ÖZEL: Andrew Korkykbo: Melez Savaş nedir / Suriye Savaşı ve İran “Yeşil Devrim” örnekliği / İran’da yeni bir “Yeşil Devrim” planlanıyor

ÖZEL: Andrew Korkykbo: Melez Savaş nedir / Suriye Savaşı ve İran “Yeşil Devrim” örnekliği / İran’da yeni bir “Yeşil Devrim” planlanıyor
ABD, yaklaşan bir “Yeşil Devrim 2.0” provoke etmek için İran gençlerini etkilemeye ve yanlış yönlendirmeye çabalıyor; ki bu “devrim” bu kez ülkenin iç periferisinde asimetrik terörist savaşla güçlendirilecek ve ABD’nin Körfez müttefiklerinden dolaylı “perde arkası” destek alacaktır.
 
 
 
Andrew Korybko
 
 
Oriental Review
 
 
Bir süre önce Andrew Korybko, İran'ın önde gelen haber ajanslarından Mashregh ajansına kapsamlı bir röportaj verdi (kısım 1kısım 2). Korybko, geliştirdiği Melez Savaş teorisinin Avrupa boyutundan, Suriye krizinden, Obama'nın İran rejimini devirmeye yönelik örtülü gündeminden ve Trump'ın “Yeşil Devrim 2.0” gerçekleştirme tutkularından bahsetti. ORIENTAL REVIEW, yazarın teveccüh ve izniyle, röportajın tam metninin çevirisini yayınlıyor.

 

Bize Melez Savaş kavramını ve onun en önemli bileşenlerini kısaca anlatabilir misiniz?

 

Melez Savaş (Hybrid War), jeo-stratejik transit devletlerde rejime ince ayar yapma, rejim değişikliği ve/veya rejimin yeni baştan kurulması yöntemleri üzerinden çok-kutuplu ulus-üstü bağlayıcı altyapı projelerini bozmak, kontrol etmek veya etkilemek amacıyla kimlik çatışmalarının imal edilmesi veya kışkırtılması olarak tanımlanabilir. Bundan Melez Savaş Yasası olarak söz edilebilir. Bunu organize edenler, siyasi imtiyazlar elde etmek (rejime ince ayar yapma), liderliği değiştirme (rejim değişikliği) ve/veya anayasal reformasyon (genellikle üniter devletten içeriden parçalanmış “federal” bir devlete doğru rejimin yeni baştan kurulması) için dinsel, etnik, tarihsel, sosyo-ekonomik farklardan ve idari ve fiziksel coğrafya farklarından yararlanır. Hedef ülkeye yönelik bu stratejinin öncelikli amacı, Çin'in Yeni İpek Yolları'nın ve öteki büyük güçlerin bağlayıcı projelerinin zayıflatılmasıdır.  

 

Bilgi savaşları, sosyal ve yapısal ön koşullama ve fiziksel provokasyonlar bu stratejinin elle tutulur ve tekrarlanan uygulamalarıdır ve bunların taktik olarak tırmandırılmasına genellikle, öngörülen siyasi hedeflere ulaşılamaması halinde, başarısız bir renkli devrimden konvansiyonel olmayan bir savaşa geçiş damgasını vurur. 

 

Pratikte, Suriye'ye karşı yönelen terör savaşı Melez Savaş'ın mükemmel bir örneğidir. Burada ABD ve onun “perde arkasından yönetilen” bölgesel müttefikleri, Başkan Esad'ı Katar'ın doğalgaz boru hattını geri çevirdiği için cezalandırmak ve bunun yerine İran, Irak ve Suriye arasında Dostluk Boru Hattı'nı inşa etmesini engellemek için şiddete dayalı rejim değişikliğini kışkırttı. Yaygın olarak “EuroMaidan” olarak bilinen şehir terörizminin keşmekeşi, Melez Savaş'ın bir diğer örneğidir; burada ABD, Rusya'nın Ukrayna'yla Avrasya Birliği entegrasyon projesini yıkmanın bir aracı olarak, ülkenin batı yarısındaki hiper milliyetçi Ukraynalılarla doğu kısmındaki çok-kültürlü, Rusya'yla bağlantılı Ukraynalılar arasında bir kimlik çatışmasını körüklemiştir.

 

Melez Savaş'ın daha az tartışılan örnekleri, 2015-2016 yıllarında Makedonya Cumhuriyeti'nde, Rusya ve Çin'in bu ülke üzerinden planladığı mega projelerin zayıflatılması için arka arkaya vuku bulan istikrarsızlaştırmalar ve geçtiğimiz yıl Etiyopya'da patlak veren, amacı Çin'in Afrika'daki başlıca ekonomik partnerlerinden birinin ve kısa süre önce tamamlanan Addis Ababa-Cibuti demiryolunun (Afrika Boynuzu İpek Yolu) çekiciliğini azaltmaktır. Ancak doğruyu söylemek gerekirse, Doğu Yarımküre'deki pek çok ülke Melez Savaş'a açıktır, zira kimlik çatışmasının kışkırtıldığı önceki örneklerde uygulanan, numune teşkil eden ve uyarlanabilir tipteki yaklaşım onların çoğunu ilgilendirmektedir ve ABD'nin bölgelerindeki tek kutuplu hegemonyasını tehdit eden ulus-üstü bağlayıcı bir altyapı projesine yaklaşmaları halinde onlara karşı hayata geçirilecekleri tasavvur edilebilir.

 

Amerika Birleşik Devletleri'nin pratikte, Melez Savaş yürüten (ve yürütebilir olan) tek ülke olduğunu yazdınız. Neden ABD bu yeni yaklaşımı benimsedi?

