Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (8)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (8)
Resûlullah (s.a.a.) yüzünün rengi öfkeden değişmiş bir şekilde dördüncü şahsa yönelerek şöyle buyurdular: Ali’ye ilişmeyin, Ali’ye ilişmeyin, Ali’ye ilişmeyin! Ali bendendir ben de O’ndanım. O benden sonra bütün müminlerin velisidir. Hadisin her iki varyantı da Müsned’de geçmektedir.

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyiciler, Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. “Mutarahât fi'l-Akide” programımızın yeni bölümüyle karşınızdayız. Sizlere ve saygıdeğer Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî'ye hoş geldiniz, diyorum.

 

Önceki bölümlerde “Ey Ali! Sen benden sonra benim halifemsin” hadisi ile bir şekilde bağlantılı olan birçok konuyu ele alıp inceledik. Hadisin anlamıyla bağlantılı farklı konulara değindik. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu hadisle neyi murat ettiğini kavrayabilmek için Hz. Ali'nin (a.s.) konumuyla bağlantılı olan hususlara ve İmam Ali'nin Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra O'nun halifesi olduğuna ilişkin mevzulara işaret ettik. Programa başlamadan önce ‘‘Menzile Hadisi''nde ele aldığımız konuların özetini sunabilir miyiz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Öncelikle bir noktaya işaret etmek istiyorum. Mübarek Ramazan ayında ele almaya başladığımız konularda şu hususu dile getirmiştik. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki siyasî imametin İmam Ali'ye (as) ait olduğunu ispat edebilmek iki şekilde mümkündür:

 

İlk yol: Ehl-i Sünnet'in cumhurunun da benimseyip kabul ettiği yoldur. Şöyle ki Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra, sahâbe arasında en faziletli olan şahıs aynı zamanda O'ndan sonraki siyasî yönetimi ve hilafet makamını en çok hak eden ve o makama en layık olan kişidir. Allah'a hamd ü senalar olsun ki Menzile Hadisi Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbesi arasında mutlak manada en üstün şahsın Ali (a.s.) olduğunu ortaya koymuştur. İmam Ali (a.s.) Hz. Resûlullah (s.a.a.) katında öyle bir konuma sahiptir ki ne öncekiler ne de sonrakilerden hiç kimse o makama ulaşamamıştır. “Senin bana göre konumun Hârûn'un Mûsâ'ya göre konumu gibidir.

 

Kur'ân-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde bu konuma “Onu işime ortak kıl” (Tâhâ, 32) buyrularak işaret edildiğini görmekteyiz. Biz Menzile Hadisini on program boyunca incelemiştik. 

 

Öyleyse bize ‘‘Neden ‘Ey Ali sen benden sonra halifemsin' hadisini ele almaya başladınız ve bu hadise yedi program ayırdıktan sonra Menzile Hadisine döndünüz?'' diye sorulacak olunursa cevaben şöyle deriz: Menzile Hadisi Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra imamet, velayet ve siyasî hilafetin Hz. Ali'ye ait olduğunu ispat eden ilk kanala işaret etmektedir.

 

İkinci yol: Siyasî yönetimi ortaya koyan açık bir ifadenin kullanılması.

 

Bir kimse şöyle diyebilir: Ali (a.s.) imam ve veli ise -veli ile kastedilen Resûlullah'tan (s.a.a.) hemen sonraki hilafettir, yoksa yardım, sevgi ve alaka değildir- Hz. Resûlullah (s.a.a.) neden açık bir ifade kullanmadı da “Ey Ali! Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” demedi.

 

Buradan hareketle şunu diyebiliriz: Resûlullah'tan (s.a.a.) bu açıklıkta bir ifade aktarılıp aktarılmadığını öğrenebilmek için elimizde bulunan mevcut delillere, Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan naslara, cerh ve ta'dil âlimlerinin değerlendirmelerine bakmalıyız.

 

Eğer böyle bir hadis aktarılmış ise Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s.) imameti ilk kanalla değil de ikinci kanalla sabit olur. Yani bir başka ifadeyle ‘‘Hz. Resûlullah (s.a.a.) kendisinden sonra Ali'nin veli, imam ve halife oluşunu açık bir şekilde belirtmiş'' demektir.

 

Ramazan ayında yaptığımız programlarda işaret ettiğimiz bir hususa tekrar değinmemiz gerekmektedir. Siyasî imameti ispat etmek için Kur'ân ayetlerinin ve Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan rivayetlerin üzerinde durduğu şu iki kavram en önemli konulardandır.

 

İlk kavram: Veli, velayet, evlâ, mevlâ ve buna benzer kavramlardır. Kur'ân-ı Kerim'de bu sözcüğün ve türevlerinin onlarca ayette kullanıldığını görmekteyiz. Kur'ân, Resûlullah (s.a.a.) hakkında bir ayette “Sizin veliniz (veliyyukum) Allah ve Resûlüdür(Mâide, 55) buyurmaktadır. Bu ayetlerde geçen “veli” kelimesinin salt sevgi ve yardımlaşma anlamında olduğunu söyleyebilecek akıllı bir insanın çıkacağını düşünmüyorum. Evet, bu kelime sevgi ve yardım anlamlarını da içermektedir ancak sadece bu anlamlara geldiği söylenemez. Bu birinci husustur. Bir başka ayette de Allah'ın, Resûlullah'ı diğer bütün insanlara takdim ederken “Peygamber müminlere kendi canlarından daha evlâdır.” (Ahzâb, 6) buyurduğunu görüyoruz. (“veli” ve “velayet'' ile aynı kökten “evlâ” lafzına dikkat etmeliyiz).

