah'ın sevdiği Ali'ye (a.s.) sövülmüyor mu? Ben tanıklık ederim ki Resûlullah (s.a.a.) O'nu seviyordu.”[xvii]

 

Artık Müminlerin Emiri Muâviye olmuştu, Ümeyyeoğulları ulaşmak istedikleri hedefleri artık gerçekleştirebiliyorlardı. İslam ve Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile savaşma gayelerini artık tahakkuk ettirebiliyorlardı!

 

Ben televizyon kanallarına çıkan bazı cahillerin Muâviye'nin böyle bir şey yapmadığını iddia ettiklerini gördüm. Minberlerde İmam Ali'ye sövülecek de Muâviye buna muhalif olacak, hiç mümkün mü?

 

Ümmü Seleme şöyle diyor: Bunlar İmam Ali'ye sövüyorlar. Hâlbuki Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'yi çok severdi.

 

Yeri gelmişken hemen şunu da ekleyeyim. İnşallah ilerleyen bölümlerde Hendek Gazası'nda Resûlullah'ın buyurduğu şu sözün, -“Allah ve Resûlü O'nu sever, O da Allah ve Resûlünü sever”- anlamını ele alacağız. Bunlar sadece Allah Resûlüne sövmüyorlar aslında Allah azze ve celle'ye de sövüyorlar! Çünkü bunlar Hz. Ali'ye (a.s.) lanet ediyorlar, hakaret ediyorlar, sövüyorlar ve Ali'yi sevenlere de sövüyorlar. Değerli izleyicilerimize bir sözümüz olsun. İnşallah önümüzdeki programlarda bu hakikati de ele alacağız. İşte bu hadis İbn Teymiyye'nin inkâr ettiği ve uydurma dediği hadislerdendir. “Allah ve Resûlü O'nu sever, O da Allah ve Resûlünü sever” hadisini ileride ele alacak ve ne anlama geldiğini açıklayacağız. Bu rivayet İbn Seleme'dendir.

 

Bu rivayetin isnad zincirinde bulunan râviler sikadır. Bu rivayeti Heysemî (Mecmeü'z-Zevâid'inde) ve İmam Ahmed tahric etmişlerdir. Bu rivayet sahih bir isnad zincirine sahiptir. Heysemî de bunu zikretmiştir.[xviii]

 

Gerçi bu rivayetin bazı geliş kanalları munkatıdır veya sahih değildir. Ancak bu rivayet sahih olan geliş kanallarına da sahiptir. Dolayısıyla hadisin sıhhati hakkında herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

 

Bu rivayeti aktaran diğer bazı kaynaklar Fadâilü's-Sahâbe, Hasâisü Emiri'l-Müminin ve el-Müstedrek ale's-Sahîhayn'dir.[xix]

 

“Kim Ali'ye söverse bana sövmüş olur.” metnini de Ümmü Seleme'den okuduğumuz rivayetin yanına koyunuz. Doğrudan şu sonuç ortaya çıkıyor. Kim İmam Ali'ye söverse, -onlar Ali'ye (a.s.) sövüyorlardı- Allah'a ve Resûlüne sövmüş olur.

 

من آذى علياً فقد آذى رسول الله / Kim Ali'ye eziyet ederse Hz. Resûlullah'a eziyet etmiş olur” hadisine geçelim.

 

Bu mana açık ve net bir şekilde Fadâilü's-Sahâbe adlı eserde geçmektedir.

 

Rivayet şöyledir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır:

 

“Kim Ali'ye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.”[xx]

 

Bir kimse bir insana sövüp hakaret edecek ve o insan da kendisine sövülüp sayılmasından dolayı eziyet görmeyecek! Bunu aklı başında hangi insan kabul edebilir? Minberlerde sövülüp sayılmaktan ve lanet edilmesinden dolayı herhangi bir eziyet duymayacak! Bu ilk kaynaktı.

 

Bu konu çerçevesinde birçok kaynak mevcuttur. Biz sadece birkaçını aktarmakla yetiniyoruz. Bu rivayetlerden birisi Allâme Albânî'nin Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha adlı eseridir. O bu eserinde şöyle diyor: “Kim Ali'ye (a.s.) eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.”

