Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (21)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (21)
Derslerin çevirisine devam ediyoruz...

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (21)

 

19/11/2010

 

- Rahman Rahim olan Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri güzel vakit geçirmenizi dileriz. Allah-u Teala sizleri mesud eylesin. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. Sizinle ‘Utruhetü'l-Mehdeviyye' programının yeni bir bölümünde ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi' konusunun yirmi birinci kısmında tekrar birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, tathir ayetinde söz konusu edilen Ehl-i Beyt'in bilinebilmesi için takip edilmesi gereken adımların özetini sunmanız mümkün müdür?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim'in adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Öğüt vermenin ve hatırlatmada bulunmanın müminlere yarar sağladığı bir vakıadır.  “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ahzab Sûresinin bu ayetinde geçen Ehl-i Beyt'ten muradın kimler olduğunu kavrayabilmemiz için hatırlatmada yarar bulunmaktadır.  Ayetin bu bölümü Ehl-i Beyt'in azametine delalet etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu değere eşit seviyede sahip olan hiçbir kimse bulunmamaktadır. Yani Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu bir an devre dışı bırakacak olursak ayetteki fazilet Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin ayrıcalıklarındandır. Zira Allah-u Teala onlar hakkında innema/ancak hasr/özgülük ifadesini kullanmakla bu ifadeden sonra gelen fazilet/ler/in sadece onlara has olduğunu, bu ifadeden önce geçen kimselerin bu faziletten nasibi olmadığını belirtmektedir. “İnnema yuridullahu li-yüzhibe…” ilahi buyruğu, Cürcani gibi büyük bilginlerin detaylı bir şekilde açıkladığı üzere ayetin Ehl-i Beyt'e özgü olduğunu göstermektedir. Bizler Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin sahip olduğu bu fazilete başka bir ailenin de sahip olduğunu gösteren başka bir ayetle karşılaşmamaktayız. Kanaatimizce Allah-u Teala'nın kendilerinden ricsi (kiri) gidererek tertemiz kıldığı kimseleri tanıyabilmek için sadece bir program değil, bir dizi program gerekmektedir. Onları tanıyabilmek için bu bağlamda takip edilmesi gereken adımların şöyle olduğunu düşünüyorum

 

İlk adım; lugaten, örfen ve fıkhen Ehl-i Beyt kavramı neyi ifade etmektedir? Bizler bu konuyu önceki programlarda inceledik. Her birisinin kullanımsal olarak ne anlama geldiğini sunduk. Tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının hangi açıdan anlaşılması gerektiğini detaylı bir şekilde sunmuştuk.

 

İkinci adım; sahih, açık ve mütevatir olup ittifak edilen nasslar/hadisler kavramın ne anlama geldiğini ifade etmektedir. İnşallah mütevatir hadis konusunu açıklayacağız. Haberleri Hz. Resûlullah'tan (s.a.a) aktaran sahabe sayısının tevatür için gerekli olan alt sınırın (4 veya 5) çok çok üstünde olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu rivayetler kavramın veya ayetin bu bölümünün sadece Hz. Resûlullah (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasaneyn'e özgü olduğunu göstermektedir. Yani rivayetler hem ispati boyutu hem de nefyi boyutu barındırmaktadır. İspati boyutta Hz. Resûlullah (s.a.a) ismi yukarıda anılanları sadece bir defa değil birçok yerde abasının altına almıştır. Nefyi boyutta ise ayetin evinde nazil olduğu Ümm-ü Seleme'yi ve diğerlerini kavramın kapsamının dışına çıkarmıştır. İnşallah ayetin nüzulune ilişkin bölüm olan bir sonraki adımda bu konuyu inceleyeceğiz.

 

Üçüncü adım, İslam bilginleri kavram hakkında ne tür açıklamalarda bulunmuşlardır? Ayetin sadece bunlara mı özgü olduğunu, yoksa başkalarını da kapsadığını mı söylüyorlar?

 

Dördüncü adım; müfessirler, ayetin sebeb-i ve şe'n-i nüzulu hakkında neler demişlerdir? Ayetin şe'n'i nüzulu ile ilgili olarak öyle bir nükte söz konusudur ki surenin başka hiçbir ayeti için bu tür bir durum dile getirilemez. Rivayetlerin hepsi, ‘İnnema yuridullahu…' diye başlayan bölüm ayetin sadece bir bölümü olduğu halde, ‘İnnema yuridullahu…' ayeti nazil olduğunda diye kaydetmektedir. Yani ayet/ler/in bütününe yönelik değildir bu rivayetler. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak rivayetler ayetin 1/3'üne yöneliktir. ‘Bunlar, innema yuridullahu, ayet olmadığı, ayetin bir bölümü olduğu halde tathir ayeti diye isimlendiriyorlar' türünde bir itiraz gelmesin diye ayetin bu bölümüne tathir ayeti demiyorum. Müfessirlerin ‘İnnema yuridullahu… ayeti nazil olduğunda' diye kayıt düşmeleri ayetin diğer ayetlerden bağımsız olarak indiğini ortaya koymaktadır. Bu da ayetin bağlamdan ayrı olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna götürmektedir. İnşallah bu bölümü dördüncü adımda inceleyeceğiz.