 

Yine Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Gadir-i Hum hadisinde “Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlasıdır” buyurduğuna tanık olmaktayız. Yani benim için sabit olan “velayet” ve “mevleviyet” Hz. Ali için de sabittir.

 

Bütün aziz dostlara, ilim erbabına ve İslam dünyasının dört bir tarafında bu programları takip eden hakikat taliplerine şu öneride bulunmak istiyorum. Bu Kur'ânî kavramın anlamını incelesinler; bu kavramın türevlerini, kullanılırken ifade ettiği manayı ve bu sözcükten muradın ne olduğunu öğrensinler. Dolayısıyla ‘‘veli, velayet, mevlâ ve evlâ'' kavramlarının üzerinde durduğumuzda kimse bize “Seyyidim, bu kavramın siyasî imamet ile ne alakası var?” demesin.

 

El-cevap: Bizzat Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu Kur'ânî lafza söz konusu siyasî anlamı vermiştir.

 

İnşallah bu programımız bundan önceki yedi programın tamamlayıcısı olacaktır. Böylece bizler İmam Ali'nin Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra bütün müminlerin velisi olduğuna dair açık ve net bir hadisin bulunup bulunmadığını göreceğiz.

 

Sunucu: Ali'nin (a.s.) Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra bütün müminlerin velisi olduğuna dair açık bir nas (hadis) bulunmakta mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Esasında üzerinde durmaya çalıştığımız ilk soru ve konu budur. İbn Teymiyye ile onun bağlıları olan Vehhâbîlerin görüşlerini öğrenmek için çok zahmet çekmem gerektiği kanaatinde değilim. Onlara bu konu çerçevesinde soracak olursan sana doğrudan “böyle bir nas yoktur” diye cevap vereceklerdir. En azından İbn Teymiyye bu soruya bu cevabı vermektedir. Biz onun bu tür konuları ele alış şekline göre bu sözü söylüyoruz. Çünkü İbn Hacer'in de belirttiği gibi İbn Teymiyye, Hz. Ali'nin faziletini içeren her rivayeti sened, metin ya da anlam açısından reddeder.

 

Bu metot gereğince konuşacak olursak böyle bir hadisin bulunmaması gerektiğini söyleyebiliriz. O zaten bu türden rivayetlerle karşılaştığında “Bu rivayetler hadis sahasının uzmanlarının ittifakıyla uydurmadır, bu hadis Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden uydurulmuş bir rivayettir'' demektedir. Biz bir rivayetin zayıf olduğunu söylediğimizde ‘‘Hadisin Resûlullah (s.a.a.) tarafından söylenmiş olma ihtimali bulunmakla birlikte bizim elimizde bunun sıhhatini ispat edecek bir yol bulunmadığını” kastediyoruz. Ancak bir rivayetin yalan olduğunu söylersek ‘‘böyle bir rivayetin Hz. Resûlullah (s.a.a.) tarafından kesinlikle söylenmediğine'' kanaat getirmişiz demektir. 

 

Kaynaklara geçelim.

 

İlk kaynak Minhâcü's-Sünne'dendir. İbn Teymiyye şöyle diyor:

 

Resûlullah'ın ‘‘Sen benden sonra bütün müminler için (fî külli müminin) velimsin'' hadisi. Bu rivayet hadis ehlinin ittifakıyla uydurmadır.”[i]

 

Yani İbn Teymiyye mealen şöyle diyor: Resûlullah'ın ‘‘Ben Ali'yi benden sonra bütün müminler için velilik makamına atadım'' hadisi düzmece ve uydurma hadislerdendir. Tabii bu hadisin uydurma olduğunu söylerken hadis bilginlerini de devreye koyuyor ve ‘‘hadis sahasının kurallarını bilen herkes bu hadisin uydurma ve düzmece olduğunu bilir ve bu hususta ittifak vardır'' diyor. Bu hadisin sahih olduğunu söyleyen bir kişiyle karşılaşacak olursak bilelim ki katışıksız cahil ve ilimden yoksun birisidir.

 

İkinci kaynak da yine Minhâcü's-Sünne. O şöyle diyor:

 

Resûlullah'ın “Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisi de böyle olup O'nun dilinden uydurulmuş bir hadistir. Zira Resûlullah (s.a.a.) hem hayatında hem de hayatından sonra bütün müminlerin velisidir.[ii]

 

Bilemiyorum, ‘‘Resûlullah (s.a.a.) vefatından sonra bizi tanımadığı, kendisine selâm verdiğimizde bizi işitmediği'' (İbn Teymiyye ve takipçileri böyle düşünüyor) hâlde nasıl bizim velimiz oluyor?

 

Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisi hakkındaki bu iki ifadeyle ilgili akla bir soru takılmaktadır. Bu soruya geçmeden önce şunu hemen belirtelim ki bazı hadislerde “müminin ve müminetin / bütün erkek ve kadın müminlerin” ifadesi geçmektedir. Gerçi arada fark yoktur. Zira mümin kelimesi cins isim olup erkek kadın tüm iman edenleri içermektedir.