 

Bu hadis sahâbeden bir grup tarafından rivayet edilmiştir.

 

İlki; Amr b. Şaş. Bu rivayeti Buhârî (Tarih'inde), el-Fesevî (el-Marifet'inde), İbn Hibbân, Hâkim (sahih olduğunu belirterek ve Zehebî de onun bu yargısının doğru olduğunu vurgulayarak), İbn Asâkir… tahric etmiştir.

 

İkinci kanal; Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan.  Bu hadisi el-Heysemî (el-Müsned), Ebû Ya'la, el-Katiî (Ziyâdât alâ Fadâili's-Sahâbe) ve İbn Asâkir tahric etmişlerdir.

 

Üçüncü kanal Câbir b. Abdullah'tandır. Bu hadisi İbn Asâkir rivayet etmiş ve şöyle demiştir:

 

Derim ki İsmâîl (h. 241) saduktur, İbn Mâce'nin şeyhlerindendir. Caferü's-Sâdık'ın oğludur. Hakkında birçok söz söylenmiştir. Bu geliş kanallarının toplamından hadisin sahih olduğu ortaya çıkıyor.[xxi]

 

İsmail'in İmam Cafer es-Sâdık'ın (a.s.) oğlu olmasından ötürü hakkında söz söylenmesi ve sika olarak kabul edilmemesi gerekir!

 

Özetle hadisin geliş kanallarını zikreder. Yani hadis hasen değil, sahihtir.

 

Burada kadar yaptığımız açıklamalarla hiçbir kuşkunun bulunmadığı şu açık hakikate ulaşıyoruz: Muâviye (l.a.), minberlerde İmam Ali'ye söver, hakaret ve lanet ederdi.  Bunlar müstefiz ve sahih rivayetler aracılığıyla ulaştığımız hakikatlerdir. Hatta Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kesin bir şekilde bu sözü söylediğine insan yakîn eder.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, hakaret ve sövgünün meydana getirdiği sonuçlara geçelim. Emevî yaklaşımının bir sünneti olan sövgü ve hakaret üzerinde biraz dursak.  

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben bu hususta ilk olarak Kur'ân-ı Kerim'in buyruklarını sunacağım. Ardından da Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ve Müslüman âlimlerin açıklamalarına geçeceğim.

 

Kur'ân perspektifinden meseleye yaklaşalım. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

 

إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمْ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ  / Allah'ı ve Resulünü incitenleri Allah, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.” (Ahzâb, 57)

 

Bazıları ‘‘neden sahâbeye lanet ediyorsunuz'' diyor. Ben bu cahillere ne diyeceğimi bilemiyorum. İlk önce bir şeyi öğrenmeleri ve derin bir şekilde kavramaları gerekiyor. Sadece rivayetleri anlamadan ezberlemek yeterli gelmiyor. Dahası ben bunlardan televizyon kanallarına çıkan bazı kimseleri gördüm. Garip olan şu ki Fadâilü's-Sahâbe adında kitap yazıyor ve yazdığı kitabında da bu hadisi rivayet ediyor ve Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Kim Ali'ye (a.s.) söverse bana sövmüş olur. Kim Ali'ye (a.s.) eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.'' rivayetini aktarıyor. Bir kör gibi televizyona çıkıyor ve sahâbenin tümünün cennette olduğunu söylüyor. Oldukça garip!

 

Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A'râf, 179) ve “أَفَلا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا / Kur'ân'ı okuyup düşünmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 24) Bu mübarek âyete bir bakınız lütfen.

 

Bütün bunlara rağmen bu cahiller televizyon kanallarına çıkıyor, Muâviye'nin sahâbeden olduğunu ve cennette olduğunu söylüyorlar!

 

Rivayetlere geçelim. Şunu belirtmek istiyorum ki işaret ettiğimiz bu hakikat aynısıyla İbn Abbâs'ın şu sözlerinde bulunmaktadır. Aktaracağımız bu rivayet sahihtir.

 

Rivayet şöyledir:

 

Şam ahalisinden biri Medine'ye gelerek Ali'ye (a.s.) sövdü. Bunun üzerine İbn Abbâs ona çakıl taşı atarak şöyle dedi: Ey Allah'ın düşmanı! Allah'ın Resûlüne eziyet ettin.

