Mesud Şecere, Şeyh Zakzaki ile geçtiğimiz günlerde yaptığı görüşmeyi anlattı

Mesud Şecere, Şeyh Zakzaki ile geçtiğimiz günlerde yaptığı görüşmeyi anlattı
O, 20 yıl önce bir hareket başlattı, şu an 15 milyon dostu var. Hem de ne dost! Öyle dostlar ki mermilerin önünde duruyorlar. Orada iken anladım ki 5 iş gününde 3 buçuk saat boyunca gösteri yapıyorlar. Bütün bu süre boyunca 170 şehit verdiler. Ben gözlerimle gördüm onların gençleri Nijerya ordusuna “biz şehadet niyetiyle geldik, sizin mermilerinize hazırız” diyordu.

 

 

 

Raja News

 

 

 

İnsan hakları alanında, Müslümanların ve mustazafların haklarını savunma konusunda faaliyet gösterenler onun ismini duymuşlardır. İslami İnsan Hakları Merkezi (IHRC) Başkanı Dr. Mesud Şecere, yakın dönemde Nijerya'ya gidip Şeyh Zakzaki'nin durumunu yakından incelemeyi başardı. Biz de bu çerçevede kendisiyle bir söyleşi yaparak Nijerya Şiilerinin liderinin son durumunu kendisinden öğrendik. Kendisinin ve eşinin vahim fiziksel halini ve inanılmaz psikolojik durumunu, neden bir İslami insan hakları merkezi kurduğunu, Myanmar, Nijerya, Arabistan vs. halklarının durumunu konuştuk.

 

O, hiç çekinmeden diyor ki Myanmar felaketinde dünya zalimleriyle yaptığımız hukuk savaşında başarısız olduk, öte yandan halka yönelik katliamlar gün geçtikçe daha da arttı. Ayrıca kendisinin ve arkadaşlarının Şeyh Zakzaki'ye sağlık yardımı götürmeyi nasıl başardığına dair sorumuzu da “Allah'ın lütfu” diye cevapladı.

 

Mesud Şecere, Şeyh Zakzaki ile 35 yıl önceki tanışmalarına yani Şeyh'in bir Ehl-i Sünnet âlimi olarak İslam Devrimi'nin yanında yer aldığı döneme dair hatırasını da anlattı. Londra İslami İnsan Hakları Merkezi Başkanı Dr. Şecere, bize hem Hz. Ali'nin kendi katilinin ellerinin sıkı bir şekilde bağlanmasına yaptığı itirazdan hem de istikbarla-emperyalizmle mücadelenin öneminden bahsetti. Batı yanlısı yaklaşımları eleştirerek şunları söyledi: “İmam Hüseyin, tağuta benim gibi bir insan senin gibi birine biat etmez dediğinde, bu aynı zamanda benim takipçilerim de senin takipçilerine biat etmez demektir. İmam Hüseyin zulme karşı çıktı. Şurası çok açık ki bizim tüm İmamlarımızın dönemlerinin tağutlarıyla sorunu vardı. Onlar da sonunda İmamlarımızı şehit ettiler. Peki nasıl olur da biz tağutlarla çay kahve içip onlara ‘bizim sorunumuz bir yanlış anlamadır onu da hallederiz' diyebiliriz? Bu yol Muhammedi İslam yolu değildir.”

 

Rajanews'in Dr. Mesud Şecere ile yaptığı söyleşiyi ilginize sunuyoruz:

 

- Sayın Doktor, İslami İnsan Hakları Merkezi'nden biraz söz eder misiniz, bu kurum ne zaman tesis edildi?

 

- Bu dernek faaliyetlerine 22 yıl önce başladı. Biz birlikte çalışan bir grup araştırmacıydık, orada dünyadaki mustazafların yüzde 80-85'ini Müslümanların oluşturduğunu gördük. Dünyada bir şiddet yaşandığında, mesela Amerika'nın Oklahoma kentinde bombalama olayı olduğunda hemen bunu Müslümanların yaptığını söylüyorlardı. Hâlbuki bunun ne İslam'la ne de Müslümanlarla bir ilgisi vardı. Bu eylemi bir ırkçı yapmıştı. Bu durum bizim aklımıza bir fikir getirdi. Bir dernek kurup Müslümanların mazlumiyetinin gerçekliğini ifade etmeye ve hukuki açıdan mazlumları desteklemeye karar verdik. Mazlumlara çeşitli şekillerde yardım etmenin peşindeydik. O zamanlar insan haklarında durumun bu noktalara ulaşabileceğini düşünmemiştik.

