Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (75) (SON)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (75) (SON)
“Zamanının imamını tanımaksızın” veya “Zamanının imamına biat etmeksizin ölen kimse cahiliyye ölümüyle ölmüştür” hadisi bağlamında bizim problemimiz çözülmüştür ki bu da On İkinci İmam'dır. Size göre bu imam kimdir? Azizlerim Muhammedî (s.a.a.) varisin kim olduğunu araştırınız. Bize göre Muhammedî varis şu anda On İkinci İmam'dır. Sizler ne düşünüyorsunuz?

 

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Sekaleyn hadisi sened ve delaleti programımızın 75. bölümünde sizlerle beraberiz. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

Efendim daha önce Kur'an-ı Kerim'in kendi kendisini nitelendirdiği vasıfları konu edindiniz. Sonra da bu nitelikleri Sekaleyn'e uyguladınız. Bu programda ise Sekaleyn'in vasfında istifade edebilmek için Kur'an'ın ikinci özelliğini öğrenmek istiyoruz.   

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli alâ Muhammedin ve Âli Muhammedin ve accil feracehum.

 

İkinci özelliğe geçmeden önce önceki programlarda ulaştığımız noktalara özet de olsa işaret etmekte herhangi bir sakınca olmadığı kanaatindeyim.

 

İlk nokta; Sekaleyn hadisinin vermek istediği mesajları elde edebilmenin yolunun hadiste geçen başat noktanın aralanmasıyla elde edilebileceğini dile getirmiştik. Sekaleyn hadisinin en önemli cümlesi “Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır” bölümüdür. Bu bölüm açık ve net bir şekilde bize Kur'an ile Itret arasında dünyada, berzahta ve de ahirette ayrılığın gerçekleşmeyeceğini bildirmektedir. Bu ayrılmazlık havuz başında Hz. Peygamber'e (s.a.a.) varıncaya kadar devam edecektir.

 

İkinci noktadaysa İslam uleması bu aslî ilkeye dayanarak ayrılmazlığın, Kur'an-ı Kerim'in sahip olduğu bütün özelliklere Kur'an'ın dengi olan şeyin de sahip olmasını gerektirdiğini delalet ettiğini söylemişlerdir. Kur'an-ı Kerim'in dengi olan şey ister Sünnet olsun ister Itret sonuç fark etmemektedir. Sen sahih olanın Sekaleyn hadisinin “ve Sünnetim” şeklindeki varyantı olduğunu kabul edebilirsin. Bunda ayrılmazlık noktasını kabul etmende sorun doğuracak bir nokta yoktur. Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) “ayrılmayacaklardır” sözü Kur'an'ın sahip olduğu özelliklerin Kur'an'ın kendisinden ayrılmadığı dengi için de söz konusu olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Üçüncü olarak Kur'an'ın kendisini nitelediği ilk özellik olarak hak ve batılı ayıran furkan olma vasfını ele almış, Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetleriyle bu özelliğe işaret ederek Sekaleyn hadisinin gereğince bu özelliğin Itret'e de ait olduğunu ispatlamıştık.

 

Dördüncü olarak da sahih, açık ve hakkında ittifak sağlanan rivayetlerin gösterdiği üzere Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu nitelikleri Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e (a.s.) verdiğini ortaya koyduk. Yani Sekaleyn hadisinden elde ettiğimiz bu çıkarsamamızın Rasulullah'ın (s.a.a.) buyruklarına uygun düştüğünü gördük. Buraya kadar yapılan açıklamalar ilk özellik hakkındaydı.

 

Şimdi ikinci özelliğe geçelim, kanaatimizce bu ikinci özellik de Sekaleyn hadisinin hayati noktasını teşkil etmektedir, zira bizler bu ikinci özellikle Ehl-i Beyt'in ilmini tanıyıp öğreneceğiz. Ben bu hususun oldukça önemli ve hayati olduğunu düşünüyorum. Yani Rasulullah'tan (s.a.a.) sonraki en bilgili kişi kimdir? Bu noktanın önemi şuradan gelmektedir: Falanca şahsın en bilgili kişi olduğunu yerli yerine oturttuğumuzda merciliğin de ona ait olduğunu anlayabiliyoruz. Nitekim Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) hayatı süresince âlemiyet (en bilgili olma) vasfı kendisine ait idi ve bundan dolayı ihtilaflar ve görüş ayrılıklarında O'nun sözü kanıt olma özelliğine sahipti. Buradan hareketle Rasulullah'tan sonraki en bilgili şahsın kim olduğunu da tespit etmemiz gerekmektedir, yani O'ndan sonraki hüccet kimdir?