 

Bu hadiste bir karine bulunmaktadır. Bu karine, İbn Teymiyye'yi doğrudan hadisi inkâr etmeye ve tümden yok saymaya itmiştir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) “sen bütün müminlerin velisisin” buyurmamaktadır. Çünkü böyle buyursaydı hadiste geçen “veli” sözcüğü sevgi ve yardımcı olma anlamına yorumlanabilirdi. Nitekim “Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır” hadisini bazıları böyle yorumlamış, hadisin sevgi ve yardımcı olmak anlamlarına delalet ettiğini söylemişlerdir. İbn Teymiyye'nin Gadir Hadisi hakkında fazla bir zorluk çekmediğini müşahede edebilmektesiniz. O bu hadis hakkında şöyle diyor:

 

Öncelikle ‘‘Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır'' hadisi temel kaynaklarda geçmemektedir… Vârid olsa dahi hiçbir yararı bulunmamaktadır. Çünkü hadiste söz konusu edilen velayet, müşterek velayettir. Yani ‘‘müminleri dost edinmek'' anlamına gelmektedir ki bu velayet düşmanlığın zıddıdır.[iii] 

 

Yani önce hadisin isnad bakımından zayıf olduğunu, ikinci olarak da hadis sahih olsa bile sevgi ve yardımcı olma anlamından öte bir mana taşımadığını söylüyor. İbn Teymiyye'nin Gadir rivayeti hakkındaki değerlendirmeleri “Ey Ali! Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisi için ileri sürülebilecek türden değildir. Çünkü Resûlullah'ın bu buyruğunda “benden sonra” ifadesi mevcuttur. Sevgi ve yardımcılık Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatında da vefatından sonra da geçerlidir. Dolayısıyla böyle bir durumda Resûlullah (s.a.a.) “benden sonra” ifadesiyle kayıtlandırmaya ihtiyaç duymazdı. Bu işaret edeceğimiz ilk nüktedir. Bundan dolayı İbn Teymiyye'nin hadisin içeriğine yoğunlaşmadığını, sadece hadisin senedi ile ilgili bir değerlendirme yaparak hadisi itibardan düşürmeye çalıştığını görmekteyiz. O bu hadisin içeriğinin ve delaletinin tartışılabilecek bir yapıda olmadığının farkındadır.

 

O, Minhâcü's-Sünne'de şöyle diyor:

 

“Ey Ali sen benden sonra bütün müminlerin velisisin'' sözünü Hz. Peygamber'e (s.a.a.) nispet etmek imkânsızdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.) muvalat / dostluğu murat edecek olsaydı ‘‘benden sonra'' ifadesine ihtiyaç duymazdı. Eğer Resûlullah (s.a.a.) siyasî yönetimi murat etmek isteseydi de ‘‘Ey Ali benden sonra bütün müminlerin velisisin'' yerine ‘‘Ey Ali sen benden sonra bütün müminlerin valisisin'' demesi gerekirdi.”[iv] 

 

Yani o şöyle diyor: Öncelikle bu hadis uydurmadır, yalandır ve aklen olanaksızdır. Hadiste geçen veliden murat ‘‘sevgi'' olsaydı “benden sonra” diye bir kaydın bulunmasına gerek kalmazdı. Çünkü sevgi hem Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatında hem de O'nun vefatından sonrasında mevcuttur. Öyleyse bu “veli” lafzı sevgiden öte bir anlamı içermektedir. İşte bu anlam da siyasî imamettir.

 

Bir de İbn Teymiyye ‘‘Resûlullah siyasî yönetimi murat etseydi vali kelimesini kullanırdı'' diyor. Yoksa Kur'ân-ı Kerim “vali” sözcüğünü kullanmayı unuttu mu? Kur'ân-ı Kerim'de de “İnnemâ veliyyukumullahu ve rasulühu” ifadesi geçmiyor mu?

 

Sunucu: Kur'ân-ı Kerim neden “innemâ valiykumullahu ve rasulühü” demedi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah'ın bizim üzerimizdeki velayeti sadece sevgi ve dostluk velayeti midir? Ayette özgülük / hasr (sınırlandırma) edatı olan “innemâ” lafzı geçmektedir. Yani Allah'ın bizim üzerimizdeki velayeti sadece sevgi velayeti midir? O'nun bizim üzerimizde imamet, emir ve nehy velayeti yok mudur? Onun bizim üzerimizde kendisine itaat etme velayeti bulunmamakta mıdır? Bu velayetin kaynağı olarak Allah-u Teâlâ'nın “Allah'a, Resûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin” (Nisâ, 59) buyurduğunu görmekteyiz. Hakikaten anlayamıyorum, veli ile vali arasında ne tür bir fark var?

 

Onun, kitabın ilerleyen sayfalarında, ruhunun daraldığını görmekteyiz. İnsan açık ve bedihi hakikatleri inkâr etmeye çalışan bu uğursuz başıboş ve temelsiz çabaları görünce ne diyeceğini bilemiyor!

 

İbn Teymiyye devamında şöyle diyor:

 

Resûlullah (s.a.a.) yönetim anlamına gelen velayeti kastetseydi vali sözcüğünü kullanırdı. Nitekim Resûlullah (s.a.a.) cenaze namazı hakkında ‘‘veli ve vali cenaze namazında bulunacak olursa veli valiye takdim edilir'' buyurmaktadır.”[v] 

 

Yani Resûlullah (s.a.a.) Arapçayı bilmiyor! Ey İbn Teymiyye Kur'ân'a ve Arap dili kullanımlarına bir bak! Veli ve vali sözcükleri kullanım olarak birçok yerde aynı anlama gelir. Hatta birçok yerde “fulanun vali alâ fulanin / falanca filancanın valisidir” şeklinde bir kullanımla karşılaşmazsınız. “fulanun veliyyun alâ fulanin / falanca filancanın velisidir” dendiğini görürsünüz.

 

Sunucu: Nitekim Araplar “veliyyü'l-emr” derler.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah mükâfatınızı versin Üstad Ala! Sizler meliklerinize, yönetici ve emirlerinize “valiyyü'l-memleket” mi yoksa “veliyyü emri'l-memleket” mi diyorsunuz? Tabii ki “veliyyü'l-emr” der ve “veli” kelimesini kullanırsınız.