 

Melez Savaşlar dolaylıdır ve bu yüzden geleneksel çatışmalara kıyasla, patron devletin daha az kaynak harcamasını gerektirir; eş zamanlı olarak da, hedefin askeri ve güvenlikle ilgili savunma yapılarında kafa karışıklığı yaratan öngörülemez asimetrisi nedeniyle hedeflenen siyasi amaçlara ulaşılma şansı daha yüksektir. ABD, küresel stratejik erişimi, önceden var olan ve rafine edilmiş “alet çantası” (bilgi savaşı kapasiteleri, sahadaki ajanları/“STK'lar”, petro-dolar ve yaptırımlar yoluyla ekonomik yıkıcılık, vs.) ve dünyanın her yerinde kendi tek kutuplu hegemonyasını sonsuza dek koruma temeline dayanan küresel çıkarlar sebebiyle Melez Savaşlar üzerinde bir tekele sahiptir.

 

ABD, çatışmalarda benzer zihniyetli bölgesel müttefiklerden “taşeron desteği almanın” neden önemli olduğuna dair unutulmaz dersler edindiği 2003 Irak Savaşı ve arkasından gelen işgal esnasında deneyimlediği pahalı fiyasko sonrasında, Melez Savaş'a daha bağımı hale gelmeye başladı. Bir başka deyişle ABD, geniş ölçekli geleneksel savaştan uzaklaşarak vekâlet savaşlarına yönelmeye, kendisi sahne gerisinden her şeyi (lojistik, eğitim, silahlar, strateji, vs.) gizlice organize ederken ağır yükün “perde arkasından yönetilen” bölgesel partnerler tarafından taşınmasına bel bağlamaya karar verdi. Esas farklılaşma ise, ABD müttefiki ile hedef alınan hükümet arasında bir devletlerarası çatışma kışkırtmak yerine, yeni gelişen savaşın kurban devletin kendi sınırları içinde vuku bulması ve “isyancılar” ve “özgürlük savaşçıları” “rejime” karşı “ayağa kalktığı” için bu devletin “çökmekte” veya “sönümlenmekte” olduğu şeklindeki manipüle edilmiş algı üzerine inşa edilmesi oldu.

 

Kısacası Melez Savaşlar maliyet-etkindir, “sıradan” çatışmalara kıyasla daha az geleneksel taahhüt gerektirir ve failler için hızla, astronomik ödüller toplama potansiyeli getirir. Bunların özü, hedef alınan askeri servis ve güvenlik servislerinin genellikle hazırlıksız yakalandığı ve normalde kaçınmak isteyeceği asimetrik “iç” savaşlardır; bunlardan normalde kaçınılmak istenir zira pek çok hükümet, kendi yurttaşlarına karşı ölümcül güç kullanma emri vermek durumunda kalma ihtimaliyle karşı karşıya kalmayı asla tercih etmez. Bununla birlikte, böyle bir olasılık, bireylerin devlet karşıtı ve terörist faaliyetlere girişmesi halinde son kertede kaçınılmaz hale gelebilir, ancak yabancı güçler kesinlikle, kamu düzenini yeniden tesis amaçlı operasyonları, bilgi-anlatı manipülasyonu ve “isyancılara” verilen örtülü destekle dışarıdan beslenen ve kendi kendini idame ettiren bir şiddet döngüsünü tetikleyecek şekilde dönüştürmeye çalışacaklardır. 

 

ABD'nin Melez Savaşlarının sizin deyiminizle “çekirdek” hedeflerini hangi ülkeler meydana getiriyor? Bu yeni tipteki savaşın nihai hedefi nedir? Rejim değişikliği mi?

 

Melez Savaş Yasası'na geri dönmek gerekirse, odak noktası, bugünlerde temel olarak Çin'in finanse ettiği ve dünya çapında inşa edilmekte olan Yeni İpek Yolları'nın ifade ettiği ama bununla da sınırlı olmayan Avrasya entegrasyonunu önlemek için kimlik çatışmalarını körüklemektir. Diğer çok-kutuplu büyük güçler de bölgesel komşularını emniyete almaya, istikrarlı hale getirmeye ve geliştirmeye çalışmaktadır, bu ise kendilerini ve partnerlerini ABD'nin Melez Savaşlarının hedefi haline getirmektedir. Bunun en önde gelen iki örneği, 2011'de Suriye'ye karşı başlatılan ve dolaylı olarak İran'ın Dostluk Boru Hattı'na karşı da yürütülen terör savaşı ve 2013'te, Rusya'nın Ukrayna'yla olan Avrasya Birliği entegrasyonu çabalarını sabote etmeye çalışan “EuroMaidan” şehir terörizminin patlak vermesidir.

 

İran'la ilgili konuşmak gerekirse, İslam Cumhuriyeti şu anda, yukarıda bahsedilen nedenlerin her ikisinden ötürü Melez Savaş'a iki misli maruz kalabilir. ABD'nin İran'ın Suriye'deki ve Ortadoğu'nun herhangi bir yerindeki bölgesel çıkarlarına karşı Melez Savaş'ı uygulamaya sokacağı hâlihazırda kendini göstermiştir, ancak ülkenin kendisi de kendi sınırları içinde, Çin'in Pan-Avrasya bağlantısı kurmayı sağlayan kıtalar üstü tutkularını bozma amaçlı, gerçek bir Melez Savaş'la karşı karşıya kalabilir. İran, Batı Asya'yı (Ortadoğu) Orta, Güney ve hatta Doğu Asya'ya bağlayan jeo-stratejik geçit noktasıdır, bu yüzden de elbette gelecekteki Avrasya entegrasyonu projelerinde ikame edilemez bir rol oynayacaktır. Çin ve İran, Kazakistan ve Türkmenistan'ın periferilerinden geçen dolambaçlı bir demiryolu ağıyla şimdiden birbirine bağlanmış haldedir, ancak bu yolun Orta Asya'nın yoğun nüfuslu kalbinden geçecek olası bir yüksek hızlı demiryolu hattı inşasıyla geliştirilmesi hakkında planlar da önerilmektedir.   