 

Kimse bize Kur'an demesin. “Allah'ın Kitabı bize yeter” düşüncesinin batıl olduğu hususunda hep beraber ittifak etmişiz. Çünkü Kur'an-ı Kerim “kendilerine indirileni onlara açıklayasın diye” buyurmaktadır. Yani Sünnet dinî ve Kur'anî maarifin anlaşılmasında önemli bir noktadır, peki bu durumda ümmet sorunların çözümünde kime müracaat edecektir?

 

Kimse bize “Kur'an'a ve Sünnet'e müracaat edin” de demesin. Çünkü ümmet hem Kur'an hem de Sünnet konusunda görüş ayrılığına düşmüştür. Falanca mezhep bir hadisi şu şekilde anlarken diğeri aynı hadisi başka bir şekilde anlamaktadır. Öyleyse son sözü söyleyecek bir mercinin varlığı zaruridir.

 

Modern devletlerdeki sistemlerden örnek vermek istiyorum. Sizler de biliyorsunuz ki ülkelerin yazılı yasaları vardır. Bu, kanunların temeli olarak kabul edilir ve buna anayasa denilir. Anayasayla uyum göstermeyen maddelerin hepsi geçersiz sayılır ve reddedilir.

 

Bunlar bir maddede görüş ayrılığına düştükleri zaman ne yaparlar? Başka bir kanuna müracaat etmeleri mümkün değildir. Üst mahkemeye müracaat ederler. Bu durum kanunların doğru anlaşılması hakkındaki tartışmaları bertaraf eder.

 

Bizler Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) dönemine baktığımızda ashabın ihtilafa düştüğü konularda tek mercinin Kur'an olmadığını görüyoruz. Merci Rasulullah (s.a.a.) idi. Çünkü zaten hepsi sahabiydi ve dini anlamak istiyorlardı. Her biri Kur'an'a ve Sünnete müracaat ettikleri halde yine de görüş ayrılığına düşüyorlardı.

 

- Hepsi kendi yorumunu öne çıkarıyordu.

 

- Bu durumda sözü nihai hüküm olan birisinin bulunması gerekmektedir ki bu da Hz. Rasulullah'tır (s.a.a.).

 

Soru; Hz. Rasulullah'tan (s.a.a.) sonra ümmetin ihtilaf ettiği dinî konularda son sözü söyleyecek kişi kimdir? Bu konu son derece önemlidir. Siyasi meselelere girmek istemiyorum. Genel olarak dini meseleleri ele alıp incelemek istiyorum. Sözü hüküm olan insan kimdir?

 

Geliniz bunu öğrenmek için Kur'an-ı Kerim'e müracaat edelim. İlk olarak Kur'an-ı Kerim nedir? Kur'an'ı aralayarak O'nun dengi olan kimseleri tanımaya çalışalım. İster bu denk olan şey Itret-i Tahire olsun ister Sünnet, sonuçta Kur'an'ın dengi bir şey vardır.

 

Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (16 / en-Nahl / 89). Kur'an-ı Kerim kendisini şu niteliklerle tanıtmaktadır.

 

Başta her şeyin açıklayıcısı,

 

İkinci olarak hidayet kaynağı olması,

 

Üçüncü olarak da rahmet olması,

 

Dördüncü sıfatı Müslümanlar için müjde oluşu.

 

Bu programda eğer muvaffak olabilirsek ayetin “tibyanen li külli şeyin / her şey için bir açıklama” bölümü üzerinde durmak istiyorum.

 

Soru; “tibyanen li külli şeyin / her şey için bir açıklama” ifadesiyle ne murad edilmektedir? Ayette geçen “her şey” ile kastedilen nedir?

 

Bu ayet çerçevesinde Ehl-i Sünnet ve Şia'nın mütekaddimun ve müteahhirun dönem bilginleri arasında iki farklı yönelim ve görüş mevcuttur.

 

İlk yönelimde ayet-i kerimenin genel olduğu belirtilmiştir. Çünkü ayetin bu bölümü “küllü / her” ve “şey / şey” kelimelerini kapsamaktadır. Yani ayet dini olsun dünyevi olsun her şeyi içeriyor gözükmektedir. İster dinle doğrudan bağlantılı olsun ister olmasın fark etmemektedir. Çünkü Kur'an “her şeyin açıklaması” diyor.

 

Ancak ayet-i kerimede bir karine bulunmaktadır. Bu karine de Kitab'ın Hz. Hatem'in (s.a.a.) kalbine indirilmiş olmasıdır. “Onu, er-Ruhu'l-Emin senin kalbine indirdi.” (26 / eş-Şuara / 193). Hz. Peygamber'in aslî vazifesi dinî maarifi açıklamaktır. Öyleyse her şeyden murad asıl olsun furu olsun dinî maarifle bağlantılı olan bütün şeylerdir. İlk yönelim budur.