 

Beşinci Adım; acaba ayetin bu bölümünün Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsamadığına dair bu ve diğer ayetlerde içsel karineler bulunmakta mıdır?

 

Bu beş adımı bitirdiğimizde bir sonraki adıma geçeceğiz.

 

Altıncı adım; ayetin bu bölümünün Peygamber'in hanımlarını kapsadığını veya Peygamber'in hanımlarına özgü olduğunu ileri sürenlerin delilleri. Zira ayetin Ali, Fatıma, Hasaneyn'i (as) kapsadığı görüşünün yanında, ayetin sadece Peygamber'in (s.a.a) hanımlarına özgü olduğu yönünde bir görüş de bulunmaktadır. Bizler bu görüşü ilmi yönden ele alıp incelemek istiyoruz. Yani Kur'an'ın içeriği ve delaleti ve bu konuda aktarılan rivayetler zaviyesinden bu görüşü incelemek istiyoruz.

 

Öyleyse konuyu altı merhalede ele alacağız. İlk iki merhaleyi bitirmiş, üçüncü merhaleye, yani ayette söz konusu edilen Ehl-i Beyt kavramı hakkında Müslüman bilginlerin görüş ve açıklamaları bölümüne varmıştık. Programın önceki bölümlerinde bir grup Müslüman bilginin Ehl-i Beyt'ten murad edilenlerin sadece beş kişi olduğunu söylediklerini ve bu noktadaki açıklamalarını görmüştük.

 

- Ayetin bu beş kişiye özgü olduğunu açıkça dile getiren bazı büyük bilginlerin isimlerini sıralamıştınız. Acaba belirttiğiniz isimler dışında başka bilginler de söz konusu mudur?

 

- Bu görüşü açıkça dile getirenler birkaç bilginden ibaret değildir. Ancak ben bütün bilginlerin isimlerini vermek yerine, açıklamalarında bazı ince nükteler bulunanlarına değinmek istiyorum. Bu nükteler tekrar özelliğine sahip değildir. Nüktelerde bu hakikati açıklamanın yanı sıra bazı ek bilgiler de söz konusudur.

 

Önceki programda Hanbeli yazar Necmüddin İbn Said et-Tufi'nin (h.716) Şerh-u Muhtasari'r-Ravda adlı eserine değinmiştik. Değerli izleyicilerin şu hakikate odaklanmalarını istirham ediyorum. Esere mukaddime yazan ve İmam Muhammed b. Suud el-İslamiyye Üniversitesi'nde akademisyen olan Abdül'al Atve şöyle demektedir: İbn Receb el-Hanbeli onu Şiilikle itham etmiştir. Bu ithamı Kahire Üniversitesi tarafından imtiyaz derecesi alan çağdaş araştırmacılardan birisi tarafından hazırlanan ilmi bir çalışma bertaraf etmiştir. İster bu itham doğru olsun ister olmasın Tufi'nin Şerh-u Muhtasari'r-Ravda adlı eseri bütünüyle Hanbeli mezhebine göre telif edilmiştir.

 

Ben bu risale hakkında bilgi sahibi değilim. Ancak Atve bu risalenin söz konusu ithamı bertaraf ettiğini dile getirmektedir. Önemli olan Abdülal'ın şu sözleridir: “Tufi'nin Şerh-u Muhtasari'r-Ravda adlı eseri bütünüyle Hanbeli Mezhebine göre telif edilmiştir.”  Öyleyse bu kitapta geçen bütün hususlarda Şia'nın hiçbir etkisi söz konusu değildir. “Kitapta Şiilikten bir nebze dahi olsun eser bulunmamaktadır. Buna kitabın dosdoğru oluşu yeterli delildir.”[1]

 

Bakınız İbn Said et-Tufi el-Hanbeli konu hakkında neler söylüyor: “Ayetten muradın hanımlar olduğuna dair bağlamın delaletine gelince, her ne kadar bağlama tutunmaya dair bir emare varsa da değinmiş olduğumuz nasslar Ehl-i Beyt kavramının Ali, Fatıma, Hasaneyne özgü olduğunu göstermektedir.

 

Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz. Resûlullah (s.a.a) altı ay boyunca Hz. Fatıma'nın (a.s.) kapısının önünden geçtiğinde sabah namazına gidiyorsa, namaz ey Ehl-i Beyt, derdi.