 

İbn Abbâs devamla ‘‘Allah'ı ve Resulünü incitenleri Allah, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.'' (Ahzâb, 57) ayetini okudu ve şöyle dedi: Eğer Resûlullah (s.a.a.) hayatta olsaydı kuşkusuz sen bu sözünle O'na eziyet etmiş olurdun.

 

Bu hadis, sahih bir isnad zincirine sahiptir. Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğu halde tahric etmemişlerdir.[xxii]

 

Bu rivayete göre İmam Ali'ye hakaret ve sövgülerde bulunan birisini İbn Abbâs taşlamaktadır! Öyleyse her kim Hz. Ali'ye söverse Allah Resûlüne eziyet etmiş olur.

 

Bu hadise not düşmek istemiyorum. Neden Buhârî ve Müslim bu tür hadisleri niçin tahric etmezler? Tahric etmemelerindeki amaç nedir acaba? Rivayet mi sahih değil? İlgi çekici olan şudur ki hadisin sahih olduğuna dair değerlendirme sadece Hâkim en-Nîsâbûrî'ye ait değildir. Dipnotta de geçtiği üzere ez-Zehebî de onun bu değerlendirmesine muvafakat eder.

 

Bunlar meselenin Kur'ân ve rivayetler zemininde ele alınışıydı.

 

Âlimlerin açıklamalarına geçelim.

 

İlk açıklama İbn Teymiyye'ye ait. O, es-Sârimü'l-Meslûl adlı eserinde bu meseleyi oldukça etraflıca ele alır. Bu eserinde şöyle der:

 

İlk Mesele: Müslüman olsun kâfir olsun, kim Hz. Peygamber'e söverse öldürülmesi vaciptir. Bu ilim ehlinin genelinin görüşüdür… Kadı İyaz ise şöyle der: Hz. Peygamber'i kusurlu gören ve O'na hakaret eden bir kimsenin de öldürülmesi hususunda ümmet icma etmiştir. Bu şahsın öldürülmesi ve tekfir edilmesinde birçok kişiden icma bulunduğu aktarılmıştır. [xxiii]

 

Hz. Peygamber'e söven birisinin öldürülmesi gerektiğinde ulema arasında aykırı bir görüş bulunmamaktadır. Pasaja göre Hz. Peygamber'e (s.a.a.) söven bir kimse sadece öldürülmekle kalmaz, hatta onun kâfir olduğunda icma da bulunmaktadır. Buna göre kim Hz. Ali'ye söverse Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) sövmüş olur. Kim Resûlullah'a (s.a.a.) söverse kâfir olur ve öldürülmesi de vaciptir.

 

Öyleyse Muâviye'nin Hz. Ali'ye hakaret ve sövgülerde bulunduğunu ifade eden bu hadislerin yeni bir delaleti ortaya çıktı. Şöyle ki bu hadisler sadece onun münafıklığını ortaya koymakla kalmıyor. Yani sadece zahiren Müslüman ve bâtınen kâfir olduğunu ispat etmiyor. Bir adım daha ileri gidiyor ve açık küfrünü de ispat ediyor.

 

Devamında şöyle diyor:

 

İshak b. Raheveyh şöyle der: Müslümanlar, Allah'a veya Resûlüne söven yahut da Allah'ın indirdiklerinden birisini reddeden veya Peygamberlerden birisini öldürenin kâfir olduğu hususunda icma etmişlerdir… Onun hükmü küfürdür. Onun küfründe ve azap göreceği hususunda şüphe eden kimsenin hükmü de küfürdür. Sözün özü eğer söven kimse Müslüman ise -Muâviye gibi; Seyyid Kemal Haydarî- kâfir olarak kabul edilir ve şeksiz şüphesiz öldürülür. Bu dört mezhep imamının ve diğer âlimlerin görüşüdür.”[xxiv]

 

Yani bir kimse Muâviye'nin küfrü hususunda kuşku duyarsa… Benim kanaatime göre O, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) sövmeyi konu edinen rivayetleri unutmuştur. İşte bu naslardan ve pasajlardan vardığımız sonuç ve hakikat şudur: Başta Muâviye olmak üzere İmam Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e söven kimseler bu açık hadislere göre münafık ve kâfirdirler.    