 

Belirttiğim gibi Ehl-i Sünnet ve Şia'nın mütekaddimun ve müteahhirun bilginlerinden bir grup bu görüşü benimsemiştir.

 

Taberî bunlardan birisidir. Taberî (h. 310) Camiü'l-Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresinde geçen bu ayeti açıklarken şöyle der: Ey Muhammed (s.a.a.)! Allah-u Teâlâ sana insanların ihtiyaç duyduğu helal-haram, sevap-ikab her şeyi açıklayan bu Kur'an'ı indirdi.[i] Göklerin ve yerin işleri gibi tekvinî şeyler, olmuş ve olacak olan şeylere gelince ise ayet bu konuya yönelik değildir.

 

İkinci kaynak Allame Alusî'nin Ruhu'l-Meanî adlı tefsiridir. O bu ayetin tefsirinde şöyle der: Ayette geçen her şeyden murad ulemadan bir gruba göre dine ilişkin olan şeylerdir.[ii]

 

- Açık bir ibare…

 

- Tam isabet. Dinin sahasına giren her şey Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur. Şimdi bu açıklamalardan sonra bize “Durum bu şekildeyse Allah'ın Kitabı bize yeter nazariyesi sahih olmuyor mu?” diye itirazda bulunulabilir. El-cevap, hayır, asla! Bu nazariye yanlıştır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bulunan şeyler Allah Rasulü tarafından açıklanmaya ihtiyaç duymaktadır: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için(Nahl / 44). Bu ayete göre Sünnet de dinî maarifin açıklanmasında bir rükündür.

 

Üçüncü kaynak çağdaş bilginlerden Tahir İbn Aşur'un et-Tahrir ve et-Tenvir adlı tefsiridir. O bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Küllü şeyin / her şey” ifadesi genellik ifade etmektedir. Ancak bu genellik bir dairedeki örfî umumluğu ifade etmektedir. Çünkü dinler ve şeriatlar gibi şeylerde bu tür genellik söz konusudur. Bunun içinde nefislerin ıslahı, ahlakın kemâle erdirilmesi, medenî toplumların düzenlenmesi, hakların açıklanması, tevhide ulaşmak için delillendirmelere davet edilmeler, rasulün doğruluğu, ilmî hakikatler, kevnî incelikler, geçmiş ümmetlerin halleri, onları kurtuluşa ileten ve yok oluşlarına neden olan etmenler gibi şeyler bulunmaktadır.[iii]

 

Genellik ifade etmektedir şeklindeki ifadesi doğrudur. Çünkü “küllü'” sözcüğü genellik ve kapsamlılık ifade eden en kuvvetli edatlardandır. Yani pasaj ayetin Kur'an'da her şeyin bulunduğu anlamına gelmediğini, dinî marifetler sahasındaki her şeyin açıklandığının kastedildiğini ifade etmektedir.

 

İbn Aşur çerçeveyi biraz genişletmiştir. O, ayetin yorumuna ilmî hakikatlerle bağlantılı olan şeyleri de katmıştır. Ayrıca tarih felsefesini de bunun kapsamına almış, toplumlarda hüküm süren ilahî kanunları da bu çerçevede değerlendirmiştir.

 

- Tarihsel yasalar.

 

- Devamında şöyle demektedir: Tarihî kanıtlarla birlikte öğütlerin sonuçları, onların kanunları, medeniyetleri ve zanaatlarının incelenmesiyle elde edilen şeyler. Bunların hepsinden ilim ve marifetlerin asıllarından olan sırlar ve nükteler elde edilmiştir. Genellik çerçevesinde her şeyin açıklanması olmaya elverişlidir.[iv]

 

- Saha oldukça genişledi.

 

- Evet, oldukça hem de. Bütün bu maarif-bilgiler Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den (s.a.a.) Itret-i Mutahhara'ya geçti. Bu makama Itret-i Ehl-i Beyt dışında sahip olan hiç kimse yoktur.

 

Aziz dostlara modern dönem ulemasından de aktarımlar sunacağımızı vadettik. Muhammed İbn Abdülvehhab ekolünden bir bilginin ayetin tefsiriyle ilgili açıklamalarına bakalım.

 

Allame Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'di (h. 1376) Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman adlı eserinde şöyle der: Usul-u dinde ve furu-u dinde, dünya ile ahiretin hükümlerinde her şeyi açıklamıştır.[v] Yani mead ile ilgili bütün maarif Kur'an'da mevcuttur. Bu durumda Itret nezdinde de mead ile ilgili bütün bilgiler mevcut olmalıdır.