 

- Sayın Dr. Şecere, insanların çoğu insan hakları örgütlerine olumlu bakmıyor. İnsan hakları örgütlerini güçlüler karşısında işlevsiz buluyor ya da onları zalim güçlere bağımlı görüyorlar. Bu çerçevede Suudilerin ve siyonistlerin cinayetlerine işaret ediyorlar. Suudi Arabistan'ın insan hakları komitesine üye edilmesini buna örnek olarak gösteriyorlar. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

 

- Bu, bir gerçektir. Eğer insan hakları dernekleri siyasi oyunlardan uzak kalsalar ve olumlu şeyler yapsalardı biz de 20 yıl önce İslami insan hakları derneği kurmaya kalkmazdık. İnsan hakları konusu, devletlerin ve süper güçlerin birilerini baskı altına alma vesilesi oldu. Örneğin Filistin meselesinde. Filistinliler katliama tabi tutuluyorlar, evlerinden yurtlarından sürülenler onlar, zulme maruz bırakılanlar onlar, yiyeceklerini ve en temel insani ihtiyaçlarını karşılayamayanlar onlar, evleri zindana dönüştürülenler onlar; fakat dünya onları terörist olarak tanıtıyor ve iğrenç siyonist rejimin baskılarını arttırması için yardım ediyor. Onlara silah veriyor, zulümlerine devam edebilmeleri için Birleşmiş Miletler'de onların lehine veto yetkisini kullanıyor.

 

Irak'ta ve Afganistan'da 11 Eylül'den sonra milyonlarca masum insan öldürüldü. Sözde Saddam'ı ve teröristleri yok ediyoruz, zulmü ortadan kaldırıyoruz dediler. Gerçekte ise zulmü ortadan kaldırma adı altında bölgede zulmettiler. Libya'da ve daha sonra Suriye'de bahane ettikleri zulümden çok daha büyüğünü gerçekleştirdiler ve bu bölgelere girdiler.

 

- Myanmar konusunda da bu görüldü. Bazı insan hakları kuruluşları gittiler ancak soru şu, insan hakları örgütleri Myanmar felaketinde devletin zulmünü önleyebildi mi?

 

- Biz, Myanmar'la ilgili ilk raporumuzu 15 yıl önce yayımladık ve oradaki masum halka nasıl bir zulüm uygulandığını gösterdik. Onlara evlenme izni dahi vermiyorlardı, onlara toplu tecavüz programı bile yapmışlardı. Akla hayale gelmeyecek zulümler yapılıyordu ama hiç kimse hiçbir harekette bulunmuyordu. O dönemde İslam ülkeleriyle temas kurduk dedik ki en azından onların bir kısmına ülkelerinizde eğitim görmeleri için burs verin. Onların ülkelerinde eğitim hakkı bile yok. Maalesef başarılı olamadığımız gibi katliamlar gün geçtikçe daha da arttı. Myanmar hükümeti Batı'ya daha fazla yanaştı. Batı'nın bu konudaki izahı ise şuydu: “Myanmar demokrasiye ulaşmak için bazı yanlış işler de yapıyor.” Hatta bu cinayetleri işleyene Nobel barış ödülü dahi verdiler.   

 

- Yani insan hakları adını kötüye kullanıyor ve cinayet işliyorlardı öyle mi?