 

Tartışılan Çin-İran yüksek hızlı demiryolu projesi, dış müdahale olmadan kendi haline bırakılırsa, son kertede Türkiye'den geçip Balkanlara, oradan da AB'ye uzanabilir ve bu şekilde İran'ı, Çin'in trans-Avrasya altyapı projelerine mutlaka dahil edilmesi gereken yegane üç transit devletten biri haline getirebilir. Rusya, Kuzey Avrasya'nın tepesinde durmaktadır ve bu yüzden kıtanın bu kısmında, çapraz kesişen AB-Çin ağları için jeo-stratejik geçit konumundadır; İran ve Türkiye ise bunun Güney Avrasya muadilleridir.

 

ABD, Ortadoğu çapında inşa edilmesi öngörülen bu çok-kutuplu ulus-üstü bağlayıcı altyapı projelerinin gerçekleşmesini proaktif bir şekilde engellemek için İslam Cumhuriyeti'ni ya asimile etmeli ya da yıkmalıdır. Bunlardan ilki Obama Yönetimi'nin nükleer anlaşması sonrasında hayalini kurduğu şeydi; ikincisi ise ilkinin başarısız olması halinde devreye girecek olan Melez Savaş yedek planıdır. Washington'un stratejik sızma komplosu Tahran'ı cezbedemediğinden, İran'ın yakın gelecekteki bir yerlerde ABD'nin intikam alıcı Melez Savaş entrikalarının hedefi olması muhtemel gibi görünmektedir. Nitekim ABD şimdiden gerekli hazırlıklar üzerinde çalışmaktadır ve Trump'ın başkanlığı döneminde bu türden bir savaş yürütme öngörüsüyle güçlerini düzenlemektedir.  

 

Örneğin, şimdiden İran'ın periferisi etrafında (Kürtler, Araplar, Beluçlar, vs.) ayrılıkçı ya da “federalist” (iç bölünme) hedefler doğrultusunda yürütülen faaliyetlerde dikkat çekici bir artış yaşanırken, ülke içinde bir Daeş saldırısı tehdidi giderek daha gerçek hale geliyor. Benzer şekilde ABD, genişletilen yaptırımlarla ve diğer türden yıkıcı ekonomi faaliyetlerle İran devletini yapısal olarak koşullamaya çalıştı ve bu, bilgi savaşı yoluyla sosyal koşullama operasyonuyla ve Batı'nın nükleer anlaşması sonrasında 30 yaş altındakiler (İran nüfusunun çoğunluğu) arasında yarattığı umutlarla eş zamanlı olarak yapılıyor. ABD, yaklaşan bir “Yeşil Devrim 2.0” provoke etmek için İran gençlerini etkilemeye ve yanlış yönlendirmeye çabalıyor; ki bu “devrim” bu kez ülkenin iç periferisinde asimetrik terörist savaşla güçlendirilecek ve ABD'nin Körfez müttefiklerinden dolaylı “perde arkası” destek alacaktır.  

 

Bu sözü edilen Melez Savaş araçlarının etkileşiminin İran'da rejime ince ayar yapılması, rejim değişikliği ve son kertede rejimin yeni baştan inşa edilmesi amaçlarını ilerletmesi bekleniyor. İzah etmek gerekirse, bunlardan ilki ABD'nin, İran'ı zayıf bir konuma düşürdükten sonra ondan elde etmek istediği siyasi tavizleri, ikincisi ise İran'ın çok-kutupluluk yanlısı hükümetinin yerine tek-kutupluluk yanlısı piyonların yerleştirilmesini ifade ediyor. En rahatsız edici olanı ise üçüncü ve son amaç olan rejimin yeni baştan inşa edilmesi. Bu, ülkeyi bir “Seküler Pers Federasyonu'na” ve neredeyse bağımsız kimlik merkezli devletçiklerin (“Kürdistan”, “Güney Azerbaycan”, “Baluçistan”, “Arap Pers Bölgesi”, “Dağlık/Orta Pers Bölgesi”, vs.) dama tahtasına dönüştürerek İslam Cumhuriyeti'ni varoluşsal olarak aşındıracaktır.

 

Rusya, İran ve Çin, ABD'nin Melez Savaşlarını nasıl geri püskürtebilir? Olası bir koalisyon nasıl kurulabilir ve kurulmalıdır? Dolar hâkimiyetiyle mücadele etmek için yerel para birimlerinin kullanılması gibi ekonomik önlemler bu durumda faydalı olabilir mi?

 

Devletlerin Melez Savaş'a karşı iştirak edebileceği ve etmesi gereken direnişin birbirini tamamlayan üç kategorisi vardır: iç çabalar, dış operasyonlar ve dış çabalar.

 

İlki konusuna, yurtsever bir eğitimin yaygınlaştırılması ve düzenli olarak sosyal açıdan takviye edilmesi, Melez Savaş yürütücülerin ve onların ülke içindeki destekçilerinin (ki bu hain niyetlerle yapılabileceği gibi bilgi savaşlarıyla beyinlerinin yıkanması nedeniyle de yapılabilir) yozlaştırıcı devlet karşıtı ideolojileriyle mücadele etmenin anahtarıdır. Bununla bağlantılı olarak devlet, yurtsever STK'lar ve devlet onuru yanlısı kitle gösterileri gibi “tersine renkli devrim” teknolojisini benimsemelidir zira bunlar beklenmedik Melez Savaş provokasyonlarıyla mücadelede kullanılması gereken varlıklardır.