 

Ehl-i Sünnet'in ve Ehl-i Şia'nın kadim ve son dönem bilginlerinden bu yoruma işaret edenlere değineceğimize söz vermiştik. Allame Tabatabaî de el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an adlı eserinde bu ayetin yorumunda şöyle der: Buna göre Kur'an'ın genel niteliği, her şey için bir açıklama olmasıdır… Kitap bütün insanlar için bir hidayet olduğuna ve bu onun en temel işlevi olarak belirginleştiğine göre, ayette bahsedilen “her şey”den maksat da insanların hidayet bağlamında ihtiyaç duydukları, hidayet olgusuyla ilintili şeylerdir.[vi]

 

Bundan dolayıdır ki din âlimi sadece helal ve haramı bilen kişi demek değildir. Çünkü Kur'an'ın içeriği helal ve haramdan ibaret değildir.

 

- Din daha kapsamlıdır.

 

- Elbette. Bundan dolayıdır ki Niçin dinde derin bilgi elde etmek ve kendi toplumlarına geri dönünce onları uyarmak için onların her kesiminden bir topluluk (Peygamber'in yanına) hareket etmiyor?” (Tevbe / 122) buyrulmuştur. Öyleyse din nedir? Din mebde, mead, ahlak, ilahi şeriatlar, kıssalar, helal ve haramlar gibi maarifin toplamıdır. Helal ve haramlar Kur'an'daki maarifin onda biri kadardır. Yani helal ve haram konuları ile ilmihal sahasında uzmanlaşan bir kimse dinî bilgilerin ancak onda biri kadarını öğrenebilmiştir. Dolayısıyla merci dinin tamamında âlim olan kimsedir. Çünkü o, Gaybet Döneminde Masum İmamın yerine geçmektedir. Bu değerlendirmeler Ehl-i Beyt Okuluna göredir elbette. Çünkü İmam Mehdi (a.s) “Karşılaştığınız hadiselerde hadislerimizi rivayet eden kimselere müracaat ediniz. Çünkü onlar size karşı hüccetlerimizdir. Ben de Allah-u Teâla'nın hüccetiyim” buyurmuştur. Yani İmam'ın yerine oturan bu din âlimi sadece helal ve haram alanında değil tüm dinî merciiyet sahasında O'nun yerine geçmektedir. Akaid, ve ahlak sahasını da içeren dinî maarif sahasında da bilgili olmalıdır.

 

Bundan dolayı fıkhî fetvalarımızda dinî mercilik ve âlemiyetin (en bilgili olma) odağını haram ve helalin bilgisinin oluşturmadığını belirtmiştik. Konumuza dönelim.

 

Azizlerim ayetle ilgili ilk yaklaşım “her şey” ifadesini kayıtlamaktadır.

 

- Yani mutlak değildir demektedir.

 

- Yani bütün ilimler değil diyorlar; olmuş, şu anda gerçekleşen ve ilerde gerçekleşecek her şey değil.

 

İkinci yaklaşım ise “Küllü şeyin / her şey” ifadesinin mutlak anlamda genel ve kapsamlı olduğunu benimser. Buna göre insanın gereksinim duyduğu, geçmişte olan, şimdi gerçekleşen ve gelecekte de Kıyamet Gününe kadar meydana gelecek her şey Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir.

 

- Hangi soru aklınıza takılırsa takılsın…

 

- Ancak herkes bunun cevabını Kur'an-ı Kerim'den çıkartabilecek kapasitede değildir. Kur'an-ı Kerim'den bunu çıkartabilecek yetkinlikte olanlar Kitab'ın varisleri, Kur'an-ı Kerim'i yüklenenlerdir. Nitekim bazı Kur'an ayetleri buna işaret etmektedir.

 

Bunlar kimlerdir peki? İşte Sekaleyn hadisi bunların kim olduğunu bize açıklıyor. Bunlar Kitab'a varis olup tamamını bilen, O'ndan ayrılmayan ve Kitab'ın da kendisinden ayrılmadığı kimselerdir. Bundan sonrasında Rasulullah'a (s.a.a.) müracaat edelim. Ey Rasulullah (s.a.a.), sen bu konuda hiç kimseyi tayin etmedin mi? “Ben ilmin şehriyim, Ali (a.s.) de kapısıdır” diye buyurmadın mı? Bu konuda başka buyrukların da oldu mu?

 

Bunları birer birer ele alalım. Belli oldu ki ikinci yönelim Kur'an-ı Kerim'in bazı şeyleri değil dinî maarifin tamamını kapsadığını söylemektedir. Allame Alusî ayetin tefsirinde bu görüşe işaret ederek şöyle der: Kimileri de ayetin zahirinin gerektirdiği genellikten hareket ederek anlamın daraltılmaması görüşündedir.[vii]

 

İlk yönelim ayeti sadece dini maarif sahasına özgü kılarken ikincisi sadece bununla sınırlı görmüyor.