 

Ancak zikrettiğimiz hadisler Ehl-i Beyt kavramının bunlara özgü olduğunu ifade etmekte ve hanımların kavramın kapsamına girdiğini ifade etmemektedir. Kur'an ve diğer Arap kelamında metnin bölümleri arasına ara cümlelerin girdiği görülmektedir.”[2]

 

Et-Tufi'nin ifadelerinden çıkan sonuç, ayetin bağlama göre anlaşılması durumunda Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarının da kavramın kapsamına gireceğidir. Ancak Tufi daha sonra ayetin bağlama dayalı olarak anlaşılmasının,  Ümm-ü Seleme'nin abanın altına girmesini engelleyen ve ‘ve Allahım işte şunlar benim Ehl-i Beytimdir' ifadeleriyle kavramı özelleştiren nasslar tarafından reddedildiğini söylemektedir. Ayrıca ayeti bağlam eksenli anlamanın mümkün olmadığını ifade etmektedir. İlmi dili kullanacak olursak sonuç şudur: Ayetin bağlam eksenli tefsirine göre her ne kadar kavramın Peygamber (s.a.a.) hanımlarını kapsadığını kabul etsek de O'nun (s.a.a.) buyruğu ve eylemi bu âmmı tahsis etmektedir. Allame et-Tufi, tathir ayetinin öncesinin ve sonrasının Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarıyla ilgili olmasının, bu bölümünün Ehl-i Beyt-i Mutahhara ile ilgili olmasıyla herhangi bir çelişkisinin bulunmadığını açıklamaya başlar.

 

Daha sonra şöyle der: “Özetle Arap dilinde cümle-i itiraziye ve bir kelamdan diğer kelama geçiş şeklinde görülen durum Kur'an-ı Kerim'de çokça gerçekleşmiştir. Öyle ki ardı ardına gelen iki cümlenin aynı anlamda olduğu sanıldığı halde cümlelerden her birisinin kendisine has anlamı olabilmektedir. Bu konuyu araştıran ve inceleyen bir kimse bu edebi sanatı anlar. Öyleyse Allah-u Teala'nın ‘İnnema yuridullahu…' ilahi buyruğu Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına hitap eden ayetlerin içinde cümle-i itiraziyye olarak gelmiştir. Zira yukarıda sunduğumuz bu ayeti açıklayan sünnet-i nebeviye bunu gerektirmektedir.[3]” Neml ve Lokman surelerinde olduğu gibi böyle bir durum Kur'an'i belağate aykırı değildir.

 

Özetle bağlamın Peygamber hanımlarının kavramın kapsamına girdiğine ilişkin delaletini kabul etsek dahi edebi sanat çerçevesinde bu bölümün belirli şahıslara özgü olmasının hiçbir sakıncası bulunmamaktadır. Bu noktayı bazı büyük bilginler de kabul etmişlerdir. Nitekim Tahavi, Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserinde şöyle demektedir: “Eğer bir kimse Allah'ın Kitabı ayetten kasdedilenin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları olduğunu göstermektedir derse biz şöyle cevap veririz: Tathir ayetinin öncesi ve sonrası ayrı bir konuyu, tathir ayeti ise başka bir konuyu ele almaktadır.[4]

 

Bağlam konusuna şimdi girmek istemiyorum. Bu konuyu inşallah kendi özel bölümünde ele alacağım. Tathir ayetinin öncesindeki ve sonrasındaki zamirler dişil iken tathir ayetindekiler erildirler. İkinci olarak Peygamber (s.a.a.) hanımlarının konu edinildiği “vezkurne ma yutla fi buyutikunne” buyruğunda geçen Peygamber'in evleri çoğul iken tathir ayetinde geçen ev tekildir. Bu iki karine tathir ayetinde siyakın gözetilmediğinin yeterli delilidir. Siyak gözetilmediğine göre ayette geçen Ehl-i Beyt kavramından kimlerin murad edildiğini Hz. Resûlullah'ın mütevatir şekilde aktarılan fiili ve kavli sünneti bize açıklamaktadır.

 

Bu konuya değinen ve farklı bir nükteye işaret eden bilginlerden birisi de Allame İmam İbn Hacer el-Askalani'dir.

 

Ancak öncelikle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) en hayırlı eşi olan Hatîce'nin evine ilişkin bazı rivayetleri sunmak istiyorum.

 

İlk rivayet Âişe'dendir. O şöyle demektedir: “Hz. Peygamber'in (s.a.a.) O'nu çok anmasından ötürü hanımlarından hiçbirini Hatîce kadar kıskanmazdım. Bazen bir koç keser, organlarını ayırır ve bunları Hatîce'nin dostlarına gönderirdi.

 

Bir defasında O'na şöyle dedim: Dünyada sadece sanki bir tek Hatîce var gibi davranıyorsun.

 

Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular: O şöyle şöyle özelliklere sahipti. Ve ben evlad nimetine sahip oldum.[5]

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) sanki bir tek Hz. Hatîce ile evlenmiş gibi davranıyordu. Hadisin ifadeleri gerçekten son derece ilginç. Hz. Resûlullah (s.a.a.) müminlerin annesi Hz. Hatîce'ye son derece hürmet gösteriyor ve kıymet veriyor. Hadisin bu son bölümüne izleyicilerin dikkat etmesini istiyorum. Eğer O'nun Hz. Hatîce'nin dışında başka bir hanımdan çocuğu olmuş olsaydı bu Hz. Hatîce'ye özgü bir fazilet olmamış olurdu. Öyleyse Osman'ın evlendiği söylenen kızların da Hz. Peygamber'in (s.a.a) kızları olmadığı anlaşılmaktadır. Bu ifadeler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) sadece Hz. Hatîce'den çocuk sahibi olduğu hususunda açıktır. Hem de bu hadis Sahihü'l-Buhari'de geçmektedir.