 

Örneğin 2002 yılında Venezüelalı yurtseverlerin dönemin devlet başkanı Chavez'e karşı gerçekleştirilen kısa süreli Amerikancı darbe esnasında sokaklara çıkma deneyimi, bütün öteki kurban devletlerin dışarıdan kışkırtılan kriz dönemlerinde öykünmeye çalışması gereken, güçlü ve etkili bir örnektir. Daha yakın zamanlarda Makedonya halkının ABD'nin kendi hükümetlerine yönelttiği iki başarısız renkli devrim esnasında gerçekleştirdiği kitle buluşmaları ve Türk halkının başarısız Amerikancı darbe girişimi sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine düzenlediği sokak gösterileri, bunlardan öğrenmek isteyen devletlerin çıkarabileceği pek çok faydalı ders sunabilir.   

 

Olağanüstü derecede önemli olan bir şey, hükümetlerin ABD tarafından kendi ülkelerine yöneltilen Melez Savaş senaryolarını ifşa eden önleyici bilgilendirme kampanyalarına girişmesidir, zira bu, halkı eğitebilir ve onları kendilerine karşı hazırlanan komplolardan daha fazla haberdar hale getirebilir.  Bu şekilde, iyi niyetli sivillerin kendilerine karşı yaklaşan bilgi savaşı saldırısı nedeniyle yanlış yönlendirilmesi ve tuzağa düşürülüp bir renkli devrimin parçası haline getirilmesi giderek daha az olası hale gelir. Renkli devrimlerin halk kitlelerini manipüle edip devlet karşıtı grupların provokasyonlarına doğru yöneltmek için kitle kontrol psikolojisine dayadığı ve sahadaki bu olayları organize eden küçük bir komplocular azınlığının olduğu muhakkaksa da, katılımcıların çoğunun genellikle büyük resimden habersiz olduğu ve ABD'nin “faydalı ahmakları” olarak kullanıldıklarını bilmedikleri her zaman hatırlanmalıdır.

 

Yukarıda tarif edilen iç taktikler, her bir medeniyetin-devletin kendi özgün koşullarına göre onları nasıl uygulayacağına göre pratikte farklılık gösterebilir, ancak hepsi, ABD'nin asimetrik savaşını en etkili şekilde püskürtmek için bu geniş prensipleri izlemelidir. 

 

Melez Savaş'la mücadele stratejilerinin dış boyutuna geçecek olursak, çok-kutuplu ülkelerin daimi askeri, istihbari ve diplomatik bürokrasileri arasında bir “derin devlet” koordinasyonunun olması önemlidir. Şangay İşbirliği Örgütü'nün (ŞİÖ), “Bölgesel Anti-Terörist Yapısı” anlamına gelen “Regional Anti-Terrorist Structure” ibaresinin kısaltması olan “RATS” adı verilen özel bir mekanizması bulunuyor. Bu, örgütün karşı karşıya olduğu ortak terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılık tehditlerine karşı mücadele eden bir hızlı tepki gücüdür. Sonuç olarak Melez Savaş, devlet düzeyindeki organizatörlerin dolaylı olarak desteklediği devlet dışı aktörler tarafından doğrudan yürütülür, bu yüzden ihtiyatlı devletlerin kendi kaynaklarını, bu türden asimetrik çatışmaların en yakın tezahürü olan birey ve gruplara karşı işbirliğinde bir araya getirmesi gerekir. İran örneğinde bunlar, 1980'lerdeki savaşta Saddam Hüseyin'in desteklediği Arap gruplar gibi irredantistler/ayrılıkçılar veya Daeş ve “İran Kürdistan Demokratik Partisi” (İKDP) gibi ideolojik aşırıcılar olabilir. Bunlardan son ikisi, sırasıyla dinci ve siyasal aşırıcılardır ve her üç grup ile onlara benzer diğer gruplar, silahlanıp devlete karşı savaşma kararı aldıklarında teröristler haline gelir.

 

Melez Savaş'a karşı korunmada uygulanması gereken son tip strateji, çok-kutuplu devletler arasındaki çok taraflı kurumsal işbirliğine dayanan yapısal stratejidir. Rusya, İran, Çin, Pakistan, Türkiye ve öteki önde gelen ülkeler arasında daha yakın entegrasyon, ABD'nin entrikalar yoluyla her birine verebileceği zararların asgariye indirilmesi için temel önemdedir ve yerel para birimleriyle ticaret yapılması, Washington'un yapısal koşullamanın parçası olarak mali istikrarsızlaştırma gerçekleştirme becerisini azaltmada faydalı olabilir. Bu haliyle, BRICS Bankası, BRICS döviz rezerv havuzu, Asya Altyapı Yatırım Bankası ve gelişmekte olan öteki kuruluşlar gibi alternatif çok-kutuplu kurumlar, bu yıkıcı yapısal senaryoya karşı proaktif savunmada oldukça stratejik bir rol oynamaktadır. Çok-kutuplu entegrasyon süreçlerinin nihai amacı ise, bütün Avrasya çapında kıtasal ticaret yollarına öncülük etmek olmalıdır, zira bunlar ABD Deniz Kuvvetleri'nin olası ablukasından veya ilgili konvansiyonel şantajdan özgür haldedir ve ancak Melez Savaş yoluyla akamete uğratılabilir; daha önce tartışılan iç çabaların ve dış operasyonların önemi de buradan gelmektedir. 

