Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (65)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (65)
"Bizler de Ehl-i Beyt’i seviyoruz" demesinler sadece. Azizim, alimler Sekaleyn hadisini tutunma anlamına gelen temessük ile ifade etmektedir. Hadis-i şerif ‘İkisine sıkıca tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız’ buyurmaktadır. Yani Kuran’ı ve Ehl-i Beyt’imi sevdiğiniz müddetçe demiyor ifade. Evet sevmek zorunludur, ancak yeterli değildir.

 

- Değerli izleyiciler es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.  Kevser TV tarafından hazırlanan Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından yeni bir bölümle sizlere merhaba diyoruz. Aziz izleyicilerimiz "Sekaleyn hadisi senet ve delaleti" konulu programımızın 65. bölümüne ulaştık. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey, efendim, programımızın bu bölümüne hoş geldiniz, diyorum. Doğrudan konuya geçeceğim. Sizler, önceki programlarda Sekaleyn hadisinin senedi ve delaleti hakkında çokça ve detaylı açıklamalarda bulundunuz. Ayrıca bu hadisin araştırılması ve ispatı noktasında dayandığınız metodu da açıkladınız. Ancak şöyle bir soru sorulmaktadır: Bu derece önemli bir hadise Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) verdiği ehemmiyet nedir ve ne kadardır? Ayrıca bu önem kendilerinin hakkaniyetini, konumlarını ve faziletlerini anlatan bu hadis özelinde Resulullah'tan (s.a.a.) İmamlara da geçmiş midir? Yahut bu hadis örtülü olarak mı kalmıştır? Yani ne Peygamber (s.a.a.) ne de kendisinden sonraki İmamlar bu hadise önem vermiştir diyebilir miyiz?

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve al-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Cevap verilmesi gereken bu soruya geçmeden önce Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt ile bağlantılı bir asıl ve bir kaide tesis etmek istiyorum.

 

İşaret etmek istediğim asıl şudur: Hz. Peygamber'in (s.a.a.) belirli bir nassa ve belirli bir hususa parmak bastığını ve bunu çeşitli mahfillerde, farklı zamanlarda ve değişik sahabe grupları içinde tekrarlamaya başladığını gördüğümüzde biliriz ki vurgulamak istediği şey dinî marifetlerin eksenlerinden birini teşkil etmektedir. Örneğin Cuma namazında, Gadir-i Hum'da, Veda Haccı'nda, Arefe gününde, Mescid-i Haram'ın yanı başında, Kabe'nin yanı başında olduğu gibi bir iki Müslüman'ın değil onlarcasının hatta yüzlercesinin katıldığını göz önüne aldığımızda vurgulamak istediğimiz husus daha da belirginleşmektedir. Bir diğer ifadeyle Hz. Resulullah (s.a.a.) ümmetin zihninde yerleşmesini, duymayan hiçbir kimsenin kalmamasını arzuluyor ki, bu şeyi insanların toplu olarak bulunduğu mahfillerde belirtiyor ve vurguluyor.

 

Bu Kur'anî bir asıldır. Sizler Kur'an'da tevhidin geçtiği ayetlere bakarsanız karşınıza onlarca hatta yüzlerce ayet çıkar. Bu ayetler tevhid meselesinden, isimlerden ve sıfatlardan bahsetmektedir. Ahiret ve haşir konusunda da aynı durum söz konusudur. Ahireti konu edinen yüzlerce ayet bulunmaktadır. Çünkü Kur'an dinî marifetler manzumesinde ahiret noktasında temel bir bakış açısını kazandırmak istiyor.

 

Öyleyse hakikati araştıranlar için ilk asıl budur. Yani bir şeyin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hayatındaki önemini görmek istiyorlar ise, bu şeyi bir veya iki defa mı yoksa farklı zamanlarda ve çeşitli mahfillerde, değişik insan grupları arasında, özellikle de toplum içinde defalarca mı tekrarlamış olduğuna bir baksınlar.

 

Örnekler oldukça fazladır. Kur'an-ı Kerim yüzlerce ayette nifakın zahirine işaret etmektedir. Halbuki bir veya iki ayetle işaret etmesi yeterliydi.

 

El-cevap; asla! Zira beşerî toplumlar tenzilî nifaktan ve tevilî nifaktan daha çok nifakın zahirine müptela olmuşlardır. Nitekim biz bu konuyu el-Mutarahatün fi'l-Akide adlı programda detaylı bir şekilde açıkladık.

 

İkinci asıl; İmamların tatbikatında da durum böyledir. İmamların bir hususa ısrarla vurgu yaptıklarını gördüğümüzde onların da "Bu şey dinî marifetin mihverlerinden birisidir" demeye çalıştıklarını anlıyoruz. Yani herhangi bir hadisin Hz. Emirü'l-Müminin Ali, Fatıma-i Betül, İmam Hasan ve İmam Hüseyin, İmam Seccad, İmam Bakır, İmam Sadık  (a.s.) ve diğerleri tarafından buyrulmuş olduğunu gördüğümüzde bu hususun içeriğinin önemli olduğunu anlarız. Eğer bir şey bu derece öneme haiz değilse İmamların her münasebetle bunu dile getirmeleri gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır.

