Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (4)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (4)
İbn Hacer’in elimizde iki iddiası vardır. İlk iddia, İbn Teymiyye’nin birçok ceyyid ve sahih hadisi reddetmesi. İkinci iddia ise yine İbn Teymiyye’nin İmam Ali’nin makamını küçük düşürmeye varan tavırlar takınmasıdır.

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Bu programa başlayabilmek için önceki programın bir özetini alabilir miyiz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Aslında geçen programda belirttiğim hususları tekrarlamak istemiyorum. Ancak İbn Hacer el-Askalânî'nin Lisânü'l-Mizân adlı eserinde değindiği acı ve önemli bir hakikate işaret etmek istiyorum. Bu akşamki programın bir sistematik içinde yürütülebilmesi için bu ibareyi ikinci defa okumak zorundayım.

 

O eserinin bu bölümünde, iki önemli hakikate işaret etmiştir:

 

İşaret ettiği ilk hakikat şudur:

 

Ancak İbn Teymiyye'nin el-Hıllî'ye reddinden birçok ceyyid / sahih isnad zincirine sahip hadis de nasibini almıştır ve onun bu tutumu reddedilmiştir. Onun Rafızî'nin sözünü reddetmek için ortaya koyduğu bu aşırılığı, Hz. Ali'nin makamının küçük gösterilmesine neden olmuştur.[1]

 

Hadis usûlünde ‘‘ceyyid'' ıstılahı bildiğiniz gibi hem sahih hem de hasen hadisi kapsamaktadır. “Sahih” ibaresi ise hem “sahih li-zâtihi” hem de “sahih li-ğayrihi”yi kapsarken “hasen” hadis de aynı şekilde “li-zâtihi” ve “li-ğayrihi”yi içermektedir. Önemli olan bu terimi -ister sahih ister hasen olsun- dayanak alınabilecek muteber rivayetler hakkında kullanmamızdır. Bu ilk iddiadır. İlk iddiasıyla İbn Hacer, İbn Teymiyye'nin bu tutumunu reddetmektedir.

 

İkinci iddiası ise İbn Teymiyye'nin -Minhâcü's-Sünne adlı eserinde ara ara görülen- İmam Ali'nin makamını küçültme gayretidir. Biz de İbn Hacer'in dediği gibi ‘‘ara sıra'' ifadesini kullanalım. Şimdilik İbn Teymiyye'yi kasıtlı olarak İmam Ali'yi nakıs gösterme çabası içine girdiği şeklinde bir iddia ile itham etmek istemiyoruz. Ancak İbn Hacer onun davranışının Ali İbn Ebû Tâlib'in (a.s.) yerilmesini gerektirdiğini söylüyor. Bildiğiniz gibi bu ekolün “sahâbenin adaleti” nazariyesine göre ‘‘hiç kimsenin bir sahâbîyi eksik gösterme'' hakkı yoktur. Bu sahâbî her kim olursa olsun durum fark etmez. Bunlar dört halifeden, Ehl-i Beyt'ten, aşere-i mübeşşere'den biri de ya da Allah Resûlünün nefsi olarak tanımlanan bir şahıs da olabilir, fark etmez. Sonuçta İmam Ali (a.s.) sahâbeden olduğuna göre kimsenin O'nun makamını küçük görmeye hakkı yoktur. İbn Teymiyye'nin bu hakka sahip olduğunu söyleyebilecek bir Müslümanın çıkacağını sanmıyorum.

 

Doğruluğunu göstermemiz gereken iki iddia var. Sadece İbn Hacer'in Lisânü'l-Mizan adlı eseriyle yetinemeyiz. Değerli izleyiciler bizi tanırlar. Biz bir kimseyi başka bir kimsenin sözüyle itham etmeyiz. Bu durumda onun bıraktığı mirasa, eserlerine ve teliflerine müracaat etmemiz gerekiyor.

 

İbn Hacer'in elimizde iki iddiası vardır. İlk iddia, İbn Teymiyye'nin birçok ceyyid ve sahih hadisi reddetmesi. İkinci iddia ise yine İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin makamını küçük düşürmeye varan tavırlar takınmasıdır.