 

Suriye krizi şu anda Ortadoğu'daki muhtemelen en önemli gelişme. Bu konuda bir Rusya-İran-Türkiye koalisyonundan da bahsediliyor. Bu koalisyonun bir sonuç getireceğini düşünüyor musunuz? Ve böyle bir işbirliği neden önemli olsun?

 

Geçen yaz, Türkiye'deki Amerikancı başarısız darbe girişiminden hemen önce ve sonra, Moskova merkezli Katehon düşünce kuruluşu için Rusya-İran-Türkiye üçlü işbirliği hakkında bir dizi makale yazdım ve analizim, 20 Aralık tarihinde üç ülkenin dışişleri bakanları Rusya'nın başkentine gelip Moskova deklarasyonunu yayınladığı zaman doğrulandı. Fikirlerimi kısaca özetlemek gerekirse, her üç ülkenin de Suriye'deki terör savaşını durdurma (Erdoğan iktidarını merkezileştirip devleti İslamileştirdikçe geçtiğimiz yıl Türkiye kademeli olarak bu cephede ilerledi) ve pratikte Ortadoğu'nun kalbinde “ikinci jeopolitik ‘İsrail' olan ‘Kürdistan'ın” ortaya çıkışını durdurma anlamına gelen Kürt ayrılıkçılığını/“federalizmini” engelleme konusunda kesişen çıkarlar geliştirdi. Üçlü işbirliği, ABD'yi bölgesel iktidar belirleyicisi olmaktan çıkarıp onun gerileyen nüfuzunun yerine kendisininkini geçirme arzusunda birleşen, 21. yüzyıl Ortadoğu'sunun “Büyük Güçler Birliği”ni temsil etmektedir.  

 

Üç üye ülke arasında iki taraflı zorluklar varlığını koruyor, ancak bunlar aşılmaz türden değil ve çok taraflı ortaklığa ciddi bir risk oluşturması da beklenmiyor. Rusya ve İran'ın Türkiye'yle olan meseleleri, bu ülkenin halen İncirlik hava üssünde ABD nükleer füzelerine ev sahipliği yapması, geride bıraktığımız altı yıl içinde Suriye'ye karşı yürütülen terör savaşında Washington'un başlıca vekil gücü olması ve Başkan Esad'ın gitmesini istemesi. Rusya ve İran'ın kendi arasındaki ilişkilerde ise kayda değer derecede daha küçük sorunlar mevcut ve tek önemli mesele iki ülkenin küresel enerji piyasasında ilan edilmemiş (ancak dostane) rakipler olması. Bununla birlikte tarafların üçü de, oyun değiştirici üçlü işbirliğini bölmek amacıyla kendilerine karşı yoğun bir tek-kutuplu bilgi savaşı kampanyasının yürütüldüğünü anlıyor ve bu son zamanlarda, Rusya ve Türkiye'nin Suriye'de İran'a karşı komplo kurduğu şeklindeki sahte bir anlatıya odaklandı. Bütün taraflar ABD ve müttefikleri tarafından kendilerine oynanan oyunu anladıkları için hiçbiri oltaya gelmiyor ve üçlü ittifak halen, Suriye'deki terör savaşının sonunu izleme ve Daeş'in yenilgisi sonrasında bölgeyi istikrarlı hale getirip güçlendirmek yoluyla yeni ve çok-kutuplu bir Ortadoğu'yu yeniden meydana getirme potansiyeli taşıyor.

 

Zihinlerde olan uzun vadeli amaç, Ortadoğu'nun Çin'in küresel Yeni İpek Yolları vizyonunun ürünü olan Tek Kemer Tek Yol'a entegrasyonunu kolaylaştırmak; bu ise İran ve Türkiye'nin AB'yi Doğu Asya'ya bağlayan Güney Avrasya köprüleri haline gelme yönündeki jeo-stratejik yazgısını hayata geçirecektir. Daha önce tartışıldığı gibi Rusya bu jeopolitik yapının Kuzey Avrasya ayağı ve bu sebeple üçlü ittifakın bölgesel bir “Ortadoğu Büyük Güçler Birliği” olmaktan çıkıp kıtalar arası bir pragmatik trans-Avrasya altyapı köprüleri ortaklığına dönüşecek şekilde, genişletilerek yeniden kavramsallaştırılmasına olanak veriyor. Eğer 21. yüzyılın Avrasya entegrasyonu yüzyılı olacağı yönündeki baskın anlatı kabul edilirse, bu, üçlü yapı bu sürecin kalbine yerleştirmekte ve yüzyılın en önemli jeopolitik gelişmelerinin merkezine dönüştürmektedir. Bu durum doğal olarak, bu yapının her bir üyesini ABD'nin yaklaşan Melez Savaşlarının başlıca hedefleri haline getirmektedir.

 

Rejim değişikliği politikasından ve bunun farklı araçlarından bahsettiniz. Bu araçlar nelerdir? Bu araçların bugün veya yakın zamanda kullanılan örnekleri var mıdır?

