Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (47)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (47)
İbn Arabi şarihi Şarani: İmam Mehdi, İmam Hasan-ı Askerî’nin evladındandır. Hicretin 255. yılının Şaban ayının 15. gününün gecesinde dünyaya gelmiştir. Mehdi, Hz. İsa b. Meryem ile bir araya geleceği güne kadar hayatta kalacaktır. Buna göre şu anki yaşı -eserin yazıldığı tarih itibariyle- 700’dür.

 

- Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Hamd Allah'a özgüdür. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuh. “Utruhatü'l-Mehdeviyet” programının yeni bir bölümüne hoş geldiniz. Seyyid Haydari Bey sizler de hoş geldiniz. Değerli izleyicilerin konumuzu takip edebilmeleri için geçen haftanın bir özetini isteyebilir miyiz sizden?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Programa başlarken kısaca geçen hafta işlediğimiz iki konuya işaret edeceğiz. İlk hakikat, İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed el-Mehdi el-Muntazar adında bir oğlunun bulunduğudur. Bu hakikati tarih ve nesep kitapları ispat etmektedir. Tarih ve nesep uleması bu bilginin müsellem hakikatlerden olduğunu, aksi iddianın ise önemsenmeye hatta zikredilmeye dahi değmeyecek bir görüş olduğunu belirtirler.

 

Ayrıca Muhammed İbn Hasan-ı Askerî'nin vefat ettiğine ve bu dünyadan göçtüğüne dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. Öyleyse doğumunda şüphe olmayan, ölümü hakkında ise herhangi bir delilin bulunmadığı bu şahsın hayatı konunun ilk boyutunu oluşturmaktadır.

 

Önceki programlarda üzerinde durduğumuz ikinci hakikat ise günümüzde hala yaşamakta olan ve ömürleri yüzler hatta binlerce yılı bulan Hz. İsa ve Hz. Hızır (a.s.) gibi insanların mevcudiyetine dair bilginlerin yaptıkları açıklamalardır. Hz. Hızır ile Hz. İsa'nın (a.s.) yaşamakta olduğu kesin olduğuna göre Hz. İsa'nın yaşı en azından 2.000, Hz. Hızır'ınki ise daha fazladır. Çünkü O, İsa'dan (a.s.) önce de yeryüzündeydi. Hz. Musa (a.s.) ile aynı dönemde yaşadığını göz önüne alacak olursak ömründen 2500-3.000 yıl geçmiştir. Sahihu Müslim'in Deccal'in de sağ olduğunu belirttiği rivayete de işaret etmiştik. Ayrıca Deccal için casusluk yapan Cessase'nin de uzun ömürlü olduğuna değiniyor. İnşallah uygun bir vakitte Deccal'in zuhuru esnasında sahip olduğu özelliklerden söz edeceğiz. Deccal'in dirilten, öldüren, rızık veren ve yağmur yağdıran bir insan olup olmadığını anlayacağız. Bütün bu özellikler Ehl-i Sünnet'in sahih kaynaklarında geçmektedir. Biz bu özelliklerden birini bir imamımıza nispet etsek hemen guluv ile itham edilir, masallar ve hurafelere iman etmekle suçlanırız. Onlar ise kendi kaynaklarında Mesih-i Deccal'ın zuhur ettiğinde bu türden özelliklere sahip olacağını belirtiyorlar.

 

İslami düşünce tarzına sahip Müslüman bilginler ve akil insanlar yüzlerce hatta binlerce yıldır yaşayan insanlara inandıklarında hurafeye inanmakla ve akıllarını peynir ekmekle yemekle suçlanmadıkları halde Ehl-i Beyt Okulu bilginleri doğumu hakkında hiçbir kuşku bulunmayan İmam Mehdi'nin günümüze kadar yaşadığına -ki on iki asrı aşmamıştır- inanmaları nedeniyle akıllarına pranga vurmakla itham edilmekteler. Bu mantık doğru ise bizden önce siz hurafelere inanmaktasınız.

 

- Müslümanlar bundan beridir…

 

- İbn Teymiyye'nin tesis ettiği akıl Hz. Hızır (a.s.), Deccal ve Cessase'nin hayatta olduğuna ve günümüze kadar yaşadığına inanmaktadır. Biz bunları okuduk ve kaynaklarını sunduk. Hatta bazı çağdaş Vehhabiler Hz. Hızır'ın, özellikle de Hz. İsa'nın hayatta oluşunun akidenin bir parçası olarak algılanması gerektiğini söylemektedir. Hatta bu Ehl-i Sünnet'in inancıdır.