 

Sunucu: İbn Hacer'in tabiriyle ceyyid rivayetlerden birçoğunu kabul etmemesini bir tarafa bırakarak ikinci şıkka yani Emîrü'l-Müminîn'i nakıs görme ve gösterme çabasına geçelim. Bu sözü doğrulayabiliyor muyuz? Elimizde bunu ispat eden başka kanıtlar var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Programımızın metodunun tahkike dayalı olduğunu söylemiştik. Her zaman ve zeminde aziz dostlara yönelttiğimiz bir sözümüz var. Birisinin başka biri aleyhindeki sözlerini delilsiz kabul etmeyiniz. Bu kişi ortaya kanıt koymalıdır. Sözü uzatmadan doğrudan konuya geçeyim. Buna delalet eden kanıtlar var mıdır? Tabii yorumlara gitmeyecek, hakikatleri açıklayacak ve insaf sahibi, tahkik ve ilim erbabı, hakikat takipçisi değerli izleyicilerin huzuruna sunacağız. Karar vermek onlara kalmış. Bu adamın Ümeyyeci mi olduğuna yoksa Ehl-i Sünnet din anlayışını mı benimsediğine kendileri karar verecekler. Çünkü biz önceki derslerde İslam âlimleri arasında şu iki eğilim ve anlayışın hâkim olduğunu belirtmiştik. Birinci eğilim-yöneliş İmam Ali'ye (a.s.) düşmanlık ve O'nun tüm fazilet ve menkıbelerini reddetme temeli üzere kurulu olan Ümeyyeci din anlayışıdır. Bunun kanıtlarına geçelim:

 

İlk kanıt: Şeyh İbn Teymiyye –şaşırmayınız lütfen, olduğu gibi aktarıyorum- ‘‘Ali (a.s.) ergen olmadan önce putlara ibadet ederdi'' diyor! Bundan sonra da O'nun kâfir olduğu hükmünü ispat ediyor!

 

Eğer ‘‘Kerremellâhu vechehu sözü nerede kaldı?'' diyecek olursan derim ki bu sözü ulema söylemektedir, diyor. ‘‘Bizler ise başka bir görüşü savunuyoruz'' diyor. Bu belirttiğim Şeyh İbn Teymiyye'yi İslam âlimlerinden ayırt eden hususlardan biridir. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki âlimler İmam Ali'nin ismi geçtiği yerde ‘‘kerremellâhu vechehu'' sözünü kullanırlar. Bu sözü kullanmalarının nedeni Hz. Ali (a.s.)'ın asla puta tapmamış oluşudur. Bu şahıs ise O'nun küçük iken puta taptığını söylüyor!

 

İkinci husus: ‘‘Ali Müslüman olmadan önce, küçükken kâfir hükmünde idi'' diyor. Niçin kâfir hükmünde idi, diye sorduğunda şöyle diyor: Çünkü o kâfir bir anne-babadan dünyaya gelmişti! Kâfir bir anne-babadan dünyaya geldiğine göre kâfir hükmünde olur. Kâfir anne-babadan dünyaya gelen çocuk da kâfirdir.

 

İlk maddeyi açıklayayım sonra da pasajlar sunmaya çalışalım.

 

Eğer ilk Müslüman şahsın Ali (a.s.) oluşunun meşhur olduğunu söyleyecek olursan onların şu cevabıyla karşılaşırsın: İlk Müslüman olan Ali'dir demeyin. Aksine çocuklardan ilk Müslüman Ali'dir, deyin. Kâfirler arasında ilk Müslüman olan falanca filanca şahıslardır. Zamansal olarak Ali (a.s.) ilk Müslümandır. Onlar bu meseleyi de şu tarafa bu tarafa eğerler ve şöyle derler: Çocuklardan Ali (a.s.) büyüklerden ise falanca ve filancadır.

 

Eğer İbn Teymiyye'ye ‘‘Müslüman olan bu çocuğun ergenlikten önce kâfir olduğunu nasıl söylersin?'' diye soracak olsan şöyle cevap verir: Bize göre çocuğun Müslümanlığının makbul oluşu sabit değildir. Varlığı ile yokluğu birdir. Ancak ergenlik çağına girmiş kimsenin Müslümanlığı makbuldür. Ergenlik çağına ulaşmamış olan kimsenin Müslümanlığı âlimler arasında en azından ihtilaflıdır ve bu konuda iki görüş mevcuttur. Bir bölümü çocuğun Müslümanlığının makbul olduğunu diğer grup ise olmadığını söyler. Buna göre çocuğun Müslümanlığı ihtilaflıdır. Geriye aslî ilke kalıyor ki o da kâfir bir anne babadan dünyaya gelen çocuğun kâfir olduğu hükmüdür.

 

Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyorum. İlk şahit şudur: O şöyle diyor: Ali (a.s.) küçükken putlara ibadet ederdi ve kâfir hükmünde idi. Eğer O Müslüman olmuştur diyecek olursan Müslümanlığında şek vardır. Çünkü Müslümanlığının makbul olup olmadığını bilemiyoruz, der. Seyyidim Şeyhülislam İbn Teymiyye'yi itham ettiğin bu sözleri o nerede söylüyor, diye itiraz edebilirsiniz.