 

Bu iki asıl kullanılarak bir meselenin önemi anlaşılabilir. Diğer bir ifadeyle bir meselenin dinî marifetler manzumesinde bir önem teşkil edip etmediği veya ne kadar önemli olduğu bu iki kuralla da anlaşılabilir.  Geliniz Sekaleyn hadisini bütünüyle ele alalım. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a.) bu nazariyeyi Sekaleyn hadisine  uygulamış mı yoksa uygulamamış mı? Sekaleyn hadisini değişik mahfillerde, farklı zamanlarda ve çeşitli insan grupları arasında söylemiş midir? Ayrıca İmamlar da bu hadis hakkında bu nazariyeyi uygulamış mıdır, uygulamamış mıdır?

 

- Efendim, bu usulî konuya geçmeden önce, örneğin İmam Sadık'tan müfred veya ehad rivayetler aktarılmışsa bu durum İmam'ın konuyla ilgili daha fazla hadis söyleyip de bize ulaşmadığını mı yoksa bu konunun ikincil dereceden bir konu mu olduğunu göstermektedir?

 

- Eğer elimizde konuyla ilgili büyük bir sayı bulunmuyorsa pekiştirme oranının bu kadar olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayıdır ki kıyasın batıllığı konusunda Ehl-i Beyt Medresesi'nde nakledilen onlarca rivayet elimizde bulunmaktadır. Gerçi hakkında bir veya iki hadisin söylendiği ancak bize bu hadislerin ulaşamadığı bir konu olabilir. Ancak hakkında yüz tane hadisin söylendiği bir konu ile ilgili olarak en azından on tane rivayet bize ulaşır.

 

Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) ve diğer İmamların faziletleri konusunda da durum bu şekildedir. Geliniz şimdi bu kuralı Sekaleyn hadisine uygulayalım.

 

Ehl-i Sünnet Medresesi alimleri ile Şiî alimlerin Sekaleyn hadisi hakkında neler dediğini görelim. Bu akşam daha çok Ehl-i Beyt Medresesi alimlerinden açıklamalar getireceğim. Çünkü şu ana kadar onlarca programda Ehl-i Sünnet alimlerinin mirasından Sekaleyn hadisi ile ilgili açıklamalarda bulunduk.

 

Bütün bunlara rağmen bir örnek olsun diye İbn Hacer el-Heytemî'nin es-Savaiku'l-Muhrika adlı eserinden bir pasaj aktaracağım. O bu eserinde şöyle demektedir: Ayrıca bil ki bu kanallarla aktarılan temessük hadisi 20 küsur sahabeden rivayet edilmiştir… O tariklerden bazısında Resulullah'ın (s.a.a.) bu hadisi Veda Haccı'nı yaparken Arafat'ta, bazısında Medine-i Münevvere'de hasta olup hücresi sahabe cemaatiyle dolu iken, bazısında ise ‘Gadir-i Hum' mevkiinde, diğer bazısında bu eserimizde geçtiği üzere Taif'ten dönüp hutbe okurken buyurmuş, diye rivayet edilmiştir. Ancak Kur'an-ı Kerim ile Ehl-i Beyt-i Tahiresi'nin yüce şanlarına halkça önem veril­mesi için Resûl-u Ekrem Efendimiz (s.a.a.), adları geçen müteaddit mevkilerde ve daha başka yerlerde halka tekrarla bu hadisi buyurduğu ihtimaline bir mâni bulunmadığından bu konuda rivayet edilen muhtelif  anlamlardaki hadislerin aralarında çelişki yoktur.[i]

 

Biz Ehl-i Sünnet alimlerinin Sekaleyn hadisini temessük hadisi olarak ifade ettiklerini defalarca belirtmiştik. Onlar Sekaleyn hadisini "meveddet-i Ehl-i Beyt" veya "muhabbet-i Ehl-i Beyt" hadisi olarak ifade etmemektedirler. Öyleyse programımıza çıkan başka arkadaşlar "Bizler de Ehl-i Beyt'i seviyoruz" demesinler. Azizim, alimler Sekaleyn hadisini tutunma anlamına gelen temessük ile ifade etmektedir. Hadis-i şerif ‘İkisine sıkıca tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız' buyurmaktadır. Yani Kuran'ı ve Ehl-i Beyt'imi sevdiğiniz müddetçe demiyor ifade. Evet sevmek zorunludur, ancak yeterli değildir. Sekaleyn hadisi bizi sevgiden daha ileri bir noktaya ulaştırmaktadır ki bu da onlara temessüktür.

 

Ayrıca pasaj Hz. Resulullah'ın bu hadisi bir yerde değil birçok yerde söylediğini ortaya koyuyor. Veda Haccı'nda dile getirmesinin nedeni bütün hacıların orada toplanmış olmasıdır. O esnada Müslümanların çoğunluğu Arafat'tadır. Bu hususlardan da Sekaleyn hadisinin içeriğinin hayatî bir öneme haiz olduğunu anlıyoruz.