 

Devamında şöyle der: “Küll” sözcüğü çokluk içindir. Din ve dünya ile ilgili her ne şey varsa onu Kur'an'dan çıkarmak mümkündür.[viii]

 

Buna göre bazılarının rivayet ettiği Hz. Peygamber'in “Sizler dünyalık işlerinizi daha iyi bilirsiniz” şeklindeki sözde hadisi kabul eden uğursuz nazariye iptal olmaktadır. Yani din ve dünya işleri bütünüyle Kur'an'da mevcuttur. Kur'an sadece dinî alanda bilgiler ortaya koyan bir kitap değil, din ile dünyayı birbiriyle harmanlayan bir kitaptır. Hatta dünya ahirete ulaşmanın yoludur, nerede kaldı ki dünyaya değinmemiş olsun. Hz. Yusuf (a.s.) “Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim” (Yusuf / 55) diyecek ancak Hz. Rasulullah (s.a.a.) dünya işlerinden anlamayacak! Bu nasıl bir mantık? Ayetin açık ifadesinde “her şeyin açıklayıcısı” buyrulmaktadır.

 

Alusî, devamında şöyle diyor: “Her şey açık ve beliğ bir şekilde Kur'an'da açıklanmıştır. Ancak insanların farklı kavrayış kapasiteleri göz önüne alınmıştır.”[ix]

 

Allame Alusi mukadder bir soruya cevap vermeye çalışmıştır. Yani durum buysa insanlar niçin Kur'an'daki her şeyi anlayamıyorlar şeklindeki bir soruya cevap veriyor. Kur'an'da her şey bulunmaktadır dediğimizde bundan tüm insanlar ondaki her şeyi anlar sonucunun çıkması zorunlu değildir.

 

- Sorun onu okuyup algılamaya çalışan muhataptadır.

 

- Tam isabet. Sorun kendi anlayışını önceleyen okuyucuda ve dinleyicidedir.

 

Devamında şöyle der: “Nice ifadeler vardır ki bir topluluk için o sözler açık ve beliğ iken başkaları için aynı özellikte değildir. Bazen bir söz birisi için yeterince açık olmasına rağmen başkasına kapalı gelebilir. Bu farklılık ancak basiretlerdeki kuvvetlerden ileri gelmektedir. Celalüddin es-Suyutî, Mürsî'den şöyle rivayet etmektedir: Kur'an, öncekilerin ve sonrakilerin ilmini sinesinde toplamıştır. Öyle ki bu ilimlerin hakikatini ancak Yüce Allah bilebilir”.[x]

 

Bir sözün bir grup için beliğ ve açık olması başka bir topluluk için de beliğ ve açık olmasını zorunlu kılmaz. Bir söz Itret için açık iken sahabe için açık olmayabilir. Bunda herhangi bir sakınca yoktur.  Pasajda dikkat çeken diğer husus insanların basiretlerinin farklılığını dile getirmesidir. “O, gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü.” (Ra'd / 17) Bu ayeti Kur'an-ı Kerim'e tatbik edelim. Kur'an hepimize indirilmiştir. Ancak herkes kendi ilmî kapasitesince Kur'an'dan yararlanmaktadır.  Pasajın son cümlesine göre Kur'an-ı Kerim öncekilerin ve sonrakilerin ilmini barındırdığına göre Rasulullah'ın (s.a.a.) nezdinde hangi ilim mevcut oluyor?

 

- Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi.  

                                                      

- Acaba O'ndan daha bilgili birisi olabilir mi?

 

- Müslümanların tamamının inancına göre O'ndan daha âlim kimse yoktur.

 

- Tam isabet. Kur'an'dan ayrılmayan ve Kur'an'ın da kendilerinden ayrılmadığı insanlar mevcut olduğuna göre bunlar öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerine de sahiptir. Bu da ikinci yönelimin ifadeleridir.

 

Devamında şöyle diyor: İlkin Allah-u Teâla, sonrasında da Rasulullah (s.a.a.) gelir. Ancak Allah-u Teâla'nın kendisine özgü kıldığı şeyleri Rasulullah (s.a.a.) bilemez. O'ndan da sahabenin ileri gelenleri ve bilginleri bu ilmi miras olarak aldılar.[xi]

 

Allame, Allah Rasulü'nden sonrasında da bunun devam ettiğini söylüyor. Bu mirasın sahabenin eşsiz fertlerine geçtiğini söylüyor; dört halife, İbn Abbas ve İbn Mesud gibilerine işaret ediyor. Bizler bunun delilden yoksun ifadeler olduğunu defalarca belirttik. Bu nasslar sadece kendisini bağlayan kanıtlardır ve bizim için hüccet değildir.