 

Önceki kaynakta bir bölümüne işaret ettiğim bu kaynağa tekrar işaret edeceğim:

 

"Soru: Bir Müslüman'ın Hz. İsa Mesih hakkında taşıması gereken sahih inanç nedir?

 

El-cevap: Hz. İsa (a.s.) hakkında doğru inanç Peygamberin (s.a.a.) haklarında şehadette bulunduğu üzere dönemleri en hayırlı çağ ve kendileri en hayırlı toplum olan selefin O'nun öldürülmediği, asılmadığı ve vefat etmediği şeklindeki akidesidir. Allah-u Teâlâ O'nu bedeni ve ruhuyla diri bir şekilde kendi katına yükseltmiştir. Allah azze ve celle ahir zamanda O'nu tekrar yeryüzüne indirecektir."[1]

 

Kitabının başka bir başka yerinde ise şöyle diyor: "Kitap ve Sünnet'ten elde edilen çeşitli deliller Hz. İsa'nın öldürülmediğine ve asılmadığına delalet etmektedir. Hatta O günümüzde de hayattadır."[2]

 

Eğer durum böyleyse Kitab ve Sünnet'in delalet ettiğine kanaat getirdiğiniz bu itikad da hurafeye dayalı bir inanç mıdır? Vehhabi bilginlerine, İbn Teymiyye bağlılarına, Hz. İsa'nın hayatta olduğuna inanan Müslüman âlimlere soruyoruz. Kitap ve Sünnet'in delalet ettiği bu inanç hurafe midir yoksa her Müslüman'ın iman etmesi gereken dini bir itikad mıdır?

 

- Nakillere göre dini bir akidedir.

 

- Öyleyse bizi hurafeye inanmakla itham etmeyiniz. Ehl-i Beyt Okulunu ve bu ekolün bağlılarını akıllarına prangalar vuran kimseler olmakla suçlamayınız. Onlara “Bir insanın 1170 yıl veya 1200 yaşadığına dair deliliniz nedir?” diye kanıt sorunuz. Olaylara ilmi bir perspektifle bakınız ve diğerlerinin mukaddesat ve inançlarına saygı gösteriniz. Ey kardeş, İslam bizden bu mantıkta olmamızı istiyor. Yüce İslam ahlakı bunu gerektiriyor. İnsani erdemler bunu emrediyor. Geliniz “Bize göre bu sabit değildir. Sizler de hürsünüz. Bizler böyle düşünüyor ve inanıyoruz” deyiniz. Böylesi bir tavırda herhangi bir problem yoktur. Ben bu sözü sadece bu konu özelinde söylemiyorum. Bu sözüm sadece aralarında görüş ayrılıkları bulunan Müslümanlar veya gayrimüslimlere yönelik değildir. Aynı düşünceye inanan bir ekol arasında da geçerlidir. Şii bilginler, Şii taklid mercileri, Şii düşünürler, Şii İslam hukukçuları da kendi aralarında çeşitli konularda farklı düşüncelere sahiptirler. Birbirlerini itham etmemelidirler. Böyle bir tavır dini, ahlaki, akli ve insani değildir. Kendisine saygı gösteren insan başkasına da saygı gösterir. Başka bir ifadeyle kendisine saygı gösterilmesini isteyen bir fert başkalarının görüşlerine de saygı göstermelidir. Bu önemli bir noktadır. Hangi mantıkla başkasının mukaddesatına tan ederken onun seninkine saygı göstermesini bekleyebilirsin?

 

- Esasında İslam diğer düşünce ve inançlarla ortak noktaların bulunması ilkesini getirmiştir.