 

Pasajdan Sekaleyn hadisinin Resulullah'ın (s.a.a.) en son vasiyetlerinden olduğunu anlıyoruz. Gerçi Resulullah'ın bu kadar önem verdiği bir olgu karşısında sahabenin büyüklerinden bazıları "Allah'ın Kitabı bize yeter" demişlerdir. Resulullah (s.a.a.) Sekaleyn hadisini Veda Haccı'ndan ayrılırken artık herkesin kendi memleketine döneceği Gadir-i Hum'da da söylemiştir. Yani Resulullah (s.a.a.) ısrarla Sekaleyn hadisini vurguluyor ve ümmete, sizler Kitap ve Itret'e tutunmalısınız buyuruyor.

 

Risaletin geleceği bu iki olgunun birbirinden ayrılmamasına dayanmaktadır.

 

Pasajdan başka bir bilgiye daha ulaşıyoruz. Hz. Resulullah (s.a.a.) davetinin ilk dönemlerinde Taif'teyken de Sekaleyn hadisini buyurmuştur.  Bu da son derece ilginçtir...

 

- Yani Medine'ye hicretten önce...

 

- Davetin ilk evresinden son gününe kadar bu olgu yayılmış ve sıklıkla vurgulanmıştır. İlahi bir vurgudur. Bu olgu ve emir bütün Müslümanlara ulaştırılmalıdır.

 

Allame İbn Hacer el-Heytemî bu rivayetler hakkında görüşünü de belirterek ilkinin sahih olduğunu vurgular. Zira bu hadislerin bir bölümü sahihtir, diğer bölümü sahih değildir şeklinde bir itiraz gelebilir. O bu itirazı reddeder tarzda rivayetlerin bütününün sahih olduğunu belirtiyor. Mantıkçıların terminolojisiyle cem etme noktasında hiçbir engel söz konusu değildir. Yani Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) birinci yıl söylemesi aynı hadisi ikinci yıl söylemesinin önünde engel değildir. Yazar "Itret-i Tahire" sözcüğüyle "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor'' (33/el-Ahzab/6) buyruğuna işaret ediyor. Ayetin bu bölümü kesinlikle Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn'e özgüdür.

 

- İlginç olan nokta şurasıdır ki tathir ayeti Medine'de nazil olmuştur. Pasajda ise Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) bu rivayeti Taif dönüşünde de söylediği anlaşılıyor.

 

- Tam isabet. Bu ifadeler Ehl-i Sünnet alimlerinden birisine ait.

 

Geliniz meseleye bir de Ehl-i Beyt Okulu penceresinden bakalım. Aziz dostlara bugün bir kitap tanıtmak istiyorum. Ben öyle düşünüyorum ki bu eser müracaat etmeleri halinde tahkik ehli için bayağı faydalı olacaktır. Eser son olarak Merkezü'l-Ebhasi'l-Akaidiyye tarafından basıldı. Eserin adı Mevsuatü Hadisi's-Sekaleyn'dir. Şu ana kadar dört cilt olarak basılan eserin birinci ve ikinci ciltlerinde İmamiyye kaynaklarındaki Sekaleyn hadisi incelenmektedir. Üçüncü cilt Zeydiyye alimlerinin kaynaklarında Sekaleyn hadisine ve dördüncü cilt ise İsmailiyye kaynaklarında Sekaleyn hadisi incelemesine ayrılmıştır. Eser hicri ilk asırdan onuncu asra kadar konuyla ilgili olan bütün telifleri sunmaktadır.

 

Direkt olarak "Ehl-i Sünnet nerede?" diye bir soru gelebilir. Onlar bu eserin devam edeceğini söylemektedirler. Azizlerim,  bu, bazı özellikleri olan bir eserdir.

 

İlk özellik; her kitabın müellifinin tercüme-i halini sunması ve eserin söz konusu müellife ait olduğunu ispatlamasıdır. Çünkü bazen bir eser bir şahsa nispet edildiği halde eserin müellife ait olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.

 

İkinci özellik; eserde adı geçen bütün Müslüman alimlerin kaynaklarını sunuyor olmasıdır.

 

Ben bu programda sadece tek bir noktaya işaret etmek istiyorum. O da Sekaleyn hadisinin Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sadır olduğu yerlerdir. Azizlerim, bu konu ikinci cildin 436. sayfasından başlıyor. Vaktimiz sınırlı ancak okuyucuların bana sabır göstermelerini istiyorum. Yazar şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a.) Sekaleyn hadisini birçok yerde buyurmuştur. Bunların bir bölümü çeşitli rivayetlerde zikredilmiştir. Bir rivayette onun Sekaleyn hadisini Gadir-i Hum'da, bir başka yerde Arefe Günü'nde, bir başka yerde de ömrünün son anlarında vermiş olduğu hutbede buyurduğu geçmektedir.[ii] Zaten Allame İbn Hacer el-Heytemî de buna işaret etmişti. Ancak bize göre Hz. Emirü'l-Müminin'den aktarılan bir rivayete göre Resulullah (s.a.a.) Sekaleyn hadisini sekiz farklı yerde söylemiştir. İbn Hacer ise Resulullah'ın dört yerde söylediğine işaret etmektedir.  Yani İbn Hacer el-Heytemî'nin verdiği rakamın tam iki katı."