 

İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Üçüncüsü: Allah-u Teâlâ Muhammed'i peygamber olarak göndermeden önce ne yetişkin kişi ne çocuk ne kadın ve ne de üç halife olsun Kureyş'ten hiç kimse mümin değildi. Hz. Ali de aynı şekildedir. Eğer büyüklerin putlara ibadet ettikleri söylenecek olursa Ali (a.s.) ve diğer çocuklar da aynı şekildedir.[2]

 

Bisetten (peygamberlikle görevlendirilmek) önce ilk üç halifenin mümin olmadığı ortaya çıkınca diğerlerinin imanının bu üç kişinin imanından daha faziletli olduğu gibi bir sonuç doğuyor. O, İmam Ali'yi (a.s.) olumsuzlamak için çocuk sözcüğünü kullanmakla yetinmiyor, bu sözcükten sonra Ali (a.s.) ismini de açıkça getiriyor.

 

Anlayamıyorum, çocukların küçüklüklerinde putlara ibadet ettikleri sonucuna nasıl ulaştı?

 

Bu şahıs İmam Ali'yi (a.s.) problem olarak görüyor. Buna göre -ne şekilde olursa olsun- Hz. Ali'nin (a.s.) nurunun önünde durulmalıdır. O küçük olsa dahi kendisiyle savaşılmalıdır. Ey kardeşim o küçüktür. Henüz iman edip etmemesi…

 

Eğer Ali'nin (a.s.) ibadet ettiği ve herhangi bir puta secde etmediği sabit olacak olursa tabiatıyla bütün sahâbeden üstün olacaktır. Çünkü hiçbir puta ibadet etmemiş olmak hiçbir sahâbî için sabit değildir.

 

Sunucu: İmam Ali'nin (a.s.) bu putlara ibadet ettiği sonucuna nasıl ulaştı?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Delili yok! Şimdilik bu konuya girmek istemiyorum. Resûlullah'ı  (s.a.a.) bile biset öncesinde ne ile itham ettiğini başka bir programda ele alırız. Bu ayrı bir konudur. Bizim konumuz Ali b. Ebû Tâlib'dir.

 

Resûlullah (s.a.a.) ile ilgili olarak bu şahsın, ‘‘O (s.a.a.) iman mı yoksa küfür mü üzereydi'' sorusunu ayrıca bir programda ele alırız.

 

İlk kanıt; Ali (a.s.) küçüklüğünde de putlara ibadet ederdi.

 

İkinci meselede şöyle der:

 

Eğer çocuğun kâfirliği ergen olan kimsenin küfrü gibi değildir denilecek olursa denmiştir ki çocuğun imanı da ergenin imanı gibi değildir. Bunlar için iman ve küfür sabittir. Bunlar ergendirler, Ali (a.s.) için de iman ve küfür hükmü sabit olur. O da ergen değildir. Müslümanların ittifakıyla kâfir olan anne babanın çocuğu için de dünyada küfür hükmü uygulanır.[3]

 

‘‘İlk üç halifenin kâfirliği ve putlara ibadet edişi Ali'nin (a.s.) küfründen ve putlara secde etmesinden farklıdır'' diyerek itiraz edeceklere ‘‘çocuğun imanı ile ergenin imanı da farklıdır'' diye cevap vermeye çalışıyor. Yani şunu demeye çalışıyor. Siz küfrün mertebesini düşürecek olursanız biz de imanın mertebesini düşürürüz!

 

Ali (a.s.) -onun iddiasına göre- kâfir anne babadan dünyaya geldiğine göre kafirdir!

 

Ali (a.s.) için şu iki hükmü ortaya koyuyor: İlki küçükken puta ibadet etmiş olması, ikincisi ise küçükken kâfir oluşu!

 

Siz bunu kabul etmeyip Ali'nin (a.s.) küçükken Müslüman olduğunu ve İslam dinini kabul ettiğini ileri sürerek ‘‘Ey İbn Teymiyye! Nasıl kâfir hükmünde olur?'' diyecek olursanız cevaben ‘‘böyle bir Müslüman oluş makbul değildir'' diyor.