- Bu nedenle eğer görüş ayrılığı içindeysek geliniz kendi aramızda ihtilaf ahlakına uygun bir şekilde davranalım. Bu ahlaki vecibe yükümlülüğü sadece Şiilerin arasında değil tüm Müslümanlar ve daha da ötesi bütün insanlar tarafından uygulanmalıdır. Öyle ki Allah'ın varlığına inanmayanlara karşı bile bu erdemli tavır ortaya konulmalıdır. Onlara da saygı göstermek zorundayız. Bizler bilgi ve iletişim çağında yaşıyoruz. Geliniz, ihtilaflarımız yüzünden birbirimizi kâfirlik ve sapıklıkla itham ettiğimiz çağların etkisinden kurtulalım. Bu mantık artık sona erdi. Bu dönem artık itham dönemi değil. Eğer aynı görüşü paylaşıyorsak ne ala, yok benimle farklı düşüncelere ve bakış açılarına sahipsen senin görüşün sana benim görüşüm bana ve ben senin görüşüne saygı duyarım, diyebilelim. Bu sosyal yaşantının gereğidir. Bir insan ya senin din kardeşindir veya yaratılıştaki benzerindir. Bu ortak noktalar saygı gösterilmeyi gerektiriyor.

 

- İttifak ettiğimiz hususlarda birbirimize yardımcı olalım,  görüş ayrılığı içinde olduklarımızda ise birbirimizi mazur görelim.

- Sadece saygı göstermekle kalmayalım, birlikte yaşayalım, yaşayarak saygı gösterelim. İnsani birlikte yaşam, düşünsel birlikte yaşam ve inançsal birlikte yaşam.

 

Geçen hafta Britanya'da yaşayan aziz dostlardan birisi tarafından “Farklı düşünce yapılarıyla bir arada yaşama hakkında İslam'ın düşüncesi nedir?” şeklinde bir soru sorulmuştu, bizler de bu sorunun cevabı sadedinde bu bakış açısını sunduk.

 

- Sizler geçen hafta en doğru görüşün Muhammed İbn Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) dünyaya geldiği şeklindeki görüş olduğunu ve bunun güneş gibi açık olduğunu belirtmiştiniz. Ayrıca İmam Mehdi'den (a.s.) başka da çok uzun zamandan beri yaşayan bazı kişilerin varlığına işaret etmiş ve Ehl-i Sünnet Müslüman kardeşlerimizin hatta Vehhabilerin kaynaklarından nakiller yapmıştınız. Acaba İmam Mehdi veya isimlendirerek söyleyecek olursak İmam Muhammed İbn Hasan el-Askerî'nin uzun ömürlü olduğunu ve günümüze kadar yaşadığını, ayrıca ölümüne ilişkin bir delilin de bulunmadığını belirten Ehl-i Sünnet bilginleri var mı?

- Bu akidenin Ehl-i Beyt Okulunun özel inançlarından olduğu açıktır. Zira onlar 12. İmam Muhammed İbn Hasan el-Askerî'nin sağ ve rızıklandırılıyor olduğuna inanmaktadırlar. Yani hicretin 255. senesinin 15 Şaban'ındaki doğumundan günümüze hala hayattadır. Bu bizim inancımızdır. Elbette Ehl-i Beyt Medresesine bağlı olmayan değerli izleyicilerin, hatta Ehl-i Beyt Okulu bağlılarının “Bu inancın dayanağı ve delili nedir?” diye sorma hakları vardır. İnşallah konumuza devam edeceğiz. Dünyaya geldiği ve ölmediği hakkında herhangi bir kuşku kalmadı, geriye O'nun mübarek ömrünün uzunluğu meselesi kalıyor.

 

Soru, “İmam Mehdi'nin dünyaya geldiği 255 yılından günümüze kadar hayatta olduğuna inanan Ehl-i Sünnet âlimi var mıdır?” şeklindeydi. Değerli izleyicilere bu akşam bir hediyemiz olacaktır. Büyük Sufi âlimlerden birinin bu konuda söylediklerini sunacağız. Sufilerin İslam toplumundaki en geniş tabaka olduğunu defalarca belirttik. Onların kendilerine özgü görüş ve metotları, mukaddesatları ve özel ibadetleri vardır. Onların şeyh ve mürşidlerine karşı özel bir saygıları vardır. Bu konunun ayrıntılarına girmek istemiyorum. Zira ayrı bir incelemeyi gerektirmektedir.

 

Abdülvehhab eş-Şarani'nin (h. 973) el-Yevakît ve'l-Cevahir fi Beyani Akaidi'l-Kebair adlı eserinden bir pasaj okuyacağım sizlere. Bu ifadelerini sizlere nakletmeden önce eserin mukaddimesinde yer alan, bazı bilginlerin kitap hakkındaki övgülerini sizlere aktarmak istiyorum.