 

- Evet, bize göre insan hakları meselesi kötüye kullanılmamalıdır. Biz, herkes için adalete riayet edilsin diyoruz. Hatta suçlu ya da katil olsa bile onun için de adalete uyulması gerekir. Ben Hz. Ali'den örnek veriyorum. O, kılıç darbesini yedikten sonra kendisini dışarı çıkarırlarken kendisine kılıçla saldıran kişinin elini çok sıkı ve çok kötü bir şekilde bağladıklarını gördü. Bunun üzerine onu o kadar sıkı bağlamayın, eziyet olmasın dedi. Daha sonra şöyle buyurdu: “Eğer ben sağ kalırsam onu ben yargılayacağım. Eğer ben sağ kalmazsam onu siz yargılamalısınız. Eğer o mahkûm olursa, onu suçlu bulursanız, ona eziyet etmeyin ve tek bir kılıç darbesiyle kısas edin.” Hz. Ali'nin buyurduğu bu “eğerler”, kendisinin tanık olduğu bir kimse hakkındaydı. Bununla birlikte onların gördüğü bir kişi hakkında sürecin işletilmesi gerektiğini söyledi. Dolayısıyla Hz. Ali'nin katilinin dahi hukuk hakkı varsa, her insanın hukuk hakkı vardır.

 

- Siz, Myanmar konusuyla ilgili olarak insan hakları kurumlarının varlığına rağmen canilerin zulümlerinin durdurulamadığını ve insan hakları çalışmalarının semeresini veremediğini ispat ettiniz.

 

- Evet, şu an biz insan haklarının eşit olmadığı bir ortamda bulunuyoruz. Batı'ya ne kadar yakın olursanız o kadar çok hakkınız oluyor. Derinin rengi ve düşünceler etkili oluyor. Bunların en sonuncusu Müslümanlardır. Dünya cinayetleri önlemek istemiyor. Zalimler birbiriyle işbirliği yapıyor. Bir tarafta zalimler, diğer tarafta da mustazaflar-ezilenler bulunuyor. Myanmar'ın birinci dereceden destekçisi iğrenç İsrail rejimidir. Aslında onlarla hiçbir ilgisi yok; ama nerede bir Müslüman öldürülse orada onların eli var, çünkü bu onların işine geliyor. Ne kadar çok insan öldürülse, yurtlarından çıkarılsa dünya da bir şey demese bunlar da aynı planı Filistin'de uygulamakta başarılı oluyor. Maalesef Müslüman olduğunu iddia eden bazı hükümetler de inançlarını ve düşüncelerini satmıştırlar. Çünkü süper güçleri kullanarak iktidarda kalmak istiyorlar.

 

- Avrupa ülkeleri de tıpkı bazı bölge ülkeleri gibi Müslümanların haklarını yok mu sayıyor, yoksa Müslümanlar bu ülkelerde daha iyi durumda mı?

 

- Biz, İslami insan hakları faaliyetlerimize başladığımız ilk üç yıl, faaliyetlerimizin yüzde 80'i Batı'nın dışındaydı. Birkaç yıl sonra durum o kadar değişti ki Avrupa'nın Amerika'nın kendi halkları bizimle temas kurdular ve bize dediler ki siz neden faaliyetlerinizi Batı'da daha fazla artırmıyorsunuz? Çünkü çeşitli yerlerdeki Müslümanlar için söz konusu ettiğiniz sorunların tamamını biz de Batı'da yaşıyoruz. Şimdi artık bu durum yüzde 50 yüzde 50 oldu. Biz İslam karşıtlığı ve nefret yayıcılığı konusunda birçok araştırma yapıyoruz. Şu sonuca ulaştık ki Müslümanlara yönelik nefret siyasetçiler ve medya tarafından işleniyor ve gün geçtikçe de artıyor. Onların sağcı, solcu veya ılımlı politikacılarının İslam karşıtı bir söz söylemediği tek bir hafta geçmiyor. Sürekli olarak Müslümanlar terörist, geri kalmış, katil ve hırsızdır diyorlar. Öyle bir nefret ortamı oluşturuluyor ki İslam nefretini kabul etmeyen kişiler bile onlara hâkim olan ortamdan etkileniyorlar. İnsanlar çevrelerinin etkisiyle bazı davranışlarda bulunuyorlar. Bunlar, nefret ortamı yaratarak sistemli bir İslam düşmanlığı meydana getirdiler.

 

- Onlar neden İslam nefreti projesini bu kadar güçlü bir şekilde yürütüyorlar?