 

O, eserin bir başka yerinde şöyle demektedir:

 

Dördüncüsü: Râfızî'nin ‘‘Bu fazilete sadece O sahiptir. Onun dışında başka hiçbir sahâbî bu fazilete sahip değildir'' sözü de doğru değildir. Çünkü insanlar ilk Müslümanın kim olduğu hakkında görüş ayrılığı içindedir. Ebû Bekir'in ilk Müslüman olduğu ve onun İmam Ali'den daha önce Müslüman olduğu söylenmiştir. İmam Ali'nin Ebû Bekir'den önce Müslüman olduğu da söylenmiştir. Fakat Ali (a.s.) çocuk idi ve çocuğun Müslümanlığı ulema arasında tartışmalıdır. Ebû Bekir'in Müslümanlığının daha kâmil ve daha yararlı olduğunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Buna göre ittifakla Ebû Bekir'in Müslümanlığı daha kâmildir ve mutlak olarak da -diğer görüşe göre- daha önce Müslüman olmuştur.[4]

 

İlk Müslümanın Ebû Bekir olduğu görüşünü kimler ortaya koymuş, bilemiyorum açıkçası.

 

Bu şahıs meseleyi belirsiz bir hale getirme gibi bir metod uygulamaktadır.

 

İmam Ali'nin ilk Müslüman olduğunun kesin bir şekilde söylenemeyeceğini iddia ediyor. Ancak o, zamansal olarak ilk Müslümanlığın Hz. Ali ile Ebû Bekir arasında olduğunu söylemektedir. Onun bütün çabası böyle bir faziletin İmam Ali'den çekilip alınmasıdır, ta ki diğer sahâbe Ali (a.s.) ile eşit olsun.

 

Sunucu: Muaviye ile eşitlensin.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İsim zikretmek istemiyorum. Bu ilk kanıt.

 

İkinci kanıt: O, Ali (a.s) ile sahâbenin ileri gelenlerini ve seçkinlerini karşılaştırarak İmam Ali'nin sahâbe arasında buğzedilen bir kişi olduğunu, diğerlerinin böyle olmadıklarını, falanca ve filanca sahâbînin sahâbenin tümü tarafından sevildiğini, Allah-u Teâlâ'nın bunlar için sevgi var ettiğini söyler. Ama İmam Ali (a.s.) için böyle bir durumun olmadığını ve sahâbeden pek çok kişinin O'nu sevmediğini ve O'na hakaret ettiğini söylüyor!

 

O şöyle der:

 

Allah-u Teâlâ ‘‘İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır'' (Meryem, 96) buyurarak haber vermektedir. Bu O'nun tarafından verilen doğru bir sözdür. Allah-u Teâlâ'nın sahâbe için özellikle de Ebû Bekir ve Ömer gibi halifeler için bütün müminlerin kalplerinde sevgi var ettiği malumdur.

 

En hayırlı nesiller olan sahâbenin ve tâbiûnun geneli bu ikisini severdi. Ancak İmam Ali (a.s.) böyle değildi. Sahâbenin ve tâbiûnun çoğunluğu O'na buğzeder, hakaretlerde bulunur ve O'nunla çarpışırlardı.[5]

 

Sahâbenin bunları sevdiği görülüyorsa bunların ilahî vaade mazhar olduğu anlaşılır. Eğer sahâbenin bazı kimselere düşmanlık ettiğini görürsek bunların iman edip salih amel işleyen insanlar olmalarından kuşku duyulur! Sahâbe Ali'yi sevmiyorsa problem İmam Ali'dedir!

 

Sunucu: Osman'a işaret etti mi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Asla! Halifeler diyor, Ali'yi (a.s.) halifeler kategorisinin dışında tutuyor!

 

Üç vasıf saydı: Buğzetmek (düşmanlık), hakaret etmek ve savaşmak.

 

Soru: Öncelikle kanaatimizce bu günah kategorisine giren ve kesinlikle bâtıl olan bir yalandır. Sahâbenin pek çoğunun Ali'ye (a.s.) hakaret edip küfrettiği nerede geçiyor! Tarihsel ve hadis sahasına ait delil nerede!

 

İkinci olarak, bu ilkinden daha da tehlikelidir… Ben Şeyh İbn Teymiyye'nin bu meselede önemli bir hususu göz ardı ettiğini düşünmekteyim. Bu açıklama kin besleyen sahâbîlerin münafıklıklarını ispat etmektedir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Ey Ali seni ancak mümin sever, sana ancak münafık kimse buğzeder'' buyurmaktadır. Buna göre sahâbenin çoğu münafık olmaktadır. Sizden kim bu tasrihi kabul edebilir ey dünya Müslümanları! Sahâbenin çoğunu münafık kılan bu açıklamayı kabul ediyor musunuz?

 

Ehl-i Beyt Okulunu ve dayanaklarını bir kenara bırakınız. Ehl-i Sünnet Okulunun kaynaklarında böyle bir iddia bulunmamaktadır! Böyle bir şey sadece Ümeyyeoğullarının kaynaklarında mevcuttur. Onlar İmam Ali'nin (a.s.) sevilmediğini söylerler. Şeyh İbn Teymiyye, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Ey Ali! Sana buğzeden bana buğzetmiş olur, bana buğzeden Allah-u Teâlâ'ya buğzetmiştir” buyruğunu unutmuş gibi davranıyor!