 

Yazar devamla şöyle diyor: İlk yer; Hüseyin'in (a.s.) iki yaşında bulunduğu dönemde yani Medine'ye hicretinin ilk yıllarında,[iii]

 

İkinci yer; insanların çevresinde toplandığı ve kendisinin minberde verdiği bir hutbede.[iv]  Yazar rivayetleri açıkça zikretmektedir ancak vakit almasın diye ben konu hakkındaki rivayetleri sunmuyorum.

 

Üçüncü yer; Şeyh Saduk Emali'sinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn hadisini başka bir hutbesinde de buyurduğunu İmam Sadık'tan (a.s.) rivayet eder.

 

Dördüncü yer; Hz. Peygamber (s.a.a.) ashabına namaz kıldırdıktan sonra ashabına yönelerek vermiş olduğu bir hutbede de Sekaleyn hadisini buyurmuştur. Ashabıyla konuşmuş ve Sekaleyn'i zikretmiştir.[v]

 

Beşinci yer; ashabını toplamış ardından ‘es-Salatü camiatün' demiş ve kıldırdığı namazdan sonra verdiği hutbede Sekaleyn hadisini buyurmuştur.[vi] Hz. Peygamber (s.a.a.) önemli meseleleri açıklayacağı zaman Bilal'e "Kalk namaza çağır" buyurur, Bilal "es-Salat" deyince Müslümanlar toplanırdı. Yine böyle bir çağrıda Müslümanlar "Ne oldu ey Allah'ın Resulü!" deyince Hz. Resulullah (s.a.a.) "Ben sizlere Sekaleyn'i bırakıyorum" buyurmuştur.

 

Altıncı yer; Veda Haccı'nda... Bu meseleyi araştıran tahkik ehli bilsinler ki Hz. Resulullah (s.a.a.) Veda Haccı'nda Arefe Günü'nde Sekaleyn hadisine işaret etmiştir ki Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Veda Haccı'nda sadece tek bir yerde Sekaleyn hadisine işaret etmediği anlaşılıyor. İbn Hacer el-Heytemî'nin işaret ettiği gibi hadis Veda Haccı'nda tek bir defa söylenilmiş değildir.

 

- Veda Haccı'nda iki yerde mi söylenmiş?

 

- Hayır hayır daha fazla... İkincisi; Veda Haccı'nda, Mina'da. Genel bir toplanmanın olduğu her yerde Resulullah (s.a.a.) bu hadisi söylemiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber'i (s.a.a.) Arafat'ta ve Mina'da onlara bu hadisi zikrederken görmekteyiz. Üçüncüsü; Mina'dan dönüşte Zemzem'in yanında. Bunların bütünü naslardır. Dördüncüsü galiba bu en önemlilerindendir. Yazar şöyle diyor: "Hz. Peygamber (s.a.a.) Kabe'nin kapısının halkasını tutarken ve Müslümanlara yüzünü döndüğü ve Kıyamet'in alametlerini zikrettiği esnada."[vii]  Yani Kıyamet'in alametlerinden bahsederken Sekaleyn hadisini de zikretmiştir. Resulullah (s.a.a.) bu tür mübarek bir yerde neyi murad etmek istiyor?

 

Yedincisi; Gadir-i Hum'da da Sekaleyn hadisini söylemiştir. Sekizincisi, dokuzuncusu, ve diğerleri...

 

Ensar ile konuştuğu yerlerde de Sekaleyn hadisini kendilerine vasiyet etmiştir.

 

Konunun sonunda şöyle der: "Vefatına neden olan hastalığında çıkmış olduğu namazda da Sekaleyn hadisini zikreder."[viii]

 

Allah aşkına bütün bu naslar karşısında hangi akıllı insan diyebilir ki Hz. Resulullah (s.a.a.) onların sadece sevilmelerini vasiyet etmiştir. Bunlar iyi insanlardır, onları seviniz!

 

11. yer; hayatının son gününde vermiş olduğu hutbededir.[ix] Yani Resulullah (s.a.a.) vefat etmiş olduğu gün dahi Sekaleyn hadisine vurgu yapmıştır.

 

- Son yılındaki bu kadar tekrar, ömrünün son anlarındaki bunca vurgu bir şeyden korktuğunu gösteriyor.