 

Daha önce izah ettiğim gibi Melez Savaş, çok-kutuplu ulus-üstü bağlayıcı altyapı projelerine katılan jeo-stratejik transit devletlerde rejime ince ayar verme, rejim değişikliği ve/veya rejimin yeni baştan kurulması amacıyla, kademeli olarak bir başarısız renkli devrimden konvansiyonel olmayan bir savaşa doğru dönüşen, imal edilmiş veya kışkırtılmış kimlik çatışması olarak anlaşılabilir. Bu kampanyayı her zaman, ABD'nin bilgi savaşları ve finansal-ekonomik savaş yoluyla (kur manipülasyonları ve yaptırımlar dahil) düşmanının savunmasını sinsice zayıflatmaya çalıştığı bir toplumsal ve yapısal ön koşullandırma dönemi önceler. Melez Savaş, açığa çıkarıldıktan sonra, silahsız vekil güçlerin (renkli devrim “protestocuları” ve “STK'lar”), daha önce bahsedilen stratejik hedefler doğrultusunda acımasızca savaşan silahlı vekil güçlerle (teröristler, “isyancılar”, “özgürlük savaşçıları”) işbirliği yapar ve son kertede bu tür gruplara dönüşür. Her bir istikrarsızlaştırıcı aktörün özgün niteliği ve adı hedefin kendine özgü karakteristik özelliklerine bağlıdır, ancak model, hangi ülkeye uygulandığından bağımsız olarak aynı kalır. 

 

Kitabınızda İran anlaşmasından ve ABD-İran ilişkilerindeki bir “Altın Çağ”dan da söz ettiniz (elbette ABD için altın). Neden bu yeni dönemin ABD için altın olduğunu izah edebilir misiniz?

 

Obama'nın İran'a olan geniş uzanımı bir maskaralıktan başka bir şey değildi. ABD'nin İran'ın sadece nükleer enerji peşinde koşması karşılığında – ki zaten bu zamana kadar yaptığı da ancak buydu – İran'a, yaptırımların hafifletilmesi ve mali varlıkların serbest bırakılması gibi her türden “tavizi” vermesi, gerçek olamayacak kadar iyiydi. ABD'nin gizli saikleri, Cumhurbaşkanı Ruhani'nin temsil ettiği Batı dostu “ılımlıları” cezbetmek ve gerçekçi olmayan bir şekilde, yaptırımların yıprattığı, çoğunluğunu gençlerin (30 yaş altının) temsil ettiği İran nüfusunun beklentilerini heyecanlandırmaktı. ABD, Cumhurbaşkanı Ruhani'nin “ılımlıları” ile Ayetullah Hamanei'nin “muhafazakarları” arasında ayrım yaratarak -ki bunlardan ilki Batı'nın gözünde daha fazla ekonomik ve diplomatik etkiye sahipken ikinciler görünürde askeri alan ve güvenlik alanına hâkimdir- İran'ın “derin devlet” eliti içinde (daimi ordu, istihbarat ve diplomatik bürokrasiler) elle tutulur bir bölünme meydana getirmeye çabaladı.

 

Cumhurbaşkanı Ruhani herhangi bir şey için suçlanmayı hak etmiyor ve herhangi bir yabancı komplosunun “paydaşı” değil, ancak ABD onu ve temsil ettiği yurttaşları hedef almaya karar verdi, zira Washington'un “derin devleti”, onların daha kolay aldatılıp yanlış yönlendirilebileceğini düşündü. Ancak Ayetullah Hamenei ve destekçileri bu planı fark etti ve ABD'nin umduğu kriz, İran “derin devletinin”, “ılımlılar” ve “muhafazakârlar” arasında olan ve istismar edilebileceği tasavvur edilen her türlü belirgin politika farklılığını tatlıya bağladı. Bunun en görünür olduğu yer, “ılımlı” ikon Cumhurbaşkanı Ruhani'nin kısa süre önce, ABD ve onun gerekçelerinden giderek daha şüpheci hale gelmek ve ilginç bir şekilde, dini liderin devamlı olarak vazettiği bilge “muhafazakâr” tavsiyeleri yansıtmak suretiyle, önceki Batı dostu ve iyimser retoriğini bırakması oldu. ABD pek çok bakımdan, eski devlet başkanı Medvedev yönetimindeki Rusya'ya “Reset” denilen şey sonrasında ne yapmaya çalıştıysa, nükleer anlaşması sonrasında Cumhurbaşkanı Ruhani liderliğindeki İran'a da aynısını yapmaya çalıştı; ve “muhafazakar” Ayetullah Hamenei ülkesini cumhurbaşkanını bu tuzağa düşmesinden nasıl bilgece kurtardıysa, “muhafazakar” Putin de bundan birkaç yıl önce mevkidaşını aynı şekilde kurtarmıştı.  

 

İran ABD'nin asimetrik gizli yollardan stratejik sızma ve ülkeyi silahsızlandırma üzerine kurulu büyük planını fark etmeseydi ve planlanan “derin devlet” bölünmesinin başarılı bir şekilde üstesinden gelmeseydi, yaptırımlar sonrasındaki potansiyel ekonomik kazanç rüzgârlarının İran elitlerini daha fazla zenginleştirip “satın alması” ve onları nötralize etmesi, hatta ABD'nin ülkeyi zayıflatma niyetiyle içlerinden bazılarıyla işbirliği yapması mümkün olabilirdi. Nihai amaç ya İran'ın “ılımı” ve “muhafazakâr” sivil ve “derin devlet” kesimleri arasında çatışmayı teşvik etmek ya da vekâleten devletin kontrolünü ele geçirmek ve stratejik odak noktasını Batı ve Güney'den (Filistin ve Körfez) Kuzey'e (Kafkaslar ve Orta Asya) yöneltmek, bu şekilde Siyonist-Vahhabiler üzerindeki basıncı azaltmak ve Rusya'yla potansiyel bir çatışmaya hazırlamaktı -tıpkı Batı'nın 1979 İslam Devrimi öncesinde İran'a yaptırdığı gibi-. Bu, Washington'un perspektifinden Amerikan-İran ilişkilerinde “Altın Çağ”a geri dönüş olacak, İran için ise uzun iç ve uluslararası tehlikeler döneminin damgasını vurduğu bir Karanlık Çağ'ın başlangıcından başka bir şey olmayacaktır.  