 

İbn Teymiyye şunun farkındadır: Bu hadis sened açısından sahih sayılırsa siyasî hilafet ve yönetim noktasında en üst düzeyde bir delalete sahip olur. Bundan dolayı hadisi yalanlamaktan başka çıkar bir yolu kalmamaktadır. Çünkü hadisin içeriğiyle oynayamıyor. Eğer bu hadisin Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden döküldüğü kesin ise… Resûlullah (s.a.a.) heva ve hevesinden konuşmayan ve söylediği söz vahiy olan bir zattır.

 

Değerli izleyiciler önceki programları hatırlamaya çalışsınlar. Biz Sünnet'in kanıt olduğunu belirtmiştik. İbn Kesîr'in ifadesiyle söyleyecek olursak vahiy iki kısma ayrılır:

 

Kur'ânî ve nebevî vahiy.

 

Konu son derece önemlidir. Bu hadis Ali'nin imametine -sadece dinî imameti değil siyasî imameti de kapsamaktadır- ve Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra hilafet makamına geçeceğine dair açık ve net bir buyruk arayanlar için net bir ifade içermektedir.

 

Sunucu: Öyleyse konumuz şu anda hadisin senedidir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İbn Teymiyye'nin kendisi hadisin içeriğini açıkça belirtiyor.

 

Sunucu: Şimdi şu konuya bir geçiş yapalım. Birçok insan İbn Teymiyye'nin fıkhî olarak İmam Ahmed b. Hanbel'i temsil ettiğine inanmaktadır. Bu hadisin İmam Ahmed nezdinde sahih olduğu sabit olursa… Zira İmam Ahmed fıkhî olarak Hanbelî mezhebini temsil etmektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İbn Teymiyye, bağlıları ve Vehhâbîler kendilerinin İmam Ahmed'in müntesipleri olduğunu iddia etmektedirler.

 

Sunucu: Bu hadis İmam Ahmed nezdinde sabit midir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şu anda bu hadisin sabit olup olmadığı konusuna girmek istemiyorum. İmam Ahmed'in bu nebevî nas karşısında nasıl bir tutum aldığına değinmek istiyorum. Yani İmam Ahmed nezdinde bu hadis uydurma mı, zayıf mı? Makbul bir hadis mi yoksa değil mi? Bu konuyu ele almak istiyorum.

 

Sunucu: İmam Ahmed'in ilim ehlinden olup olmadığını görebilmemiz için…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Öyleyse bu konuyu ele almamız gerekiyor. İlk olarak İbn Teymiyye kendisinin İmam Ahmed'e tâbi olduğunu iddia etmektedir. Vehhâbîler de kendilerinin İmam Ahmed'in bağlıları olduğu iddiasındadırlar. İmam Ahmed b. Hanbel üzerinde özellikle durmamın bir gerekçesi var. Çünkü İbn Teymiyye başta Minhâcü's-Sünne kitabında olmak üzere diğer kitaplarında ‘‘İmam Ahmed'in Müsned'inde kesinlikle mevzu, yalan, zayıf ve mürsel bir hadisin bulunmadığını'' söylüyor. Tabii bu ifadeyi İmam Ahmed'in oğlu Abdullah tarafından Müsned'e eklenen Ziyâdât (Ekler) kısmı için söylemiyor. O, Minhâcü's-Sünne'de şöyle diyor:

 

İmam Ahmed'in meşhur bir Müsned'i vardır. Bir de Fazâilü's-Sahâbe adlı bir eseri vardır. Müsned'de rivayet etmediği hadisleri Fazâil'de rivayet etmiştir. Çünkü bu hadisler, içlerinde bir tür zayıflık barındırmaktadır.[vi]

 

Sunucu: Yani Müsned'deki rivayetlerin tamamı zayıf olmaktan uzaktır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu rivayetler Müsned'de geçecek olursa Fazâil ile Müsned arasında fark kalmamış olur. Devamında şöyle diyor:

 

Çünkü bu zayıf rivayetler Müsned'de nakledilmeye elverişli bir seviyede değildirler. Bu rivayetler mürsel olmaları veya mürsellik dışında başka kusurlar taşımaları yüzünden zayıf rivayetler kategorisine girmekte ve dolayısıyla da Müsned'de rivayet edilmeye uygun düşmemektedirler.

 

Bu açıklamalara göre İmam Ahmed b. Hanbel'in Fadâilü's-Sahâbe adlı eserindeki zayıf noktalar Müsned için geçerli değildir. Bu onun net ve açık ifadelerinin ilkidir.

 

Daha net ve daha açık bir ifadeye geçelim. İbn Teymiyye İktidâü's-Sırâtı'l-Müstakîm adlı eserinde şöyle diyor:

 

Çünkü İmam Ahmed, Müsned adlı eserinde benimsediği metot gereğince uydurma veya uydurma olma ihtimalinin güçlü olduğuna inandığı hadislere yer vermemiştir. Nitekim bu yüzden kendisine gelen birçok hadisi bu kitabına almamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) ‘‘Kim şahsi kanaatine göre, asılsız bir hadisi bana isnad ederek naklederse kendisi de yalancılardan biri olur'' buyurmuştur.[vii]

 

Bu ifadeler onun, İmam Ahmed'in Müsned'inde mevzu (uydurma) veya mevzuya yakın bir hadisi rivayet etmediği görüşünü benimsediğini göstermektedir. İbn Teymiyye bunu açıkça dile getirmektedir.

 

Üçüncü bir kaynağı Vehhâbî âlimlerden aktaracağız.