 

- Çünkü Batı İslam'dan korkuyor. Çünkü asil Muhammedi İslam her açıdan adalet talep ediyor. Ekonomik, siyasi ve kültürel açılardan. Bu açıların her biri Batı için tehlikelidir. Çünkü Batı istikbar sıfatına sahiptir. İnsanları sömürmek istiyor. Müslümanların sayısı gün geçtikçe arttığından Müslümanları asil Muhammedi İslam'dan ayırmak için programlar hazırlıyorlar. Avrupacı İslam'ı veya İmam Humeyni'nin tabiriyle Amerikancı İslam'ı onun yerine koymak istiyorlar. Bu, zulme veya adaletsizliğe karşı hiçbir hassasiyeti olmayan İslam'dır. Namaz kılan, oruç tutan ama adalete dayalı sistem istemeyen bir İslam istiyorlar. İslamofobi (İslam korkusu, nefreti) Müslümanları asil Muhammedi İslam'dan uzaklaştırmak ve istikbar İslam'ına teşvik etmek için bir sopadır. Eğer insanlar İslam'ı bir kenara bırakır veya onların öngördüğü İslam'ı kabul ederse hatta teşvik bile görürler. O zaman Londra belediye başkanı ve İngiliz içişleri bakanı olabilirler. Fakat her şeyden önce asil Muhammedi İslam'a zulmetmelisiniz. Ondan sonra size diğerlerinden bile çok daha fazla iş ve makam verirler. Çünkü İngiliz içişleri bakanı bir Müslüman olarak Müslümanlara Hıristiyan birinden çok daha fazla zulmedebilir.

 

- Batı'da Müslümanlara karşı uygulandığından söz ettiğiniz sınırlamalara örnekler verebilir misiniz?

 

- Örneğin hicap meselesi, gençlerin eğitimi meselesi veya anti terör yasası. Bakınız Batı ne kadar adam öldürdü? Kim teröristtir? Şimdi IŞİD Müslümandır diyorlar. Halbuki IŞİD'i kendilerinin yarattığını kendileri itiraf ettiler. Bu da bir yana, IŞİD daha çok Müslüman mı öldürdü, Hıristiyan mı öldürdü? Batılılar Irak ve Afganistan'da ne kadar Müslüman öldürdü? Keşmir ve Filistin'de kimler öldürülüyor? Bütün bunlara rağmen onların anti terör yasası terörizmi değil, İslam'ı önlemeye yöneliktir.

 

Şimdi İngiltere'de okullarda eğitim için bir yasa koydular bundan sonraki yıl zorunlu olacak. Bu yasaya göre 5-6 yaşlarındaki çocuklar eşcinselliği ve evlilik dışı ilişkileri öğrenmek zorunda. Onlara şu şekilde kompozisyon konusu veriyorlar: Uşağına ilgi duyan eşcinsel bir kral var siz bu kralın dilliyle uşağına mektup yazın. Anne babanın bu yasanın dışında eğitim vermesine izin vermiyorlar. Bu iş böyle devam ederse iki yıl sonra artık asil Muhammedi İslam'dan eser kalmayacak. Veya iş bulma konusu… Eğer bir Müslüman bir Hıristiyan adı koyarsa daha rahat iş bulabiliyor. Yahut adliye sisteminde yaşanan şeyler. Müslüman bir isimle bu sisteme düşen birisinin suçlu sayılma yüzdesi çok daha fazladır. Rakamlar çok açık. Sahip olduğumuz son rakamlara göre Müslümanların yüzde 25'i ırkçıların saldırısına uğradı. Bu rakam oldukça yüksektir. Bu sadece bize ait rakamlar değil, polisin ve Batılı mahkemelerin rakamlarıdır. Gün geçtikçe şiddet artıyor, İslam nefreti giderek şiddetleniyor.

 

- Kısa bir süre önce sizin Nijerya Şiilerinin Lideri Şeyh Zakzaki ile görüşmenize dair fotoğraflar yayımlandı. Onu ziyaret etmeyi başaran ilk insan hakları örgütünün siz olduğunuz söylendi. Nijerya'ya nasıl gidebildiniz?