 

- Sadece korktuğundan dolayı değil. İlk olarak; o kadar pekiştiriyor ki bu husus tam yerleşsin. Risaletini tarihe ulaştırmak istiyor. "Biliniz ki ben risaleti tebliğ etme noktasında herhangi bir taksirat işlemedim. İlahi beyan budur" demeye çalışıyor. Çünkü Allah-u Teala O'na (s.a.a.) "Sana indirileni tebliğ et" diye emretmişti. O da ben hem Kur'an'da hem de Sekaleyn'de tebliğ ettim, diyor. Bu ilk asla ilişkin bilgilerdir. Resulullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn hadisine verdiği öneme ilişkin açıklamalardır.

 

- İmamlara geçelim...

 

- İkinci asıl; İmamların hadise verdiği önemdir. Azizlerim, bizim kanallarımızdan da bu hadis çokça aktarılmıştır. Ehl-i Sünnet kanallarından rivayetin aktarılışını onlarca programda sunduk.

 

Yazar "İmamlar ve hadisi rivayet eden sahabeler" başlığı altında İmam Emirü'l-Müminin, Hazret-i Zehra, Hazret-i Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Seccad, Hz. Bakır, Hz. Sadık, Hz. Kazım, Hz. Rıza, Hz. Cevad, Hz. Hadi ve Hz. Askeri'den rivayetler aktarır. Bunların tümünden konuyla ilgili olarak rivayetler aktarılmıştır. Bu rivayetler sadece bir kanaldan değil çeşitli kanallardan gelmektedir. "Bu hadisler Ehl-i Beyt İmamlarının dilinde son derece nadir karşılaşılan hadislerdendir" diyebiliriz, zira aynı lafız hakkında bunca ittifak son derece nadirdir.

 

Seyyidim bu rivayetlerin hepsi müsned ve sahih midir?

 

El-cevap; rivayetler mütevatir olduktan ve hakkında icma bulunduktan sonra artık senede ihtiyaç duyulmaz. İnşallah ilerde buna işaret edeceğiz. Azizlerim, on bir imamın tamamının Sekaleyn hadisine ısrarla vurgu yaptığını görmekteyiz.

 

- Hz. Zehra'yı (a.s.) da ekleyecek olursak on iki oldu.

 

- Hz. Peygamber-i Ekrem'i (s.a.a.) ve sonra sahabeyi de ekleyelim. Allame İbn Hacer el-Heytemî'nin de belirttiği gibi 20 küsur sahabe bu hadisi nakletmiştir. Hafız Sehavî, İsticlab-ü İrtika'l-Ğuraf adlı eserinde şöyle der: Cabir el-Ensari, Huzeyfe İbn Üseyd, Huzeyme İbn Sabit, Zeyd İbn Sabit, Sehl İbn Sa'd, Dumeyre, Amir İbn Leyla, Abdurrahman İbn Avf, Abdullah İbn Abbas, Abdullah İbn Ömer, Adiyy İbn Hatem, Ukbe İbn Amir, Ali İbn Ebu Talib (a.s), Ebu Zer, Ebu Rafii, Ebu Şureyh el-Huzai, Ebu Kudame el-Ensari, Ebu Hüreyre, Ebü'l-Heysem İbn et-Teyyihan, Ümm-ü Seleme, Ümm-ü Hani bint Ebu Talib.[x]

 

Öyleyse sayı yirmiyi geçiyor.

 

- Uzun bir liste.

 

- Yirmiyi aşkın ravinin yer aldığı uzun bir liste. Allame İbn Hacer de zaten sayıya "yirmi küsur" diyerek işaret etmişti.

 

Geliniz bu hadis bizim kanallarımızdan rivayet edilmiş mi edilmemiş mi bir bakalım. Zira bazıları Şia'yı sahabeden hadis nakletmemekle itham etmektedir.

 

Azizlerim sadece İmamiyye'nin kaynaklarından birini sunacağım. Eser yukarıda da ismi geçen Mevsuatü Hadisi's-Sekaleyn'dir. Yazar başlıkta şöyle der: Bu rivayeti aktaran sahabeler ve tabiun:

 

Bu rivayet sahabeden ve tabiundan da rivayet edilmiştir: Ebu Zer el-Ğıffarî, İbn Abbas, Cabir İbn Abdullah el-Ensarî, Huzeyfe İbn el-Yeman, Huzeyfe İbn Useyd, el-Bera İbn Azib, Zeyd İbn Sabit, Ebu Said el-Hudrî, Zeyd İbn Erkam, Ömer İbn Hattab, Amr İbn el-As, Ebu Hüreyre.[xi]

 

Bizim kaynaklarımızda rivayet bunların tümünden aktarılmıştır.

 

Öyleyse bizler sahabeden rivayet aktarmayan kimselerden değiliz. Ancak bizler dile getirdiğimiz usul gereğince aktarmaktayız. Bizim usulümüze göre bir rivayet sadece tek bir yaklaşım tarafından aktarılmışsa delil değildir. Rivayetin delil olabilmesi için hakkında ittifak bulunması şarttır. İncelemeye konu bu rivayet hakkında ittifak bulunanlardandır. Biz de rivayeti bundan dolayı kabul ettik.