 

Bir konuyu ele almak isteyen sadece bir noktaya yoğunlaşmalıdır. Bu tür konularda hakikati arayan ve araştıranlara bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Kesinlikle konunun özünden sapmasınlar. Haydarî'nin görüşlerini tartışmak isteyenler bizim iki, üç, beş yıl önceki konuşmalarımızı ele alıyorlar… Azizim sadece tek bir konuya odaklanın ve o konuyu inceleyin, irdeleyin ve eleştirin.  İbn Teymiyye “Ey Ali benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisinin uydurma olduğunu, böyle bir hadisin söylenmesinin aklen imkânsızlığını ve bu rivayetin uydurukluğu hususunda hadis ilmi uzmanlarının ittifak ettiğini söylüyor. Hâlbuki İbn Teymiyye'nin kendisi İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde düzmece ve sened açısından zayıf hadisin yer almadığına inanmaktadır. Çağdaş Vehhâbî âlimlerden birisinin ibaresini ele alalım.

 

Muhammed b. Salih el-Useymin'in Mecmûu'l-Fetâvâ'sı. Bu şahıs eserinde şöyle diyor:

 

Çünkü İmam Ahmed, Müsned adlı eserinde benimsediği metot gereğince uydurma veya uydurma olma ihtimalinin güçlü olduğuna inandığı hadislere yer vermemiştir. Nitekim bu yüzden kendisine gelen birçok hadisi bu kitabına almamıştır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) ‘‘Kim şahsi kanaatine göre, asılsız bir hadisi bana isnad ederek naklederse kendisi de yalancılardan biri olur'' buyurmuştur.[viii]

 

İbnü'l-Useymin yukarıda geçen ibarenin aynısını aktarıyor. Şimdi işi dolandırmadan bir soru soralım. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde bu hadisi rivayet etmiş mi etmemiş mi?

 

Sunucu: İmam Ahmed rivayet etmişse istediğimiz neticeye ulaşmış oluyoruz ve konu hakkında değerlendirmeyi değerli izleyicilerin takdirine sunuyoruz…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şu iki durumdan biri söz konusudur.

 

a-Ya tedlisi yapan (aldatan) ve cahil olan İbn Teymiyye'dir.

 

b-Yahut da İmam Ahmed b. Hanbel hadis sahasının uzmanlarından değildir. Çünkü İbn Teymiyye “hadis sahasının uzmanlarının ittifakıyla bu hadis mevzudur” diyordu.

 

Gerçekten de iki olasılıktan biridir söz konusu olan. Ya İbn Teymiyye'nin kendisi hadis sahasında cahildir ve İmam Ahmed b. Hanbel'in mirasını okumamış birisidir, ya da onun sözü ve değerlendirmesi doğrudur ve İmam Ahmed b. Hanbel ilim ehlinden değildir. Böylece Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i de değerini yitirmiş olur. Sorunun cevabına geçelim. İmam Ahmed Müsned'inde iki yerde bu hadisi rivayet eder. Biz bu hadisleri özet olarak sunacağız, senedin sahih olup olmadığı tartışmasına girmek istemiyoruz. Bizim için şu an Müsned'de geçiyor olması yeterlidir. Çünkü İbn Teymiyye Müsned'de sened açısından mevzu hadisin olmadığını söylüyor. 

 

İlk yer:

 

İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'de şöyle rivayet etmektedir:

 

İbn Abbâs şöyle rivayet etmektedir: Halk Tebük Gazvesi için harekete geçti. Ali, Resûlullah'a (s.a.a.) ‘‘Ben de seninle gelmeyecek miyim?'' diye sorunca Resûlullah O'na ‘‘hayır'' diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ali (a.s.) ağlayınca Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Benim yanımdaki konumunun Hârûn'un Mûsâ yanındaki konumu gibi olmasına razı olmaz mısın? Ancak şu var ki sen peygamber değilsin. Sen benim halifem olmadan benim bir yere gitmem uygun düşmez. Sen benden sonra bütün müminler için benim velimsin.[ix]

 

Hadis şunu belirtiyor: İster ben hayatta olayım ister vefatımdan sonra durum fark etmemektedir. Ben hayatta olduğumda dahi sen benim halifemsin. Nerede kaldı ki ben yokken halifem olmayasın!

 

Bir diğer husus bu hadisin iki siga ile rivayet edilmiş olmasıdır:

 

“Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin.”

 

أنت وليي في كل مؤمن بعدي / Sen benden sonra bütün müminler için velimsin.”

 

Bu hadis bu ikinci siga ile rivayet edilmiştir.

 

İkinci yer:

 

Resûlullah (s.a.a.) yüzünün rengi öfkeden değişmiş bir şekilde dördüncü şahsa yönelerek şöyle buyurdular: Ali'ye ilişmeyin, Ali'ye ilişmeyin, Ali'ye ilişmeyin! Ali bendendir ben de O'ndanım. O benden sonra bütün müminlerin velisidir.[x]

 

Hadisin her iki varyantı da Müsned'de geçmektedir. İlk varyantı 5. cildin 180. sayfasında, ikinci varyantı ise 33. cilt, 154. sayfada geçmektedir.

 

Soru: Allah aşkına İbn Teymiyye'nin sözünü tekrar alıntılayayım:

 

Resûlullah'ın ‘‘أنت وليي في كل مؤمن بعدي/Sen benden sonra bütün müminler için velimsin'' hadisi. Bu hadis rivayet ehlinin ittifakıyla uydurmadır.