 

- Dört yıla yakın (üç yıl 7 ay) bir süredir Şeyh Zakzaki hapiste bulunuyor. Onun 1300'den fazla seveni şehit edildi. Binlercesi de yaralandı. Bedeninde hala mermi olan kişiler var; biz şu an onların tedavisi için çalışıyoruz. Tedavilerinin yapılabilmesi için hukuki açıdan çalışma yürütüyoruz. Zakzaki dosyasını Lahey'e taşıdık. Hukuki açıdan bu ülkeye karşı bir hareket başlatılması için dosya orada halen inceleniyor.

   

Şunu da belirteyim ki Şeyh Zakzaki, Nijerya hükümetinin saldırısında üç çocuğunu kaybetti. Kız kardeşlerini diri diri binada ateşe verdiler, evlerini yıktılar. Zakzaki'nin kendisi 5 kurşun yedi, bu saldırıda gözünün biri kör oldu. Hanımı da yediği kurşunlardan dolayı şu an yürüyemiyor. Biz onu görmek ve onu doktora götürmek için baskı yaptık. Mahkeme iki ay önce Nijerya dışından bir doktorun onun için götürülmesine izin verilmesi yönünde hüküm verdi.

 

Siz Şeyh Zakzaki'yle görüşmeyi nasıl başardınız diye sordunuz. Şunu söylemeliyim ki arkadaşlar bu konuda çok çaba gösterdi ama bu başarı Allah'ın bir lütfuydu. İnsan bazen kendi gözleriyle görüyor ve Allah'ın kapıları açtığını hissediyor, ben gerçekten şoke olmuştum. Biz gidip kendisi ve hanımı için derin bir tıbbi bir check up yapılmasını sağlayabildik. İki gün boyunca dört doktor vakit ayırdı, çeşitli tahliller ve filmler çekildi. Sizin gördüğünüz bu fotoğraf onun o katliamdan sonra çekilmiş ilk fotoğrafıdır.

 

Ben Şeyh'i yaklaşık 35 yıldır tanıyorum. Biz 35 yıl önce faaliyetlerimize başladığımızda kendisini Cambridge Üniversitesine davet etmiştik ve gelip İslam Devrimi ve İmam Humeyni hakkında konuşma yapmıştı. O, İmam Humeyni'ye büyük bir sevgisi olan bir devrimci ve eşsiz bir insandır.

 

Ben onunla konuşurdum bana derdi ki “Bizim Afrika'da yaptığımız işler diğerlerinden farklıdır. Bazıları okul veya üniversite açıyor, insanların eğitimine yardım ediyor, hayır işleri yapıyor. Ama biz kıyamet gününe inandığımız için hak yolunda, İmam'ın yolunda durmazsak, İslam'ı uygulamazsak kıyamet gününde sorun yaşarız.” O, gerçekten İslam'a inanmanın ve tağuta karşı koymanın bir asli ve şer'î görev olduğuna inanıyordu. İmam Humeyni bu meseleye ne kadar dikkat gösterdi ise o da aynı şekilde dikkat gösterdi. O, 20 yıl önce bir hareket başlattı, şu an 15 milyon dostu var. Hem de ne dost! Öyle dostlar ki mermilerin önünde duruyorlar. Orada iken anladım ki 5 iş gününde 3 buçuk saat boyunca gösteri yapıyorlar. Bütün bu süre boyunca 170 şehit verdiler. Ben gözlerimle gördüm onların gençleri Nijerya ordusuna “biz şehadet niyetiyle geldik, sizin mermilerinize hazırız” diyordu.

 

Şunu da söyleyeyim ki Şeyh'in dostları Ehl-i Sünnet camilerine gidiyorlar. Kendilerine özgü camileri yok. Şeyh de bunu vurguladı. Şu anda da Şii âlimleri gidip devlet camilerinde Cuma namazı kılıyorlar. Çıktıkları zaman hükümet aleyhine konuşmalar yapıyorlar. Şeyh Zakzaki'ye destek için gösteri yapıyorlar. Şeyh Zakzaki hala Kur'an ve Nehcü'l Belaga tefsiri derslerini devam ettirmekte ısrar ediyor. Tabii bu programları Şiiler kendilerine ait merkezlerde yapıyorlar.