 

Bundan dolayı olsa gerektir ki İmam Hasan-ı Askeri (a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Haberin en sahih olanı Kitap'tan tahkik edilerek bilinen haberdir. Nitekim Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: 'Aranızda iki halife bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Itret'im. Bu ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız. Bunlar Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.'"[xii]

 

İşte bizler geçen hafta aziz dostlara Sekaleyn hadisini Kitabullah'a arz edeceğimizi vaat etmiştik. Kitabullah'a arz edince Kur'an'ın bu hadisin sahihliğini tasdik edip etmediğini göreceğiz. İnşallah bu konu ilerde gelecektir.

 

Öyleyse İmam Askerî (a.s.) bu rivayeti Kur'an'ın tasdik ettiği haber olarak sunmaktadır. İkinci olarak İmam (a.s.) bu rivayeti Müslümanların hakkında ittifak ettiği rivayetlerden kabul etmektedir. Yani iki metoda birlikte işaret ediyor. Bizler geçen hafta şöyle demiştik: Bir hadisin sahih olup olmadığını öğrenmek istiyorsak hadisin sahihliğini pekiştiren bu iki ayırt edici kuralı kullanmamız gerekmektedir. İlk kural; hadisin Allah'ın Kitabına sunulmasıdır. Eğer hadis Allah'ın Kitabına uygun ise herkesi bağlayıcı delil özelliğine sahip demektir. Gelecek hafta "Bu hadisi Rabbimizin Kitabına sunun. Eğer rivayet hakkında bir veya iki şahit bulabilirseniz bu hadisi biz söylemişizdir. Eğer Allah'ın Kitabından herhangi bir şahit bulamamışsanız bu hadis bizim söylemediğimiz yaldızlı bir sözdür" hadisini ele alacağımıza dair söz vermiştik.

 

Böylesi bir hadisin senedi sahih bir isnat zincirine sahip olsa bile bize göre herhangi bir kıymeti yoktur.

 

Bundan dolayıdır ki bizler Sahihü'l-Kafî demiyoruz. Sahihü'l-Buharî ve Sahih-ü Müslim hakkındaki ilk eksiklik budur. Geriye kalan sünenler de bu şekildedir. Bir rivayet Sahihü'l-Buharî'de geçmekle sanki bir ayet konumunda olmaktadır.  Önümüze dinî marifetler manzumesiyle ilgili olarak sunulan her bir hadis -hangi hadis olursa olsun- için soracağımız ilk soru şudur: Bu hadis Allah'ın Kitabına uygun mu değil mi? Eğer Allah'ın Kitabına aykırı ise hiçbir kıymeti olmayan yaldızlı bir sözdür. Ancak sadece Kafi, Bihar, Besair ve diğerleri gibi bizim eserlerimizde geçenleri değil, Sahihü'l-Buhari ve Sahih-ü Müslim'de geçen rivayetleri de Allah'ın Kitabına sunacağız. Allah aşkına Sahihü'l-Buharî ve Sahih-ü Müslim'de geçsin veya hangi kaynakta geçiyorsa geçsin ne kadar rivayet varsa Rabbimizin Kitabına sunduğumuzda Kitabullah'a uygun olanı kabul ediyoruz. Şimdiden söylüyorum bu söz hüccettir. İkinci olarak; varsayalım ki Allah'ın Kitabında bu hadise ilişkin hiçbir veriye rastlayamadık. Gerçi bu varsayımı kabul edemiyorum. Zira tefsir ile ilgili eserimizde ihtiyaç duyduğumuz herhangi bir marifetin Allah'ın Kitabında bir aslının olduğunu ispatlamıştık. Biz bunu İmamlarımızdan öğrenmiştik. İmamlarımız bize buyurmuşlardır ki; "Size bir şey buyurduğumuzda o şeyin Allah'ın Kitabında nerede geçtiğini bize sorunuz." Son derece ilginç bir eğitim... Ehl-i Beyt İmamlarının nezdindeki bu sapasağlam metottur... Onların sözleri bize göre kanıttır. Bize göre onların sözleri sahihtir ve gerçeğe uygundur. Ancak bize bir şeyler öğretmek istiyorlar ve şöyle diyorlar:  Size bir şey söylediğimizde o bunu söylemiştir deyip de yetinmeyiniz. Bize o şeyin Allah'ın Kitabının neresinde geçtiğini sorunuz. Bizler de size Allah'ın Kitabının neresinde geçtiğini söyleyelim.

 

İnşallah bu pasajları ilerde okuyacağımıza dair değerli izleyicilere söz veriyorum.

 

Sekaleyn hadisi hakkında uyulması gereken usulün ne olduğunu açık ve net bir şekilde anladık.

 

İlk olarak; Müslümanlar arasında hakkında ittifak bulunuyor olması. Biz bunu sizlere ispat ettik.

 

İkinci olarak; Kur'an'ın bu hadisi teyit edip etmediğini görebilmek için bu hadisin Allah'ın Kitabına sunulması. Yani Allah'ın Kitabında bu hadisin sahihliğine ilişkin herhangi bir şahit bulunmakta mıdır yoksa bulunmamakta mıdır?