 

Denilmiştir ki devran bunları bilen birisinden yoksun olamaz.[xii] Her dönemde öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini bilen bir şahıs mevcuttur.

 

Değerli izleyicilere Ehl-i Beyt Okulunun görüşlerini dayatmak istemiyorum. Bizler İmamlarımızın bu bilgiye sahip olduğunu kabul ediyor ve böyle inanıyoruz, sizler ise buna inanmıyorsunuz. Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini bildiğine ve hiçbir şeyin kendilerinden gizli kalmadığına inandığınız bu kişileri gösteriniz öyleyse. Bunlar kimlerdir? Bize göre bir sorun yok. Bizler böyle bir insana biat etmişiz zaten ve O da On İkinci İmamımızdır. İnancımıza göre O masumdur ve Rasulullah'ın (s.a.a.) ilminin varisidir. Siz bu hususta ne diyorsunuz asıl?

 

Ya Sufîlerin veya dervişlerin ya da İbn Baz'ın ve falanca filancanın görüşüne sahip çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Ehl-i Beyt Okulundaki nazariyenin ne kadar açık olduğuna bir bakınız, ancak diğer ekollerde durum bu şekilde değildir. “Zamanının imamını tanımaksızın” veya “Zamanının imamına biat etmeksizin ölen kimse cahiliyye ölümüyle ölmüştür” hadisi bağlamında bizim problemimiz çözülmüştür ki bu da On İkinci İmam'dır. Size göre bu imam kimdir? Azizlerim Muhammedî (s.a.a.) varisin kim olduğunu araştırınız. Bize göre Muhammedî varis şu anda On İkinci İmam'dır. Sizler ne düşünüyorsunuz?

 

- Âl-i Şeyh mi yoksa bu varis!? (Suudi rejiminin baş müftüsünün ismi, Vehhabiliğin kurucusunun neslinden gelmektedir. çev.)

 

- Evet, Vehhabiler böyle diyorlar. Mısır ve Endonezya'dakiler ne yapacaklar peki?

 

- Varis birden fazla demek ki!

 

- İşte bakın bu nazariyenin sonuçlarını görün.

 

Devamında şöyle diyor Alusî: “Gavs, kutbu'l-aktab, mazharü'l-etamm, mazharü'l-ismi'l-a'zam gibi isimler alırlar.”[xiii]

 

Allame Alusî “Mazharü'l-ismi'l-a'zam”dan (Allah'ın en büyük isminin mazharı) bahsetmektedir! Şaşılacak şey doğrusu! Her şey zaten İsm-i A'zam'da mevcuttur. Benim İsm-i A'zam'la ilgili 175 derslik bir çalışmam var. Aziz dostlar bilsinler ki ben sizlere beş sene boyunca İsm-i A'zam'ı anlatabilirim. Ancak konumuz bu değildir. Özetle, ikinci yönelişe göre ayet mutlaktır.

 

Soru; Allame Alusî'den başka bunu dile getiren var mıdır? Gelin müfessirlerin en bilgililerinden olan İbn Kesir'in tefsirine bir bakalım.

 

O bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:

 

“Sana her şeyi açıklayan kitabı indirdik” ayeti hakkında İbn Mes'ud “Kur'an'da bizim için her ilim ve her şey açıklanmıştır” derken Mücahid de “Her helal ve haram açıklanmıştır” der. İbn Mes'ud'un sözü, daha genel ve daha şümullüdür. Zira Kur'an geçmişlerin haberlerinden faydalı her ilmi, geleceklerin ilmini, her helal ve haramın hükmünü, din, dünya ve ahiretlerine dair umurda insanların muhtaç oldukları her şeyi içine almaktadır.'[xiv]

 

İbn Mesud, Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) en büyük sahabilerindendir. Metinden anlaşıldığına göre o Kur'an'ın her şeyin açıklaması oluşunu genel anlamıyla almıştır. Ayetin tefsiri bağlamında ikinci bir görüş daha var. Buna göre ayet tüm helal ve haramları içerir. Tabi İbn Kesir, İbn Mesud'un görüşünü reddetmiyor.

 

Aziz dostlar biliniz ki Ehl-i Beyt İmamlarının rivayetleri bu ikinci görüşü teyid ediyor. Bu rivayetler Kur'an'ın sadece helal ve haramı açıklamadığını dile getirmektedir. Aksine Kur'an-ı Kerim geçmiş, şu anda olan ve kıyamet gününe kadar olacak şeylerin bilgisini içermektedir. Bu hadisleri İlmü'l-İmam adlı eserimizde sunduk ve söz konusu rivayetlere müracaat ettik.[xv] Bu konuyla ilgili bir takım rivayetler aktarılmıştır.