 

Kitabınızda (doğru bir şekilde), ABD'nin İran'ı anlaşmayı ihlal etmekle suçlamanın ve yeniden yaptırımları dayatmanın yolunu bulacağını öngördünüz. Şu anda ABD'nin anlaşmanın sıradan İranlılar üzerinde elle tutulur etkilerinin olmasını sağlamada işbirliği yapmamasıyla olan şey bu. Trump'ın başkanlığa gelişiyle sizin anlaşma sonrasında “çöken umutlar” diye adlandırdığınız şey derinleşecek midir?

 

Obama Yönetimi'nin İran “derin devleti” ve sivil toplumuyla işbirliği yapıp bunları çalma ve bölme üzerine kurulu planının rayından çıkmasından bu yana, Trump Yönetimi selefinin Melez Savaş üzerine kurulu yedek planını  (ABD'nin kendi “derin devleti”nin [daimi ordu, istihbarat ve diplomatik bürokrasiler] yön göstermesiyle) aktive etmeye hazırlanıyor. Kitabımda bahsettiğim çöken umutlar, Mayıs ayında yapılacak olan İran cumhurbaşkanlı seçimleri dolaylarında bir “Yeşil Devrim 2.0”ın kıvılcımının çakılması umuduyla genç nüfus (30 yaş altı) ağırlıklı nüfus arasında hükümet karşıtı hisleri arttırmak amacıyla tasarlandı. Trump'ın kampanyasında gündeme getirdiği radikal bir şekilde yeniden müzakereye girme veya nükleer anlaşmasını ve onun yaptırım karşıtı hükümlerini açıkça rafa kaldırma sözünü yerine getirmesi halinde sıradan İranlıların bu fazla yüksek umutlarının ezileceğine şüphe yoktur, bu yüzden de otoriteler, yurttaşların bu gelişmelere nasıl tepki verdiğini izlemeye devam etmeli ve “kendiliğinden” hükümet karşıtı gösterilerin (bir renkli devrimin ilk aşaması) provoke edilmesinde yabancıların bilgilendirme kampanyalarının rolünü gözetlemelidir. 

 

İran'daki 2009 cumhurbaşkanlığı seçimleri sizin kitabınızda, ABD'nin İran'a karşı yürüttüğü Melez Savaş'ın bir örneği olarak sunuluyor. Bununla ve “Yeşil Devrim 2.0” olarak adlandırdığınız şeyle neyi kastettiğinizi izah edebilir misiniz?

 

2009 “Yeşil Devrim”i bir proto-“Arap Baharı” denemesiydi. ABD tarafından, bunun başarısı için azami kaynak harcanmaması, bunun yerine, İran toplumu içinde, “ılımlı”-“muhafazakâr” ve genç-erişkin bölünmelerini ivmelendireceği düşünülen bir “şok dalgası” meydana getirmek üzere, bunun “doğal bir şekilde” kendini yolunu bulmasını sağlama yönünde kasıtlı bir karar alınmıştı. “Yeşil Devrim” temel olarak, nüfusu o zamanki cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın yerini alacak olan Batı dostu bir “ılımlı” halefi kabul etmeye hazırlamak üzere tasarlanmış büyük çaplı bir toplumsal ön koşullama operasyonuydu ve bunun, ABD'nin İran'la son kertede bir nükleer anlaşmaya varma ve ardından, takip eden süreçte daha önce izah ettiğim strateji yoluyla oraya sızmaya çalışma şansını bir hayli arttıracağı biliniyordu.

 

İlave olarak, “Yeşil Devrim”in arkasında yakın bir taktik amaç vardı ki bunun, geriye dönüp baktığımızda, İran'ın bu yeni başlayan asimetrik istikrarsızlaştırmaya vereceği yanıtı teşhis etme ve devletin yapısal savunmasızlıklarını tespit etme olduğunu görüyoruz. Bu deneyimden elde edilen dersler, Melez Savaş tekniklerinin mükemmelleştirilmesine uygulanacak ve bu teknikler bir buçuk yıl sonra, gerekte 1982 Yinon Planı'nı yerine getirme üzerine kurulu bir renkli devrim tiyatrosu olan sözde “Arap Baharı” esnasında Ortadoğu genelinde uygulamaya sokulacaktı. Amerikan “derin devletinin” izlediği stratejik mantığa göre, eğer Ortadoğu'nun en güçlü devleti olan İran “Yeşil Devrim” ve düşük yoğunluklu Melez Savaş yoluyla titretilebilirse, Suriye, Mısır, Libya gibi görece daha zayıf devletler çok daha orantısız bir şekilde istikrarsızlaştırılabilirdi.

 

Mayalanıyor olabilecek potansiyel bir “Yeşil Devrim 2.0” hakkındaki öngörüme değinmek gerekirse, bu türden bir senaryo yakın gelecekte masada olabilir ve tıpkı ilk “Yeşil Devrim”in sekiz yıl önce Obama'nın ilk adımlarından biri olması gibi, Trump'ın ilk büyük dış politika adımlarından biri olabilir. Nükleer anlaşmasıyla bağlantılı, gerçek dışı derecedeki yüksek umutlar ülke içinde devamlı bir hükümet karşıtı hareketi tetikleyebilir ve bu esnada Melez Savaş'ın Daeş, İKDP ve ötekiler gibi vekil güçleri İran çevresinde sinsice dolaşıp vurmak için uygun bir anı bekliyor olabilir. Trump'ın başkanlık seçimlerine giden süreçte söyledikleriyle çakışacak şekilde nükleer anlaşmasını dondurma niyetini veya kararını açıklaması, olası bir Melez Savaş'ın başlangıcını iki kat tetikleyebilir. Böyle bir durumda halkın sönen umutları, seçim arifesinde tepe noktasına ulaşacaktır ve içlerinden pek çoğu, kendilerini dış kaynaklı bilgi savaşına ve hükümet karşıtı önermelere daha açık hale getirecek irrasyonel duygulara kapılabilir.