 

Şeyh Şihabbüdin İbn eş-Şelefi el-Hanbelî, Allame Şaranî'nin el-Yevakît adlı eseri hakkında şöyle diyor: Bu kitabın içerdiği bilgileri ancak aşırı kuşku duyan inatçı bir kişi veya aşırı yalanlayıcı ve inkârcı biri eleştirebilir. Müellifinin hatalı olduğunu ancak hiçbir ilim tahsil etmemiş, doğru yoldan sapmış biri iddia edebilir. Yazarın faziletini sadece çok kıskanç, aşırı inatçı ve münkir, ya da Sünnet'ten ve büyük imamların oluşturduğu icmadan sapmış kimse inkâr edebilir. Kitabın mukaddimesinde başka bilginlerin yazar ve eseri hakkındaki övgü dolu ifadeleri bulunmaktadır.[3]

 

Bu kitap, İbn Arabî'nin el-Futuhatü'l-Mekkiyye adlı eserinin özetidir. Zaten eserin kapağında bu açıkça dile getirilmektedir.  Geliniz pasaja geçelim:

 

65. mebhas Şarî'nin bize haber verdiği Kıyametin alametlerinin tamamının hak olduğunun açıklanması hakkındadır. İmam Mehdi'nin (a.s.) çıkışı gözetilmektedir. İmam Mehdi, İmam Hasan-ı Askerî'nin evladındandır. Hicretin 255. yılının Şaban ayının 15. gününün gecesinde dünyaya gelmiştir. Mehdi, Hz. İsa b. Meryem ile bir araya geleceği güne kadar hayatta kalacaktır. Buna göre şu anki yaşı -eserin yazıldığı tarih itibariyle- 700'dür.

 

Mısır'daki Ratli Gölü'ne bakan tepenin üstünde defnedilmiş olan ve İmam Mehdi ile görüşmeyi arzulayan Şeyh Hasan el-Iraki bana dedi ki, kendisi İmam Mehdi (a.s.) ile bir araya geldiğinde… [4]

 

Bir kimse “Seyyidim Ehl-i Sünnet 'aleyhisselam' kelimesini kullanmaz” diyebilir. Demek ki bu yargı iftiralardan biridir. Görüldüğü gibi yazar “aleyhisselam” ifadesini kullanmaktadır, Sünnilerin açıklamalarında da bu ifade sıkça geçmektedir. Fakat son dönemlerde bazı Vehhabi bilginleri bu tabirin sadece Şiiler tarafından kullanıldığı izlenimini vermeye çalışıyorlar. Bu şahıs Şafiî ve Hanbelî bilginler tarafından övülen bir zattır. Buna göre Allame Şaranî ve onunla paralel düşünen bir kısım ulema İmam Mehdi'nin yaşadığını kabul etmekte ve o dönemde 700 küsur yaşını geçtiğini belirtmektedir. 700 yıl yaşamasında problem olmadığını, dolayısıyla 1000 yıl yaşamasında da problem olmayacağını belirtiyor. Şeyh sözcüğünü kullanmakla da bu görüşün sadece kendisine ait olmadığını söylemek istiyor. Sufilerin bir grubu da aynı düşüncededir. Ben bu pasajı özellikle tarikat ehline, Afrikalı Sufilere okuyorum.

 

Şiilerin İmam Mehdi ile görüştükleri iddiasına geçelim. Ben bu meselenin aslının Ehl-i Sünnet'te de bulunduğunu söylemek istiyorum. Hz. Hızır ile nasıl görüşüyorlar ise İmam Mehdi ile de görüşüyorlar.

 

Yazar devamında şöyle diyor: “Buna göre şeyhimiz Sidi Ali el-Hevvas da… Şeyh Muhyiddin İbn Arabî Futuhatü'l-Mekkiyye adlı eserinin 366. bölümünde şöyle diyor: Mehdi'nin zuhurunun kesin olduğunu biliniz. Yeryüzü zulümle dolduktan sonra onu adaletle doldurmak için zuhur edecektir. Dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah Teâlâ o günü bu halife hilafete ulaşıncaya kadar uzatacaktır. Mehdi, Hz. Resulullah'ın  (s.a.a.) soyundan ve Fatıma'nın ® evlatlarındandır. Dedesi Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib'dir. Babası, Ali b. Ebi Talib'in oğlu, İmam Hüseyin'in oğlu, İmam Zeynulabidin'in oğlu, İmam Muhammed Bakır'ın oğlu, İmam Cafer-i Sadık'ın oğlu, Musa Kazım'ın oğlu, İmam Ali Rıza'nın oğlu, İmam Muhammed Taki'nin oğlu, İmam Ali Naki'nin oğlu İmam Hasan Askerî'dir. O'nun ismi Resulullah'ın (s.a.a.)  ismiyle aynıdır. Müslümanlar Rükn ile Makam arasında O'na biat edeceklerdir.” [5]