 

Sunucu: Bunu sünnet kılmak da istemiştir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şöyle diyebilirsiniz: Seyyidim! Şeyh İbn Teymiyye ne demeye çalışıyor?

 

İbn Teymiyye, ‘‘Ey insanlar! Sizler İmam Ali'ye buğzediyorsanız, kınanmazsınız. Çünkü adil sahâbîlerden birçoğu da onu sevmiyor, dahası düşmanlık besliyordu. Onu sevmemeyi garip karşılamayın, buna şaşırmayın, bidattir demeyin!'' demek istiyor.

 

Bütün bu yorumlar ve gerekçeler Muaviye ve Ümeyyeoğullarının fiillerine mazeret bulabilmek içindir. Çünkü bunlar Ali'ye (a.s.) buğzediyor ve minberlerde hakaret ediyorlardı. O'nunla ve Ehl-i Beyt'i ile savaşıyorlardı. Öyle bir noktaya kapı aralanıyor ki ‘‘İmam Ali ve Ehl-i Beyt ile savaşmak ve onlara hakaret etmek kınanacak ve ayıplanacak bir husus değildir'' düşüncesi insanların zihinlerinde yerleşmeye başlıyor. Geriye yüce bir sahâbî ve “emîrü'l-müminîn” olmak ve vahiy kâtiplerinin en büyüğü oluş kalıyor!

 

‘‘Ali'ye (a.s.) buğzediyorlar'' dediğinde o da ‘‘Bu yeni değil ki sahâbenin pek çoklarınca gerçekleştirilen bir sünnettir'' diyor!

 

Sunucu: Biz de onu ilzam etmeye çalışıyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hayır, ben onu ilzam etmek istemiyorum. Ben İbn Teymiyye'nin Müslümanlar arasında yaymaya çalıştığı zehre dikkat çekmek istiyorum. Defalarca söyledik, bu şahıs Müslümanlar arasında, muhabbet ve meveddet görüntüsü altında Ehl-i Beyt'e düşmanlığı ve adaveti yaymaya çalışıyor.

 

Üçüncü kanıt ki bu da en önemlilerindendir.

 

Allah-u Teâlâ Hz. Fâtıma'nın rızası ile razı olur, buğzuyla da buğzeder.

 

İbn Teymiyye İmam Ali'nin (a.s.) Hz. Fâtıma'yı gazaplandırdığını, gazaplandırmakla kalmayıp O'na eziyet ettiğini ispat etmeye çalışıyor. Bunun nedeni ilk halifenin Hz. Fâtıma'yı öfkelendirdiğinin sabit oluşudur.

 

Şeyh İbn Teymiyye tarafından ele alınan bu mesele oldukça önemlidir.

 

O, Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle der:

 

Hz. Peygamber'in herhangi bir konuda Osman'ı kınadığı bilinmemektedir. Ancak İmam Ali'yi (a.s.) birçok konuda kınamıştır. Bunlardan bir tanesi Ali'nin (a.s.) Ebû Cehil'in kızıyla evlenmeye kalkışmasıdır. O böyle bir şeye kalkışınca Hz. Fâtıma (a.s.) O'nu babasına şikâyet etti ve insanlar senin kızların için kızmadığını söylüyorlar, dedi. Hz. Peygamber (s.a.a.) hutbe vermek üzere ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: Gerçekten Hişam b. Muğira kızlarını Ali b. Ebû Tâlib'e nikâhlamak için benden izin istedirler. Ben onlara izin vermiyorum! Sonra ben onlara izin vermiyorum! Sonra ben onlara izin vermiyorum! Meğerki Ebû Tâlib'in oğlu benim kızımı boşayıp onların kızını almak istesin! Çünkü benim kızım ancak benden bir parçadır. Onu şüpheye düşüren beni de şüpheye düşürür, ona eziyet veren şey bana da eziyet verir. Daha sonra Abdüşşemsoğullarından olan damadını zikretti. O bana söz verdi, sözünde gerçek çıktı ve bana verdiği vaadi yerine getirdi. Bu hadis Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği sahih ve sabit bir hadistir. [6]

 

İmam Ali'nin (a.s.) Ebû Cehil'in kızıyla evlenmeye kalkışması olayı tamamen Ümeyyeoğullarının düzmecesidir ve Sahihü'l-Buhârî'ye girmeyi başarmıştır. İnşallah uygun bir zamanda bu konuyu ele alırız.