 

- Şeyh'in daha ne kadar hapiste kalacağı belli mi?

 

- Mahkeme bir yıl dokuz ay önce onun serbest bırakılması hatta hükümetin de zararını karşılaması yönünde talimat verdi, çünkü o yasalara aykırı bir şekilde hapisteydi. Fakat hükümet en yüksek mahkeme bu hükmü vermesine rağmen onu uygulamıyor. Nijerya hükümeti 2015 yılı Aralık ayında çok büyük bir katliam yaptı, binlerce kişiyi öldürdü. Onları toplu mezarlara gömdü. Biz bütün bunları Lahey'e sunduk ayrıca umarız götürdüğümüz sağlık ekibi ile sağlığına kavuşur.

 

- Morali nasıl?               

 

- Morali gerçekten müthiş. Ben orada bulunduğumda gördüm, o son derece rahat ve stresten uzak bir şekilde oturuyordu, buna karşılık etrafında yüzleri kapalı güvenlik güçleri bulunuyordu. Bu sahneyi görünce İmam'ın o meşhur hatırası aklıma geldi. SAVAK onu Kum'dan götürdüğünce o çok rahattı ama SAVAK'lılar korkuyordu. Bu, da o sahnenin aynısıydı. Güvenlik güçleri silahlı olmalarına rağmen kaygılıydı, Şeyh ise tam bir huzur içindeydi.      

 

- İzin verirseniz son olarak Suudi Arabistan'ı sorayım, acaba oradaki Şiilerin durumu daha da zorlaştı mı?

 

- Öncelikle şunu belirteyim. Arabistan halkı ile hükümeti farklıdır. Onlardan bazıları hükümetin piyonudur ama halkın çoğunluğu masumdur. Ancak Suudi hükümeti zalim, din, adalet ve halk düşmanıdır. Kimi zaman bunlar birbirine karıştırılır.

 

Biz başlangıçta bu iğrenç hükümet konusunda çalışmalar yaptık, onların Sünni mezhebine mensup olduğuna dair hiçbir belirti yok. On yıl önce bazı siyasi tutukluları zindandan çıkardık, şu rakamlar onlara dayanıyor. Onların zindanlarındaki 30 bin siyasi tutuklunun yüzde 80'i Sünni'dir. Suudi Arabistan'ın meselesi Şii-Sünni meselesi değil. Yani onların çerçevelerinde hareket eden Şiilere saygı gösteriyorlar buna karşılık onlara karşı olan Sünnileri ise Şiileri öldürdükleri gibi öldürüyorlar. İğrenç Suudi prensi dinin ne olduğunu bilmiyor, mezhebi ne bilsin.

 

- Sayın doktor, söyleyeceğiniz son sözleriniz varsa buyurun.

 

- İmam Hüseyin tağuta “benim gibi biri senin gibi birine biat etmez” diyorsa bu, “benim takipçim de senin takipçine biat etmez” demektir. İmam Hüseyin zulme karşı koydu. Açıkçası bizim tüm İmamlarımız kendi döneminin tağutlarıyla sorunluydu. Sonuçta da imamlarımızı şehit ettiler. Peki nasıl olur da biz tağutla çay kahve içeriz ve onlara bizim meselemiz yanlış anlamadır onu da hallederiz diyebiliriz. Bu yol Muhammedi İslam yolu değildir.

 

Bizim zalimlerle ve tağutlarla ilişkimiz onları doğruya yöneltmek ve onların mustazaflara olan zulmünü engellemek şeklinde olabilir. Bu ikisi birliktedir. Biz mustazaflara gidip tatlı dağıtacağız öte tarafta tağutu kendi haline bırakacağız diye bir şey olamaz.

 

- Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

    

 

 

Çeviren: Hüseyin Mahir

  

 

Medya Şafak     

   

       

 

http://www.rajanews.com/news/317088/دکتر-مسعود-شجره-شیخ-زکزاکی-می%E2%80%8Cگوید-اگر-در-راه-امام-خمینی-حرکت-نکنیم-در-قیامت-به-مشکل-می