 

Bir defa daha belirteyim ki “aleyhisselam” ifadesi Şia'ya özgü değildir. Metinde de görüldüğü gibi Hz. Fatıma için “radıyallahu anha” ifadesi kullanılmaktadır. Şiiler Hz. Fatıma için bu ifadeyi kullanmazlar. Bu da “aleyhisselam” lafzının Şia'ya özgü olmadığının kanıtıdır.

 

İşte el-Yevakît adlı eserin sahibinin Futuhat'tan yaptığı alıntı.

 

Geliniz bir de Futuhatü'l-Mekkiyye adlı eserin 366. bölümüne bakalım. Cümleler olduğu gibi aktarılmış mı yoksa esere ihanet mi edilmiş?

 

“Bil ki Allah-u Teâlâ bizi teyid etsin. Allah-u Teâlâ'nın, yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra onu adaletle ve hakkaniyetle dolduracak bir halifesi vardır. Dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah Teâlâ o günü bu halife hilafete ulaşıncaya kadar uzatacaktır. Mehdi, Hz. Resulullah'ın  (s.a.a.) soyundan ve Fatıma'nın ® evlatlarındandır. Dedesi Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib'dir.” [6]

 

11 İmamın isimlerinin geçtiği bölüm tamamen çıkartılmıştır. Elimde eserin buraya getirmediğim bir başka nüshası daha var. Orada da “Dedesi Hasan b. Ali b. Ebu Talib'dir” ifadesi geçmektedir. Zira Sünniler Ehl-i Sünnet'in Mehdi'sinin Ehl-i Şia'nın Mehdi'sinden farklı olduğunu kabul ettirebilmek için İmam Mehdi'nin Hüseynî değil Hasanî olduğunda ısrar etmektedirler. Onlar Şia'nın bu konudaki görüşünün hiçbir delilinin olmadığını söylerler.

 

Bir diğer kaynak Allame Azimabadî'nin Avnü'l-Mabud adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: Hadis açıkça İmam Mehdi'nin İmam Hasan'ın neslinden olduğuna delalet etmektedir. Bu hadis Şia'nın Mehdi-i Muntazar'ın Hüseynî olduğu şeklindeki görüşünün batıl olduğunu ortaya koymaktadır.[7]

 

Görüldüğü gibi onlar İmam Mehdi'nin İmam Hasan'ın (a.s.) soyundan geldiğinde ısrar etmektedirler ki bununla Şia'nın görüşünü iptal edebilsinler.

 

Böylece Futuhatü'l-Mekkiye'de oynama olduğunu anlayabiliyoruz. Ayrıntıya girecek zamanımız yok. Şaranî'nin eserinde Ehl-i Beyt Okulunun delillerini doğrudan teyid eden bir bilgi var. Bu eser ve yazarı hemen Şiilikle itham edilecektir. Ya eserle oynanmış ya da müellifi Şii'dir, Sufi-Eşarî'dir denilecektir. Yarından itibaren bu kitabı itibardan düşürmeye başlayacaklardır. Hemen yarın televizyon kanallarında, internet sitelerinde Allame Şaranî şöyledir, eseri böyledir, şu şu nedenler yüzünden kanıt olarak kullanılamaz diyerek değerini düşürmeye çalışacaklar.

 

- Elimizde onların Sufileri tekfir ettiklerine dair birçok vesika var zaten.

 

- Bu ayrı bir konudur. Ben İbn Teymiyye'nin ve ona uyan Vehhabilerin takip ettiği metotla ilgili bir şey demek istiyorum. Vehhabilerin bu ismi almalarının nedeni Allah-u Teâlâ'nın “Vehhab” ismine nispet ediliş değildir. Bu isimle anılmalarının nedeni kendilerinin de açıkça söyledikleri gibi Muhammed İbn Abdülvehhab'a intisap etmeleridir. Sufîleri devre dışı bırakıp onları ve eserlerinin itibarını zedelemek istemelerini şimdilik bir kenara bırakalım. Kanıtlarım var ancak vaktim elvermiyor… Son olarak elimde Kütübün Hazzara Minha'l-Ulema (Âlimlerin Sakındırdığı Kitaplar) adında bir eser var. Tabi bilginlerden kastı Vehhabi bilginler ve İbn Teymiyye bağlılarıdır.