 

Meseleyi öyle bir tonda ele alıyor ki sanki Hz. Peygamber (s.a.a) heva ve hevesinden konuşmayan bir peygamber değil de ailevî bir mesele ile duygularına yenilen, kızı için sinirlenen bir peygamber. Bu Hz. Peygamber'in ve Hz. Zehra'nın makamlarını düşürmektir. İmam Ali (a.s.) birden fazla kadınla evlenmek istiyorsa bunda ne sakınca var? Allah Resûlünün Kur'an-ı Kerim'in getirdiği bir hükmün karşısında durması mantıklı mıdır?

 

İmam Ali'ye bir elçi göndersin ve O'nunla konuşsun. Niçin genele duyuruyor? Bunların tümü yalandır. Bunların hepsi İmam Ali'ye ve Hz. Fâtıma'ya (a.s.) taan etmek içindir. Dahası Resûlullah'a (s.a.a.) taan etmek içindir. Zira sanki Hz. Peygamber (s.a.a.) ilahî sâikle değil de duygularıyla ve cahilî dürtülerle hareket ediyor! Kızı kendisine ‘‘hiç kızın için kızmıyorsun'' diyor da Peygamber (s.a.a.) kalkıp bir şeyler söylüyor! Anlayamıyorum, Resûlullah (s.a.a.) hangi mantıkla konuşuyor? Kur'ân-ı Kerim'in kendisine hak verdiği bir kimseye ‘‘ben izin vermem'' diyor! ‘‘Ona eziyet veren şey bana da eziyet verir.'' bölümünün mısdağının Hz. Ali (a.s.) olduğunu, falanca ve filanca olmadığını söylemeye çalışıyor.

 

Yani Resûlullah (s.a.a.) Ümeyyeoğullarından olan damadını zikrediyor. Ümeyyeoğullarını övüyor, Haşimoğullarını yeriyor. Buradan da hadisin uydurma olduğu kokusu geliyor.

 

Hadis İmam Ali'nin (a.s.) söz verip de sözünde durmadığını ama diğerinin sözüne bağlı kaldığını belirtiyor. Emeviler vaadine bağlı, Haşimiler ise hain ve yalancı izlenimi vermeye çalışıyor.

 

Bütün bunlara rağmen hala İbn Teymiyye'nin Ümeyyeci din anlayışına sahip olduğunun delili nedir diyorlar. Şunu defalarca vurguladık. İbn Teymiyye, Ümeyyeci din anlayışının teorisyenidir.

 

Yazar daha sonra bir takım eleştiri barındıran şeyler zikreder. Bunlardan bir tanesi de şudur:

 

Resûlullah (s.a.a.) bir gece Hz. Ali'yi ve kızı Fâtıma'yı uyandırarak namaz kılmayacak mısınız, demiş. Hz. Ali demiş ki “Ey Allah'ın Resûlü, bizim nefislerimiz Allah'ın elindedir. Allah bizi uyandırmak isterse uyandırır.” Hz. Ali diyor ki: Ben böyle deyince, Hz. Peygamber yanımızdan ayrıldı ve bir daha dönmedi. Fakat onun ayak baldırlarına vurarak ‘‘insanın en çok yaptığı iş ise tartışmadır'' buyurduğunu duydum.[7]

 

Değerli izleyicilerin aklına şu soru gelebilir: Belki de Resûlullah (s.a.a.) Hz. Fâtıma'ya eziyet eden herkesi yermemiştir. Belki de yeri gelir bazı olaylar olur ki Hz. Fâtıma'yı üzmek övülen bir davranış olur.

 

Şaşılacak şey doğrusu! ‘‘İnsanın Hz. Fatıma'ya eziyet edip övülmesi mümkün müdür'' sorusuna ‘‘evet'' demektedir bu şahıs. Eğer Allah-u Teâlâ'nın rızası bunda ise bu eziyet övülmektedir. Hz. Fâtıma'ya eziyet veren her şeyin yerilmiş olduğunu ve Allah Resûlüne eziyet verdiğini ve bunun da Allah-u Teâlâ'nın gazabını celp ettiğini kim söylüyor? Eğer Hz. Fâtıma hak olan bir şeyden dolayı eziyet görecekse varsın eza görsün bunda herhangi bir mâni yoktur! Çünkü bizler Allah'a ve Resûlüne itaat etmek istiyoruz. Nitekim ilk halifenin Fedek meselesindeki tutumu da bu şekildedir. Ebû Bekir'in Hz. Fâtıma'ya eziyet ettiği doğrudur. Ancak Allah rızası ve Resûlullah'a itaat için bu eziyeti yapmıştır!