 

İbn Teymiyye'nin bağlıları şu iki seçenekten birini kabul etmek zorundadırlar. Ey İbn Teymiyye'nin bağlıları, ey Vehhâbîler ve ey Ahmed b. Hanbel'in bağlıları! Ya Şeyh İbn Teymiyye'nin sözünü kabul edeceksiniz ki bu durumda Ahmed b. Hanbel hadis sahasında bilgisi olmayan ve Müsned'inde uydurma hadisler rivayet etmiş biri olacaktır! Yahut da İmam Ahmed b. Hanbel haklıdır diyecek ve İbn Teymiyye'nin cehaletini kabul edeceksiniz! Dolayısıyla İbn Teymiyye'nin yüz veya iki yüz bin hadisi ezbere bildiği şeklindeki sözünüz bir yalandan öteye geçemeyecek. Çünkü İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ini dahi ezbere bilmiyor. Ya da İbn Teymiyye inatçı ve yalancı biridir, hüküm size kalmış. Allâme Albânî, İbn Teymiyye'nin bu sözüne şaşırmakta ve sabredememektedir:

 

“Ali'den ne istiyorsunuz? Ali bendendir, ben de Ali'denim! O benden sonra bütün müminlerin velisidir” hadisini naklettikten sonra şöyle der: Şaşılacak şey doğrusu! İbn Teymiyye bu hadisi inkâr etmeye ve Minhâcü's-Sünne'de yalanlamaya kalkışmıştır.[xi]

 

Aslında İbn Teymiyye'nin metodunu bilen birisi için şaşılacak bir tutum değil.

 

Allâme Albânî, İbn Teymiyye'ye daha sonra tavsiyede bulunmakta ve mealen şöyle demektedir. Aslında sana düşen hadisin senedini değil metnini eleştirmen idi. Ancak bence İbn Teymiyye hayatta olsaydı ona: “Ey Albânî! Metnin içeriğinin tartışılacak bir tarafı yok ki!” derdi.

 

Allâme Albânî devamında şöyle diyor:

 

Bu hadiste Ali'nin hilafeti Şeyheyn'den daha çok hak ettiğine dair bir delil yoktur…  Hadis gördüğün gibi kuvvetlidir. Bilemiyorum artık, onun bu hadisi tekzib etmesinin herhangi bir gerekçesi bulunmamaktadır. O Şia'yı reddetme hususunda çok acele etmekte ve ölçüsüz davranmaktadır. Allah onu da bizi de bağışlasın.[xii]  

 

Allâme Albânî mealen şöyle diyor: Sen başka bir yerde “muvalat” sözcüğünün sevgi anlamına geldiğini söylemiştin. Burada geçen “veli”nin de muhabbet anlamına geldiğini belirtiyorsun. Ancak Allâme Albânî'nin gözden kaçırdığı bir husus var. Öyle anlaşılıyor ki İbn Teymiyye'yi iyi okuyamamış. Zira hadiste “benden sonra” ifadesi mevcut. Dolayısıyla bu hadisin sevgi ve yardım anlamında yorumlanması mümkün görünmüyor.

 

Allâme Albânî onu Hz. Ali'ye karşı inatçı davranmakla, O'na kin duymakla ve O'nun sahip olduğu bütün faziletleri inkâr etmekle suçluyor.

 

Sunucu: İbn Teymiyye'nin bu alanda yetkinliğini var.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Dikkat çekmek istediğim husus şu: Allâme sadece “Allah onu ve bizi bağışlasın” diyor ki insanlar onu İbn Teymiyye'yi itham etmekle suçlamasınlar. Onun sadece Şia ile probleminin olduğunu varsayıyor, sahâbe ile probleminin olmadığını düşünüyor. Bize göre ise İbn Teymiyye'nin sahâbe ile de problemi var. Sizler ey Muâviye'nin ve Benî Ümeyye'nin bağlıları, ey İbn Teymiyye muhibleri, ey Muhammed b. Abdülvehhâb'ın takipçileri! Sizler Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbesine kin duyuyorsunuz!

 

Sunucu: Tabii bu hitabımız bütün Müslümanlara yönelik değildir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Asla ve kata! Ben Muâviye ve İbn Teymiyye'nin bağlıları için diyorum. Yoksa bizim Müslümanlarla, Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz ile herhangi bir sıkıntımız yok. Amacımız hakikati tanımak ve araştırmak.  Hakarette, sövgüde bulunma, itham etme ve değerini düşürme kesinlikle bizim yöntemimiz olmadığı gibi bunlar ilmî tutumlar da değildir. Beri taraftan bu tavır ne Kuran'ın ve Nebi'nin ne de Ehl-i Beyt'in üslubuna uygun düşmektedir. Onların üslubu “Doğru sözlülerden iseniz getirin delilinizi sunun” buyruğuyla şekillenmiştir.

 

En basit ifadesiyle şunu diyebiliriz. Buraya kadar yapılan açıklamalarla İbn Teymiyye “Bu rivayet, hadis sahasının uzmanlarının ittifakıyla uydurmadır” şeklindeki iddiasında korkunç bir hataya düşmüştür. 

 

Sunucu: Tabii bu hatasını diğer onlarca, yüzlerce ve binlerce hatasının yanına koyduğumuzda onun metodunun yanlış temeller üzerine kurulu olduğu da anlaşılıyor. Bu programın son sorusunu soralım. Bizler bu hadis hakkında merkeze İbn Teymiyye'yi aldık. Peki, İmam Ahmed b. Hanbel bu hadis hakkında ne diyor? Daireyi bir nebze genişletelim.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Öyleyse muhaddisler ile cerh ve ta'dil sahasının büyük bilginlerinin açıklamalarına bir bakalım. Onların bu hadis hakkındaki değerlendirmelerini görelim. Bu hadis sadece İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde geçmemektedir. Zaten İmam Ahmed mevzu hadisleri nakletmiyor!