 

İlk rivayet: İmam Sadık'tan (a.s.) nakledildiğine göre O şöyle buyurmuştur: Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın kitabını başından sonuna kadar avucumun içindeymiş gibi bilirim. Onda göklerin, yerin, olmuşların ve olacakların haberleri vardır.[xvi]  Bizler İmamlar öncekilerin ve sonrakilerin ilmine sahiptir dediğimizde kimse bizlere bu bilgi nereden geliyor diye sormasın. Zira onların bu bilgilerinin kaynağı Allah-u Teâla'dır. Onlar Allah-u Teâla'nın kitabında olan her şeyi bilmektedirler.

 

Allah-u Teâla “Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik” (Nahl / 89) buyuruyor.

 

İmam Sadık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Ben göklerde ve yerdekileri, cennette ve cehennemde olanı bilirim. Bu güne kadar olanları ve olmakta olan şeyleri bilirim. İmam bir süre duraksadı, bunun dinleyenlere ağır geldiğini gözlemleyince şöyle buyurdu: Bunları Allah'ın kitabından biliyorum. Allah şöyle buyurmuştur: Onda her şeyin açıklaması vardır.” Bunu kendimiz uydurmadık. Bu yönelişi destekleyen bir grup rivayet vardır.

 

Bu bağlamda Seyyid Tabatabaî'nin ayetin tefsirinde güzel bir değerlendirmesi var: “Fakat elimize ulaşan rivayetlerde Kur'an'ın olmuş, olmakta ve kıyamete kadar olacak şeylere ilişkin bilgileri içerdiği ifade edilmektedir. Bu rivayetler sahih iseler, bu durumda ‘et-tibyan' kelimesiyle lafzî kanıtsallıktan daha genel bir olgunun kastedilmiş olması gerekmektedir.”[xvii]

 

Hâlbuki işarî anlamlar lafzî delaletlerden değildir. Yani herkes Kur'an-ı Kerim'den bu işaretleri çıkaramaz.

 

Derslerimi dinleyen ve programlarımızı takip edenlerin bir bölümü ifadelerimizde ve anlatımlarımızda eksiklik bulabilmek için didinmektedirler. Onlara teşekkür, Allah-u Teâla'ya da şükrediyorum. Çünkü onlar Seyyid Haydarî'yi dinlemek zorunda kalıyorlar. Allah-u Teâlâ onlardan bazılarını bir hasletle de olsa doğruya ulaştıracaktır. Kıyamet gününde bazıları için de bu dinledikleri kendilerine karşı kanıt olacak, çünkü bilmiyorduk diyemeyecekler.

 

Azizlerim, takip ettiğimiz metodun Allame Albanî'nin metoduna uygun olduğunu defalarca belirttik. Önümüzde Allame Albanî'nin Sahihü Süneni İbn Mace adlı eseri var. O bu eserinde şöyle der: “Ben bu eserimde isnad zincirleri zayıf olan birçok hadisi kuvvetlendirdim (yani hasen veya sahih kategorisine yükselttim). Çünkü bu hadislerin başka kanalları, diğer rivayetlerde bu hadise ilişkin şahitler ya da diğer hadis mecmualarında bunlara ilişkin tanıklar bulunmaktadır. Kimsenin aklına hemen eleştiride bulunmak gelmesin diye bunu başta belirteyim… Özellikle metodumu bilmeyen bu insanlar kuvvetlendirdiğim hadisleri cerhediyorlar.”[xviii]

 

Allame Albanî, isnad zincirleri zayıf olan hadisleri onlara kanıt olabilecek içeriksel karinelerle kuvvetlendirdiğini belirtiyor, onların ilk önce dayandığım ilmî metodu öğrenmeleri gerekiyor demeye getiriyor.

 

Buradan şu önemli sonuca ulaşıyoruz: Allah-u Teâla'nın “Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik” buyruğundan kasıt ilk yönelime göre başta helal ve haramlar olmak üzere sadece dinî maarif iken ikinci yönelime göreyse dinî olsun olmasın yararlı olan tüm bilgilerdir. Ayet geneldir ve kapsayıcıdır, geçmişte olan, şimdi gerçekleşen ve ileride de gerçekleşecek her şeyi kapsamaktadır.

 

İster ilk, ister ikinci yönelim doğru olsun Sekaleyn hadisi gereğince din ilminin tamamı, kendileri Kur'an'a denk olan bu kişilerde -Itret-i Tahire'de- mevcuttur.