 

‘‘İmam Ali b. Ebû Tâlib'in böyle bir evlenme girişimindeki kastı belki de Hz. Fâtıma'ya eziyet etmek değildi. O belki bir sünneti ihya edip evlenmek istiyordu'' şeklinde cevaba ‘‘Hayır, Hz. Ali'nin özrü yoktur'' diyor. Ali (a.s.) ile Hz. Fâtıma'ya eziyet eden diğer sahâbîler arasında fark vardır. Çünkü berikiler Allah ve Resûlü için Hz. Fâtıma'ya eziyet etmekteydiler, Ali (a.s.) ise nefsi için O'nu eziyet üzmekteydi! Bu şahsın Ali'nin (a.s.) niyetini ve kalbinin içini nasıl bildiğini bilemiyorum. Yoksa gayb ilmi bunun yanında mı bulunuyordu? Bu şahsın Nâsıbî ve Ümeyyeci din anlayışına sahip olduğunda kuşku yoktur.

 

Soru: Seyyidim İbn Teymiyye'nin cennetle müjdelenen Ali b. Ebû Tâlib hakkında böyle bir şey söylemesi mümkün müdür?

 

O Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Hz. Fâtıma'ya eziyet etmenin, içinde babasına eziyet etmeyi barındırması yüzünden büyük bir olay olduğu söylenmiştir. Durum kendisine eziyet ile babasına eziyet etmek arasında kaldığında babasına eziyet etmekten kaçınmak öncelikli olarak vaciptir… Ebû Bekir'in Hz. Fatıma'ya eziyet etmiş olduğu takdir edilecek olursa O kendi nefsi için değil Allah ve Resûlüne itaat etmek için eziyet etmiştir. Hakkı da hak sahibine ulaştırmayı amaçlamaktadır. İmam Ali'nin (a.s.) Ebû Cehil'in kızı ile evlenme kastında ise bir amaçtan dolayı O'na eziyet etmek vardır.[8]

 

Çünkü ilk halife dinin emrine itaat etmeseydi Allah Resûlüne eziyet etmiş olurdu.

 

Ebû Bekir'in Hz. Fâtıma'yı (a.s.) üzdüğünde ulemanın ittifakı vardır ve bu konuda Sahihü'l-Buhârî'de rivayetler bulunmaktadır.

 

Pasaja göre Ebû Bekir'in Hz. Fâtıma'ya eziyeti Allah-u Teâlâ'ya yakınlaşmasını gerektirmiştir!

 

Ali b. Ebû Tâlib (a.s.) ise kasıtlı olarak, sırf üzmek için Hz. Fâtıma'ya eziyet etmiştir!

 

Devamında bir örnek vererek şöyle der:

 

Ebû Bekir'in durumu ise böyle değildir. Ebû Bekir'in eziyetinin İmam Ali'nin verdiği eziyetten uzak olduğu bilinmektedir. Ebû Bekir dünyevî bir payın olmadığı bir şekilde Allah'a ve Resûlüne itaat etmeyi kastederek eziyet etmiştir. Hz. Ali'nin hadisesinde ise durum farklıdır. Çünkü onunkinde kuşkuya sürükleyen dünyevî bir pay vardır. Bu bir türdür, diğeri ise başka bir şeydir. Ebû Bekir'inki Allah'a ve Resûlüne hicrettir. Berikinin durumu ise bir kadınla evlenmek için hicret edene benzemektedir. Allah'ın emriyle muaraza etmeyen bir şeyle Hz. Fâtıma'ya eziyet etmek Hz. Peygamber'e (s.a.a.) eziyet etmektir.[9]

 

Konu dışı bir şey sunmak istiyorum.

 

Seyyid Murtaza kendi döneminin ileri gelenlerindendir. Kabrinde ‘‘Bu babamın bana karşı işlemiş olduğu bir cinayettir, ben ise kimseye karşı bir cinayet işlemedim'' şeklinde bir beyit yazılı olan Ebû Ala el-Maarrî ile aralarında bir hadise gerçekleşmişti. El-Maarrî hakkında daha çok bilgi almak isteyen Taha Hüseyin'in bu şahıs ile ilgili eserine bakabilir. Onun hakkında yazılan en güzel eser budur.

 

Günlerden bir gün el-Maarrî, Seyyid Murtaza'nın meclisine gelir. Meclise oturunca kendi kendisine bazı şeyler söyler. ‘‘Senin için ey menziller, kalplerde menziller vardır'' der. İnsanlar Seyyid el-Murtaza'nın yüzünde öfke belirtileri görürler. Seyyid meclistekilere ‘‘Onu çıkartın'' der.

 

Meclistekiler ‘‘Seyyidim ne oldu?'' deyince Seyyid ‘‘Bu insan öyle bir şey zikretti ki!'' diye cevaplar.