 

İkinci rivayette bize Yahya, İsmail'den naklettiğine göre o şöyle demiştir: “Ben Abdullah İbn Ebu Evfa'ya Allah Resulü, Hatîce'ye Cennette bir ev müjdeledi mi? diye sordum. O da: Evet, ona Cennette içinde inciden yapılmış gürültü, patırtı ve meşakkat olmayan bir ev müjdeledi, diye cevap verdi.[6]

 

Üçüncü rivayet: “Hz. Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber'e (s.a.a.) gelerek şöyle buyurdu: Ey Allah'ın Resulü! İşte şu Hatîce'dir. Sana doğru yönelmiş gelmektedir. Beraberinde bir kap vardır ki, içinde katık ya da yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği zaman ona Rabbi'nden ve benden selam söyle. Ayrıca ona, cennette inciden yapılmış bir köşkü de müjdele. O evde, ne gürültü olacak ve ne de sıkıntı, dedi.[7]

 

Yani bu makam başka hiçbir hanıma nasip olmuş değildir. Rivayetler bu faziletin Âişe için de geçerli olduğunu söylemektedir. Ancak biz bu rivayetlerin Hatîce'ye (r) özgü olduğunu söylüyoruz. Zira bunlar Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Şia arasında ortak olduğundan dolayı ittifak edilen rivayetlerdir. Bu tür rivayetlerin kanıt olma özelliğine sahip olduğunu belirtmiştik. Evet Hz. Cebrail ve Allah azze ve cellenin selamına nail olma özelliği Hz. Hatîce'ye özgüdür. Bu özellik Hz. Peygamber'in başka hiçbir hanımı için geçerli değildir.

 

Birileri “Bu okuduğun ve sunduğun rivayetlerle konumuzun ne alakası var?” diyebilir.

 

Bakınız İbn Hacer ne diyor: “Hadiste zikredilen ev sözcüğünün başka bir gerekçesi ve anlamı daha vardır. Zira Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i Hz. Hatîce'ye dayanmaktadır. Zira ‘İnnema yuridullahu…' buyruğu hakkında Ümm-ü Seleme'nin rivayet ettiği hadise göre Hz. Peygamber (s.a.a.) Ali, Fatıma, Hasaneyn'i çağırtmış, kisasını onların üzerine örtmüş ve şöyle buyurmuştur: Allahım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir… Zikri geçen Ehl-i Beyt'in esası Hz. Hatîce'dir. Hasaneyn (a.s) Hz. Fatıma'dandır. Hz. Fatıma ise Hz. Hatîce'nin kızıdır. Ali (a.s) de çocukluğundan itibaren Hz. Hatîce'nin evinde yetişmiştir. O'nun vefatından sonra da kızıyla evlenmiştir. Böylece Ehl-i Beyt-i Nebevi'nin sadece Hz. Hatîce'ye dayanmış olmasının anlamı zahir oldu.[8]

 

Askalani'nin bu açıklamaları son derece ilginçtir. Acaba hanımları Hz. Hatîce'ye dayanmakta mıdır? Ali, Abbas, Akîl ve Cafer'in aileleri Hz. Hatîce'ye dayanmakta mıdır? Asla. Hiçbirisi Hz. Hatîce'ye dayanmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.a) özel bir eve sahipse işte o ev budur. Diğer evler ise Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarının evleridir. Ayette geçen (buyutikünne/evlerinizde) evler, Hz. Peygamber'e (s.a.a.) değil de hanımlara nispet edilmektedir. Ancak Kur'an-ı Kerim'in başka bir yerinde bu evler özel bir alakadan dolayı Hz. Peygamber'le (s.a.a) ilintilendirilmektedir. O, tathir ayetinde geçen evden kastın da Hz. Hatîce'nin evi olduğu görüşündedir. Yine “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyruğunda geçen evin Peygamber'in bütün hanımlarının değil Hz. Hatîce'nin evi olduğu görüşündedir. Bütün Müslüman bilginlerin inandığı ve hakkında görüş ayrılığının bulunmadığı, Hz. Fatıma'nın evlatlarından Mehdi-yi Muntazar da bu evin ehlindendir.

 

Öyleyse söz konusu Ümmü'l-Müminin Hz. Hatîce'nin bu köklü evi, bereket ve ilahi bağışların süreklilik arz ettiği bir mekândır. O (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının en faziletlisi, Allah ve Cebrail'in kendisini selamladığı insandır. İşte bu ev Allah-u Teala hakkında “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” diye duyurduğu evdir. İbn Hacer'in “Böylece Ehl-i Beyti Nebevi'nin sadece Hz. Hatîce'ye dayanmış olmasının anlamı zahir oldu” ifadelerini bir defa daha okuyorum. İbn Hacer, bu evin bunlardan başka bir sakini yokmuşçasına konuşmaktadır. Bu açıklamalar ince, ilmi ve dayanağı olan sözlerdir. Bu açıklamalar yerli yerinde ve doğru olduğuna göre tartışma için herhangi bir alan kalmıyor.