 

- Sekaleyn hadisi ile ilgili olarak zikretmiş olduğunuz bütün bu hususlara rağmen bu tür bir hadis tashih veya tevsike ihtiyaç duymakta mıdır?

 

- Sorduğunuz soru son derece önemli.

 

Değerli izleyiciler önceki programlarda Ehl-i Sünnet âlimlerinin nezdinde Sekaleyn hadisini sahih sayan onlarca kaynağı zikrettiğimizi hatırlayacaklardır. Yani Sekaleyn hadisi senet açısından şeksiz şüphesiz sahihtir. Son dönem âlimlerinden Allame Albanî bunu açıkça dile getirmiştir. Allame Albanî bu hadisi Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserine yerleştirmiştir. Albanî bu eserinde şöyle demektedir: "Ey insanlar! Ben size tutunduğunuz müddetçe sapıtmayacağınız şeyi bıraktım: Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im."[xiii] O, Sekaleyn hadisinin senedi hakkında eser telif edip hadisi zayıf sayan bazı çağdaş yazarların sözlerini münakaşa ettikten sonra şöyle der: "Muhaddislerin birçoğu haddi zatında sahih veya hasen olan hadisin isnatlarından ve geliş kanallarından çoğunu gözden kaçırmıştır."[xiv] Öyleyse Ehl-i Sünnet âlimlerinin nezdinde Sekaleyn hadisi birkaç tane ile sınırlandırılamayacak kadar çok olan hadislerdendir.

 

- Hadisi zayıf sayanlar bu isnatları gözden kaçırmışlardır.

 

- O da öyle diyor. Allame Albanî cerh ve tadil sahasının büyük ve çaplı âlimlerinden birisidir. Bizim kanallarımıza gelince, değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, önceki programlarda sahih isnat zincirine sahip olanlara işaret etmiştik. Seyyid Kemal Haydari hadisin kendi kanalların sahih olduğunu ispatlamaktan kaçıyor denilmemesi için ben bunlardan bir tanesini zikredeceğim. Ben geçen hafta iki tanesini naklettim ve sahih olduğunu ortaya koydum. Şimdi ise Şeyh Saduk'un (h.381) el-Hisal adlı eserinden üçüncüsünü nakledeceğim.

 

Rivayet şöyledir: "Resulullah (s.a.a.) Veda Haccı'ndan dönerken biz de onunla birlikte döndük… Agah olun. Ben yarın sizden, sizler Havuz başında bana vardığınızda, bugün Allah'ı şahit tuttuğum bu konuda ‘Benden sonra Sekaleyn hakkında nasıl davrandınız?' şeklinde size soracağım.

 

Bundan dolayı benden aldığınız bu iki şey hakkında bana nasıl ardıl olduğunuza bir bakınız.

 

Sahabe ‘Ey Allah'ın Resulü! Bu iki sikl nedir?' diye sordular.

 

Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Sikl-i Ekber, Allah'ın Kitabıdır. Allah katından ve benden uzatılmış bir iptir. Bir ucu sizin elinizde diğeri Allah-u Teala'nın elindedir. Onda geçmişlerin ilmi ve kıyamet gününe kadar olacak şeyler hakkında bilgi bulunmaktadır... Sikl-i Asgar'a gelince, o, Kur'an'ın eşi ve dengidir ki Ali İbn Ebu Talib ve ıtretidir. [xv] 'Onları durdurun, onlar sorguya çekileceklerdir.'"

 

-Resulullah (s.a.a.) diyor ki "Ben şahit tuttum."

 

Yani sizden şahitlik aldım. Yarın kimse ben bilmiyordum, duymadım, görmedim demesin. "Açık ve kesin delil Allah'a aittir."

 

Bundan dolayıdır ki kıyamet gününde kimse "bize hüccet ulaşmadı" diyemeyecektir. Sadece Itret hakkında değil... Öyleyse Resulullah (s.a.a.) ilk olarak onlardan Kur'an ile amel edip etmediklerini soracaktır.

 

Soru; Allah aşkına Hz. Resulullah (s.a.a.) Veda Haccı gibi bir durumda Müslüman toplulukların karşısına geçecek ve onlar da onun kendilerinden ayrılacağını bilmekte oldukları halde hiçbir Müslüman kalkıp da "Ey Allah'ın Rasulü tutunmamız halinde bizi sapıklıktan kurtaracak Itret'inden kasıt kimlerdir?" şeklinde bir soru sormayacaklar, akıl hiç bunu kabul eder mi?

 

- Öyle anlaşılıyor ki Ehl-i Beyt kavramı biliniyordu.

 

-  Ya bilinmektedir ya da Müslümanlar bu soruyu sormuşlar ve Hz. Resulullah (s.a.a.) buna cevap vermiştir. Ancak günahkar ve hain eller Resulullah'tan (s.a.a.) sonra hadis tedvinini men ederken bu rivayetle oynamışlardır.