 

Kitap incelendiğinde Ehl-i Sünnet'ten bin veya üç bin eseri sapkın veya sakınılması gereken eserler listesine koyduğu görülür.[8]

 

Peki onlarca eser kriter olma özelliğini niçin yitirmiştir acaba? Bunun nedeni İbn Teymiyye'den başkası değildir. Ben sadece size tek bir örnek vereceğim. Kütübün fiha Ta'nün ala İbn Teymiyye / (İbn Teymiyye'ye eleştiride bulunan eserler) bölümünde onlarca eser saptırıcı kaynaklar bölümüne eklenmiştir. Çünkü hak ve batılın ölçütü Hz. Resulullah (s.a.a.) veya Kur'an-ı Kerim değil İbn Teymiyye'dir! İbn Teymiyye hakkında olumsuz değerlendirmelerde bulunan tüm eserler boşa gitmiş ve din dışı sayılmıştır! Yazar ayrıca “İbn Teymiyye'yi eleştiren ahmaktır” diyor.[9] İlmî mantık bu mudur?

 

Sonra da isimleri sıralıyor: “Araştırmacılar nezdinde kadim bilginler biliniyor. Günümüzde yetişen ve İbn Teymiyye'ye aleyhinde söz söylemekten başka özellikleri olmayanlar da sadece bazı eserlere dayanmaktadırlar. Alauddin el-Buharî'nin, Ferid İbn Batuta'nın sözlerini tekrarlayıp durmakta, Heytemî'nin yanlışlıklarını ve el-Kevserî'nin batıl sözlerini söyleyip durmaktalar.”[10]

 

Bahsettiği eserlerin tamamı Ehl-i Sünnet'e aittir.

 

Ardından hak ve batıl için ikinci bir ölçüt daha ortaya koyuyor: Vehhabilik! İşte bunlar gerçek ölçütümüz olan Kitab ve Sünnet hakkında dünyayı karmaşayla doldurdular! Anlaşılıyor ki onların kıstasları Kitab ve Sünnet değil Muhammed İbn Abdülvehhab ve İbn Teymiyye'dir. Eserin bir başka yerinde ise şöyle diyor: İmam Müceddid Muhammed İbn Abdülvehhab'a ve O'nun Selefî çağrısına eleştiride bulunan kitaplar. [11]

 

Yani İbn Abdülvehhab'a veya Selefîliğe eleştiri yönelten bütün eserler Ehl-i Sünnet'in kapsamının dışına çıkıyor, sapık ve saptırıcı oluyor. Ehl-i Sünnet'ten geriye kim kaldı peki?

 

- Ayrıca Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaate sımsıkı sarıldıklarını iddia ediyorlar.

 

- Aklınıza ben bu eseri cerh ediyorum şeklinde bir düşünce gelmesin. Sadece bu mantık hakkındaki düşüncelerimi belirtiyorum.

 

Allah'a kasem olsun ki bu eseri tasdik etmek mümkün değildir. Öyle ki Ebü'l-Ferec el-İsfahanî'nin Kitabü'l-Eğani'sini dahi saptırıcı kitaplar kategorisine koymuş. Mısırlılar ve Mısır uleması bunu işitsin, diyor ki Seyyid Kutub'un tüm eserleri sapkın kitaplardır. Tavsiye edilen kitaplar ise sadece İbn Teymiyye ve bağlılarının eserleridir. Kendi eserlerinin dışında okunacak hiçbir şey yok!

 

Kitaptan başka bir pasaj okuyacağım: “Corci Zeydan'ın bütün kitapları, İsmail Ahmed Edhem'in kitapları, Doktor Nebil Hakıd, Abdülmunim Mace'nin tüm kitapları, Abbas Mahmud Akkad'ın kitapları vs., Semerkandî'nin Bostanü'l-Arifin'i, Keramatü'l-Evliya adlı eser, el-Mavsılî'nin Vesiletü'l-Müteebbidin'i, Doktor Abdülhamiyd Zaîd, Doktor Abdülmunim Hamd Hasaneyn, Doktor Muhammed Enver, Taha Hüseyn…

 

El-Kebair adlı eser ise İmam Zehebî'nin dilinden uydurulmuştur.”[12]

 

- Edebiyat, tarih, kültür ve menkıbe sahasında geriye hiçbir eser kalmıyor. Bunların hepsi yoldan çıkaran kitaplarmış!