 

Belli oldu ki ikinci yönelime göre -şimdilik neden ikinci görüşü ilkine tercih ettiğim konusuna girmek istemiyorum- sadece din ilmi değil geçmişte olmuş, şimdi gerçekleşmekte ve gelecekte de gerçekleşecek olan her şeyin ilmi Itret'in yanındadır. Çünkü söz konusu ayet bunu gerektirmektedir. Sekaleyn hadisi, dinî veya dinî olmayan her konudaki ihtilafta ilmî merciliğin Rasulullah'tan (s.a.a.) sonra Kur'an'dan ayrılmayan, Kur'an'ın da kendilerinden ayrılmadığı Itret-i Tahire'ye ait olduğunu ortaya koymaktadır. Kur'an-ı Kerim'de ne kadar maarif varsa bunların hepsini Ehl-i Beyt (a.s.) bilmektedir. Ehl-i Beyt (a.s.) bunlardan bir tanesini bile bilmeseydi Kur'an-ı Kerim ile onlar arasında ayrılık doğmuş olurdu. Bu da Hz. Rasulullah'tan (s.a.a) aktarılan “Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklar” kesin hadisine aykırıdır.

 

Heva ve hevesinden konuşmayan, konuşması sadece vahiy olan Zat (s.a.a.) dinî ve gayri dinî maarifin tamamına sahiptir.

 

- Yani o bilgiyi biz elde etmiş olalım veya olmayalım durum değişmez. İspanya'dan Muhammed kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamun aleykum. Şeyh geçen derste bize meydan okudu. Bizler öncekilerin ve sonrakilerin ilminin Allah-u Teâla'ya ait olduğuna inanmaktayız. Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâla “Size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” ve Peygamberinin diliyle de “De ki Rabbim ilmimi arttır” buyurmaktadır. Hz. Musa (a.s.) da Hz. Hızır'a “Benim ve senin ilmin ile öncekilerin ve sonrakilerin ilmi bir kuşun şu denizden aldığı bir katre misalidir” demişti.

 

- Siz konu dışına çıktınız, şu anda Allah'ın ilmi çerçevesinde konuşuyorsunuz. Ayrıca kanıt olarak sunmaya çalıştığınız şeylerde beşer ilmi ile Allah-u Teâla'nın ilminin mukayesesi söz konusudur. Azizim bizler bizim ilmimizin katre kadar olduğuna dahi inanmıyoruz! Peygamberlerin, vasilerin, salihlerin, öncekiler ve sonrakilerin bilgisi Allah'ın bilgisinin yanında bir damla bile sayılmaz. Azizim bizim ilmimiz nerede, Allah-u Teâla'nın ilmi nerede! Sonlu ile sonsuz olan şey hiç karşılaştırılabilir mi? Bizler şu anda Kur'an'daki ilim ile Peygamber'in ve varislerinin ilmi çerçevesinde konuşuyoruz.

 

- Irak'tan İsa kardeş hatta.

 

- Selamun aleykum. Seyyidden bir istirhamım var. Kıymetli münazaralarınızın Kürtçeye çevrilmesini istirham ediyorum. Irak'ta en az beş milyon Kürt yaşıyor.

 

- Şu anda bir kardeş bunu yapıyor.

 

- Cezayir'den Yahya kardeş hatta.

 

- Seyyidim, Cezayir'de binlerce öğrenciniz bulunmaktadır. Bizler önceleri Şia'yı bilmez ve olaylara sadece Vehhabilik penceresinden bakardık. Sizlere teşekkür ediyoruz.

 

- Teşekkürler ediyoruz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de programa katkılarınızdan teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Allah'a emanet olun. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

   

 



[i] Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberî, Camiü'l-Beyan, c. 14, s. 333, Tahkik: Dr. Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türkî. 

[ii] Şihabüddin el-Alusî, Ruhu'l-Meanî, c. 14, s. 256, Tahkik: Züheyr Kasım, Müessesetü'r-Risale.

[iii] Tahir İbn Aşur, et-Tahrir ve't-Tenvir, c. 14, s. 262.

[iv] Age, agy.

[v] Allame Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'dî, Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman fi Tefsiri Kelami'l-Mennan, s. 512.

[vi] Muhammed Hüseyn Tabatabaî, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 12, s. 325.

[vii] Ruhu'l-Meani, c. 14, s. 265.

[viii] Age, agy.

[ix] Age, agy.

[x] Age, c. 14, s. 266.

[xi] Age, agy.

[xii] Age, agy.

[xiii] Age, agy.

[xiv] İmadüddin Ebü'l-Fida İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, c. 8, s. 249.

[xv] Seyyid Kemal Haydarî, İlmü'l-İmam, s. 85-86.

[xvi] İlmü'l-İmam, s. 86.

[xvii] El-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 12, s. 325.

[xviii] Allame Albanî, Sahihü Süneni İbn Mace, c. 1, s. 6.

 

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net