 

Ancak dördüncü soruya yanıt olarak bahsedilen tavsiyenin uygulamaya sokulduğu ve halkın önleyici bir şekilde, kendi medeniyetlerine-devletlerine yönelen ABD kaynaklı Melez Savaş tasarımlarından haberdar kılındığı ölçüde, bir “Yeşil Devrim 2.0” senaryosundan kaçınılabilir. Bu renkli devrimi etkisiz hale getirebilir olsa da, ülkenin periferisi etrafındaki terörist, ayrılıkçı ve aşırıcı devlet dışı aktörlerin meydana getirdiği konvansiyonel olmayan savaş tehdidine yanıt vermek ve bunları etkisizleştirmek için başka eylemlere de girişilmesi gerekecektir.

 

İran seçimleri yaklaştıkça, “sahte haberler” konusu gitgide daha önemli hale geliyor. Almanya kısa süre önce, yaklaşan kendi seçimleri öncesinde bir “sahte haberlere karşı savunma merkezi” kurmayı gündeme aldı. İran'ın da bunun gibi bir şey yapması ne kadar önemlidir ve neden önemlidir?

 

Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri zamanında İran'a karşı ABD ve Suudiler tarafından yoğun bir bilgi savaşı kampanyasının başlatılması beklenmelidir; bu kampanyanın amacı da potansiyel bir Melez Savaş'ın ön aşaması olarak kimlik çatışmalarının kıvılcımını çakmak olacaktır. Doğal olarak sahte, yanlış yönlendirici ve provokatif haberler burada kilit bir bileşen olacaktır ve İran buna karşılık vermeye hazırlanmalıdır. Sorunun içinde yer alan Almanya örneğine yanıt vermek gerekirse, Berlin kendisine karşı Rusya tarafından kullanılan “sahte haberler” tehdidini abartıyor, zira bu taktiği kullanan Moskova değil, Washington'dur. Daha ziyade Alman otoriteleri, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmanın ve ülke çapında yükselen Avrupa Birliği karşıtlığını bastırmanın bir aracı olarak politize etmek amacıyla, kendilerine yönelen bu hayali “tehdit” hakkında korku yaymak istiyor. İran ise kendisine karşı ABD ve Suudiler tarafından yürütülen (ve Siyonistler tarafından da desteklenen) ortak Melez Savaş ve enformasyon kampanyasın parçası olarak gerçekten de sahte haberlerin hedefi konumundadır.

 

Bu röportajın başında söylenen şeyi vurgulamak gerekirse, İran'ın düşmanları, “ılımlılar” ile” muhafazakârlar” arasında toplumsal-nesilsel “bölünme” olduğuna inandıkları şeyi genişletmek için bu ülkeyi çeşitli etnik, dinsel, tarihsel, sosyo-ekonomik ve idari & fiziksel coğrafi farklarına göre bölmek istiyor. İran'ın bu tehlikeyle baş etmede izleyebileceği en iyi yaklaşım, yalnızca yabancı kökenli sahte, yanlış yönlendirici ve provokatif haberleri sansürlemek değil, aynı zamanda sahte anlatılara karşı dördüncü sorunun yanıtında ileri sürülen geniş öneriler yoluyla önleyici mücadele yürütmektir. Sansürün kendisi bazen terörist ve devlet karşıtı propagandayla mücadele ederken bir gerekliliktir, ancak Enformasyon Çağı'nda pek çok kişi (özellikle de gençler) ona şüpheyle yaklaşır ve tepkisel olarak kendi kendilerine devletin, verilen mesaj ne olursa olsun sansüre meyilli olacak kadar “çok korktuğu” şeyin ne olduğunu sorar. Bunun yerin, anlatı üzerinde kontrolü yeniden ele geçirerek doğrudan bilgi savaşına karşı güvenle mücadele etmek çok daha etkilidir.

 

Bu yüzden İran, yaklaşan bilgi savaşı saldırıları ve arkasındaki motivasyonlar konusunda kendi halkını bilgilendirmeye öncelik vermelidir. Devlet, bu yabancı kaynaklı operasyonların amacının İran halkını bölmek ve onları içeriden, kendi elleriyle zayıflatmak olduğunu izah ederek, İran'ın kapsayıcı bir medeniyet olduğu yönündeki yurtsever mesajı yaratıcı bir şekilde güçlendirerek bu girişimi durdurabilir. Yurtsever STK'lar, bilgilendirme kampanyaları ve sokak gösterileri hazırlamak, yurttaşlara kendi denklerinin bu mesaja gerçekten inandığını ve bunun İran düşmanlarının ileri sürdüğü gibi salt “hükümet propagandası” olmadığını göstererek bu anlatının etkililiğini ikna edici şekilde güçlendirebilir. Son olarak İran, kendi Melez Savaş karşıtı inisiyatiflerinde başarılarını şimdiden kanıtlamış olan değerli deneyimlerini kuşkusuz Tahran'la da paylaşacak olan Rus ve Çinli partnerlerinden stratejik danışmanlık desteği arayabilir.

 

 

Çeviri: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net