 

- Bu da onların düşünsel ve akidevî yapılarının son derece temelsiz, çürük ve çökmek üzere olduğunu gösteriyor. Başkalarının eserlerini okumaktan korktuklarını ortaya seriyor. İşte karşınızda Şia bilginlerinden birisi bulunuyor! Elinizde bulunmayan tüm bu Sünni kaynaklar kütüphanemde mevcut ve ben şu anda bunları mütalaa ediyorum.

 

Zikretmeye devam edeyim; Ahmed eş-Şelebî'nin, Muhammed Meri el-Emin el-Antakî'nin eserleri…

 

- Ayrıca Şeyh Şaravi ve Muhammed Gazali de…

 

- Bunların tamamı yoldan çıkaran kitaplardır. Muhammed Uveys, Mahmud Ğurab –ki bu şahıs İbn Arabî'nin eserlerinin büyük muhakkiklerindendir-,  Muhammed Said el-Butî, Şeyh Amed el-Beyanunî, Muhammed İbn Muhammed el-Bağdadî eş-Şafiî, Ebu Hatem el-Kazvinî, Yezid en-Nahvî'nin eserleri, Hasan eş-Şeybanî'nin, Ebu Reyhan el-Birunî'nin kitabı, Kitabü'l-Muğni ve diğerleri.

 

- Sadece Salih el-Fevzan'ın, el-Berrak, Muhammed İbn Abdülvvehab, İbn Teymiyye, Zehebi, İbn Kesir ve Lahiydan'ın eserleri okunabilir. 

 

- Razi'den alıntı yaptığında "O'nun ilmi yoktur" demektedirler. Çünkü Razi, Ehl-i Beyt'i övmektedir. Azizlerim şimdiye kadar söylediğim bu metodu kim kullanırsa kullansın mahkum edilmelidir. "Bir şey bilmiyor, doğru sözlü değildir" şeklindeki uğursuz dışlayıcı metot düşünsel ve akidevi zayıflığı göstermektedir. "De ki; eğer doğrulardan iseniz delilinizi getirin." Herhangi bir konuda yeni bir nazariye ortaya konduğunda bu hemen dışlanmamalıdır. Tarih bize şunu öğretmiştir ki her hangi bir düşünceye sadece fetva mantığıyla yaklaşılır ve kanıtsız olarak ortadan kaldırma yoluna gidilirse bu düşünce daha çok yayılıyor. Ben İbn Teymiyye'nin düşüncelerinin yayılmasının nedenlerinden birinin onunla çağdaş olanların ve başkalarının onu tekfir etmeleri ve sadece fetva boyutuyla önünde durmaya çalışmaları olduğunu düşünüyorum. Bu ilmî bir mantık değildir.  İlmî mantık "De ki; eğer doğrulardan iseniz delilinizi getiriniz" şeklindeki mantıktır. Hikmet ve güzel öğütle davet etmelidir.

 

- Efendim, vakti daha verimli kullanalım. Siz Vehhabilik meselesine işaret ettiniz. Geçen hafta programa katılan arkadaşlardan birisi Vehhabilik isminin Muhammed İbn Abdülvehhab ile değil Bari Teala'nın sıfatlarından olan Vehhab ismi ile ilintili olduğunu söyledi.

 

- Bizler kendimizi "Vehhab" sıfat-ı Bari'sine nispetten dolayı "Vehhabi" olarak isimlendiriyoruz, demeye çalışıyor. Önümüzde Vehhabilerin çağdaş büyük bilginlerinden birisi olan İbn Baz bulunmaktadır. O Fetava Nurun ala'd-Derb adlı eserinde şöyle diyor:

 

"Soru; şeyhim, çevremizde bulunan bazı insanlar Suudi Arabistan ülkesi bilginlerini Vehhabi olarak isimlendirmektedirler. Sizler için böyle bir isimle anılmak müşkil icat etmekte midir? Sizi bu şekilde anan insanlara karşı cevabınız nedir?