 

Esasında âlimler bu rivayet hakkında “Bu hadis sahih mi yoksa zayıf mıdır?'' demişlerdir, buna bakalım. Şu ana kadar yaptığımız açıklamalarla hadisin ‘‘mevzu / uydurma'' olduğu şeklindeki değerlendirmenin yanlış olduğunu gördük. Şu anda yeni bir konuya giriyor, ‘‘Bu hadis sahih mi yoksa zayıf mı?'' diye soruyoruz. Zira uydurma ve düzmece olduğunu söyleyen bulunmamaktadır. Çünkü bu rivayet, Müsned'ine uydurma hadisleri almayan İmam Ahmed b. Hanbel'in eserinde geçmektedir. Müsned'de uydurma hadis olmadığı değerlendirmesi İbn Teymiyye'nin ve diğerlerinin kabulüdür. Bizim kanaatimize göre ise Müsned-i Ahmed'de uydurma rivayetler bulunabilir. Biz şu an karşı tarafın kabul ettiği bir husus üzerinden yürüyoruz.

 

Soru: Bu hadisin sened itibariyle sahih olduğunu açıkça dile getiren bir âlim var mıdır?

 

İşaret edeceğimiz ilk kaynak Allâme el-Makdisî'nin el-Ehâdîsü'l-Muhtâre evi'l-Müstahrec mine'l-Ehâdîsi'l-Muhtâre mimma lem yuharrichu el-Buhâriyyu ve Müslimun fi Sahîhayhima adlı eseridir. Eser önemli olduğundan dolayı tam ismini verdik. Zira bu eser el-Hâkim'in el-Müstedrek'i kabilindendir. Nasıl ki Hâkim, Buhârî ve Müslim'de geçmediği halde bu iki kitabın kriterlerine göre sahih olan hadisleri eserine almışsa bu eser de Buhârî ve Müslim'de geçmeyen aynı şekildeki sahih hadisleri içermektedir.

 

Allâme Makdisî, İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde naklettiği hadisi aktarır. O bu eserinde şöyle diyor:

 

İbn Abbâs şöyle rivayet etmektedir: Halk Tebük Gazvesi için harekete geçti. Ali, Resûlullah'a (s.a.a.) ‘‘Ben de seninle gelmeyecek miyim?'' diye sorunca Resûlullah O'na ‘‘hayır'' diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ali (a.s.) ağlayınca Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Benim yanımdaki konumunun Hârûn'un Mûsâ yanındaki konumu gibi olmasına razı olmaz mısın? Ancak şu var ki sen peygamber değilsin. Sen benim halifem olmadan benim bir yere gitmem uygun düşmez. Sen benden sonra bütün müminler için benim velimsin.[xiii]

 

‘‘Bu hadisi nakleden kişi, hadisin sahih olduğunu açıkça ifade etmemiştir'' diyebilirsiniz.

 

El-cevap: Geliniz eserin muhakkiki Doktor ed-Düheyş'e bir bakalım. Doktor ed-Düheyş eserin önsözünde şöyle diyor:

 

Bu kitap eserin adından da anlaşılacağı gibi Buhârî ve Müslim'in Sahih'lerinde tahric etmediği hadislerden seçilmiştir. Yani bu eser bu iki âlimin tahric etmediği sahih hadisleri içermektedir.[xiv]

 

Sunucu: Yani bu hadis mecmuasında geçen bütün rivayetler sahihtir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Muhakkik devamında şöyle diyor:

 

İmam Zehebî bu eser hakkında şöyle der: Bu mecmuadaki hadisler Sahihayn dışındaki kanıt olmaya elverişli hadislerdir. Bu eserin önemi Diyâüddîn el-Makdisî'nin bu eserine sahih hadisleri alacağına dair bir iltizamda bulunmasından kaynaklanmaktadır. O bu eserine sadece sahih hadisleri almıştır.[xv]

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu eser Mekke'de ve ulemanın tahkikiyle basılmıştır.

 

İkinci kaynak İbn Abdülberr'in el-İstiâb fi Marifeti'l-Ashâb adlı eseridir. İbn Abdülberr “أنت ولي كل مؤمن بعدي / Ey Ali, sen benden sonra bütün müminlerin velisisin!” hadisini naklettikten sonra şöyle der:

 

Bu hadisin isnadında taana konu olabilecek hiçbir husus yoktur. Çünkü isnadı sahih ve nakledenler de sika kişilerdir.[xvi]

 

Defalarca belirttiğimiz gibi hadisin iki varyantı vardır. İbn Abdülberr bu hadisin bir varyantı hakkındaki değerlendirmesini sunmuştur.

 

Bütün bunlardan sonra şunu sorabiliriz: İbn Teymiyye'nin kendisi mi hadis sahasında bilgisi olmayan ve inatçı kişilerdendir yoksa bunlar mı ilim ehlinden değillerdir? Cerh ile ta'dil sahasının ölçütlerini bilmiyorlar mı?

 

Üçüncü kaynak Hafız Şihâbüddîn el-Busiyrî'nin İthâfü'l-Hiyereti'l-Mehere adlı eseridir. Hafız Şihâbüddîn şöyle diyor:

 

Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib'in faziletleri bâbı: Resûlullah (s.a.v.) Ali'ye ‘‘أنت ولي كل مؤمن بعدي،/ Ey Ali benden sonra bütün müminlerin velisisin'' buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî Müsned'inde sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.[xvii]

 

Bu eserin iki baskısı vardır. Bunlardan birisi Dârü'l-Vatan, diğeri de Dârü'r-Rüşd baskısıdır. Biz bu hadisi niçin Dârü'l-Vatan baskısından okuduğumuzu birazdan açıklayacağız.