 

- Sunucu: Sahihü'l-Buhari'de şu ifadeler de geçmektedir: Âişe, Hz. Resûlullah'a (s.a.a) “Allah sana, O'ndan daha hayırlı bir hanım nasib etmedi mi?” diye sorunca Hz. Muhammed (s.a.a.) “Hayır, Allah'a yemin ederim ki bana Hatîce'den daha hayırlı bir hanım verilmiş değildir” demiştir.

 

- O'ndan daha hayırlısını vermiş olması mümkün değildir.

 

Ben Sahihü'l-Buhari'de geçen hadis konusuna girmek istemiyorum. Zira mevzuyla ilgili bütün sahih ve açık olan rivayetler Âişe'nin “Peygamber'in çokça anmasından ötürü hanımlarının hiçbirini Hatîce kadar kıskanmazdım” dediğini aktarmaktadır. Bu kıskançlığından ötürü onun müminlerin annesi olmasına rağmen tathir ayetinin kapsamına girmesi mümkün müdür? Bu konu ilerde kendi özel bölümünde ele alınacaktır.

 

Ehl-i Beyt kavramının bu beş kişiye özgü olduğunu dile getirenlerden bir diğer bilgin de Feyzü'l-Kadir'in müellifi Allame Münâvî'dir. O Sekaleyn hadisini şerh ederken şöyle der: “‘Aranızda iki halife bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve İtret'im'; vefatımdan sonra. Hadisin bir diğer varyantında ‘Biri diğerinden daha büyüktür' fazlalığı da bulunmaktadır. Hadisin bazı varyantlarında ise halifeteyn sözcüğü yerine Sekaleyn/Sikleyn kelimesi kullanılmaktadır. Geriye bırakılan şeylerin değerli ve yüce bir konuma sahip oluşlarından ötürü Allah'ın Resulü bu iki olguyu sikl sözcüğüyle ifade etmiştir. Hadisin diğer naklinde Allah'ın Kitabı ifadesinden sonra ‘O Allah'ın gökten yere uzanan bir ipidir' ziyadesi mevcuttur. İp sözcüğünden murad edilen şeyin niteliği hakkında şu iki görüş ileri sürülmüştür:

 

a) O'nun ahdi.

 

b) O'nun rızasına ulaştırıcı şey.

 

‘İtret'im' sözcüğü hadisin bazı varyantlarında eş anlamlısı olan ‘Ehl-i Beyt'im' ile ifade edilmiştir. Böylece Sekaleyn hadisindeki ‘İtret'in kim olduğu hakkında oluşacak mücmellik/belirsizlik giderilmiş ve açıklığa kavuşturulmuş olur. Ya da ‘Ehl-i Beyt'im' ifadesi ‘İtret'im' sözcüğünün bedeli veya beyanıdır. Ehl-i Beyt ve İtret ise Allah-u Teala'nın kendilerinden kiri gidererek arındırdığı kisa ashabıdır.[9]

 

Konumuz Sekaleyn hadisidir. Bizler ise Sekaleyn hadisinde geçen Ehl-i Beyt'in kimliğini tanıyabilmek için tathir ayetine geçiş yaptık. Allame Münâvî de olaya aynı zaviyeden yaklaşıyor. Sekaleyn hadisinde geçen İtret ile tathir ayetindeki Ehl-i Beyt kavramı arasında bir bağ kuruyor. Azizler, Allame Münavi'nin kurduğu bu bağa dikkat ediniz.

 

Bu noktayı açıkça dile getirenlerden bir başkası da el-Müfhimü li-ma Eşkele min Talhisi Kitab-ü Müslim adlı eserin yazarı Ebü'l-Abbas Kurtubi'dir. Tabi bu Kurtubi'yi el-Cami li-Ahkami'l-Kur'an adlı tefsirin yazarı meşhur Kurtubi'yle karıştırmamak gerekiyor.

 

Kitabında şöyle bir bab açmış:

 

“Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı

 

Âişe dedi ki: Bir sabah Hz. Resûlul­lah (s.a.a) çıktı, üzerinde yolculukla ilgili şekillerin bulunduğu yünden örme bir örtü vardı. Siyah kıldandı. Hz. Hasan geldi Resûlullah O'nu örtünün içerisine aldı. Sonra Hüseyn geldi O'nu da içine aldı. Sonra Fatıma geldi O'nu da örtünün altına aldı, sonra Ali geldi onu da aldı. Ardından da ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetini okudu.[10]

 

Bu nebevi fiil ve sözde şöyle bir özellik söz konusudur: Hz. Resulullah bu sözü ve fiili bir soruya binaen söylemiş ve yerine getirmiş değildir. O kendisi soru sorulmaksızın bu davranışta bulunmuş ve konuyu açıklamıştır. Bu bağlamda bir soru sorulacak olursa biz de “O, aziz İslam dininin bir hakikatini açıklamak istedi. Yoksa bu ayeti tilavet etmesinin ve o özel kişileri elbisesinin altına almasının nedeni başka ne olabilir ki?” şeklinde cevap veririz.