 

Hadislerin dizilimiyle oynamışlardır. Örneğin bir emir ölüm döşeğinde olsa sizler de onu sevseniz ve o da şöyle dese: Size bir ferman bırakıyorum. Bu düsturun içinde de şöyle bir ifade geçsin. Ehlibeytimden olan kimseye tutunursanız bu belde güven içinde kalacaktır.

 

- Vatan güven içinde olacak...

 

- Oturanlardan hiçbirisinin, "Ey melik, ehlibeytinden maksadın kimlerdir?" şeklinde bir soru sormaması mantıklı mıdır? Böyle bir sorunun sorulmaması ancak 'ehlibeyt' kavramından anlaşılması gereken net ve berrak olduğunda mümkün olabilir.

 

- Bu da Hz. Resulullah'ın (s.a.a) açıklamasıyla belirlenmiştir.

 

- Tam isabet. Bu, "Itret kimlerdir?" sorusuyla ortaya çıkan tartışmada en güzel kanıttır. Elimizde Itret'in kim olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Bundan dolayı olsa gerektir ki İkrime Medine sokaklarında "Tathir ayeti Ali, Fatıma ve Hasaneyn hakkında nazil olmamıştır diyen kimse ile mübaheleye girmeye hazırım" şeklindeki sözleriyle ünlenmiştir. Eğer bu ayet Peygamber hanımlarını kapsıyor olsaydı hiç İkrime mübaheleye davet eder miydi? Bu da genel anlamdır. Müslümanlar arasındaki genel anlayış bu şekildedir. Zira ayet-i kerime "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." (5/el-Maide/101) buyurmaktadır. Müslümanlar da gerekli olan şeyler çerçevesinde soru soruyorlardı. Durum bu şekildeyken ümmetin geleceğini ilgilendiren bir konuda nasıl soru sorulmaz? Ya olasılık nazariyesi ile hareket edersin veya ümmet sormuş Hz. Peygamber (s.a.a.) de ümmetin geleceği önemli değil diyerek cimrilik yapmış ve soruya cevap vermemiştir. Bu ise Kur'an'ın nassına aykırıdır. "Rabbinden sana indirileni tebliğ et", "O gayb konusunda cimri değildir."

 

Şeyh Saduk'un Uyun-u Ahbari'r-Rıza adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s.) Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ‘Aranızda iki ağır sikl bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve Itret'im' buyruğu çerçevesinde soruldu. O da cevaben ‘Ben, Hasan, Hüseyin ve İmam Hüseyin'in neslinden dokuz İmam. Dokuzuncuları Mehdi'dir. Bunlar Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Havuzunun başına gelinceye kadar Allah'ın Kitabından ayrılmadıkları gibi Allah'ın Kitabı da onlardan ayrılmaz' buyurdular."[xvi]

 

Görüldüğü gibi nasslarımız açıktır.

 

Bundan dolayıdır ki Sekaleyn hadisini ele aldığımızda hadisin uyarlandıkları kişilerin açık olduğunu görürüz. "Zamanının imamını tanımaksızın vefat eden kimse cahiliye ölümü üzere ölmüştür" şeklindeki hadis bize göre açıktır. Zira On İkinci İmamı da Hz. Resulullah (s.a.a.) atamıştır. Ancak bu görüşü kabul etmeyenler ve Resulullah'ın hiçbir kimseyi atamadığını söyleyenler her bir asırda bir kişiye biat ederler. Hadisin incelenmesini inşallah sonraki programlarda tamamlayacağız.

 

- Seyyid Kemal Haydari Bey sizlere teşekkür ediyoruz. Aziz izleyicilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 

  

 



[i] İbn Hacer el-Heytemi, es-Savaiku'l-Muhrika ala Ehli'r-Rafdi ve'd-Dalali ve'z-Zandaka, c. 2, s. 440, Tahkik Abdurrahman İbn Abdullah et-Türki ve Kamil Muhammed el-Harrat.

[ii] Mevsuatü Hadisi's-Sekaleyn, c. 2, s. 436.

[iii] Age, c. 2, s. 438.

[iv] Age, c. 2, s. 440.

[v] Age, agy.

[vi] Age, c. 2, s. 446.

[vii] Age, agy.

[viii] Age, c. 2, s. 462-3.

[ix] Age, agy.

[x] Hafız Şemsüddin Muhammed İbn Abdurrahman es-Sehavi, İsticlabü İrtikai'l-Ğuraf bi-Hubbi Akribai'r-Rasul ve Ehli'ş-Şeraf, c. 1, s. 346 Tahkik Halid İbn Ahmed Babteyn, Darü'l-Beşairi'l-İslamiyye.

[xi] Mevsuatü Hadisi's-Sekaleyn, c. 2, s. 388.

[xii] Tabersî, el-İhticac, c. 2, s. 252.

[xiii] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, c. 4, s. 355-8, Hadis No: 1761.

[xiv] Age, c. 4, s. 358.

[xv] Şeyh Saduk, el-Hisal, c. 1, s. 65.

[xvi] Şeyh Saduk, Uyun-u Ahbar.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net