 

Bu hadisi Riyâd'da bulunan Dârü'r-Rüşd baskısından alıntılamamamıza gelince -gerçi bu hadis o baskıda da yer almaktadır[xviii]- Dârü'l-Vatan baskısının tahricini yapan Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhîm kitabın önsözünde şöyle diyor:

 

Bu eserin değerli iki kardeşimiz Adil b. Sa'd ve Seyyid b. Mahmûd b. İsmâîl tarafından tahkikinin yapıldığı bir başka baskısıyla karşılaştık. Bu baskıyı incelerken kasıtlı olmayan birçok yanılgı ve hata gördük. Bir de iki yüzü aşkın hadisin metinden düşürüldüğünü fark ettik.[xix]

 

Dârü'r-Rüşd'ün muhakkikleri gerçekten unutmuşlar mı yoksa kasten mi böyle davranmışlar, bilemiyoruz. Yine aynı şekilde Ebû Temîm'in doğru söyleyip söylemediğini de bilemiyoruz. Bu değerlendirmelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını muhakkikin uhdesine bırakıyoruz.

 

Dördüncü kaynak: İmam Şevkânî'nin Derrü's-Sahâbe adlı eseri. Şevkânî şöyle diyor:

 

Resûlullah (s.a.a.) Ali'ye ‘‘أنت ولي كل مؤمن بعدي،/ Ey Ali benden sonra bütün müminlerin velisisin'' buyurmuştur.  Bu hadisi Ahmed, Taberânî (Mucemü'l-Kebîr ve Mu'cemü'l-Evsat adlı eserlerinde) ve Hâkim (hadisin sahih olduğunu belirtir) tahric etmişlerdir. Ahmed'in Ömer b. Meymûn el-Evdî'den rivayet eden ricâli ise sika kişilerdir.[xx]

 

Beşinci kaynak: Hâkim en-Nisâbûrî'nin el-Müstedrek Ala's-Sahihayn adlı eseri.

 

Hâkim şöyle diyor:

 

İbn Abbas dedi ki: Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ey Ali, sen benden sonra bütün mümin erkeklerin ve mümin kadınların velisisin. Bu lafız Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih olduğu halde tahric etmemişlerdir.

 

Hafız Zehebî ‘‘Bu hadis sahihtir'' der.[xxi]

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi hadisin bazı varyantlarında Resûlullah (s.a.a.) “mümin kadınlar” ifadesini de kullanmaktadır. Hafız Zehebî de bu hadisin zeylinde rivayetin sahih olduğunu belirtir.

 

Altıncı kaynak İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eseridir. İbn Kesîr ‘‘ أنت وليي في كل مؤمن بعدي / Sen benden sonra bütün müminler için velimsin” hadisini nakleder. Muhakkik bu hadis hakkında ‘‘isnadı sahihtir'' notunu düşer.[xxii]

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Minhâcü's-Sünne, c. 3, s. 224, tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim.

[ii] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 299.

[iii] Mecmuû'l-Fetâvâ, c. 4, s. 417-418.

[iv] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 299.

[v] A.g.e., a.g.y.

[vi] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 303, tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim.

[vii] İbn Teymiyye, İktidaü's-Sırâtı'l-Müstakîm, c. 1, s. 440, tahkik ve talik: Doktor Nasır b. Abdülkerim, Dârü'l-Âsıme, 6. Baskı, 1419, Riyad.

[viii] Muhammed b. Salih el-Useymîn, Mecmûu'l-Fetâvâ, c. 7, s. 184.  

[ix] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 180, hadis no: 3061, tahkik: Şeyh Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risâle.

[x] A.g.e., c. 33, s. 154, hadis no: 19928.

[xi] Allâme Albânî, Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 263, Ali'nin Fazileti Bâbı, hadis no: 2223.

[xii] A.g.e., a.g.y.

[xiii] Şeyh Allâme Diyâüddîn Abdurrahmân b. Hanbelî el-Makdisî, el-Ehâdîsü'l-Muhtâre evi'l-Müstahrec mine'l-Ehâdîsi'l-Muhtâre mimma lem yuharrichu el-Buhâriyyu ve Müslimun fi Sahîhayhima, c. 7, s. 21, tahkik: Doktor Abdülmelik b. Abdullah b. Duheyş, 5. baskı, 1429, Mekke.

[xiv] A.g.e., c. 1, s. 17.

[xv] A.g.e., a.g.y.

[xvi] Ebû Ömer b. Muhammed b. Abdülberr, el-İstiâb fi-Marifeti'l-Ashâb, c. 3, s. 1091, tahkik: Ali Muhammed el-Becâvî, Dârü'l-Cîl, Beyrut.

[xvii] Hafız Şihâbüddîn el-Busiyrî, İthâfü'l-Hiyereti'l-Mehere bi Zevâidi'l-Mesânidi'l-Aşere, c. 7, s.  184, hadis no: 6130, tahkik: Dârü'l-Mişkât li'l-Bahsi'l-İlmî, Dârü'l-Vatan.

[xviii] İthâfü'l-Hiyereti'l-Mehere, c. 9, s. 245, Dârü'r-Rüşd, Riyâd.

[xix] A.g.e., eserin önsözü.

[xx] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, Derrü's-Sahâbe fi Menâkıbı'l-Karâbe ve's-Sahâbe, s. 153, tahkik: Ebû Yakûb el-Misrî, Mektebetü Sanâ el-Eseriyye, 1. baskı, 1426, Yemen.

[xxi]Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ala's-Sahihayn, c. 3, s. 134, İmam Zehebî'nin zeyliyle birlikte.

[xxii] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 11, s. 54, tahkik: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.