 

Aynı eserden bir diğer rivayet de şöyledir: “Husayn, Zeyd İbn Erkam'a dedi ki: Ey Zeyd, onun Ehl-i Beyt'i kimlerdir? Hanımları ev halkından değil mi­dir? Zeyd İbn Erkam dedi ki: Hanımları ev halkındandır. Ancak O'nun Ehl-i Beyt'i, kendisinden sonra onlara zekât verilmesi haram kılınmış olanlardır. Onlar kimdir, deyince Zeyd dedi ki: Onlar Ali'nin, Akîl'in, Ca'ferin ve Abbas'ın âilesidir. Husayn bütün bunlara zekât vermek ha­ram kılınmış mıdır? deyince o; evet, dedi.[11]

 

İmam Kurtubi'nin bu hadislere ilişkin bir değerlendirmesi vardır. Ona göre ehl-i beyt kavramının lugavî, örfî ve fıkhî kullanımları vardır ki bu bizim konumuzu teşkil etmemektedir. Bir de kavramın tathir ayetindeki kullanımı vardır. O kavramın lugavî ve örfî kullanımlarının Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını, fıkhî kullanımının da kendilerine sadaka haram olan Ali'nin, Akîl'in, ve Cafer'in âilelerini kapsadığı noktasında kuşku bulunmadığını belirtir. Ancak konumuzu teşkil eden tathir ayetindeki Ehl-i Beyt kavramı acaba bunları kapsamakta mıdır kapsamamakta mıdır? O bu soruya kesinlikle olumsuz bir cevap verir ve bu kullanımların birbirine karıştırılmaması gerektiğine dikkat çeker.

 

İşte onun açıklamaları:

 

“Hadiste geçen ‘O'nun Ehl-i Beyt'i' kimlerdir? Hanımları ev halkından değil mi­dir?' şeklindeki soru beyt/ev sözcüğünün zahirine göre hareket eden kimsenin sorusudur. Hanım adamın evinin aslındandır. Zira hanım kocayla birlikte yaşar, onun bir parçası olur ve yararına çalışır durur. Zeyd'in Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarının da O'nun ev halkından olduğuna dair cevabı bu açıdan anlaşılmalıdır. Yani O'nun hanımları O'nun maddi ve somut evindendir. Ancak ayette murad edilen bu anlam ve kullanım değildir. Bundan dolayıdır ki başka bir rivayette soruyu sorana ‘Hayır, hanımları Ehl-i Beytinden değildir' cevabını vermiştir: Kastedilenler kişinin aslı ve asabesi olanlardır. Daha sonra Zeyd bunları kendilerine sadaka haram olan kimseler olarak belirlemiştir.

 

Zeyd şöyle demiştir: Onlar Ali'nin, Akîl'in, Ca'ferin ve Abbas'ın ailesidir. Husayn bütün bunlara zekât vermek ha­ram kılınmış mıdır, diye sorunca da evet, demiştir.[12]”  

 

Kurtubi, O'nun maddi ve somut evinden kastın Peygamber hanımlarının evleri, Peygamber'in evleri olduğunu belirtir. Soruyu sorana verilen iki cevap arasında bir çelişki yoktur. Diğer bir ifadeyle iki rivayet arasında bir çelişki söz konusu değildir. Zira rivayetlerden birisinde belirli bir evin örfî ve fıkhî kullanıma işaret edilirken diğerinde buna işaret bulunmamaktadır. Kurtubi, zekatın haramlığı meselesinde ise kavramın fıkhî kullanımına işaret etmektedir.

 

Bakınız tathir ayetiyle ilgili olarak ne diyor: “Hz. Peygamber'in (s.a.a.) tathir ayetini okuması bu ayette geçen Ehl-i Beyt ile kasd edilenlerin özel olarak o esnada örtünün altına alınanlar olduğuna delildir.[13]

 

Kurtubi'nin son cümlede kullandığı delil sözcüğü, kesinlik ifade etmede şahid, müeyyed ve alamet sözcüklerinden daha kuvvetlidir. Kurtubi; Ali, Fatıma ve Hasaneyni (a.s.) ayırıyor ve “Ehl-i Beyt” ile bunların murad edildiğini belirtiyor. Kavramın lugavî, örfî ve fıkhî kullanım bakımından hanımları kapsadığı noktasında hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Kur'an-ı Kerim'de de böyle bir kullanım bulunmamaktadır. “Melekler dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı (Ehle'l-beyti) Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.” (11/Hud/73) Bizler bu konuyu tartışmıyoruz. Bizler Kur'an'da ehil sözcüğünün kullanıldığı her yerde Ali, Fatıma, Hasaneyn veya evlatlarının (a.s.) kastedildiğini iddia etmiyoruz ki bize bu Hud Suresinde ki ayet hakkında ne düşünüyorsunuz denilsin. Bizler Hz. Peygamber'in (s.a.a.) fiili ve kavli sünnetiyle tathir ayeti bunlara özgüdür diyoruz ve bu iddiada bulunuyoruz.