 

El-cevap: Bu tevhid âlimlerinin ve Necd bölgesi ulemasının meşhur lakabıdır. Onlar bu âlimleri Şeyh İmam Muhammed İbn Abdülvehhab'a nispet ediyorlar."[13]

 

Tevhid sözcüğünden kastı aslında tecsim ve teşbih akidesidir. Öyleyse Vehhabilik Allah-u Teala'nın "Vehhab" ismine nispeti ifade etmemektedir. Burada bir aldatma söz konusu değildir. Bu ifadeler imamlarınızın sözlerini ve kendi kültürünüzü bilmediğinizi ortaya koymaktadır.

 

Eserin bir başka yerinde ise şöyle diyor: "Diğerleri bizlere Vehhabi lakabı takmaktadır. Bu, bilinen, yaygın ve onur duyulacak bir lakaptır. İnkar edilecek ve utanılacak bir lakap değildir."[14] Vehhabilik Şeyh İmam Muhammed İbn Abdülvehhab İbn Süleyman İbn Ali et-Temimî'ye nispet sonucu oluşan bir lakaptır. O kendi akidesi gereğince Allah-u Teala'ya davet etmektedir. Öyleyse bu isimlendirmenin dayanağı Allah-u Teala'nın "Vehhab" ismi değildir.

 

- İsimlendirmeden korkmak zayıflığa delildir.

 

- Sadece bu da değil. Çünkü bunlar dine, Kur'an ve Sünnet'e değil şahıslara bağlı olarak düşünmekteler. Bağlı bulunduğu şahıslar ne düşünüyorlarsa bunlar da aynısını söylüyorlar. Onlara İbn Teymiyye ve Muhammed İbn Abdülvehhab'ın masum olup olmadıklarını soruyoruz. Eğer masumdur diyorsanız niçin İmamlarımızın masum olduğu düşüncesini uzak görüyor ve inkar ediyorsunuz? Yok eğer bu iki şahsın masum olmadıklarını söylüyorsanız hataya düşmelerini veya bazı meselelerin içinden çıkamamış olmalarını da ihtimal dahilinde görmeniz gerekiyor. İbn Teymiyye'yi eleştiren herkes niçin sapık olsun ki? Eserlerinden neden uzak durulması gereksin?  Muhammed İbn Abdülvehhab'ı eleştiren bir kimse neden Ehl-i Sünnet'in dışına çıkmış bir sapkın sayılsın?

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey, sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyicilerimiz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır.

 

 

   

 

 

 



[1] Ahmed ed-Duveyş, Fetava'l-Lecnetü'd-Daime li'l-Buhusi'l-İlmiyye ve'l-İfta, c. 3, s. 331, Darü'l-Müeyyed.

[2] Fetava el-Lecnetü'd-Daime li'l-Buhusi'l-İlmiyye ve'l-İfta, c. 3, s. 330

[3] Abdülvehhab eş-Şarani el-Mısri, el-Hanefi, el-Yevakît ve'l-Cevahir fi Beyani Akaidi'l-Kebair, mukaddime, tahkik ve tahriçli, gözden geçirilmiş yeni basım.

[4] Age, c. 2, s. 562, 65. Mebhas.

[5] Age, agy.

[6] Futuhatü'l-Mekkiyye, c. 6, s. 51, 366. Bab, Ahir Zamanda İmam Mehdi'nin Vezirlerinin Konumunun Bilinmesi, Muhammed Ali Beydun Yay., zabt ve tashih Ahmed Şemsüddin.

[7] Ebu't-Tayyib Şemsülhak Muhammed İbn Emir Ali Azimabadi, Avnü'l-Mabud Şerhü Süneni Ebi Davud, c. 6, s. 298  Allame Muhaddis Muhammed Nasırüddin Albani, Mektebetü'l-Mearif, Rıyad

[8] Ebu Ubeyde Meşhur Hasan Al-i Selman, Kütübün Hazzara Minha'l-Ulema, Takdim  Şeyh Bekr İbn Abdullah Ebu Zeyd.

[9] Age, agy.

[10] Age, agy

[11] Age, s. 250

[12] Age. 

[13] Abdülaziz İbn Abdullah İbn Baz, Fetava Nurun ala'd-Derb, c. 1, s. 16, 18, 20, Medarü'l-Vatan

[14] Age, s.18.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net