 

Bir şiirin baş bölümünü zikreder. Ancak bu şiiri zikretmek istemiyorum.

 

İbn Teymiyye bazen öyle iğrenç bir üslup kullanır ki insan sabır göstermekte zorlanır. O ilk halifeninki şuna, İmam Ali'ninki ise şuna benzemektedir, der.

 

Geliniz bu fiilin hakikati nedir, bir görelim.

 

İşaret etmekle yetineceğim. İşaret etmek ise akıllı bir kimse için yeterlidir.

 

Hadisin aslı şudur:

 

Ömer'den rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Kimin niyeti Allah'a ve Resülüne varmak, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resûlüne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeyin değerincedir.[10]

 

Yani hedefi cinsî bir şehvet ve dünyevî bir amaç ise ona ulaşır. Dolayısıyla Ebû Bekir'in ameli buna, İmam Ali'nin (a.s.) ameli ise berikine benzemektedir!

 

Dünyalık bir şeye ulaşmak istemenin ne sakıncası vardır?

 

Size açıklayayım. Hedefi dünya olan kimse ‘‘şirk-i hafî''ye (gizli şirk) düşmüştür. Hz. Ali (a.s.) o dönemde şirk-i hafîye müptela idi! Niçin sahâbeyi eleştiriyor ve neden ayıplıyorsunuz, diye bize eleştiri yöneltmektedirler.

 

Geliniz Mecmûu Fetâvâ Şeyhi'‘l-İslam İbn Teymiyye adlı esere bir bakalım. 

 

O bu eserinde şöyle diyor:

 

Ameller niyetlere göredir, Herkese niyet ettiği şey vardır… Bu asıl, dinin aslıdır. Dinin tahkiki bununla olur. Allah-u Teâlâ, resûlleri bunun için göndermiş, kitapları bunun için indirmiştir. Resûller de buna davet etmişlerdir. Bunun üzerine cihad etmiş, bunu emretmiş ve buna rağbet etmişlerdir. Dinin kutbu budur ve şirk nefislere galip gelmiştir. Hadiste geçtiği üzere şirk bu ümmette karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir.[11]

 

Yani Allah'a hicret etmek ya da bir kadın için hicret etmek.

 

Buna göre hicreti Allah'a ve Resûlüne olan kimse muvahhid, dünyaya ve kadına olan kimse müşriktir.

 

Minhâcü's-Sünnet'te bu bağlamda kullandığı ‘‘Bu durum bir hanımla evlenmek için hicret olan kimsenin durumuna benziyor'' ifadeleri korkunçtur. Onun İmam Ali'yi (a.s.) gizli şirkle itham etmesi dikkat-i câliptir.

 

Öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye Medâricü's-Sâlikin adlı eserinde şöyle der:

 

Sünnet bidati ortadan kaldırır… Hicreti Allah'a ve Resûlüne olan kimsenin payı Allah'tandır. Hicreti Allah'tan başkasına olan kimsenin nasibi de odur.[12]

 

Yani bu şekilde hicret bidattir, sünnet değildir.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla meseleyi anladık. İmam Ali (a.s.) puta tapıyordu, küfür hükmüne tâbi idi, sahâbe tarafından sevilmeyen ve buğzedilen birisiydi. Dünyevî bir amaç sâikiyle, bile bile Hz. Fâtıma'yı üzmüştü demek istiyorlar!

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[1] İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü'l-Mizân, c. 8, s. 551, tahkik: Allâme Abdülfettah Ebû Ğudde, Dârü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, 1. baskı, 1423.

[2] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne fi-Nakzi Kelâmi'ş-Şiati'l-Kaderiyye, c. 4, s. 545, tahkik: Muhammed Reşad Salim, Dârü'l-Fazilet.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] A.g.e., c. 4, s. 156.

[5] A.g.e., c. 4, s. 145.

[6] A.g.e., c. 2, s. 665.

[7] A.g.e., a.g.y.

[8] A.g.e., c. 2, s. 672.

[9] A.g.e., a.g.y.

[10] Sahihü'l-Buhârî, c.1, Kitâbü'l-İman, 41. bâb, “Ameller niyete göredir” hakkında aktarılan hadisler.

[11] Mecmûu Fetâvâ Şeyhi'l-İslam İbn Teymiyye, c. 10, s. 214, haz. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, 1425, Suudî Arabistan. 

[12] İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricü's-Sâlikin beyne Menâzili İyyake Nabudu ve İyyake Nestein, c. 2, s. 992, tahkik: Komisyon ve Doktor Ali el-Karvaî, Dârü's-Sumaî, 1432, 1. basım.