 

“İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası (ma cezau men erade bi-ehlike suen), zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!”(12/Yusuf/25) “Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca (ve sare bi-ehlihi), Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine (li-ehlihi): Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm.” (28/el-Kasas/29) Bu ayetlerde geçen ehil sözcüğünden hanımın murad edildiği konusunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. İşte Kurtubi, tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramı ile sözcüğün lugavî, örfî ve fıkhî kullanımlarının ayrı ayrı olgular olduğuna dikkat çekmek istiyor. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) tathir ayetini okuması “Ehl-i Beytimden muradım bu özel kişilerdir, başkalarını kapsamamaktadır” anlayışını yerleştirmek amacına yöneliktir.

 

Bu nokta Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Kavramın kapsamına giren İmam Hasan (a.s.) bunu açıkça  belirtmiştir.

 

Bakınız Şevkani Derrü's-Sehabe adlı eserinde ne diyor: “Taberani el-Mucemü'l-Kebîr'inde, isnad zincirindeki ravilerin sika olduğu bir kanalla Ebu Cemile'den şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ali (a.s.) şehid edilince yerine oğlu İmam Hasan (a.s) halife se­çildi. Hz. Hasan namaz kılarken bir adam üzerine saldırdı ve hançerle onu yaraladı. Bu darbe böğründen olduğu için Hz. İmam Hasan (a.s) birkaç ay hastalandı, sonra iyileşti ve minbere çıkarak dedi ki: Ey Irak halkı, bi­zim için Allah'tan korkun. Biz sizin emirleriniz ve konuklarınızız. Biz Ehl-i Beyt'iz. Allah Teala, bizim hakkımızda: ‘Ey Ehl-i Beyt, ...' ayetini indirdi.[14]

 

Eğer Ehl-i Beyt kavramı başkalarını da kapsamış olsaydı “Bizler ehl-i beytteniz” derdi. Öyleyse ifade açıktır.

 

Sözlerimi Ezher bilginlerinden Fakihü'l-Ümmet adlı eserin müellifi Muhammed Bekir İsmail'in şu açıklamalarıyla bitiriyorum: “Ali ve Fatıma'nın evi Allah-u Teala'nın ricsi gidererek tertemiz kıldığı evdir.[15]” Bu ev Hz. Peygamber'in hanımlarının evleri değildir. Bu tespiti kadim ve modern dönem bilginlerinin açıklamalarında da görmekteyiz.

 

- Sunucu: Galiba bu açıklamalarla Hz. Peygamber'in, bu evin kapısı hariç mescide açılan diğer kapıları kapatmasının nedeni de yavaş yavaş beliriyor. Zira bu ev tertemiz bir evdir.

 

- İnşallah ilerleyen haftalarda Ali ve Fatıma'nın (a.s) evinin kapısı hariç diğer bütün kapıların kapatılması konusunu ele alırken işaret ettiğiniz nükteye değineceğiz. Evet bu ev, temizdir ve mescid hükmündedir.

 

-  Sunucu: Suudi Arabistan'dan Ali hatta, buyrun.

 

- Selamun Aleyküm, Ehl-i Sünnet ve Vehhabi kardeşler için bir değerlendirmem var. Bizler Ehl-i Beyt'in beş kişiye özgü olduğu konusunda ısrar etmekteyiz. Bu ısrarın taklid ve adetlerle bir bağı bulunmamaktadır. Zira Ehl-i Beyt hüccettir. Hz. Zeyneb (a.s.); Hasaneyn'in kardeşi, Ali ve Fatıma'nın (a.s.) kızı olduğu halde ayette kastedilen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girmemektedir ve hüccet değildir.

 

- Seyyid Kemal Haydari: Zeyneb'in (a.s) kavramın kapsamına girmemesi bizim için bir problem teşkil etmemektedir. Kimileri bize “Sizler niçin Peygamber'in (s.a.a.) ailesi ile Ehl-i Beyt'i birbirinden ayırıyorsunuz. Bir bölümüne tutunuyor, diğerlerine tutunmuyorsunuz. Ali'nin, Akîl'in, Ca'ferin ve Abbas'ın âilelerini neden birbirinden ayırıyorsunuz?” demektedirler… Bizler bu beş kişiye tutunmaktayız. Hz. Peygamber (s.a.a.) bu ikisine -Kur'an ve İtret'e- tutunduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız, buyurmaktadır. Kardeşin buyurduğu gibi kadr-ü kıymeti ne kadar yüce olursa olsun Hz. Peygamber (s.a.a.) “Zeyneb'e uyduğunuz müddetçe” dememiştir. O, (s.a.a.) sadece diğerlerini değil Ümm-ü Seleme gibi hanımlarını da kavramın kapsamının dışına çıkarmış, beş kişiye hasretmiştir.

 

Öyleyse asıl konu temessüktür (sıkı sıkıya sarılma). Temessük ise muhabbet/sevgiden farklı bir olgudur. Kimileri iki olguyu birbiriyle karıştırarak “Bizler de Ehl-i Beyt'i seviyoruz” diyorlar. Resulullah'ın (s.a.a) vefat döşeğindeyken, bana mürekkeple kağıt getirin, size bir vasiyet yazayım ki, ondan sonra hiç bir dalalete düşmeyesiniz, şeklindeki buyruğu da burayla ilişkili olarak anlaşılmalıdır. ‘Len tedillu/sapıtmayasanız' ifadesi bu hadiste de geçmektedir. Kimileri Hz. Resulullah (s.a.a) Ebubekir'i hilafete atamak istiyordu diyorlar. Hayır, asla! Peygamber'in böyle bir isteği bulunsaydı Ömer hiç Peygamber'i (s.a.a.) engeller miydi? Hatta engellemek yerine bunda ısrar ederdi.