 

Sunucu: Değerli izleyiciler Mutarahatün fi'l-Akide adlı programımızda bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Programımızı takip ettiğinizden dolayı sizlere teşekkürlerimizi sunuyoruz. Programı bitirirken şehadet günlerini derk ettiğimiz Hz. Sıddîka-i Kübrâ Fâtımetü'z-Zehrâ'ya salavat getirelim. Allahümme salli alâ Fâtımete ve ebihâ ve ba´lihâ ve benihâ ve's-srrı'l-müstevdei fihâ bi adedi ma ehâta bihi ilmuk. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak          

 

 

 

 

 



[i] Kurtubî, Hâfız Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Ömer b. İbrahim, el-Müfhim limâ eşkele min Talhîsi Kitâbi Müslim, c. 6, s. 302, tahkik, talik ve takdim: Doktor Muhyiddîn Deyyib, Ahmed Muhammed es-Seyyîb, Yusuf Ali Bedevî ve Mahmûd İbrahim, Dârü İbn Kesîr, Dımaşk, Beyrut.

[ii] A.g.e., c. 6, s. 304.

[iii] A.g.e., a.g.y.

[iv] el-Askalânî, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, c. 13, s. 669.

[v] es-Sehâvî, Hafız Şemsüddîn Muhammed İbn Abdurrahmân, İsticlâbü İrtikâi'l-Ğuraf bi hübbi Akribâi'r-Rasul ve Ehli'ş-Şeraf, c. 1, 2. Tahkik: Hâlid İbn Ahmed es-Summi Babteyn, Dârü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye.

[vi] A.g.e., c. 2, s. 592.

[vii] A.g.e., a.g.y.

[viii] Beyhakî (h. 458), Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali, es-Sünenü'l-Kübrâ, c. 5, s. 274, Hadis No: 9447, tahric, zabt ve talik: İslam Mansur Abdülhamid, Dârü'l-Hadis, Kahire, 1429.

[ix] Ebu't-Tayyîb el-Fuciyânî, et-Talîkatü's-Selefiyye Ala Süneni'n-Nesâî, c. 3, s. 466, tashih, talik ve tahric: Ahmed Şağıb- Ahmed Mücteba es-Selefî, Takdim: Şeyh Salih el-Lehidan, el-Mektebetü's-Selefiyye, Pakistan.

[x] A.g.e., a.g.y

[xi] Şerhü'l-İmam es-Suyûtî ve Haşiyetü'l-İmam es-Sindi Alla Süneni'nn-Nesai, c. 5, s. 279.

[xii] Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 3, s. 226.

[xiii] A.g.e., a.g.y

[xiv] A.g.e., c. 3, s. 226.

[xv] İbn Kesir ed-Dımaşki, el-Bidaye ve'n-Nihâye, c. 11, s. 50.

[xvi] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 44, s. 328, Tahkik: Allâme Şuayb el-Arnavut.

[xvii] et-Temîmî (h. 307), Ali b. Müsennâ, Müsned-ü Ebî Ya'la el-Mavsıli, c. 12, s. 444, Hadis No: 7013.

[xviii] A.g.e., a.g.y.

[xix] Fadâilü's-Sahâbe, c. 2, s. 735; Hasâisü Emîri'l-Müminîn, s. 80, Hadis No: 91; el-Müstedrek ʿale's-Sahîhayn, c. 3, s. 121 Hâkim hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: Bu hadis sahih bir isnad zincirine sahiptir. Ancak Buhârî ve Müslim bu hadisi tahric etmemişlerdir. Zehebî de onun bu yargısına muvafakat etmiştir.

[xx] Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, Fadâilü's-Sahâbe, c. 2, s. 784.

[xxi] Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 373, Hadis No:2295

[xxii] el-Müstedrek ʿale's-Sahîhayn, c. 3, s. 121.

[xxiii] İbn Teymiyye, es-Sârimü'l-Meslûl Ala Şatimi's-Rasul, c. 4, s.  tahkik, talik ve edisyon: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, el-Mektebetü'l-Asriyye, Sayda Beyrut.

[xxiv] A.g.e., a.g.y.