 

- Sunucu: Küveyt'ten Şakir kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamun Aleyküm. Sizler Hz. İbrahim ile Hz. Sara'nın konu edildiği şu ayetler hakkında da açıklamalarda bulundunuz. “(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! Dedi. (Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir.” (12/Hud/72-3) Ayette geçen Ehl-i Beyt kavramı Hz. Sara hakkında nazil olmuştur, Hz. Hacer hakkında değil. Sara, Hz. İbrahim'in (a.s) amcası kızıdır. Bu da Âl-ı Beyt'in kişinin asabesi olduğuna delildir.

 

- Hayır kardeş yanılıyorsunuz. Ayette kavram amca kızını da başkalarını da içine alacak bir genelliğe sahiptir. Ayet Hz. Sara'nın Hz. İbrahim'in ailesinden olup olmadığına odaklanmıyor. Sara'nın Hz. İbrahim'in eşi olduğunu merkeze alarak Ehl-i Beyt kavramını kullanıyor.

 

- Suriye'den Ömer hatta buyrun.

 

- Selamun Aleyküm, ‘Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.' (3/Al-i İmran/103) ayetiyle Hz. Resûl-u Azam'ın (s.a.a.) ‘Allah'ın Kitabı ve İtretim. Gökten yere uzatılmış ip…' buyruğu arasında bir bağ kurabilmeniz mümkün müdür?

 

- Kur'anî ayetlerin bir bölümünde bu ikisi arasında bir bağ olduğu göze çarpıyor. Eğer tabir yerindeyse Kur'an büyük ve temel olandır. Yani ilkeyi açıklamıştır. Ancak bu ilkenin uygulanması sünnet-i nebeviye ile mümkündür. “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın” buyuruyor. Acaba bu ip nedir? Falanca diyor ki ip falan filan şeylerdir. Başka birisi ip filancanın yoludur diyor. Hz. Resulullah (s.a.a.), ümmeti yolu karıştırıp da dalalete düşmesin diye kavramın uyarlanması gereken adresi belirlemiştir. İp sözcüğünden muradın Kitab ve İtret olduğunu belirtmiştir. Allah'ın Kitabı ve İtretim iki ayrı ip değil tek bir iptir. İfade biri Allah'ın Kitabı, diğeri de İtretimdir şeklinde anlaşılmamalıdır. İp tek bir iptir. Bir yönüyle Kur'an şeklinde tezahür  ederken, diğer yönüyle Kur'an-ı natık olan İtret şeklinde tecelli etmiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Resûlullah (s.a.a) “Asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır” buyurmuştur. Başka bir şekilde Kur'an ile İtreti karşılaştırarak ifade edecek olursak Kur'an dini öğretilerin kitab-ı lafzisi ve vucud-u lafzisi, İmam ise dini öğretilerin somut olarak görünen şeklidir. Rivayetlerimizde geçtiği şekliyle ifade edersek eğer, Kur'an, Kitab-ı Samit (susan Kitap) İmam ise Kur'an-ı Natıktır (konuşan Kur'an). “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz.”

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey, sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Gelecek programda görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu.    

 

 

 

 



[1] İbn Said et-Tufi, Şerh-u Ravdati'l-Muhtasar, Mukaddime bölümü, Müessetü'r-Risale

[2] Age, c.3, s.110

[3] Age, c. 3, s. 111

[4] Ebu Cafer et-Tahavi, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c. 2, s. 247

[5] Muhammed İbn İsmail el-Buhari, Sahihü'l-Buhari, c.7, s.173, Hz. Peygamber'in Hz. Hatice ile evlenmesi babı, el-Mektebetü's-Selefiyye, 

[6] Age, agy.

[7] Age, agy.

[8]Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalani, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c. 7, s. 173

[9]Allame  Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Feyzü'l-Kadir Şerh-ü Şerh-i Cami's-Sağiyr min Ehadisi'l-Beşiri'n-Nezîr, c. 3, s. 19, Zabt ve tashih Ahmed Abdüsselam, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut.  

[10] Ebu'l-Abbâs Ahmed İbn Ömer İbn İbrahim el-Kurtubî, el-Müfhimü li-ma Eşkele min Talhisi Kitab-ü Müslim, c. 6, s. 302-4, Dar-ü İbn Kesir, Dımeşk, 1429. Dördüncü Basım.

[11] Age, agy.

[12] Age, agy.

[13] Age, s. 302

[14] Muhammed İbn Ali eş-Şevkani, Derrü's-Sehabe fi Menazili'l-Karabeti ve's-Sahabeti, s. 209

[15] Muhammed Bekir İsmail, Fakihü'l-Ümmet ve Merciü'l-Ümmet s. 73, Darü'l-Menar

 

Çev: Cevher Caduk

 

medyasafak.com